Risale-i Nur’un Tahrif Edildiği İftirasına Cevaplar 3

risale-i-nurun-tahrif-edildigi-iftirasina-cevaplar-ucBediüzzaman Kendi Eserlerinde Bazı Tasarruf ve Tashihlerde Bulunmuş mudur? Bulunmuş ise Sebepleri Nelerdir?

Evvela, benzeri tasarruf ve tashih meselesi bütün müellif ve musanniflerde görülmüş ve görülmektedir ve bu yüzden birçok kitaplarda nüsha farkları düşülmüştür. Hatta en mutemet ve Kur’an’dan sonra en kudsi kitaplarda bile musannif veya müellifin sonradan yaptığı bazı tasarruf ve tashihlerinden dolayı nüsha farkları vücuda gelmiş ve bunlara sonradan işaretler konulmuştur. İmam-ı Şafi’i Hazretlerinin “Kavl-i Kadim=Kavl-i Cedid” yahut “Mezheb-i Kadim=Mezheb-i Cedid” diye eserlerinde büyük tasarruflar uyguladığı fıkıh alimleri nezdinde meşhur ve malumdur.

İşte, Bediüzzaman da, kendi te’lifi olan eserlerinde, hususiyle eski eserlerinin bazılarında bir takım tasarruf ve tashihleri vaki’ olmuştur. Ve bu durum kat’idir, şüphesizdir. Lakin buna rağmen, Bediüzzaman’ın mübarek eli ve kalemi ile yapılmış mezkur tasarrufların varlığı ortada iken, bazı insanları menfi yönden şüpheye sevk eden ve dedikodu içerisinde bırakan sebepler bizce üç noktadır.

Birincisi: Kendisinin bizzat gözüyle görmediği bir şeyi -ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin- kabul etmeme ve hatta inkar etme cesaretini göstermedir. O ise, hakikatte vaki’ olan müsbet bir işi, bir mes’eleyi, menfice inkar etmek için, bütün dünyanın her tarafını, her mekanı ve herkesi delik delik arayıp keşfettikten sonra, görülmezse “yoktur” diyebilir. Müsbet şey ise, yani varlığı isbat ise, sadece o şeyin bir tekini, ya da o meselenin bir köşesini ibraz edip göstermekle, varlığı ispat edildiği için, davasını kolaylıkla ispat edebilir.

İşte bu esaslı kaide-i Şer’iye, bu tür mes’elelerde daima kıstas ve ölçüdür ve öyle de olmalıdır. Ve bu kaide ve kıstas son derece keskindir, yanıltmaz. Şu mukaddememizin Bediüzzaman’ın bizzat kendi mübarek elleriyle değiştirdiği mühim bazı şeylerin klişelerini derc etmişizdir ki, şimdi halen bazı şahısların dil ve hareketleriyle bu mevzuda menfi yönden yapılan yaygaralar ile bir çeşit vesvese ve şüpheler üreten bir ifsat mekanizmasının hüviyetini nasıl gösterdiklerini ispatlı şekilde ibraz etmektedirler.

Bir de, Şer’an ve dinen iki şahid-i adilin müşahedeye dayanan ifade ve şahitlikleridir. Yani: İki şahit deseler ki: “Biz, evet gördük ki; Hazret-i Üstad şunları şöyle yaptı.” İşte iki şahidin birleşerek ve müşahedeye dayandırarak verdikleri bu ifade ve hüküm, hiç bir vesvese, zan ve şüphe ile zedelenemez. Üstelik o şahitler Bediüzzaman gibi en keskin ve manevi radarlara malik bir maneviyat sultanının senelerce itimat edip, has hizmetinde bıraktığı ve manevi evlat kabul ettiği kimseler olsa!..

Evet, şu iki müsbet şer’i kaidelerden birisi, yapılmış bir şeyin vücudunu ispat eden en şeksiz vesikadır. İkincisi de, İki adil şahidin ifade ve beyanları meydanda olduktan sonra, bütün dünya menfi yönden itiraz da etse, hakikatte ve şeriatça onun hiçbir değerinin olmadığını ispat eden kat’i hükümdür.

Ama bütün bu şeksiz vesika ve kat’i hükümlere rağmen intikam duygusunu, düşmanlık, öfke ve tarafgirlik kinini tatmin etmek yönünde Şia mesleğini tercih edip de, bu mesleğin saliklerinin Kur’an’a ve sahabe-i Resulullah’a (A.S.M) dil uzattıkları gibi, şu her şeye itiraz eden ve bahanelerle şüpheler üreten mu’terizler yollarında devam ederlerse, hidayet ancak Allah’tandır, der ona bırakırız.

İkinci Nokta: Risale-i Nurun iman ve Kur’an hakikatlarını fevkalade izah eden mesleğini bilmeyen ve Bediüzzaman’ın manevi şahsiyetini tam idrak edemeyen bazı kimseler, basit zihinlerine göre hariçte, orada burada bazı malumat ve mes’eleleri toplar, getirir ve kendi zihninin bulanık ayinesinden bakarak, onları en doğru ve hakikatli şeyler olarak telakki eder, sonra da gelir; Risale-i Nurun o meseledeki kafacığına uymayan hükmünü yanlış görür ve kendi kendine karar vererek der: “Risale-i Nur’un burası tahriflidir.. Çünkü benim bulduğuma uymuyor.” der. Evet, ben şahsen böylesi biçare insanlara çok rastlamışımdır.

Bu meseleye bir misal olarak, Bediüzzaman’ın “İki mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” eseri ilk matbu’ nüshasında “Biz ki Kürdüz, aldanırız. Fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.” cümlesi sonradan Bediüzzaman tarafından şöyle bir tasarrufla tashih edilmiştir: “Biz ki hakiki Müslümanız ilaahir…” İşte bazı insanlar buna itiraz ediyor ve Üstadın tashihi değildir diyor. Çünki, hadis var: “Bir mü’min iki defa parmağını aynı deliğe sokmaz” hükmüne aykırı düşmektedir. Bu hadisin hükmüne göre, bir müslüman iki defa aldanmaz. Öyle ise bu tasarruf Üstadın olamaz diye hüküm basıyor.

Bunlar düşünemiyorlar ki; Kürd aldanırsa, -onun bu görüşüne göre- Müslüman sayılmaması lazım gelir. Çünkü asıl matbu’ nüshada “Biz ki Kürdüz, aldanırız. Fakat aldatmayız.” dır. Sonraki tasarruf görmüş nüshada ise, “Biz ki hakiki Müslümanız…” ifadesiyledir. Manası da, “Biz Kürdler ki hakiki müslümanız” olur. Başka bir ma’na değildir. Ortada meselenin bir kamuflaj durumu vardır.

İşte, tahrif teranesini kendilerine meslek edinenler iyi bilsinler ki; yaptıkları iş, masum Müslüman evlatlarının kalblerini Risale-i Nur’a karşı teşviş edip bulandırmaktan başka bir-şey değildir. Hatta belki o körpe ve masum dimağların Nur’a müştak duygularını haktan çevirmektir. Bunlar eğer Şia’nın müfteri kısmının mesleğini şiar edinmemiş iseler; Risale-i Nur’un ailesi içerisinde bu mesele samimice ve hususi olarak ele alınır, hakperestlik ve kavaid-i şeriata iltizamkarlık duyguları içerisinde tartışılır ve halledilir.. Ki zaten ortada halledilecek bir mes’ele de yoktur.

Abdülkadir Badıllı, bu meseleyi “Risale-i Nur’un Te’lif ve Neşir Tarihçesi” eserimizde ve “Mufassal Tarihçe-i Hayat” kitabımızın son cildinin ahirinde ele almış ve tahlil ederek mahiyetini ortaya koymuştur. İsteyenler bu eserlere bakabilir. Zaten biz de onun tesbitlerini hülasa eyledik.

Üçüncü Nokta: Bediüzzaman tarafından bazı risalelerde yapılmış olan tasarruf ve tashihlerin yapılması, mahiyeti ve onun bu husustaki izni hakkında bir nebze izahat vermek gerekmektedir. Bediüzzaman’ın gerek eski eserlerinde, gerekse yeni eserlerinde bazı tasarruf ve tashihleri kat’iyyen vaki olmuştur. Bu tasarrufların en çoğu da eski eserlerinden olan “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” eseri üzerinde görülmektedir. Zaten bu esere, onu ilk neşreden muharrir ve gazetecilerin kelimeleri çokça karıştığı meselesi de vardır. Mesela, Arapça El-Hutbet-üş Şamiye’nin bir zeyli olan “Teşhis-ül İllet” adlı eserin son kısmında, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi kitabından bahsederken, dipnotta: “Maalesef heyecan o eseri teşviş ettiği gibi, matbaacı da onu tahrif etmiştir” demektedir. Yine eski eserlerinden birisinin arka kapağında eserlerinin isim listesi verilirken, bu kitap için “Gazetecilerin sözleri karışmasıyla bir derece müşevveş kalmıştır” demektedir.

Bu hale göre, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi eserine, o zamanlar onu neşreden muharrirlerin edibane bazı tasvirleri karışmıştır diyebiliriz. Bundan dolayı olsa gerektir ki, Bediüzzaman, 1950′lerden sonra, onu yeniden neşrettirmeye başladığında, ayrı ayrı zamanlarda bir kaç defa tashih ve tasarruflardan geçirdi. Tasarruf görmüş nüshaların tamamı biz-de mahfuzdur. Eğer bir eserin orijinal nüshaları elde mevcut ise, asla tahriften bahsedilemeyeceğini ehli olan anlar.

Dördüncü Nokta: Bediüzzaman’ın müellif olarak kendi eserleri üzerinde yaptığı tasarruf ve tashihlerinin mahiyeti ise, umumileştirme, küllileştirme ve benzeri olan durumların hikmetleri şeklinde özetlenebilir. Bunun yanında o eserlerin ilk asıllarında orijinal hali elimizde bulunmaktadır ki, bu eski ve yeni nüshalar arasında, gerçek manada, -evham, vesvese ve su-i zanlar müdahale etmemek şartıyla- fazla bir fark ve ayrılık yoktur.

Küllileştirme veya umumileştirme dışında, bir de o eski eserlerin yönlerini Risale-i Nur mesleğine çevirme ve ona tabi’ kılma hususu unutulmamalıdır. Zira Eski Said ile Yeni Said arasında küçük de olsa bazı farklılıkların olduğu aşikardır. Bu hususa Bediüzzaman bazı mektuplarında işaret buyurmuşlardır. Yani, Bediüzzaman’ın Eski Said tabir ettiği kendi gençliği yıllarında gerçekleştirilmesine çalıştığı sosyal ve milli mes’eleleri, Yeni Said döneminde başlayıp açtığı iman ve Kur’an hizmeti mesleği, umum Alem-i İslamın müşterek malı olan iman esaslarını ispat etme ve yayma; uhuvvet-i İslamiye ve Ittihad-ı İslamı hedef alan mes’eleleri perçinleştirme gibi büyük ve geniş ve birinci derecede gelen mes’eleleri engelsiz yürütmesi bakımından, eski hizmetleri üçüncü ve dördüncü plana bırakması durumudur. Bu çok önemli bir noktadır.

Hakaik-i imaniye, her şeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lazım iken; şimdiki hal-i alem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahat ve dalaletine ceza olarak gelen gazab-ı İlahinin bir cilvesi olan harb-i umuminin tarafgirane, damarları ve a’sabları tehyiç edip batın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fani arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de veliler; o siyasi ve içtimai hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tabi’ olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı belki ehl-i velayeti tenkid ve adavet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi’ yaparlar.

İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur’un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan iskat etmiş ki; bu harb-i umumiyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.

Bediüzzaman’ın konuyla alakalı talimatı aynen şöyledir: Hususan eski Divan-ı Harb-i Örfideki müdafaatım, Risale-i Nur mesleğine uymayan bazı cümleleri tayyedilsin.

Beşinci Nokta: Bediüzzaman’ın gerek eski eserlerinin, gerekse Risale-i Nur olan yeni eserlerinin bazı yerlerinin tayy, ıslah ve tashih etme yetkisini talebelerine çokça verdiği hususudur ki, Risale-i Nur’da ve özellikle lahika mektuplarında bu izin numunelerinin mevcudiyeti, bu eserlere aşina olan kimselerin malumudur. Lakin burada çok mühim ve kritik bir nokta vardır ki; herhangi bir maslahat, icab veya zaruret karşısında Nur talebelerinden yüksek seviyeli ve aşina sınıfının bazı tasarrufları olmuşsa da, bunların hepsini mutlaka Bediüzzaman görmüş ve bakmış, ya tasdik veya tashih ederek neşrettirmiş olduğu yerlerdir. Bunların haricinde yoktur ve olamaz.

Demek ki, Bediüzzaman’ın o gibi izinleri -yukarıda geçen bir mektubundan verilen pasajının numunesinde görüldüğü gibi- onun hayatta olduğu zamana ve mutlaka nazarından geçtiği şeylere aittir.

Ama Bediüzzaman’ın vefatından sonra – ki Nurlar tamamen kemalini bulmuş, tashih ve tasarruf meselesi bütünüyle sona ermiştir. herhangi bir kimse; bilmem edebiyat adına Nurların bir tek cümlesini, hatta bir noktasını tashih veya ıslah gayesiyle tebdil edemez. Zira ki Bediüzzaman hayatta değildir ki görsün, kontrol etsin, tashih veya tasvip etsin.

Bediüzzaman’ın kendi sağlığında, bazı durumlarda bir kısım eski eserleri için talebelerine verdiği tasarruf iznini sarihan gösteren birçok mektuplarından sadece birini takdim edelim: Fakat on iki adet parçalarda, (Tarihçe-i Hayat için hazırlanan Nur’un parçaları) onlar münasip görmedikleri cümleleri kaldırmasına onlara izin veriyorum ve ıslahı da onlara havale ediyorum.

Netice

1- Bediüzzaman kendi eserleri üstünde istediği kadar tasarruf ve tashih etme selahiyetine şer’an ve aklen ve örfen sahip olduğu için, özellikle eski eserlerinin bir kısmının bazı yerlerini tasarrufla tashih etmiş olduğunda asla şüphe bulunmamaktadır.

2- Bu cilde ek olarak vereceğimiz üç temel eserin aslını mütalaa edenler anlayacaklardır, tahrif iddiaları tamamen asılsız, siyasi yahut ırkçılık virüsüyle ortaya atılan iddialardır. Bediüzzamanın kendi kalemiyle olan tasarruf ve tashihlerini gösteren bu orijinal nüshalar ortaya koymaktadır ki, ilk asıllarıyla farklılıkları göze çarpan diğer nüshaların tamamın müellifi tarafından tashih görmüş olduklarını gösterir. Ya da hiç olmazsa, hayatında onun emri ve izni dahilinde bazı yerlerde ufak tefek tadilat yapan talebelerinin yaptıklarını görmüş olan Bediüzzaman’ın tasdikini ifade eder.

Zira o gibi yerler, Bediüzzaman’ın sağlığından beri neşredilip gelen yerlerdir. Bediüzzaman’ın bu tashih ve tasarruflarının zahir ve ayan beyan numunelerini gösterdikten sonra, müsbet meseledeki şer’i ispat hakikati ortaya konmuş oluyor. Ama menfiliğini ispat için -az üstte arz olunduğu veçhiyle bütün dünyayı ve bütün herkesin kütüphanelerini arayıp taradıktan sonra, görülmediği zaman belki diyebilir ki: “bu yoktur”. Aksi takdirde iddiaları hezeyanvari şeylerle bir boşboğazlıkta kalmayıp, fesat ve ifsat hududuna dahil olmuş olur.

3- Bediüzzaman’ın kendi elleriyle üstünde bazı tashih ve tasarruflar icra ettiği aynı eserlerinin ilk asıllarını tamamen yok etmeye, yok saymaya veya ortadan kaldırmaya dair herhangi bir hareketi, emri, işareti ve ifadesi mevcut değildir. Öyle ise, bizim de o eski asılları yok etmeye veya yok saymaya haddimiz ve hakkımız değildir. Her iki tarzını da -eğer Bediüzzaman’a sadık talebe isek- kabul etmeye mecbur ve mükellefiz.

4- Bediüzzaman kendi eski eserlerinden bazılarını alıp tashih ederek ve Risale-i Nurlarla birleştirerek, beraber neşrettiği halde, bir kısmına da hiç dokunmadan ilk asılları ile bırakmıştır. Mesela: Türkçe olan “Lemaat, Münazarat, İki Mekteb-i Musibet ve Muhakemat”ı ve bunlarla beraber eski olan bazı nutuk ve makalelerini ele alıp, gözden geçirip neşrettirdiği halde, “Tuluat, Rumuz, İşarat ve Şuaat” gibi diğer eserlerine ve bunlarla birlikte bir kaç nutuk ve makalesine dokunmadan öyle bırakmış, neşrettirmemiştir. Ama Arapça eserlerinden El-Mesneviy-ül-Arabi Mecmuasına dahil ettiği parçaları -bir iki zeyl müstesna- ve fakat hepsini önemle ele almış, okumuş ve bazı tashihlerden geçirdikten sonra, Türkçe olan “Nokta” risalesinin baş kısmıyla birlikte neşrettirmiştir.

Aynı şekilde, eski eserlerinden Arapça “El-Hutbet-üş Şamiye”yi fazla ehemmiyetine binaen, önemle ele almış ve bizzat Hazret-i Müellif kendisi onu Türkçe ’ye tercüme etmiş ve neşrettirmiştir. Bir müddet sonra da, kendisinin Türkçe ‘ye çevirmiş olduğu Hutbe-i Şamiye’sini küçük kardeşi molla Abdülmecid’e tekrar Arapça ’ya çevirttirmiştir. İşarat-ül İ’caz eserini zaten hem Arabi aslını hem de Molla Abdülmecid’e tercüme ettirdiği Türkçe’sini ve ayrıca Mesnevi-i Nuriye’yi ve onun Türkçe tercümesini neşrettirmişlerdir.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Risale Ajans

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: