Patronum

Mehmet Abidin Kartal

İnsan yolcudur. İnsan dünyada yolcu olduğunu bilip ona göre hareket etmelidir. Yolcu olmak insanın yurdundan, evinden, işinden ayrı kalmasıdır. Yolcu olan yolda gördüğü güzelliklere bağlanmaz, biraz sonra bulunduğu yerden ayrılacağını bilir. Yolcu yolda oyalanmaz, en kısa zamanda yolculuğunu tamamlamaya çalışır. Yolcu olanın hedefi gideceği yere ulaşmaktır. Yolcu yolda uğradığı yerler için, buralar güzelmiş buralarda kalayım diyemez.

Adem (as) babamızla  başlayan ve binlerce yıldır dünyaya gelen her insan yolcu, yaşadıkları ise yol hikayesidir. Hayat yolda yaşananlardır. Aslında, yazılan bütün hikayeler ve romanlar bu yol hikayelerinden kesitlerdir…

Hayatta yolcularının yaşadığı yol hikayeleri tek düze değil… Kışı var, baharı var, yazı var, güzü var. Gecesi var, gündüzü var. Dünyada yaşayan insanlarda bir değil. İyisi var, kötüsü var, zengini var, fakiri var, işçisi var, patronu var… Dünyada karşılaşılan her durum, her olay imtihan sorusu… Hayat yolu hikayemiz, sorulara cevap vermekle geçiyor.. Hayat yolu düz değil, inişli ve çıkışlıdır.

İnsan bu dünyaya yolculuğu devam eden misafir olarak gelmiştir. Gözünü açtığı anda bir ziyafet sofrası içinde bulur kendisini. Yolcu olarak farklı istasyonlarda ziyafet sofralarından istifade eder. Misafirlik bittiğinde ebed memleketine yolculuğu devam eder.

“İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. “

Dünyadaki yolculuğum Hatay’ın Yayladağı ilçesinde başladı. Lise sonrası üniversiteyi kazanamadığım için can dostum halaoğlu  Ali ile İzmir’de Üniversite hazırlık kursuna gitmek için 1980 ihtilali sonrası Kasım ayında yolumuz İzmir’e uğradı.  Kayıt yaptıracağımız dershane  öğrencilerine kalacak yer de temin ediyordu. Adresini aldığımız dershaneye kayıt yaptırmak için gittiğimizde,  Ali ile beni ikamet için faklı adreslere göndereceklerini söylediler. Biz bunu kabul etmedik ve kayıt yaptırmadık. Kırk yıl sonra bu dershaneye kayıt yaptırmayışımızın hikmetini anlıyorduk. Cenab-ı Hak bizi muhafaza etmişti. Memleketken İzmir yolculuğuna çıkarken, İzmir’de Hukuk Fakültesinde okuyan ve kendisini tanımadığımız hemşerimiz Yakup Alkan’ın adresini almıştık. İlk defa geldiğimiz İzmir’de valizlerimizle ortada kalmıştık. Bir taksi tutarak Yakup Alkan’ın Bornova’daki adresine gittik. Yakup abi akşama geldi. Yayladağı’lı olduğumuzu kursa geldiğimizi, kalma yer hususunda anlaşamadığımızı anlattık. Yakup abi ben sizi tanımıyorum, gittiğiniz dershane dışında bir dershaneye giderseniz yardımcı olmaya çalışırım dedi. Meğer kayıt için gittiğimiz dershane içinde bulunduğu hizmete, anlayışa muhalifmiş. Biz hiçbir şey bilmiyoruz. Bunu çok sonraları öğreniyorduk. Sonuçta biz İzmir’de  dershane beğenemedik. Bu arada bir haftayı aşkın Yakup abi ve beş arkadaşının  yanında kalıyorduk. Yakup abi ve arkadaşları beş vakit namaz kılıyor. Beraber olduklarında cemaatle kılıyorlar. Kur’an okuyorlar, Kırmızı kitap okuyorlar. Bunlar bizim hoşumuza gidiyor, kendimizi muhabbetin zirvede yaşandığı bir ortamda buluyorduk. Yakup abi bir gün bize sizi kursa gitmek için İstanbul’a göndersem gider misiniz dedi. Gideriz dedik. Yakup abi notumuzu vermiş sınıfı geçmiştik. Meğer İstanbul’da hizmetin Üniversite hazırlık kursu varmış.

Ali ile valizlerimizi alarak İstanbul yoluna düştük. İstanbul’da adres Fatih (Kıztaşı) NURTAŞI. Nurtaşı’nda adresi buluyoruz. Kapıyı Mehmet Emin Birinci abi açıyor. Daha sonra öğreniyoruz ki Yakup abinin vesilesiyle biz Kur’an ve İman hizmetinin merkezine yolculuk yapmışız. Biz gelmeden merkeze gerekli bilgiler verilmiş. Burada kalan abiler kardeşler sanki bizi uzun yıllar tanıyorlarmış gibi yakınlık gösterdiler. Dershaneye giderek kaydımızı yaptırdılar. Fındıkzade’deki Isparta Talebe Yurduna yerleştirdiler. Artık biz muradımıza ermiştik. Kursa gidip geliyor, sabahlara kadar çalışıyorduk. Üniversiteyi mutlaka kazanmalıydık. Babam, ‘Kazanamazsanız kendinizi İstanbul’da denize atın’ diyordu. Yurdun alt katında mescid de haftanın belli günlerinde Risale-i Nur dersleri yapılıyor biz bu derslere katılıyorduk. Girdiğimiz üniversite sınavında Can dostum Ali İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih bölümünü kazandı. Ben Ege Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Kalkınma ve Planlama bölümünü kazandım.

Benim için 1981’de İzmir yolculuğu başlıyordu. İzmir Bornova’da Barla apartmanında Yakup abinin yanında buluyordum kendimi. Okulum Alsancak’ta bugünkü Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlük binasıydı. Yakup abiyle hemşerilik bağımızın yanına bir de kardeşlik bağı ekleniyordu. Ben Yakup abiye Patronum diyordum. Yakup abi kendisine  Patron diye hitap etmemden hoşlanırdı. O bana kardeşim ben ona Patronum  diye hitap ederdim. Aramızdaki iletişimin şifresi böyleydi. Patronum bana bilhassa okula giderken, ‘vatana sahip ol kardeşim’ derdi. En büyük vatan insanın kendisiydi… Barla nur dershanesine geldiğimde birinci katta  patronumla, Tıp Fakültesine giden Akhisarlı Ali İhsan ve Hasan  abilerle, İktisat fakültesine giden Çorumlu  Emre abi ve Eğitim fakültesine giden Elazığlı  Fethi abi ile kalmıştım. Bir ara Hukuk Fakültesinde okuyan Mersin Mut’lu İbrahim Ünal  kardeşim de yanımızda kaldı. Dershanenin en küçüğü bendim. Daha sonraki yıllar mezun olan abilerin yerine yeni kardeşler geliyordu. Şimdi bakıyorum da hayatımın en güzel, huzurlu, verimli geçen yılları üniversite yıllarıydı…

İnsan hayat yolculuğunda karşılaştığı bazı olaylar ve kişiler hayatının yönünü iyi veya kötü yönde değiştirebilir. Patronum hayat yolculuğumda bana doğru ve nurlu yolu gösteren pusulam olmuştur. Barla apartmanında birinci katta  Yakup abimle yaklaşık beş yıl beraber kaldık. Bunun üç yılında aynı odada kaldık.  Üniversiteyi dört yılda bitirdim. Bir yılda başında Hasan Şen abinin bulunduğu Yeni Nesil İzmir temsilciliğinde çalıştım. Patronumla şu fani hayatta çok güzellikler yaşadık. Hafta sonları Barla apartmanı çevresinde çocuklarla top oynar, onlara Can Kardeş dergisi verir, derslerinde yardımcı olurduk. O yıllarda Barla apartmanı çevresinde hiç apartman yoktu. Koca arazinin ortasında yalnız Barla apartmanı vardı.  Yakup abimin muhabbetinden bilhassa nur sohbetlerinden keyf, lezzet  almayan kişi yoktur. İzmir’den ayrıldıktan sonra yüz yüze veya telefon görüşmelerimizde Patronum muhakkak Risale-i Nurdan bir konuyu anlatırdı. Ben sorular sorarım o cevaplandırırdı. Bir defasında Bediüzzaman’ın siyasete bakışını sormuştum. Biz bir partinin tarafı olamayız demişti. “Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.” (Emirdağ Lâhikası-I) ölçüsünü hatırlatmıştı. Patronumla Barla apartmanında kalırken tatillerde hızlandırılmış üniversite hazırlık kurslarına gelen gençler  nur dershanemize gelerek kursa giderlerdi. Memleketimiz Yayladağı’ndan MHP il başkanının oğlu ile CHP il başkanının oğlu bir tarihte yanımıza gelerek kursa gittiler ve sınavlarda başarılı oldular. (Bu gençlerin ikisinin de ismi Mehmet idi) Eğer bu satırları bu gençler okursa bu olayı hatırlayacaklar. Patronum bu gençlere sen şusun, busun demedi, kucağını açtı. Onları Kur’an’la, nur risaleleriyle, iman hakikatleriyle   tanıştırdı.

Çünkü, İman hakikatleri, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Bu düsturlara istinaden iktidar veya muhalefette yer alan herhangi bir siyasi parti ya da siyasetçi ile anılmak  iman hakikatlerine perde olmaktır. Bu dehşetli bir tehlike ve azim bir cinayettir.

Her insan ebede giden yolcudur. Dünyaya gelen her insan Allah’ın (c.c) verdiği ömür kadar yaşadıktan sonra bu dünyadan ahiret alemine göçüp gitmektedir. Ayet-i kerimede belirtildiği üzere: “Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır” hükmü mutlaka gerçekleşmektedir. Hepimizin dünyadan ayrılış biletleri hazırdır. Bilet bize verildiğinde, ebedi aleme göç edeceğiz. Patronum avukat olduğu için zaman zaman İstanbul’da davaları olurdu. İstanbul’a geldiğinde mutlaka görüşür uzun uzun muhabbet ederdik. En son görüşmemiz Şirinevler meydanında olmuştu. Çay içip, simit yemiştik. İkindi namazını kıldıktan sonra Patronumu İzmir’e yolcu etmiştim. Patronuma 5 Aralık 2020’de ebedi alem yolculuğu biletinin verildiğini  eşi muhterem  yenge hanımdan ‘Yakup beyi kaybettik’ ifadesiyle öğrendim. Patronum ebedi alem yolculuğuna 8 Aralık 2020 de İzmir’de Hacılarkırın da çıkıyor. Patronuma ebedi alemde yerinin cennet mekan olmasını Allah’ımdan niyaz ediyorum. Patronum  bu fani alemde Üstadının verdiği  müjdenin, nereye gideceğinin  inancı ve imanıyla yaşadı.

“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. ”

“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.”

Patronum, Yakup abim bana gönderdiği bir mesajında söyle diyordu, ‘Bazı müminler cennete hasret yaşar. Bazı müminler de vardır ki cennet onları hasretle bekler. Cennetin hasretle beklediği müminlerden olmak duasıyla.’  Amin Patronum. Patronum ben seni çok sevdim…

Yazımı tam noktalamışken dinlediğim radyoda şu ilahi çalıyordu.

Ben bir Yakup idim kendi halimde
Mevla’mın Kelamı vardır dilimde
Yusuf’u kaybettim Kenan elinde
Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um deyu
Gitti de gelmedi vah yavrum deyu…