Said Nursi’nin kişiliği neden güvenilirdir?

Yazar Mustafa Ulusoy sitesinde ”Said Nursi’ye bu kadar güven duymanın sırrı nedir?” sorusunun cevabını aradı.
 
Bir insanın hakikate sadık bir kişilik inşa etmek için iki temel korkuyu aşmak zorunda olduğunu belirten Ulusoy; Asrın alimi olarak Said Nursi’nin bu iki temel korkuyu aştığı için güvenilir bir kişilik olduğunun altını çizdi.
 
İnsanlar ne der kaygısı taşımayan ve boyun eğmez kişiliğiyle hareket eden Said Nursi’nin dünya sevgisi taşımayan bir ahiret insanı olarak niteleyen Ulusoy, Bediüzzaman’ın özgürlüğünün hapiste bile alınamadığını ifade etti.
 
İşte Mustafa Ulusoy’un o yazısı:
 
Said Nursi’nin kişiliği neden güvenilirdir?
 
”Said Nursi’ye bu kadar güven duymanın sırrı nedir?” diye sorulduğunda, ”Baştan sona tutarlı bir devamlılık arz eden hayatıdır,” derim ilk olarak. Hatalarını, yanılgılarını söylemekten çekinmeyen mertliği de, ona güvenimi inşa eden başka bir esaslı özelliğidir. Başka bir unsur da, nefs-i emaresiyle verdiği çetin mücadeledir onu güvenilir bir insan yapan.
 
Ve belki de ona asıl rengini veren şey, korkusuz oluşudur.  Bu onun en temel kişilik özelliğidir. Hakikate olan sadakati, erdemlerinden taviz vermeyişi ve bunu kem küm etmeden, eğip bükmeden merdane dile getirişidir.
 
İnsanın hakikate sadık bir kişilik inşa etmesinde temel iki korkuyu aşmak zorunda olduğu kanaatindeyim. Asrın Alimi olarak Said Nursi, bu iki temel korkuyu aştığı için  güvenilir bir kişilik olabilmiştir.
 
İnsanlar ne der korkusu ile  başı derde girmeyen yoktur; ama ve lakin,  bu korkuyu yenebilen çok azdır. Kendi ifadesiyle, “İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î-küllî arzu vardır.” İnsanlar tarafından övgüye mazhar olmak, bilinmek, tanınmak gibi istek ve arzularla dolu bir nefs-i emmâre için insanların kendi hakkındaki düşünceleri ciddi kaygı sebebidir.  Eski Said ile Yeni Said dönemi arasındaki en önemli farklardan biri, nefs-i emmâresini bu açıdan tam tamına terbiye etmiş bir hale gelmesidir Said Nursi’nin. Bizim belki de ancak aklımızla ve kalbimizle kabul edip de nefsimizi bir türlü ikna edemediğimiz şu gerçeği onun nefsi de tam kabul etmiş ve tam teslim olmuştur: “Evvelâ rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez!”
 
Nefsiyle yaptığı çetin mücadele ve cihatla, insanlar ne der kaygısından tümüyle kurtulan Said Nursi için bu kaygının üretebildiği birçok arızalı davranışın kaynağı da kendiliğinden kurumuş olur. Başkalarına kendini beğendirmek isteme, başkalarıyla kurulan ilişkilerde boyun eğiciliği ve köleliği sonuç verir çoğunlukla. Onun boyun eğmez kişiliğinde  ”Rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî” yi tam tamına içselleştirebilmesinin önemli bir etkisi olsa gerektir.
 
Yukarda alıntıladığım metnin insanların teveccühünün ”kabir kapısında söner,” vurgusuyla bitmesi oldukça manidardır. Bu bizi ikinci korku sorununa götürür: Ölüm korkusu.
 
Ölüm korkusu, ölünce bana ne olacak sorusuyla nispeten ilgilidir. Ölümü, ebedi hayatın kapısı olarak görenler için bu korku silinir gider ama bir şartla.
 
Ölüm korkusunu çoğaltan en temel amillerden birisi dünyaya olan sevgidir. İnsan sevdiğinden ayrılmak istemez. Sevdiğinden ayrıysa da ona kavuşmak için yanıp tutuşur. Dünyayı sevenler, ona gönülden bağlı olanlar için ölüm ciddi bir sorun teşkil eder. Ölüm, kişiyi sevdiği dünyadan ayıran bir tehdit olur çünkü. Ölümden sonra ebedi bir hayata inanan insanlar için bile bu böyledir.
 
Said Nursi, ölüm sorunun halletmeden önce dünya sorununu halletmiştir. Eski Said ile Yeni Said dönemi arasındaki temel farklardan biri de bu dünya sevgisidir. Eski Said’in hayatla ilişkisine bakıldığında dünya ehli denemez. Eski Said’in de yüzü ahirete dönüktür Yeni Said kadar olmasa da. O zaman temel farkı nedir diye sorusu akla gelmektedir. Kanaatimce, Eski Said, Yeni Said’e dönüşüm sürecinde  nefs-i emmâresini bu açıdan da tam bir terbiyeye tabi tutmuş ve nefsini dünya sevgisinden tam olarak arındırmış, kalbine, ruhuna ve aklına arkadaş kılmıştır.  Eski Said de ölümden korkmayan birisidir ama buna ilaveten Yeni Said’in nefsinde dünyaya olan muhabbet de yok olup gitmiştir. Geçiş sürecinde Said Nursi, dünyanın, dünyaya bakan yüzündeki fena ve zevali, ayrılığı bütün veçhesiyle görmüş venazarını tümüyle dünyanın ahirete ve esma-i ilahiyeye bakan yüzüne çevirmiştir. Yeni Said artık tümüyle ahiret insanıdır.
 
İnsanın dünyaya olan muhabbetini onun ahirete ve ilahi isimlere yöneltmesi onu özgürleştirir. İşte Said Nursi’yi güvenilir bir insan haline getiren unsurlardan biri de,  dünyayla olan ilişkisindeki sahip olduğu bu  özgürlüktür. ”Ya şu dünyalığı kaybedersem,” diyebileceği hiçbir şey yoktur hayatında. Sürgünden sürgüne yollarlar onu. Hapishaneden hapishaneye tıkarlar. Ama nafile. Özgürlüğünü bir gram elinden alamazlar. Her yeri, hapishaneyi bile bir okul, bir medrese yapacak güçlü bir kişiliktir o. Hapishanedeyse hapishanededir. Ahlayıp vahlamaz. ”Burada, şimdi bana düşen nedir,” der. Hapishanede namaz kılınmaz mı? Kılınır. Oruç tutulmaz mı? Tutulur. İnsanın kulluğunu elinden alabilen bir yer değildir hapishane. Kur’an’ın ayetlerinin manaları tefekkür edilemez mi? Edilir. Ayetler, ihtiyacı olan insanlar için tefsir edilemez mi? Edilir. İşte bunu yapar bu özgür, özgür olduğu için de güçlü olan kişilik.
 
Risale-i Nur boşu boşuna Said Nursi tarafından telif edilmemiştir.