Peygamberimizin Güzel Ahlakından

Onun hayatını okurken, insan her karede ayrı bir incelikle karşılaşıyordu. Onu tanıma bahtiyarlığına kavuşmuş insanların şahitlikleri, Hayatının inceliklerine dair birer numunedir.

Biliyorsunuz Hz Enesi Annesi Peygamberimizin hizmetine vermişti. Evet, Enes on yaşında tanıştığı Peygamberimizle on senelik beraberliğini şöyle tarif etmekteydi: “Resûlullah’a tam on sene hizmet ettim. Bana bir defa bile, ‘Öf!’ demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı ‘Niye böyle yaptın?’ diye azarlamadığı gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle ‘Şöyle yapsan olmaz mıydı?’ da demedi.”

Geçici bir süre için Hz. Peygamber’in yanına gelen bir grup gençten biri olarak Malik b. Huveyris de, yirmi günlük bu beraberlik esnasında ruh dünyasına bir dizi nebevî inceliği kabul edendi. Onun için en manidarı, beraberliğin giriş sahnesiydi: “Biz, aynı yaşlarda bir grup genç, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelmiş ve yirmi gün boyunca yanında kalmıştık. Resûlullah çok merhametli ve şefkat dolu bir kimseydi. Yakınlarımızı özlediğimizi anlayınca, geride ailemizden kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine söyledik. O zaman şöyle buyurdu: ‘Haydi ailenizin yanına dönün ve onların yanında kalarak onlara burada alabildiğiniz bazı  bilgileri verin…’”

Abdullah b. Büsr ise, en ziyade, bir yemek esnasında sergilediği tevazuyla hatırlıyordu Hz. Peygamberi: “Peygamberin (a.s.m.), dört kişinin taşıyabildiği bir yemek kabı vardı. Kuşluk vakti girip kuşluk namazı da kılındıktan sonra, içinde tirit bulunan bu yemek kabını getirdiler. Ashab-ı kiram yemek için kabın etrafına toplandı. Sahabiler çoğalınca, Resûlullah (a.s.m.) diz çöktü. Bunu gören bir bedevî, [küçümser bir edayla] ‘Bu nasıl oturuş?’ diye sordu. Resûlullah, ‘Allah beni mütevazi bir kul olarak yarattı. Kibirli, gösterişli biri yapmadı’ diye cevap verdi.”

Ebu Musa el-Eş’arî için ise, Hayber seferinde aldığı bir incelik dersi unutulur gibi değildi: “Bir sefere çıkmıştık. Halk [yolda bir ara] yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine, Hz. Peygamber ‘Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitap etmiyorsunuz, muhatabınız gaip de değil. Sizler gören, işiten, nerede olsanız sizinle olan bir Zât’a hitap ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır’ dedi.”

Onun bir başka seferde sergilediği bir diğer incelik de, önce sahabilerin zihnine, sonra hadis ve siyer kitaplarına yazılarak bugünlere gelmişti. Hudeybiye seferinde, kurbanlar kesildiğinde, uzaktan, et istemek üzere o tarafa doğru gelen dilencileri görmüştü Hz. Peygamber. Hiç ses etmeden dursa bile, o insanlar beş-on dakika sonra zaten yanlarına geleceklerdi. Ama o, bir insanın izzetiyle ikram görmek yerine, zilletle dilenmesine razı olmadığı için, kendisi onlara seslenmeyi tercih etmişti: “Buyrun, alın etlerimizden…”

Bunlar, onun bir incelikler Peygamberi a.s.m. olarak ashabının şahsında bütün mü’minlere ders verdiği inceliklerin birkaç örneğiydi yalnızca. Bu dersleri kendi dünyasında bir araya getirmeye çalışan bir sahabi bir bütün olarak onun inceliklerini saymaya başladığında ise, sayfalar boyu uzayıp giden bir anlatım gerekmekteydi. Hz. Peygamber a.s.m.in ahlâkının Hz. Ali’nin ağzından anlatıldığı hadis, bunun bir deliliydi. Aşağıdaki tarifler, bu upuzun hadisten sadece küçük bir kısım idi:

“. . . Yumuşak huylu idi. Merhameti, bağışlaması boldu. Katı kalbli değildi. Hiç kimseyle çekişmezdi. Hiç bağırıp çağırmaz, kötü söz söylemezdi. Hiç kimseyi ayıplamazdı. Pinti ve cimri değildi. Hoşlanmadığı şeye göz yumardı. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Birşey hakkındaki hoşnutsuzluğunu açığa vurmazdı. . . . Hiçbir kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı. Hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı. Hiç kimseye hakkında sevaplı ve hayırlı olmayan sözü söylemezdi. . .    

“Mecliste yerlerden bir yeri kendisine belirlemez, böyle yapmayı men ederdi. Nerede olursa olsun, oturan bir cemaatin yanına vardığı zaman üst başa geçmez, meclisin sonuna oturur ve böyle yapmalarını Müslümanlara da emrederdi. Kendisiyle birlikte oturan herkese nasibini verir, öyle ikram ederdi ki, herkes Resûlullah katında kendisinden daha mükerrem bir kimse yok sanırdı. Kendisiyle oturan veya gelip hâcetini arzeden kimsenin her şeyine, dönüp gidinceye kadar katlanırdı. Bir kimse, kendisinden bir hâcette, istekte bulununca, onu reddetmez, verir, yahut tatlı ve yumuşak bir dille geri çevirirdi. Onun kucağı güzel ahlâkı, bütün insanları içine alacak kadar genişti. Onlara şefkatli bir baba olmuştu. . .”

Hanımı Hz. Hatice’nin oğlu, kendisinin ise üvey oğlu olan Hind b. Ebi Hâle ise, yine sadece bir kısmını aktardığımız bir diğer uzun hadiste, şu incelikleriyle anlatıyordu onu:

“Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi. Resûlullah aleyhisselam daima düşünceli idi. Susması, konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. Kendi şahsı için asla kızmaz ve öc almazdı. Kızdığı zaman, kızgınlıktan hemen vazgeçer ve kızgınlığını belli etmezdi. En ufak nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti yermezdi.”

Onun ahlâkı kendisine sorulduğunda “O Kur’ân’la ahlâklanmıştı” gibi kısa ama Kur’ân sayfaları kadar geniş ve derin bir cevap veren Hz. Âişe validemiz, şu ifadeleri de kullanıyordu onun için:

“İnsanların en güzel ahlâklısı idi. Hiçbir çirkin söz söylemez ve hiçbir çirkin harekete tenezzül etmezdi. Çarşı ve pazarlarda bağırıp çağırmaz, kötülüğü kötülükle karşılamazdı. Fakat, affeder ve bağışlardı. İnsanların en nâziği, en iyi huylusu ve ve gülümseyen yüzlüsü idi. Allah yolunda cihad dışında ne bir hizmetçiye, ne bir cariyeye, ne de bir kimseye el kaldırmış, vurmuş değildir.”

Onun bu dikkat ve rikkati, yalnız insanlarla sınırlı kalmayıp, sair canlıları da kuşatmış haldeydi. Onun sair canlılara yönelik bu şefkati, diğer bir açıdan, ondaki inceliğin ‘desinler’ diye sergilenen bir incelik olmadığının da göstergesiydi.

Hz. Âişe, henüz binmeye alıştırılmamış bir deveyi hediye olarak kendisine verdiğinde devenin binmeye sertlikle alıştırılmaması için yaptığı şu uyarıyı hiç unutmamıştı: “Ey Âişe! Yumuşak huyluluk bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder. Bir şeyden de çıkarıldı mı, onu mutlaka kusurlu kılar.” Ashabı ise, Allah’ın kullarına yumuşaklıkla muamele ettiğini hatırlatan bir cümleyle başlayan benzer bir ikazın ardından, onun, “Madem öyle, bu dili olmayan hayvanlara bindiğiniz zaman, bunlara konaklama yerlerinde mola verin” buyurduğunu hatırlıyordu. Bir başka vesileyle, “Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun!” buyurduğunu da… ifade etmişti.

Bir sefere gidenlere yönelik şu öğüdü ise, ‘incelikler Peygamberi a.s.m’in nasıl ‘rahmeten lil-âlemîn’ olduğunun bir belgesiydi: “Münbit yerde sefer yaptığınız zaman, deveye arzdaki hissesini verin. Çorak yerde sefer yaptığınız zaman da, orada yürümeyi hızlandırın ki, ilikleri kurumasın. Mola verdiğiniz zaman, yolun üzerinde konaklamaktan sakının; çünkü orası geceleyin haşeratın sığınağıdır.”

Şu olay ise, onun insanlardan öte hayvanlara da yönelen şefkatinin bir zirvesi hükmündeydi:

Medine’de, çoğu gündüz vakti yaptığı gibi, hurmalıklar arasında istirahat ve tefekkür için, Ensârdan bir zâtın bahçesine girmişti Hz. Peygamber a.s.m. Girdiği hurmalıkta bulunan bir deve, Resûlullah’ı görünce inleyecek, ve bir insan ağlayışına benzer şekilde gözlerinden yaşlar akacaktı. Deveye yaklaşan, gözyaşlarını silen, okşayıp hayvanı sakinleştiren Peygamber a.s.m, devenin sahibini bulduktan sonra, şöyle diyecekti: “Allah’ın sana mülk kıldığı bu deve hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Bak, bu bana şikayette bulundu. Sen bunu acıktırıyor ve fazla çalıştırarak da yoruyormuşsun.” acaba ki şikayette bulundu.

Böyle bir peygamberdi işte. Eziyet görmüş bir devenin gözyaşlarını silen bir rahmet Peygamberiydi a.s.m. Kendisine alıştırdığı küçük kuşun ölümü üzerine üzülüp içine ve evine kapanan bir çocuğu taziyeye giden bir incelik Peygamberiydi a.s.m.

Ve daha da önemlisi, kendi hayatında sergilediği böylesi bütün inceliklere karşılık, “Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyanlar helâk oldular” sözü de ona aitti. Dahası, ilgili hadisede Hz. Peygamber a.s.m. bu sözü üç defa tekrarlamıştı. Kendisinin o müthiş inceliğine karşılık, insanların eksik kusurunu araştırmamış, başkalarına karşı ince eleyip sık dokumamış, bilakis Uyeyne b. Hısn gibi kabalığıyla şöhret bulmuş insanlara bile sabırla ve tatlılıkla yaklaşmıştı. Bununla birlikte, sahabileri arasında kabalığın fırsat ve zemin bulmasına imkân tanımamış; ancak, gördüğü kaba ve yanlış davranışlar karşısında uyarısını, bir incelikler Peygamberine a.s.m yakışır bir incelikle yapmıştı. O, güzel bir davranıştan haberdar olduğunda bu fiilin sahibini ismini anarak takdir eden; ama bir adam hakkında kendisine olumsuz bir şey ulaştığında, o kişinin ismini zikredip “Sen böyle böyle demişsin” demek yerine ortaya konuştuğu kelimeler: “Şu kişilere ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?”

Kendisine gelip, “Hizmetçimi ne kadar affedeyim?” diyen bir sahabiye “Günde yetmiş kere affet!” diyen; kendisinden çok kısa ama öz bir nasihat isteyen bir başka sahabiye “Öfkelenme!” gibi son derece kritik bir tavsiyede bulunan; iki iş arasında muhayyer bırakıldığında, helâl olduktan sonra, mutlaka en kolayını tercih eden;

“Kesenin ağzını sıkma, Allah da sana sıkarak verir” gibi,

“Fakirleri kollayıp gözetin” gibi,

“Üç şey vardır, bunlar kimde bulunursa, Allah onun üzerine himayesini açar ve onu cennete koyar: zayıflara yumuşaklıkla muamele, anne-babaya şefkat, kölelere ihsan” gibi

hadislerle ashabını infaka, ihsana, şefkate davet eden; vefatından önceki son tavsiyesi, namaza devamın yanında, hanımlar, çocuklar ve kölelere iyi davranma olan; mü’min kardeşine gösterdiği tebessümün de bir sadaka hükmünde olduğunu duyuran; binlerce cilt hadis kitabına kaydedilmiş her bir hadisiyle, mü’minlere güzel ahlâkı, inceliği öğreten bir incelikler Peygamberi a.s.m. olarak, en büyük inceliği de, bütün bu incelikleri insanı en güzel kıvamda yaratan Rabbinin ikramı bilmek sûretinde göstermişti o. “Rabbim beni edeblendirdi; ne de güzel edeblendirdi!” buyurması, ondaki edebin, ahlâkın, inceliğin bir şahikası hükmündeydi. “Ey Allah’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine Senden başka sevk edecek yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru. Bunların kötülerinden ancak Sen korursun” duası da, bu noktada bir başka zirveyi temsil etmekteydi.

Bunun için ise, öncelikle, onun hayatlarımıza sunduğu inceliklerin farkında olmak gerekiyor. Ve elbette, bilmeden, öğrenmeden, farkında olunmuyor.

O yüzden de, sanırım, “Benden bir şey işitip onu işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü taze kılsın” hadisinin kapsama alanına girmek gerekiyor.

Sanırım, bunu yapabildiğimizde, hem kendi hayatlarımız incelecek, hem de “Kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki, bizzat işitenden daha iyi kavrar” hadisini bir kez daha doğrulayan incelik tabloları çevremizi süsleyecektir İnşaallah.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır