Sani’ kelimesinin uçsuz bucaksız ummanında…

Bediüzzaman’ın gözü, baktığı şeyin

         sanat niteliklerini okuyan bir

         zenginliğe sahip.

Eserlerindeki güzellik mülahazalarını okuyunca onun bir nesneye veya olaya baktığında onun estetik duruşunu, temasını, geometrisini, armonisini ve daha birçok estetik esasa göre baktığını estetik okuyanlar bilir.

Bir şeye estetik olarak bakamıyorsa insan onun için o şeyin değeri yok gibidir. İnsan gözü “güzelliğin bütün meratibini fark eden insan gözü”dür.

Bediüzzaman’ın burada anlattığı göz eğitimli gözdür, yoksa her göz güzelliğin bütün mertebelerini göremez. Ama onun gözü gerçekten güzelliğin bütün meratibini görecek bir derinliğe sahip.

 Nedir bu güzelliğin bütün mertebeleri işte orası bizce meçhul ama ona malum, eserlerindeki güzellikler bahsi onun nasıl her şeye çok yönlü bakacak derinlikli ve arkasında büyük bir dini, ilmi, estetik, bir muhayyileye ve havsalaya sahip olduğunu gösteriyor.

Bediüzzaman çok derin bir insan ama biz onu derinliksiz okuduğumuz için benim şahsi kanaatim gelişmiyoruz, belli bir limitin üstüne çıkamıyoruz.

Antika Sanatın Bir Milyon Kıymeti Var

Mesela sanat hakkındaki şu yorumları sanat felsefesinin temel argümanlarındandır:

 “İnsanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsavi bazen madde daha kıymettar, bazen oluyor ki beş kuruşluk demir gibi  bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bazen antika olan bir sanat  bir milyon kıymet aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir sanat  antikacıların çarşısına gidilse, harika-pişe ve pek eski hünerver sanatkârına nisbet ederek o sanatkârı yadetmekle ve  o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır, eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına alınabilir.” (Sözler)

 Bediüzzaman her zaman sanat için de geçerli olan genel sanat felsefesi bulur ve onu bağımsız anlatır, daha sonra onun anlatmak istediği asıl konuya getirir.

Cumhuriyet döneminde bir hikâye vardır, bir halı parçası bir evde odada bir süre durur, daha sonra kapının önüne paspas oluncaya kadar gider. Birgün bir eskici bunu basit bir parayla alır. Aile birgün güzelsanatlar müzesine gider, cam bir muhafaza içinde o halı parçasını görürler. Selçuklu dönemi halısı diye bahası anlatılmaz bir ilan görürler, olmadık şekilde üzülürler.

 Bediüzzaman her şeye onun sanat değerini anlayacak şekilde bakar.

 Nesnelerden Allah’a giden yolları, ama sanata açık kapılardan, bütün eserleri olay ve nesnelerin özellikle Allah’ın sanatlarının değer felsefeleriyle doludur.

 Bir cemaat Bediüzzaman’ın derinliğine dalmalı ve onu topluma açmaya çalışmalı.

Onun Sani kelimesi ile yapmış olduğu iki yüz otuz kadar cümle ve otuz üç Sani ile oluşan Allah’a dönük esma ve çok derinlikli okumalardır.

O her şeye sanat değeri ile bakar, bu yüzden bulduğu tabloyu, levhayı anlatır ve arkasından esmanın mührünü, sani kelimesinden doğan mührünü vurur ve onu Allah  adına keşfeder ve mühürler.

Bediüzzamanın Eşya, Olay ve İnsan Okumaları

Bediüzzaman sanat eserleri müzesinde gezer hergün onun tabiat dolaşmaları bu eser mütalaasıdır. Çok ayrıntılı tahliller yapması eşyaya çok yakından baktığını gösterir. Gözünün arkasında büyük bir okyanus birikimi vardır, bu birikim estetik açıdan bilgi ve görselliktir, ilim açısından ise müktesebattır. Her ikisini birlikte kullanınca çok daha farklı şeyler görür. Bu ayrı bir konu.

Bediüzzaman eşya, olay ve insan okumalarında okuduğu görüntü veya levhayı, tabloyu, azameti, heybeti, yaratmayı o görüntüye uygun esma ile etiketler ve ona göre kurduğu esma terkipleri ile esma okumalarını müşahhaslaştırır.

Risale-i Nur’da en çok zikredilen esmalardan biri Sani esmasıdır,

Sani yarattığı şeyi sanatlı olarak yaratan demektir.

Halık yaratandır, ama Sani yarattığı şeyi güzel, geometrik, biçimsel bir şekilde tasarlayan, düzenleyen sanatkâr bir ilah demektir.

Bediüzzaman’ın Sani ismiyle kurduğu esma terkiplerine bakalım.

 Sani-i Vahid (15), Sani-i Vahid-i Ehad (3), Sani-i Hakîm (109), Sani-i Zülcelâl (121), Sani-i Ehad-ı Samed (1), Sani-i Zülcemal (17), Sani-i Hakiki (1), Sani-i Kainat (4), Sani-i Adl-i Hakim (2), Sani-i Mevcudat (1), Sani-i Külli Şey (1), Sani-i Alem (17), Sani-i Kerim-i Rahim (1), Sani-i  Kerim (3), Sani-i Kadir (12), Sani-i Hayy-ı Kayyum (2), Sani-i Mukaddes (1), Sani-i Hakem-i Hakim (2), Sani-i Kadim-i Zülcelal (1), Sani-i Hayy-ı Kayyum (1), Sani-i Semi-i Basir (1), Sani-i Alim-i Zülcelal (1), Sani-i Sermedi (2), Sani-i Kadim-i Ezeli (1), Sani-i Musavvir (1), Sani-i Hakim-i Müdebbir (1), Sani-i Kadim (2), Sani-i Ezeli (2), Sani-i Ebedi (1), Sani-i Fail (1), Sani-i Zişuur (1), Sani-i Fatır-ı Baki (1), Vacib ül Vücud Sani (1).

En çok kullanılanlar Sani-i Hakim, Sani-i Zülcelal, Sani-i Zülcemal.

 En çok iki esma terkibini kullanmış; Hakim ve Zülcelal. 230 adet Sani ile cümle kurmuş, her biri başka bir görüntünün okunmasından sonra etiketlemek olmuş.

 Azamet ve heybet sahibi sanatlı yaratıcı görüntü en çok onun dikkatine çarpmış, daha sonra hikmetleri gözeterek sanatlı yaratanı kullanmış.

Daha sonra  da cemal sahibi sanatlı yaratan terkibini kullanmış.

Demek Bediüzzaman sanatlı bakmış çok şeye, onun bakışına sanatkar bir ilahın farklı icad tabloları hakim. Yapılanı zikrederken esmayı zikretmeden o tabloyu biçimlendirmemiş, ifade etmeden önce gördüğü şeye uygun esmayı kullanıyor, ifade onunla su yüzüne çıkıyor. Eğer bunları kullandığı cümleleri tahlil etsek ortaya büyük bir kitap çıkar, sanatlı levhaların ilahının yarattıklarının Bediüzzaman tarafından yapılan okumaları.

  İdrak-ı maali bu küçük akla gerekmez

  Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez

Bediüzzaman’ın bakışının arka planı ne kadar azametli.

Bir okyanus gizli  gözlerinin arkasında, o okyanustan iki göz dış dünyaya bakıyor. Bir esmadan bu kadar tablo, ya diğerleri…

 Mesela Sani-i Zülcelâl ile ilgili kurduğu 121 cümleyi, paragrafı okuyup celalli, azametli ve sanatlı yaratıcının fiillerini, yansıyan büyüklüklerini hem de sanatlı anlatmak istedim ama çok zor bir iş, bir gün onu da yaparız.

Diğerleri de ayrı şeyler,

Sani-i Hakim de öyle yaptığı her şeyi hikmetli ve sanatlı yaratan bir ilah demek, bu da yüzü aşkın cümleye neden olmuş, Sani-i Hakim diye  bir bahis olabilir.

 Bu kadar akademik adamı bir araya getirip gerçekten bir akademi kurmak gerekir, böyle bir büyük organizatör olmalı artık klasik nur talebeliği kavramına yeni daireler ilave etmeliyiz.

Söylüyorum ama anlayan kim? Yazdığım yazıların takdir etmesini bilen yok mu? Hayır yok değil ama o bahislerde tuzu olmayan insanlardan, “çok güzel olmuş”un dışında yorum alamayız.

 Aslında benim yazılarım bir mektep, bir eğitim aracı.

Anlayan anlar, anlamayana ne diyeyim. Onların da çok ciddi değerlendirildiği konusu bir başka konu!

 Dinin, etnik bakışın, teorik hazımsızlığın, ben yaparsam olur, başkasına yok, tenbeli suçla, çalışkanı perdele mantığı kimseyi mutlu etmez, nice dehalar mezarlarda yatıyor, eğer doğru eğitim alsalardı, şimdi neredeydiler. Bunu İngiliz şairi Schelley söylüyor.

 Bu küçük yazı çok yorucu bir tarama ile oldu, 2250 cümleyi taradım ve alınması geleni fişledim ve daha sonra bu sonuçlara vardım. Bu sonuçlar daha da genişleyebilir.

 Rabbimizin esması üzerine derinleştiğim için  inanılmaz sevindim.

Bana bilimi sevdiren Zattan Allah Razı olsun.

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer