Risale-i Nur’lar Klasik ve Evrenseldir

Klasik eserler insanlık tarihi boyunca insanın evrenselliğine paralel olarak onun değerlerini sürekli kılan yapılara sahip olmuşlardır.

Onlar adeta insanla atbaşı giderek onun dini, dili, hayali, milli hassasiyetlerinde değişmeyen ölçüler koymuşlar ve her zaman ve zeminde değerlerini ve sıcaklıklarını korumuşlardır. Klasik eserler toplumların mayası ve sabitliğini sağlamışlardır.

Klasik eserlerin yapısını tarif eder Boileau,

Sanatın akıl, sağduyu ve doğa gibi üç temeli vardır.

Her eser değer ve cilasını akıldan alır ve sağduyuya uymayan hiçbir sanat eserinin estetik bir değeri yoktur.

Güzelliğin esasını hakikat teşkil eder, hiçbir şey hakikatten daha güzel değildir ve ancak hakikat sevimlidir.

Sanatta incelenecek ve etkilenecek tek kaynak tabiat olmalıdır.”(Cemil Sena, Estetik 241)

Risale-i Nur’un özellikleri akıl, sağduyu ve tabiattır.

Bediüzzaman eserlerinde asırların ve fikirlerin değişmesiyle erozyona uğrayan ve hastalaşan, değerlendirme melekesini kaybetmiş olan aklın sabit değerlendirmeler ve yorumlar kazanmasını sağlamıştır.

Onun her eserinin arka planında akıl vardır, Onuncu Söz ‘de ahireti anlamayan İbn-i Sina ve daha önceden bu hakikatı anlamayan aklı onu anlayacak hale getirir.

Gündelik meselelerle uğraşmaz Bediüzzaman, kıyamet kopuncaya kadar Haşir hakikatı aklın handikapıdır ve bir Haşir risalesine dönemsel olmayan bir gerçeklikle bağlıdır. Onu vicdanı arar.

MUHAKEME VE YORUM LABARATUARI

Sağduyu yine Bediüzzaman’ın değerlendirmelerinin kaynağıdır, akıl eğitilir sağduyuyu eğitir, Bediüzzaman sağduyusu ile her olaya yaklaşır ve çözümler.

Tabiat, Bediüzzaman’ın eserlerinin muhakeme ve yorum laboratuarıdır. Onun eserlerinde akla ve mantığa ve kalbe yardım eden bir Tabiat gözlemleri zinciri vardır. Hem özellikle vardır, onun tabiat levhalarının hiçbiri dönemsellikle yâd edilemez.

Anlaşılıyor ki sağduyu, akıl, hakikat ve doğaya uygun olan düşünce ve duygular, gerek dil, gerek inanç ve anlayış itibariyle örnek niteliklere malik olan klasik eserlere yansırlar. Dönem ulus ve ihtiyaçlar ne kadar değişirlerse değişsinler, daima aynı akla uygun bir düzene bağlıdırlar, Zorunluluklara ve esaslara önem vermek, ayrıntılardan ve gelip geçici olanlarla mümkün olanlardan kaçınmak gerektir. Bediüzzaman bir hakikatperesttir ve insanları da hakikat perest olmaya eğitir.

Risale-i Nur’da onlarca hakikat çeşidi vardır, bu hakikatler son yüzyılların felsefi ve fenni tesiriyle yıpratılmış hatta yok edilmişlerdir.

Bediüzzaman bu değişmeyen ve herkesin zorunlu tecrübesi olan hakikatı talim ettirir, bu bahis büyük boyutludur.

Bütün akaidi hükümler aynı zamanda hakikattir.

  • Ahiret bir hakikattir.
  • Haşir bir hakikattir.
  • Melekler bir hakikattir.
  • Miraç bir hakikattir.
  • Nübüvvet bir hakikattir.

Bütün bu hakikat burçlarını Bediüzzaman insanın zihin ve akıl planına getirir onları anlamalarını onlarda fani olmalarını sağlar, bunlar dönemsel değil insanın klasik tabiatının değişmezliğine paralel hakikatlerdir.

Klasik eserlerin bir başka noktası, seçilecek konuların herkeste bulunan sağduyunun kavrayabileceği olgu, hal, duygu, düşünce ve inançlardır.

Klasik bir eserde zaman, uzay ve konu arasında bir birlik olmalıdır.

Klasikler insanın her çağda, her toplumda daima aynı duygu ve düşüncelere malik olduklarını, vicdan ve anlayış itibariyle aralarında bir fark olamayacağını kabul ederler.

Bu nedenle de eserlerinde değişmez tipleri örnek gösterirler. Klasiklerde akıl sanata yansımıştır.

Bütün bu özellikler Bediüzzaman’ın eserlerinin özellikleridir. Bediüzzaman eserlerinde değişmez tipler ortaya çıkarır. Bütün bir Sözler kitabında bir tipler külliyatı vardır.

Altıncı sözde iki kişi vardır, biri malını Allah’a satmaya diğeri satmamaya örgütlüdür.

Birinci sözde muhatab Bismillah’ın ilahi asansörüne biner, semaya çıkar, Allah’a muhatab olur. Bunlar nasıl dönemsel olabilir.

1898 ‘de klasikler münakaşası yapılır Osmanlı matbuatında, dönemin muharrirlerinden Hüseyin Daniş bey Klasik”i tarif eder.

Mertebe-i alelali, derece-i bülendi ihraz edip, ilelebed nümune-i imtisal, sermeşk-i taklid olmak selahiyetini haiz asara klasik denir.” (Hüseyin Daniş, Malumat, İkram-ı Aklam 6 Eylül 1898)

Yüksek ve büyük bir mertebe ve derece kazanmış eserdir klasik.

Numune-i İmtisal örnek alınan bir eserdir.

Bütün İslam dünyası Bediüzzaman’ın gayet yüksek ve ali, ve örnek yapısını dinin anlatımında esas almışlardır. İlelebed numunedirler, her zaman taklid edilirler. Türkiye’nin maneviyat erlerinin çoğu onun rahlesindedirler, eğitimleri her gün devam eder.

Roma’da “ seçkin edipler tabakasını teşkil eden roman ve Atina şairlerine, kalem sahiplerine Auctores Clasici anlamında klasik yazarlar dendi” (aynı yazı)

Yine Hüseyin Daniş bir başka tarifle “meşk ittihazına layık measir-i kalemiye“ (Ahmet Cevdet, İkdam 25 Ağustos 1898)Örnek alınacak bir metindir klasik eserler.

Necip Asım, Kitapçı Haşet’in neşrettiği klasikler cetvellerini yetersiz bulur.

O cetvelleri bir Avrupalının gayrisi tedkik ederse ne kadar nakıs, ne derece insafsızca tertib edildiğini görür de şaşar. Küre-i arz üzerinde binlerce asırdan beri gelip geçen akvamın klasikleri üçyüz parçayı geçmiyor. Bunlar da bir ikisi müstesna olmak üzere hep Yunan ve Latin ve Avrupa metaından ibaret” (Necip Asım, Klasikler, Malumat 3 Eylül 1898)

Klasiklerin önemli bir yanı dili ve değerleri korumalarıdır. Hüseyin Daniş söyler

Bir milletin içinde yetişen klasiklerin cümlesinin bir tarz-ı kelamda bir devirde, bir asırda tuluları şart değildir, muhtelif devirlerde doğarlar, mütenevvi şivelerde teferrüd edebilirler. Yunanilerde Homeros ve Eflatun ikisi de klasiktirler. Aralarında tam altı asırlık bir fark vardır. Bu müddet-i medide zarfında lisanın kemali tağyire uğramayarak kalmış yahut tevessü etmiştir.” (Hüseyin Daniş , İkram-ı Aklam , 6 Eylül 1898)

Klasiklerin bir önemli yönü milletlerinin dilini toparlamak ve yükseltmektir.

Daniş Bey Shakespeare ve Dante’nin biri İtalya’da biri İngiltere dillerin toparlanmasına yükselmesine neden olmuşlardır. “Dante İtalya’da Shakespeare İngiltere’de coşkun bir feveran ile lisanlarını kemalin en yüksek noktasına fırlattılar”(aynı makale )

Bediüzzaman dilin tahrib edildiği bir dönemde bu eserlerini yazmıştır, güneş dil teorisi ile milletin dil güneşi söndürüldüğü dönemde dilde sabit bir ölçüyü esas alarak bozulmuş ve dokusu karışmış dili korumuştur. Bugün hiçbir üniversite ve eğitim kurumu Bediüzzaman’ın medreseleri kadar sabit bir değişme ve klasik bir dil koruyamamıştır. Bunu Bediüzzaman yapmıştır dini koruduğu gibi dili de korumuştur. Köylü nur talebeleri bir profesörden daha derinlikli sabit bir Osmanlı ve Türkiye Türkçesi kullanırlar.

Bunlar nasıl dönemsel olabilir, yüz elli senedir dil sorun iken binlerce sayfa dil sorunu ile ilgili karalamalar olduğu halde Bediüzzaman dili korumuş ülkeyi korumuştur, birileri bu dili bozmakla güneş dil teorisi ile birlikte hareket etmiş olmazlar mı, dilini boz sonra dönemsel de birinci halka ve de ikinci halka.

Daniş Bey nelerin klasik olabileceği konusunda da bir ölçü koyar. “Klasik olabilecek yani ilk sıraya konup maye-i imtisal addedilebilecek asar öteberi şeyler, adi hikâyeler, efsaneler, mecmua-i letaif gibi şeyler olmayıp, ciddi yazan bir kalemin, hakikatleri yazan bir üstadın, mahsül-i dilpesendi olan asar-ı güzindir ki garbda ve şarkın Türkisi, Arabisi, Farisi’sinde mevcut nevadir bu kabildendir.” (Aynı makale )

Bediüzzaman hakikatleri yazan bir üstad, diline herkesin pesend ettiği bir büyük ediptir, klasik muharrirdir. Aşılmaz ve ulaşılmaz.

Ahmet Cevdet, Mithat Efendi bizim henüz klasikler devrine girmediğimizi söylerler.

Naci Efendi, bir klasik eser meydana getirmek isterse de başaramaz. O da bizim henüz klasik devrine girmediğimizi beyan eder.

Ahmet Cevdet ise “Süleyman Çelebiler, Sinan Paşalar, Naciler’in asar-ı fahiresi bizim klasiklerimizdir”(Ahmet Cevdet, İkram-ı Aklam, Malumat 25 Ağustos 1898)der.

Daniş Bey, eğer klasik eser var ise, lisan da klasikleri meydana getirecek mükemmelliktedir, yorumunda bulunur.

Necip Asım Bey, Nasrettin Hoca hikâyelerinin bizim mühim bir klasiğimiz olduğunu beyan eder.

“ O hikayat-ı latife bizim klasiklerimizden biridir. Hoca Nasrettin o kadar klasiktir ki klasiklerin içinde müstakil bir klâs teşkil eden eazım meyanına dâhildirler.

Arapta Cahız, Yunan-ı Kadim ‘de Diyojen, Hoca’nın eslafıdırlar.

“ Necip Asım Mevlid-i Şerif i de klasik olarak kabul eder.

“İşte ezcümle hala mülk-i Osmanî’nin her yerinde kemal-i tazimle okunan ve belki de yüzlerce naziresi yapıldığı halde, kıymetinden düşürmek şöyle dursun, sanki o naziregular o güzel eserin kıymetini artırmak üzere çalışıyormuş gibi maküs bir netice veren Mevlid- i Şerif manzume-i celilesi ilk klasiğimiz olduğu gibi, ondan sonra da bir takım edvar-ı edebiye küşadına sebeb olan klasik ediplerimiz gelmiştir. İşte Baki, Fuzuli, Nefi, Nedim, İzzet, Akif Paşa ve sairenin asarı bir klasik değil de nedir ?” (Necip Asım, Yine Klasikler, Malumat 11 Eylül 1898)

Mithat Efendi klasik eserler karşısında insanların zamanı bahane edemeyeceğini ve onların her asırda güzellikleri koruyacağını söyler. “Bu benim zamanımın asarından değildir, bunu benim dimağım beğenmez, buna karşılık tabımda bir bürudet hâsıl oluyor “diyemez. (Ahmet Mithat, Klasikler ve Şahabettin Bey, Malumat 25 Eylül 1898)

Klasik eserler zamansal değil, evrensel ve zaman üstü her devirde zamanın üstündedirler.

Bediüzzaman bir klasik müellif, eserleri de evrensel ve klasiktir.

 Prof. Dr. Himmet Uç