Risale-i Nur’un Vazifesi

İsmail Aksaraylı

Risâle-i Nur’un vazifesi, sahabeler gibi verâset-i nübüvvet [Hz. Muhammed’in (a.s.m) tevhid davasına vâris olmaları] sırrıyla, yalnız îman nurlarını neşretmek ve ehl-i îmanın îmanlarını kurtarmaktır.[12]

Meşgul olduğu meslek iman hizmeti olan Risâle-i Nur’un ‘vazifesi’, hizmet-i îmaniye’dir.[13]

Risâle-i Nur’un maksadı: îman ilmini elde etmek ve îman hakîkatlerini bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek[14] ve muhtaç olanlara yetiştirmektir.[15]

Risâle-i Nur’un vazifesi: ebedî hayatı mahveden ve dünya hayatını da dehşetli bir zehire çeviren mutlak inkâra karşı îmanî olan hakîkatlerle gayet kat’î, en inatçı zındık feylesofları dahi îmana getiren kuvvetli delillerle Kur’ân’a hizmet etmektir.[16] En önemli vazife: insanlığı dalâletten ve küfr-ü mutlaktan [Allah’ı inkârdan ve mutlak inançsızlıktan] kurtarmak ve beşerî bir taun olan maddecilik fikrini iptal etmeğe çalışmaktır.[17]

Risâle-i Nur: Kur’ân hakîkatlerini küfre karşı müdafaa etme vazifesini üzerinde taşır.[18] İki hayatı imhâ eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak bu zamanda çok ehemmiyetlidir[19], bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem -hiçlik, yokluk- âlemleri hesabına tahribatçı külli cerayanlara karşı[20] Kur’ân ve îman namına mukabele edip müdafaa eder[21]. Yeryüzünün en geniş dairesinde, en dehşetli ve küllî -toplu- bir hücumda, tecavüz eden dalâlet -inkâr- ordularına karşı atom bombası gibi kudsî bir derstir.[22] Zındıklara, maddecilere, tabiatçılara meydan okuduğu halde, hiçbir feylesof, hiçbir meselesini cerh edememiştir.[23]

 

‘En Büyük Meseleden Daha Büyük Mesele’

Said Nursî’ye göre: Risâle-i Nur meselesi ‘çok naziktir’[24], ‘hayat – memat meselesi’dir.[25] Ondan dehşet alan gizli münafıklar, ellerinden geldiği kadar onu küçültmek isterler ve çok ehemmiyet verdiklerinden, zâhiren ehemmiyetsiz göstermeye çalışırlar.[26]

Risâle-i Nur’un ve talebelerinin meşgul oldukları vazife yeryüzündeki bütün muazzam meseleden daha büyüktür.[27] “Bu mesele küçük bir mesele değil, Kur’ân hakîkatlarını en mütemerrit ve en muannit feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden Risâle-i Nur eczaları küre-i arzı kendi ile alâkadar eder, bu asrı ve istikbâli kendi ile meşgul edecek bir hakîkat-i Kur’âniyedir[28], ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri bizim meşgul olduğumuz muazzam meselemizin en küçüğüne mukabil gelemiyor.”[29]

 MÂLİKÜ’L MÜLK’ÜN MAKSADI

Risâle-i Nur; insan, niçin dünyaya gönderilmiştir; neden bütün kainat, onun için yaratılmış, bu kadar masraf yapılmıştır; insanın bunlara layık ne ehemmiyeti vardır? Mâlikü’l Mülk’ün [Kânat mülkünün sahibi Cenâb-ı Hakk’ın] maksadı nedir, insanları ne için işlettiriyor,[30] şeklindeki sorulara cevap verir.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmet ve gayesi: Hâlik-ı Kâinat’ı tanımak ve ona îman edip ibadet etmektir. Bu gaye ile dünyaya gönderilen insanın yaradılış vazifesi ve üzerine zimmetlenen farz vazife: mârifetullah, Allah’ı bilmek, O’na îman etmek ve Hâlik’ının, yaratıcısının, vücudunu ve vahdetini, bir olduğunu, tasdik etmektir.[31]

Kâinatın vücudundan ve icadından maksat: kâinat ağacının meyvesi olan insandır, gaye de odur.[32] Kâinat içinde küçük bir âlem olan insan, arzın yaratılışının ruhudur.[33] Yeryüzüne halife ve hâkim kılınmıştır.[34] İnsanın, halife olması, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi içindir.”[35] Yeryüzündeki her şey, istediği gibi tasarruf etmesi için onun emrine verilmiştir.[36]

Kâinatta yapılan bütün masraf ve ihsan; kudretli, ikrâmı seven Zât-ı Rahîm’in kendini sevdirmek ve tanıttırmak istemesinin neticesidir.[37] Kâinatın, Hayy ve Kayyum olan Sânii -Sanatkârı-, hadsiz çeşitli nimetleriyle kendini hayat sahiplerine bildirip, onlardan o nimetlere karşı teşekkür ve sevdirmesine mukabil, sevmelerini ve kıymettar sanatlarına mukabil, medih ve senâ etmelerini ve Rabbânî emirlerine karşı itaat ve ibadetle mukabele etmelerini ister.[38] İnsanlara, bu nevi ibadeti Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ders vermiştir.[39] Risâlet vazifesini en mükemmel bir tarzda yerine getiren de O’dur (a.s.m.).[40] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) risâleti; Sani’in en mühim bir maksadı, bir nuru, bir aynasıdır.[41]

İnsanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren en büyük rehber ve en mükemmel insan olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair bütün kemâlâtı ve vazifeleri en mükemmel bir surette kendinde ve dininde göstermiştir,[42] dini bütün saadetlerin ve medeniyetlerin esaslarına sahiptir.[43]

  1. MUHAMMED’İN (a.s.m.) DÂVÂSI

Said Nursî; Hz. Muhammed’in (a.s.m.), insan nev’ine en yüksek reis ve uyulacak rehber ve üstat; büyük ve kudsî vazifelerle insanların imdâdına gönderildiğini vurgular.[44]

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bütün dâvâlarının esası ve hayatının gayesi: Vâcibü’l Vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfatına ve isimlerine delil ve şahitlik ve Vâcibü’l Vücud’u ispat ve ilan etmek ve bildirmektir.[45] Hz. Muhammed (a.s.m.),  “Lâ ilâhe illallah” deyip dâva etmiş,[46] ‘Vahdâniyet’ti tebliğ etmiştir.[47] İslâm âlemi de her gün beş defa, yüzer milyon lisânlar ile teşehhütte -namazda Ettehıyyâtü’yü okurken- o dâvâyı, kâinata ilan, O’nun (a.s.m.) iddiasına şahitlik eder. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dâvâsı, iddiası olan tevhide –Allah’ı birlemeyi- inananların hepsi îmanlarıyla destek verir. O’nun (a.s.m.) dâvâsına inanmanın fiili duası olan ibadet, O’nu (a.s.m.) tasdik etmenin muşahhas delîlidir.

Said Nursî; Hz. Âdem’den (a.s.) günümüze kadar milyarlarca, günümüzde de yüz milyonlarca müminin günde beş vakit fiilî ve sözlü dualarının reddolmayacağı ve onların gittiği tevhid yolunun yanlış olamayacağını söyler:

“İstanbul’da Beyazıt Câmii’nde namaz kılarken, “İyyâke na’budü ve iyyâke nestaîn”[48] dedim. Baktım, o câmideki cemaat, benim gibi diyerek bu dâvâma ve “İhdinâ”[49] daki duama tamamen iştirak edip tasdik ettikleri zamanda, bir perde (…) açıldı; gördüm ki (…) İslâm âlemi, büyük bir mescit suretini aldı. Mekke, Kâbe mihrap hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba dönerek, benim gibi “İyyâke na’budü ve iyyâke nestaîn” deyip, her biri umum namına hem dua, hem dâvâ, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar. (…) Bu kadar büyük bir cemaatin yolu, dâvâsı yanlış olamaz ve duası reddedilmez.”[50]

 

‘İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞİN YEGÂNE GAYESİ’

Hz. Muhammed (a.s.m.), insanlığın derin bir aşkla ve yaradılış ve istidatlarının pek kuvvetli bir şevkle aradığı bâki hayata sağlam bir yol açmıştır.[51] İnsanın bu dünyaya gelişinin yegâne gayesi; Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Hakîm’i hedef alıp, ona bakarak, yaradılış neticesine bilerek yürümektir.[52]

Kelâm-ı Ezelî’den [Allah’ın kelâm sıfatından] gelen Kur’ân, kıyamete kadar akıp giden insan kâfilelerini muhâtap alır.[53]

 

“EĞER HZ. MUHAMMED (A.S.M.) OLMASAYDI …”

Hz. Adem’den (a.s.) günümüze bütün mevcudata, insan kafilelerine sorulan: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?[54] suallerine tam, doğru ve mükemmel bir şekilde insan nevi adına elindeki Kur’ân-ı Mûcizü’l Beyân ile yalnız O (a.s.m.) cevap vermiştir.[55]

Hz. Muhammed (a.s.m.), ‘Fahr-i Âlem’dir,[56] kâinat Hâlik’ının tercümanı ve sevgilisidir,[57] âlemin kendisiyle iftihar ettiği zâttır. Bütün mevcûdât onun nuruyla iftihar edip, ona alâkadarlık gösterir. Zât-ı Ahmediyye’nin (a.s.m.) nuruyla âlemin şekli değişmiş, o nur ile insan ve bütün kâinatın hakiki mâhiyetleri ortaya çıkmıştır. Eğer o Nur olmasaydı, mevcûdât yokluğa mahkûm ve kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir evham karanlıkları içinde kalırdı.[58]

 

 

 

 

12 Kastamonu Lâhikası, s. 298.

13 Şualar, s. 353.

14 Emirdağ Lâhikası, s. 454.

15 Emirdağ Lâhikası, s. 208.

16 Tarihçe-i Hayat, s.531.

17 Şualar, s.336.

18 Mahkeme Müdafaları, s. 82.

19 Şualar, s. 268.

20 tahribatçı külli cerayanlar: dünyayı saran yıkıcı akımlar.

21 Emirdağ Lâhikası 1, s. 124.

22 Şualar, s. 396.

23 Mahkeme Müdafaları, s. 71.

24 Şualar, s. 377.

25 Mahkeme Müdafaları, s. 42.

26 Tarihçe-i Hayat, s. 579.

27 Emirdağ Lâhikası 1, s. 43.

28 Emirdağ Lâhikası, s. 47.

29 Emirdağ Lâhikası 1, s. 44.

30 Sözler, s. 368.

31 Şualar, s. 97.

32 Sözler, s. 652; Şualar, s. 214.

33 Barla Lâhikası, s. 171.

34 İşârât’ül İ’caz, s. 198.

35 “Cenab-ı Hakk’ın arzında beşerin halife olması, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi içindir.”, İşârât’ül

İ’caz, s. 209.

36 Şualar, s. 234; İşârât’ül İ’caz, s. 198.

37 Şualar, s. 49.

38 Lem’alar, s. 313.

39 Lem’alar, s.118.

40 Sözler, s. 614.

41 Şualar, s. 34.

42 Lem’alar, ss. 336-337.

43 Mesnevi-i Nuriye, s. 48.

44 Şualar, s. 498.

45 Şualar, s. 130.

46 Sözler, s. 243.

47 Şualar, s. 128.

48 “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz.”, Fâtiha Sûresi, 1/5.

49 “Bize hidayet eyle …” Fâtiha Sûresi, 1/6

50 Şualar, s. 488.

51 Şualar, s. 498.

52 Sözler, s.274.

53 Sözler, s. 128; İşârât’ül İ’caz, s. 7, 13.

54 Sözler, s. 64; 244, İşârât’ül İ’caz, s. 13.

55 İşârât’ül İ’caz, s. 13.

56 Şualar, s. 496.

57 Mektubat, s. 102, 204.

58 Sözler, s. 73.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: