Peygamberimiz (A.S.M.) Kur’an’ı nasıl okurdu?

O Kur’an’ın gerçek muhatabıydı. Kur’an onun ruhuna ve kalbine öyle işliyor, öyle tesirler vücuda getiriyordu, onu öyle bir hâle sevk ediyordu ki, vücut çizgilerini değiştiriyordu.

Efendimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sahabelerine okurken kelimelerin ve ayetlerin manalarına dikkat çeker, ayetlerin verdiği mesajı anlatmaya çalışırdı. İslam âlimleri de Kur’an’ın her ayetini düşünerek, ondan ibret ve dersler çıkararak okurlardı. Acaba bizler de Kur’an’ı gerçek anlamıyla okuyabiliyor muyuz?

Kur’an-ı Kerim’le ilk defa Efendimiz (a.s.m.) muhatap olduğu gibi, ilk defa da o okumuştu. Ama asıl olarak Peygamberimize (a.s.m.) Kur’an’ı okumasını öğreten Yüce Rabb’imizdir. Peygamberimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sadece okumakla emrolunmamış, okutmak ve insanlara öğretmekle de görevlendirilmişti. Bu görevini ayet şöyle bildiriyor:

Kur’an’ı Biz sure sure, ayet ayet ayırdık ki, insanlara fasılalar halinde okuyasın ve anlayıp öğrenmeleri kolaylaşsın.” (İsrâ Suresi, 106)

Bunun için Kur’an bir kalp ve gönül rahatlığı içinde huşû ile okunmalı, okurken ayetlerin mana derinliğini düşünmeye çalışmalı ki istifade ve hissemiz fazla olsun. Rabb’imiz de Kur’an’ın bu şekilde okunmasını emrediyor:

Onlar Kur’an’ın manasını düşünerek okumazlar mı?” (Nisâ Suresi, 82), “Sana indirdiğimiz şu kitap çok mübarektir. Akıl sahipleri onun ayetlerini düşünsünler, ondan öğüt alsınlar.” (Sâd Suresi, 29)

Kur’an okumayı büyük bir zevk haline getiren âlimler, Kur’an’ın her ayetini düşünerek, ondan ibret ve dersler çıkararak okurlardı. Bu zatlar aynı zamanda bir sünneti de yerine getiriyorlardı. Hz. Ebu Zer’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gece sabaha kadar şu ayeti tekrar etti:

Ey Rabb’im, eğer Sen onları azabına çarptırırsan, onlar Sen’in kullarındır. Şayet bağışlarsan, muhakkak Sen hükmü her şeye galip, her şeyi hikmetle yapansın.” (Maide Suresi, 118)

Ashab-ı Kiram’dan bazı zatlar, kendilerine tesir eden ayetleri sık sık tekrarlar, saatlerce üzerinde düşünürlerdi. Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der:

Ehl-i Kur’an, Kur’an’ı bir eğlence gibi okumaz. Elfazını (kelimelerini), maânisini (manalarını), ahkâmını (hükümlerini) cidden gözete gözete dikkatli, saygılı ve devamlı bir surette ve bilmediklerini, anlamadıklarını ehlinden sora sora, hüsn-ü niyetle, temiz kalp, temiz ağızla okurlar. Gelişigüzel, baştankara bir eğlence gibi okumazlar. Şarkı, gazel, roman, hikâye yerine koymazlar. Kemal-i hürmet ve edeple okurlar.

Kur’an’ın gerçek muhatabı kimdir?

Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimse kendisini Kur’an’a tam bir muhatap olarak görmelidir. Anlayarak, anladıklarını düşünerek okumaya başladığı için de, her emir ve nehyin doğrudan kendisini ilgilendirdiğini bilmelidir.

Sahabe-i Kiram’dan Hz. İkrime, Kur’an’ı öyle bir şuur içinde okurdu ki, “Bu benim Rabb’imin kelamıdır, bu benim Rabb’imin kelamıdır” der, Rabb’ine muhatap olmanın hazzını yaşardı. Kur’an okurken geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin başından geçenlerden ibret almalıdır. Peygamberlerin türlü sıkıntı ve meşakkatler karşısında gösterdikleri o fevkalüde sabır ve metaneti örnek alarak dersler çıkarmalıdır.

Peygamberimiz (a.s.m.) her haliyle bir insandı şüphesiz. Çocuk oldu, genç oldu ve nihayet yaşı kemale erdi. Ama onu yaşlandıran unsurlar başkaydı. O’nun (a.s.m.) üzerinde yaşlılık izlerinin sebebi ayrıydı. Hayat yükü, dünya meşgalesi, iş, güç ve aile derdi değildi. O Kur’an’ın gerçek muhatabıydı. Kur’an onun ruhuna ve kalbine öyle işliyor, öyle tesirler vücuda getiriyordu, onu öyle bir hâle sevk ediyordu ki, vücut çizgilerini değiştiriyordu.

Bir seferinde Hz. Ebu Bekir (r.a.), Resulullah’a (a.s.m.) sordu:

Ya Resulallah, yaşlandınız.

Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdular:

Hûd Suresi, el-Vâkıâ, ve’l-Murselâtü, Amme yetesâelûne ve İze’ş-şemsu kuvvirat sureleri beni yaşlandırdı.” (Tirmizî, et-Tâc, 4:251; Kenzü’l-Ummâl, 1:573)

Bu sureler kıyametin dehşetini, azametini ve kâinatın alacağı o korkunç şekli anlatıyordu. Kur’an’ın ifadesiyle “Çocukları ihtiyarlatan o gün” (Müzzemmil Suresi, 17) kıyamet günüydü. İşte, Efendimiz (a.s.m.) okuduğu bu ayetlerin manalarını ruhunda hissediyor ve “Bunlar beni yaşlandırdı” diyordu.

Ayetlerin öteye yönelik mesajları..

Efendimiz (a.s.m.) sahabilerin nazarını sürekli olarak ayetlerin manalarına çeker, İlahî maksatları idrak etmeye teşvik ederdi.

Ebu Hüreyre anlatıyor:
Resulullah (a.s.m) “O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir” (Zilzâl Suresi, 4) mealindeki ayeti okudu ve: “Onun haberleri nedir, biliyor musunuz?” diye sordu. Sahabiler, “Allah ve Resulü en iyisini bilir” dediler. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

Yeryüzünün haberleri, sırtı üstünde işlediklerine dair erkek ve kadın her kul hakkında şahitlik etmesidir ki, ‘falan gün falan ve falan işi yaptı’ diyecektir. İşte yeryüzünün haberleri budur.” (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 86)

Efendimiz (a.s.m.), sahabelerin dikkatlerini kıyamete, kıyametin dehşetine, kıyametten sonra insanın başına gelecek hadiselere çekiyordu. Asıl haberin, gerçek haberin nelerden ibaret olduğu, insanın başına gelecek bu olaylara nasıl hazırlanması gerektiğini bildiriyordu.

Hz. Âişe anlatıyor:

Resulullah (a.s.m.) Ay’a baktı ve “Ey Âişe!” buyurdu, “Bunun şerrinden Allah’a sığın. Çünkü o karanlığı çöktüğü zaman kapkaranlık olandır.” (Felak Suresi’nin üçüncü üyetini anlatıyor.) (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 92)
Bizim gibi Efendimiz (a.s.m.) de Ay’a bakıyordu. Fakat onun Ay’a bakışı, her bakışında olduğu gibi farklıydı. Ay’ın parlak ve güzel bir şekilde duruşunun bir gün gelip biteceğini, perdeleneceğini, kararacağını, her fani varlık gibi fonksiyonunu kaybedeceğini bildiriyordu. Çünkü Ay da kıyametin dehşeti karşısında varlığını ve güzelliğini koruyamayacaktır.

Sahabe-i Kiram her vesileyle, her seferinde, her fırsatta Peygamberimizden (a.s.m.) Kur’an’la ilgili bir şey öğrenmeye gayret ediyor, öğrendikleri her yeni hakikati anında hayatlarına geçiriyorlardı. Onların merakı, onların önceliği, onların öne çıkardığı ve onların üzerinde durdukları meseleler hep Kur’an çerçevesinde, Kur’an ölçüsünde ve Kur’an çizgisindeydi.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir vesilesini bulur, birer özel öğrencileri olan sahabelerine Kur’an hakikatlerini ders verirdi. Bir hediye gelse dahi o hediyenin arkasındaki asıl manayı ve güzelliği anlatırdı. Bir seferinde kendilerine bir hurma getirilmişti. Bakınız, bu hurmadan müminleri nasıl tarif ediyordu.

Rivayeti Enes b. Mâlik anlatıyor:

Resulullah’a (a.s.m.) hurma ağacından yapılmış bir kap içinde taze hurma getirildi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m); “Kelime-i Tevhid’i Allah nasıl hoş bir ağaca benzetmiştir ki, onun kökü sabit, dalı ise semadadır. O güzel ağaç Rabb’inin izniyle her an meyvesini verir” mealindeki ayeti okudu ve “Bu hurma ağacıdır” buyurdu. “İnkâr sözü ise kökü yerden koparılmış kötü bir ağaca benzer ki kökleşip tutunacağı bir yer yoktur” mealindeki ayeti okudu ve “Bu da Ebu Cehil karpuzudur (acı dülek)” buyurdu. (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an:15.)

(…)

Peygamber Efendimiz’in (a.s.m) Kur’an’ı Kerim’i okuma, anlama ve hayatında yaşamasıyla ilgili daha fazla bilgi Nesil Yayınları arasında çıkan “Hayatımızdaki Kur’an”, Kur’an’dan Reçeteler” ve “Olayların Kur’anca Yorumu” isimli kitaplarımızdan alınabilir.

 

Mehmed PAKSU