RİSALE-İ NUR: Başarıya Uzanan Bir Yol

Dersane, kurban, Bediüzzaman Said Nursi, dava, ders, Müslüman Türk vd. Bunlar Risale-i Nur sözünü duyduğumuzda aklımıza gelen bağlantılı birkaç ifade sadece. Peki bunlarla sınırlandırılabilir mi gerçekten? Eğer öğrenmek için hiçbir çaba harcamazsanız asla bilemezsiniz. Risale-i Nur, semavat ve ahireti kuşatan bilgi hazineleriyle yüklenmiş bir sandıktır. Gerçekten de, Risale-i Nur, Filipinler’e ilk geldiğinde, pek çok Filipinlinin, özellikle de hakikat arayışında olan ve Cenab-ı Hakk’ın varlığı hakkında şüpheleri olanların hayatında, ta dünyanın başından bu yana sık sık akılcı zihinlerine düşen soru işaretlerine cevap olarak İslami öğretilerle bilimin örtüşmesiyle kuvvetlendirilmiş açık, bilimsel ve mantıklı deliller göstererek büyük bir etki oluşturdu.

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.” İmandaki hakiki güzelliği ve nuru bizlere göstermeye Müslüman Türkleri bir vesile kıldığı için Allah’a (cc) şükürler olsun. Risale-i Nurlarla tanıştırılmamış olsaydım tamamen kaybolabilirdim. Dersanede kalmadan önce İslam hakkındaki bilgim sınırlıydı: Camide her Cuma -uyuklamam nedeniyle bazen dinleyemeyip kaçırabildiğim- hutbede öğretilenler; nadiren okuduğum, müfessir ve alimlerin anlayışına dayanan Kur’an meali ve neredeyse hiç zaman ayıramadığım Medresedeki temel İslam dersleri. Temel dini esaslara uyan bir Müslüman sayılırdım ama Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği İslam’ın güzelliğini anlayıp takdir etmekte çoğu kez başarısız oldum. Ama dersanede kalmam bu bakış açısını değiştirmeme yardım etti ve beni daha iyi bir Müslümana dönüştürdü.

Dersanede davanın-davetin; namaz kılarken, yerken, okurken vs. cemaat olmanın ve bunun ne kadar faziletli olduğunun; problem ve endişeleri gidermek için meşveret yapmanın; kalbi sezgi ve bilgimizi arttırmak için okumanın; daha önce hiç duymadığım ve dersaneye girmeseydim önemini asla bilemeyeceğim tesbihatın; çoğu Filipinli Müslümanın geçen dönemler boyunca ihmalkarlıkla terk ettiği, her Kurban Bayramında Kurban kesmenin; dini, politik ve sosyal çatışmaları çözmek için diyalog kurmanın değerini bilmeyi öğrendim.

Risale-i Nur Külliyatı, her şey çok geç olmadan önce kötü davranışlarımızı değiştirmemiz gereken bizler için, Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine uygun bütün çözümlerle donanmış. Bediüzzaman Said Nursi’nin külliyatında bahsedildiği gibi, ümmet-i İslam’a kan ağlatan asıl problemler cehalet, fakr ve ihtilaftır. Ve Bediüzzaman bu problemlere karşılık olarak marifet, sanayi ve ittifak gibi çeşitli çözümler ortaya koymuştur.

Bir Risale-i Nur ve üniversite öğrencisi olarak, bu problemi şöyle çözme eğilimindeyim: İlk olarak, dinimden taviz vermeden kendi eğitim alanımda uzmanlaşmak. Bu şekilde, hem bu dünyada hem de ahirette başarılı olabilirim. İkincisi; bilgi arayışı, dava, diyalog kurmak ve İslami inancın güçlendirilmesine yardım eden ve insanlara umut vererek onların hayata bakış açılarını güzelleştiren (hapishane ziyareti, hasta bir arkadaşı veya akrabayı ziyaret gibi) diğer benzer aktiviteler için ihlaslı olmak. Ve son olarak, en az diğerleri kadar önemli olan, her bireyin en büyük düşmanı olmuş olan kötülüğü emreden nefsime karşı mücadele etmek.

Kendi nefsime ve beraber dinlemek isteyen herkese, külliyatın en sevdiğim kısmı da olan Bediüzzaman Said Nursi’nin 16. Mektubundaki 5. Meselesiyle sesleniyorum ki şöyle diyor: “Dünya madem fânîdir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem “Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez. (Bakara Suresi: 286)” sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, malâyani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”

Muhammad Asharaf A. Sarip