Sana yakışan da budur

Sana yakışan da budur

İnsan olan her yerde fikri ve metoda dayalı ayrılık ve farklılıklar bulunur. Bunun olmaması mümkün değildir. Nasıl ki denizde tek tür balık yoksa, teşrik-i mesai yapan insanlar arasında da tek tip söz konusu değildir. Tek tip dayatması yapan kimseler de insan fıtratından anlamayan kimselerdir.

Manevi hizmetlerde mazeretler üreterek dâvâ arkadaşlarına küsüp, bulunduğu makamı ve mekânı terk ederek çekip gitmek, kenarda durmak da netice itibariyle davaya ve özde insanın kendine vereceği en büyük zararlardan birisidir. Çeşitli sebeplerle kenarda kalan insan zamanla hizmetlerden ve okumadan da uzaklaşacak ve neticede terk edecektir. Tabiî burada iblis, şeytanlığını yapacak ve kendinin yaptığı her yanlış işi haklı gösterecek argümanlar üreterek bu uzaklaşmayı daha da perçinleyecektir. Bir süre sonra okumalar ve şevkli koşturmalar mazide hatıra olarak kalacaktır.

Küsme ve darılıp köşeye çekilmeler neticesinde insanın atıl kalması şeytanı memnun edecektir. Çünkü şeytan bu. Huzur ve uhuvveti bozarak iman hizmetine zarar vermek ve hayırlı neticelerin ortaya çıkmasına engel olmak onun işidir, emelidir.

Onun için her Nur Talebesi, akl-ı selimle hareket ederek nefsine, hissiyatına uyarak gaflete sebep verecek, hizmetten ve okumadan uzaklaştıracak şeylerden tecerrüt ederek hizmette pür şevk devam etmekle beraber küsmemek ve darılmamak için sebepler bulmalıdır.

Şayet böyle bir hata vaki olursa da nedamet ederek kusurumuzu da görmeliyiz. Çünkü “Şeytan, kusurlu insana kusurunu itiraf etmemek ile istiğfar ve istiaze yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi, nefsini müdafaa ettirir.”[1]

Bizler böyle durumlarda “Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur”[2] serlevhasını daima hatırlamalıyız. Mazide yaşanan ihtilafların ve bugün meşrep olarak karşımıza çıkan ayrılıkların temelinde yatan sebeplerden birisi bu serlevhanın göz ardı edilmesi ve insanların birbirini enaniyetle ittiham etmeleri olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Kaderin hissesi mevzu haricidir.

“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.”[3]

İnsan hatasını anlayarak enaniyetini ayakları altına almadığı ve buz parçasını eritmeye gayret etmediği zaman çok büyük maddî ve manevî tehlikeler ile karşı karşıya kalabilir.

Bu asırda Risale-i Nurlar ile “siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde”[4] hizmet eden ve semeradar filizler veren, çiçekler açan, meyveler veren bu hizmeti çocuk bahaneleriyle terk etmek potansiyel olarak nelere manen mal olduğunu görebilmeyi gerçekten çok görmek isterdim.

Bu hizmet sahalarındaki meselelere dair reçeteler sunun Üstad Hazretleri, Deccalizm ve Süfyanizme karşı mücadele vererek “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var?”[5]

Bu cümleler ile Risale-i Nur dâvâsının ehemmiyetini anlatıyor ve çekilen meşakkatlerin de bir ehemmiyetinin olmadığını ifade ediyor. Böyle bir iman ve Kur’ân’a hizmet dâvâsının içinde bulunmak, nefes tüketmek, kalemle, kelamla, kıraatle mücadele etmek her insana nasip olmaz. Bizler hizmetlerle müşerref olmuşsak buna şöyle bakmamız ve bilmemiz gereklidir ki;

“Gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş; elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi’ olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz.

وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi’-i cüz’iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.”[6]

Zaten bu mücahede beş türlü ibadet içinde yer alır. Birçok asılsız evhamlara kapılıp çekip gitmek kar-ı akıl değildir. Şevki kırılmadan ve zerre kadar taviz vermeden hizmete devam eden kardeşlerimizi tebrik ediyoruz, onlara duâ ediyoruz. Nur Talebeliğine de yakışan budur, yoksa çekip gitmek, kenarda durmak değildir…

Bahtiyar o kimsedir ki, ihlasın sırrını kendisinde yerleştirmek ve azami sadakat ve ihlasla ve tesanüdü netice verecek surette şevkengizane hizmette devam edendir.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[7]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (387)
[2] Mektubat (265)
[3] Lem’alar (88)
[4] Şuâlar (590)
[5] Tarihçe-i Hayat (13)
[6] Lem’alar (159)
[7] Sözler (147)

Kaynak: RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: