“Risale-i Nur” – “Mutlak Vekil” – “Gazete”

İsmail Aksaraylı

i.aksakrayli@gmail.com

Son günlerde Said Nursi’nin vasiyetinde “Mutlak Vekilim” dediği talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu’nun mektubu ve bir TV’de konuşması, buna yine Nur talebelerinin çıkardığı gazetede karşı açıklamalar yayınlandı. 

Said Nursi’nin yakınında bulunup hizmet tarzını bilenlerden Tahirî Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylân Çalışkan ve Hüsnü Bayramoğlu’nu isimlerini vererek “Mutlak Vekil” yaptığını ve onlardan Risale-i Nur hizmeti için ne istediğini vasiyetinde yazdığını hatırlatalım:  

Bütün talebelerin fevkinde, diyerek değilbenim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı MUTLAK VEKİL yapıyorum. BEN ÖLSEM VEYA HAYATTA ŞUURSUZ KALSAM, NURLARA KARŞI HİZMETİMİN TARZINI BİLEREK TAM YAPABİLSİNLER. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. / Said Nursî”[1]

Bu açıklamalar vesileyle Risale-i Nur’dan ders alan Nur talebelerinin diğer refiklerini -Nurcuları- nasıl gördüğü ve nasıl muamele etmesi gerektiği hususunda örnek olması açısından bir Nur talebesinin Said Nursi’ye yazdığı mektubundan bir bölüm aktaralım: 

“Nur, nurdan seçilemediği gibi, nur deryasının nûrânî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, bir diğerine rekabetleri yok, daima birbirinin mümtaz vasıflarıyla, güzellikleriyle iftihar eden ve samimiyet ve vefa hususunda, kardeşlerini şahsına tercih eder bir emelde bulunmaları yegâne emel ve gayeleri olan “tevhidin” bir mümtaz alâmeti olan ittihat ve hakikî ve meşru tesanüdünü [dayanışmasını] söz ve fiil ve hâl ile göstermeleriyle sabittir ki bu hal bir muvaffakıyet alâmetidir. / Hulûsi-i Sâni Sabri”[2]

Hüsnü Bayramoğlu’nun mektubu ve açıklamaları vesilesiyle kısa da olsa Risâle-i Nur’un siyasetle alâkasını, bu gazetenin yayın hayatına başlamasının sebeplerini ve o günlerden itibaren Türkiye’nin yaşadığı bir kısım siyasi hadiseleri hatırlatarak günümüze kadar gelelim:

Bu gazetenin, 48 yıl önce Risale-i Nur talebelerinin siyasi mevzularda hareket tarzını göstermek için yayın hayatına başlayan “siyasi” bir gazete olduğu bilinmektedir. Risâle-i Nur’un hedefi: îman ve âhiret,[3] olmakla birlikte Risale-i Nur eserleri içtimai mevzularda da reçetelere haizdir, bunlar daha ziyade eski Said Devri’ne ait kitaplarında yer alır. 

Said Nursi’nin ifadeleriyle: Risâle-i Nur’un siyasetle alakası yoktur[4], Nur talebeleri, ‘yalnız iman hakikatlariyle bütün hayatları bağlıdır’[5]. Risâle-i Nur eserleri esas itibariyle sosyal hayatın kanunlarını da içine alan dinin geniş dairesinden bahsetmez, asıl mevzuu dinin en has ve en yüksek kısmı olan imanın esaslarını konu eder.[6] Dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz, siyasette tarafgirane vaziyet alınmaz[7]: çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz, dost düşman derste fark etmez, halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler[8].  Böyle olmakla birlikte gazete çıkaranlar, Said Nursi’nin; “Risâle-i Nur, siyaset hesabına değil mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir istinat noktası olur.”[9] tavsiyeleri doğrultusunda Nur talebelerinin siyasi tavrını ortaya koymayı lüzumlu görürler.  

‘Gazete’nin, çıkarılmasına lüzum görülmesinde başta gelen siyasi hadiseler: 60’lı yıllarda dinsizliğe dayalı komünizm ve sosyalizmin, dünyayı istilâ ederken Türkiye’yi tehdit etmesidir. Bu şartlar içinde gazete çıkaran Nur talebeleri, komünizme -dinsizliğe- karşı, dine taraftar ve milletin çoğunluğunun yer aldığı siyasi partinin iktidarda bulunmasını istemişler ve bunun için de İnönü ve sol söylemleriyle öne çıkan “Karaoğlan” Ecevit’in CHP’sine karşı “ehven-i şer” olarak AP’yi desteklemişler ve 1970’de Milli Nizam Partisi’nin kurulmasıyla sağ seçmende ve Nurcular arasında bölünme olmaması gayreti içinde bulunmuşlardır.

Gazete, yayın hayatında özellikle 1980’lere kadar -bazıları tenkit etse de- büyük hizmetleri olmuştur. Gazeteyi çıkaran Nur talebelerinin – millet ve vatanın anarşiye düşmemesi yolunda yaptıkları çalışmalar bazılarınca siyaseten iktidarı ele geçirmek olarak da algılanmış, 12 Eylül darbecileri tarafından gazeteleri ve Nurculuk da hedef alınmıştır. 12 Eylül darbesinin Nurculara karşı yapıldığını, darbe anayasasının mimarlarından anayasa profesörü Orhan Aldıkaçtı: “12 Eylül olmasaydı Nurcular iktidara gelecekti.” sözüyle ifade etmiştir. Bundan dolayı 12 Eylül’den sonra gazete, darbeciler tarafından müteaddit defalar kapatılmış, onun desteklediği AP’nin siyasi hayatına son verilmiş ve liderinin siyaset yapması yasaklanmıştı. Bu devrede Anavatan kurulmuş, gazete bütün enerjisini yasakların kalkması yolunda, Anavatan Partisi ve Özal aleyhinde harcamış, sonuçta yasaklar kalmış, gazetenin desteklediği DYP ve lideri, 1987 seçimlerinde Meclis’e girmiş, bir sonraki 1991 seçiminde Anavatan tek parti iktidarını kaybetmiş, DYP seçimden 1. parti çıkmış 12 Eylül’den sonra kapatılan CHP’nin yerine kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile koalisyon kurulmuş, 2002’ye kadar 10 sene süren 28 Şubat’ın ve ekonomik krizlerin yaşandığı koalisyonlar dönemi başlamıştır. 

Gazetenin siyasi tavrının doğru ya da yanlış olduğu ayrı bir mevzudur, hadiseleri şartları içinde değerlendirmek daha doğru olur, geçmişi geri döndürmek mümkün olmadığı gibi Risale-i Nurları okuyan herkesi aynı kalıp içine sokmak da mümkün değildir. Siyaset, geçmişte olduğu gibi günümüzde de cemaatler içinde ayrışmalara sebep olmaktadır. Bugün birçok Nur cemaati vardır, bunların Risale-i Nurları anlama ve hizmet şekilleri birbirinden farklıdır. Fakat hepsinin birleştikleri nokta Risale-i Nur eserleridir, siyaset ve gazete değildir. 

48 yıl önce yayın hayatına başlayan gazete şu anda çıkış maksadının dışında, dine taraftar, Nura dost, çoğunluğa sahip iktidar sahiplerinin karşısında bir tavır içindedir; dün Anavatan ve Özal aleyhinde olduğu gibi bugün de AKP ve Erdoğan aleyhinde yayın yapmaktadır.  Yayın hayatına başlamasındaki şartlar değişmiş, milletin teveccüh ettiği, dine taraftar olmaktan öte ekseriyeti dini yaşamaya çalışan insanlardan oluşan parti iktidara gelmiş, Müslümanlar birçok kazanımlar elde etmiş, Hıristiyan dünyası cephe alsa da Müslüman ülkeler arasında Türkiye’nin lehinde büyük gelişmeler olmuştur. 

Gezi, 17-25 Aralık hadiseleri ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün Türkiye ve İslâm düşmanlarının tezgâhları olduğunu görmemek mümkün değildir; birbirine kırdırılmak istenen Türkiye ve dünya Müslümanları olduğu açıktır. İran ve Irak savaşı için ABD Dışişleri eski Bakanı Yahudi asıllı Kissinger’a “Kimin kazanmasını istiyorsunuz”, sorusuna: “Hiçbirinin.”  cevabını vermesi fevkalâde önemlidir. 8 yıl süren savaşta 1 milyondan fazla Müslüman asker ve sivil ölmüş, her iki devlet yıkımlar hariç toplam 150 milyar dolar kayba uğramıştır. Müslümanların birbirlerini tüketmelerini, bir güç olarak ortaya çıkmalarını istemeyen İslâm düşmanlarının düşüncesini Kissinger’ın bu cümlesinden daha öz ifade eden bir söz olamaz. 

Afganistan, Pakistan, Libya, Mısır, Irak, Suriye ve Türkiye’de yapılanlar ve yapılmak istenenler İslâmiyeti, Müslümanları birbirine düşürmekten ve güçlerini tüketmek başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’deki hadiseleri çıkaranların da bir taşla iki kuş vurmak istedikleri, hedeflerinde: 1.Türkiye’nin parçalanması, 2. Müslümanlar ve Risâle-i Nur olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.

Hülâsa olarak: Gazeteler günlük siyasi bir yayın organıdır; gazete çıkaran Risâle-i Nur talebeleri de her Nur cemaati gibi Risale-i Nur’dan okudukları, anladıkları ve cehdedip çıkardıkları hükümlerle hareket eden bir Nur cemaatidir, fakat mutlak Risale-i Nur değildir, çıkarımları da Risale değil, şahsi içtihatlarıdır. Referandum konusunda işi “Bediüzzaman ‘Hayır’ diyor.” sözüne kadar getirmenin de “Risale-i Nur’un terbiye”sine ne kadar uygun olduğunun düşünülmesi gerekir.

Said Nursi’nin ifadesiyle terazinin iki kefesi vardır. Birinin hafifliği diğerinin ağırlığı yerine geçer.[10] Tarafsızlık da yine Risâle-i Nur’a göre muhalif tarafa kuvvet vermektir.[11]

Mesele, siyasi bir gazetenin dediklerinin mutlak doğru olması veya “Mutlak Vekil” tartışması değil, İslâmiyet ve Türkiye’nin istiklâli meselesidir. 

“El-hayru fî mahtârahullah.”[12]

—————————– 

[1] Emirdağ Lâhikası, s.576. 

[2] “Nur nurdan seçilemediği gibi, nur deryâsının nûrânî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, yekdîğerlerine rekabetleri yok, dâima birbirinin evsâf-ı mümtazesiyle müftehir ve mübâhî, samimiyet ve vefa hususunda, rüfekasını şahsına tercih eder, bir emelde bulunmaları yegâne emel ve gayeleri olan “tevhidin” bir alâmet-i mümtaze ve fârikası olan ittihad ve tesanüd-ü hakikîye ve meşruayı kaalen ve fi’len ve hâlen göstermeleriyle sabittir ki bu hal bir alâmet-i muvaffakıyettir. / Hulûsi-i Sâni Sabri”, BARLA LÂHİKASI, s.80.  

[3] Tarihçe-i Hayat, s. 234.

[4] Emirdağ Lâhikası, s.111.

[5] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[6] Tarihçe-i Hayat, s. 212, Mahkeme Müdafaları, s. 20.

[7] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[8] Emirdağ Lâhikası, s.411.

[9] Emirdağ Lâhikası, s.154.

[10]”Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik [I. Dünya Savaşı’nda Van ve Bitlis’te; Rus general üniformasıyla da Erzurum’da Müslümanları katleden Ermeni anarşist, gerillacı] ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”, Sünuhat-Tuluat-İşârât, s.40.

[11] “bîtarafane muhakeme ise; taraf-ı muhalifi iltizamdır, bîtaraflık değildir.”, Mektubat, s.331.

[12] Hayır, Allah’ın seçtiğindedir  /  Seçme, Allah’ın ihtiyar ettiği şeydedir.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: