RİSALE-İ NUR’DA ZİKİR

Zikir, kelime itibariyle Allah’ı, hatırlamak ve anmaktır. Bazı alimlerimiz zikir için, “insana sevap kazandıran her türlü hareket, fiil ve sözlerdir.” demişlerdir. Allah’ı anmak ise Kur’ân’ın açık emirlerindendir. “Öyleyse siz Beni zikredin ki Ben de sizi anayım.” (Bakara Sûresi, 152), “Allah’ı çokça zikredin ki, felaha eresiniz” (Enfal Sûresi, 45) ayetleri, bu konudaki pek çok ayetten sadece ikisidir.

Zikir, kalb ve dil ile yapılabilir. Ama asıl ve esas olan kalbin zikridir. Çünkü dil ile yapılan zikir, kalb ile desteklenmedikçe makbul olmaz. Çünkü dilin zikri, Allah ile kalb arasında bir irtibat olduğunun sadece bir tercümandır. Kalpten maksadımız vücudumuzun motoru hükmündeki et parçası değildir. Bu isim ona mecazi olarak verilmiştir. Asıl olan ruhun esası ve merkezi olan manevi kalptir.

Maddi ile manevi kalbin farkını ve ayırımını Prof. Dr. Alaaddin Başar hocamız aşağıdaki şu ifadelerle ortaya koymaktadır.

Günlük hayatımızda, yer yer, “falanın kalbi bozuk” yahut,“filânca kalp ameliyatı geçirmiş” gibi sözler ederiz. Bu konuşmalarımızda, kalbi, iki ayrı mânâsıyla kullanırız. Bunlardan biri maddî, diğeri ise mânevîdir. Bir başka ifadeyle, biri zâhirî, diğeri bâtınî…

Her ikisinin de aynı isimle yâd edilmesine değişik açıklamalar getirilmiş. Bunlardan birisine göre, insan ruhunun bedenle ilk alâkası kalpte başlıyor. Bir diğerine göre, kalbe bu ismin verilmesi mecazdır: “Maddî kalbin bedendeki rolü ne kadar önemli ise, mânevî kalbin de insanın ruhî hayatında öyle büyük bir vazifesi vardır.” Bazı zâtlar da, kalbi, ruh mânâsında kullanmışlardır.( Prof. Dr. Alaaddin Başar, Nurdan Kelimeler)

Risale-i Nurlarda zikir konusu, çok geniş çerçevede işlenmiş ve nur talebelerine her hallerinde Allah’ı nasıl hatırlayacakları konusu öğretilmiştir. Bu konuları birkaç başlık altında işlemek ve nurlarda zikir ibadetinin nasıl yapıldığı hususunda bazı ipuçları vermek istiyoruz.

1. Kalp ve dil ile doğrudan zikir yapmak: Bu konuyu üç başlık altında işlemek mümkündür.

·Allah’ın esma ve sıfatlarını saymak
Zikir yapmanın bir mahalli veya vakti söz konusu değildir. Çünkü, tarlada, işte, fabrikada, yürürken, uzanırken, dinlenirken, yemek yerken, v.s. kalb veya dil ile Allah’ı zikretmek olabilir. Kur’an-ı Kerim her halükarda Allah’ı zikretmekten uzak durmayan insanları “O nûra, Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde kutlu isminin zikredilmesine izin verdiği “evlerde” kavuşulur. Oralarda, sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alış-verişler onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” ( Nur Suresi, 36, 37) şeklinde methetmektedir.

Âyetteki “evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de tefsir edilir. Zira İslâm dininde ibadet, cami ve mescitlerle sınırlı değildir. ( Suat Yıldırım, Kur’an meali) Bu ayette belirtilen evlerden özellikle bu zaman için “ Nur evleri ve dershaneleri” anlaşılması da pek uygun düşer. Çünkü Nur talebeleri, hizmet tarzı itibariyle evlerde sohbet edip, iman hakikatleri ile Allah’ın emir ve yasaklarını birbirlerine anlatma hizmeti ile tanınmaktadırlar.

Ayrıca Kur’an’da “ Onlar ki Allah’ı bazen ayakta divan durarak, bazen oturarak, bazen de yanları üzere zikreder” (Al-i İmran Suresi, 191.)
Ayrıca sahih bir Hadis-i Şerifte “Ey inananlar, Allah’ı çokça zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin” buyurulmakla, her zaman Allah’ı zikretmenin imanın bir göstergesi olduğu vurgulanmaktadır.

Bu gibi ayet ve hadislerden yola çıkarak, nur talebelerinin dil ile yaptıkları zikrin üç temel şubesi olduğundan bahsedilebilir. Bunlar:
A. Nur talebeleri, 7 ana bölümden oluşan “Hizb-ul Envari’l Hakaikı’n Nuriyeyi” başka bir tabirle “Cevşen-ul Kebir” duasını hususi bir vird edinmişlerdir. Nur talebeleri, bu dua kitabında;
1- Sevap ve feyiz itibariyle kendisine yetişilemeyecek olan kur’andan bazı sureleri,

2- Allah’ın bin bir isminin içerisinde bulunduğu müstesna dua ve münacat olan “Cevşen” dediğimiz Peygamber duasını,

3- Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin sırlar ve sevaplar ile dolu olan “ Evrad-ı Bahaiyye ” duası ve evradını,

4- Başta Peygamber Efendimiz ( s.a.v )’in olmak üzere, Veysel Karani, Abdulkadir Geylani hazretleri gibi büyük kutup ve gavsların salavatlarının içerisinde toplandığı “ Delailin Nur ” u

5- Hz. Osman (r.a )’ın çeşitli ayetlerden dua niyetiyle iktibas ettiği, mükemmel ve sevabdar “Münacat-ul Kur’an” duasını,

6- Hz. Ali (r.a ) efendimizin İsm-i Azam olarak tespit ettiği “ Ferd, Hay, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” isimlerini şefaatçi kabul ederek yapılan “ Tahmidiye ” duasını,

7- “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı tesbih etmemiş olsun” ayet-i kerimesinin bir nevi tefsiri olan ve kainattaki tüm mahlukatın tesbihlerini niyet ederek okunan “ Hülasat-ul Hülasa ” duasını, sık sık okudukları herkesçe bilinen ve bir nevi Nur talebelerinin hususi bir virdi olduğu çoğu insanlarca kabul edilen bir gerçektir.

B- Risale-i Nurun Birinci Lem’asının başında belirtilen ve Bediüzzaman hazretlerinin “her zaman, özellikle akşam ve yatsı arasında otuz üçer defa okunması çok faziletli bulunan ayet-i kerimelerdir” dediği, bir kısım ayetlerin okunması, çokça tavsiye edilmektedir.

C- Her namazın arkasında okunan ve salavat ile Esma-i Hüsna’dan oluşan “Namaz tesbihatının”, gerek toplu gerekse ferdi olarak okunması.

· Allah’ı güzel bir şekilde anmak
Risale-i nur’da Allah’ı, Ehl-i sünnet itikadı üzere tanımak ve sevmek dersi çokça işlenmektedir. Bu şekildeki bir bilme ve sevme, Allah için yapılacak en büyük saygı ve en isabetli zikirdir. 11. Söz namındaki bir risalede Allah’ı tanıma, sevme, hatırlama ve bilme ile alakalı bir muhteşem temsilden bir paragraf veriyoruz:

“Ey ahali! Şu sarayın meliki olan efendimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız. Hem şu süslemelerle kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun eserlerini takdir ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüğünüz ihsanlar ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem şu görünen ni’met ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem şu mükemmel eserleriyle, manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeğe ve teveccühünü kazanmağa iştiyakınızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz süslü eserler üstünde birer hususî ve taklit edilmez mühür koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eseri olduğunu ve kendisinin tek ve yekta olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, benzersiz tanıyınız ve kabul ediniz.” ( Sözler, 122)

· Allah’ın yüceliğini dile getirmek
Nurlarda, insanların dar kabiliyeti ile Allah’ın sonsuz sıfatlarının anlaşılamayacağı vurgulanmaktadır. İnsanlarda mevcut olan bu eksiklik, sonsuz sıfatların inkarına vesile olabilir. Çünkü şeytan, bu damarı ve özelliği çok işletmektedir.

İşte insanların acizliklerinden istifade eden şeytanların bu desise ve aldatmalarını susturan sır, “ Allahü Ekber” olduğu risale-i nurun çok yerlerinde, özellikle 13. Lem’ada çok güzel ve vurucu ifadelerle işlenmiştir. Çünkü, uçsuz ve bucaksız olan şu muhteşem kainatı, bütün yönleriyle ve özellikleriyle idare eden ilahi kudreti, insanların anlamaları mümkün değildir. Bu mesele, ancak “ Allahü Ekber, Allah en büyüktür” demekle, kabullenilmesi söz konusu olabilir.

2- Kur’an okumak ve öğretmek suretiyle yapılan zikir:
Kur’an-ı Kerim’de “İşte bu (Kur’ân) da, bizim indirdiğimiz bir zikirdir (öğüttür). Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?” (Enbiyâ suresi, 21/50) buyurulmaktadır. Bu ayet-i kerime için çok çeşitli manalar verilmekle beraber, bazı alimlerimiz Kuran’ın da zikir niyetine okunabileceği hususunda mana çıkarmışlardır.

Dolayısıyla Kur’an okumak ta bir zikirdir. Risale-i Nur talebelerinin, her namazdan sonra birer aşır okumaları, Cevşen-i Kebir’in ilk bölümünü teşkil eden ve Kur’an surelerinden ibaret olan kısmı okumaları, haftalık hatimler düzenlemeleri, mübarek üç aylarda ve özellikle Ramazan ayında çokça Kur’an okumaları ve Kur’an okumayı bilmeyenlere de kur’an öğretmeye çalışmaları bu zikir vecibesini hakkıyla yerine getirdiklerine bir delildir.

3- Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmekle yapılan zikir:
Risale-i Nur’da “Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem (s.a.v)’i hatıra getiriyor. O ihtardan o hatıra, bir huzur-u İlahî hatırasına inkılap eder.” ( Lem’alar,51) ifadesinden yola çıkarak şunu diyebiliriz: Madem zikir Allah’ı hatırlamaktır ve madem Sünnet-i seniyyeye ittiba etmek, Allah’ı hatıra getiriyor. Öyleyse Peygamberimizin ( s.a.v ) sünnetine uymak ta bir nevi zikirdir. Risale-i nur talebelerinin sünnete ciddi ittiba etmeleri, hem sünnete uyma ve hem de Allah’ı zikretme sevabı ve feyzi kazanmalarına vesile olmaktadır.

4- Tefekkür etmek suretiyle yapılan zikir:
Kur’an-ı Kerim’de “Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve derler ki: “Ey Rabb’imiz, bunu boş yere yaratmadın, Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru!.” (Al-i İmrân, 3/191).

Bir hadis-i Şerifte de Peygamberimiz (a.s.m) de, “Zikrin en faziletlisi, Lâ ilâhe illallah ve duanın en faziletlisi de Elhamdülillah’dır” (İbn Mâce, Edeb, 25) diyerek, tevhid kelimesi ile zikirde bulunmanın İslâm dinindeki önemini ifade etmiştir.

Yukarıdaki Ayet ve hadis gibi çok ayet ve hadislerin ifade ettikleri bir hakikat var ki: Allah’ın esma ve sıfatlarını tefekkür etmek, zikirdir. Risale-i Nur’un dört esasından birisi tefekkürdür ve risalelerin çoğu tefekkür hakikatine ulaştırmaktadır. Başta 7. Şua (Ayet-ül Kübra ) risalesi olmak üzere 2. 3. 4. ve 15. Şualar, 20. ve 24. Mektublar, 16. 17. 20. 23. 24. 29. 32. ve 33. Sözler ve 30. Lem’a olan İsm-i Azam risalesi gibi risaleler, tefekkür alanında birer şaheser hükmündedir.

5- Allah’ın Davasına hizmet etmek şeklindeki zikir: · Allah’ı, Allah’ın isim ve sıfatlarını önce kendilerine, sonra başkalarına anlatmak
Vücudun bütün organlarının Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket etmeleri ile “Bedenî zikir” hasıl olur. Bu zikir, kişinin kendi vücut organlarını Allah yolunda çalıştırması ile mümkündür (Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, 659).

Allah yolunda hicret ve hizmet etmekle tozlanan ayaklar hakkında çok müjdeleyici rivayetler mevcuttur. Zira, bir Hadiste “Allah yolunda tozlanan ayaklar, cehennem ateşine haramdır.” buyurulmaktadır. Buna göre, bir insanın Allah yolunda hicret veya hizmet etmesi, vücudun zikridir. Dolayısıyla Nur talebelerinin dersten derse, hizmetten hizmete koşmaları da zikirdir.

· Ders yapmak
Hz. Resulüllah (a.s.m) bir hadiste zikir hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bir araya gelip Allah’ı andıkları zaman, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar ve Allah onları kendisine yakın olan kişilerden kaydeder.” Bu Hadis-i şerifte de açıkça belirtildiği gibi, Allah için toplanıp İlahi hakikatleri birbirlerine anlatanlar hem zikir ibadeti işlemiş ve hem de meleklerin duasına ve yanlarına gelmelerine vesile olmuş olurlar. Demek Nur talebelerinin akşamları ders yapmaları, namazlardan sonra ders okumaları, yan yana geldiklerinde İmani bir bahis okumalarının hepsi zikir olarak nitelenebilir.

Dr. Burhan SABAZ – sorularlarisale.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: