İşte “Hasbünallahi ve ni’mel-vekîl” bu sözlerden biri. Bilerek söyleyenler de var elbet. Mesela Haremeyn’de dil alışkanlığıyla ve biraz da canımız sıkılınca dillendirmeye alışkın olduğumuz şekilde mırıldansanız bu cümleyi ve duyarsa sizi biri, nasıl irkilir, nasıl tepki verir! Kaç kez gördüm bu manzarayı. Sen ne dedin, der hayretle. Ne dedin? Tövbe. Benim için mi söyledin şimdi, bana kızdın diye mi söyledin? Tövbe Rabbim, tövbe.
Neden bu kadar tepki verdiklerini anlayamayan gözlere dehşetle bakıyorlar, bu büyük bir dua; hatta manası öyle derin, belki bir beddua. Titriyorlar, ne konuştuğunu ve ne duyduğunu bilenler. Öyle büyük bir cümle ki, sözgelimi ayağına bastılar diye söyleneceklerden değil yani. Ama söylüyoruz, söyleniyor, dile kolay geliyor, bilenler titriyor.
Bilsek.
Allah Bize Yeter, O Ne Güzel Vekildir.*
Bu cümleyi çok açılardan, hatta açı kelimesinin karşılığı olacak her kenardan irdelesem yetmeyeceğini bildiğim için, kendimce farklı bir açı seçtim, oraya kurdum rahlemi. Kalanına başka zaman kabımın aldığı kadar dönme isteğiyle.
Manasını bilmeden söylesek de, alışılagelmiş şekilde belli durum ve yerlerde çokça kurduğumuz bu cümleyi genelde manasına uygun şekilde gücümüzün yetmediği alanlarda sarf ediyoruz da, genelde bu sarf bir teslimden değil de, bir kızgınlıktan doğuyor. O mana da doğrudur belki, zalimlere karşı Sen bize yardım et, Sen bizim mevlamızsın, onları Sana havale ediyoruz, diye dua etmek kulluğun bir güzelliği elbet.
Ama genelde nefsine her lahza zulmeden bizlerin zulüm tanımı çok daraldı ve kısıtlandı. Çünkü dertlerimiz din değil, kendimiz. Kabımız kendimiz kadar, düşmanımız nefsimize isteğimiz dışında dokunanlar. Onları bir bir havale ediyoruz, ama ne havale. Yol haritasını da çizip öyle yolcu ediyoruz duamızı, ricamızı. İlla şöyle olsun, benim buna gücüm yetmez, Sana havale ediyorum, işte illa öyle olması için Sana havale ediyorum.
Gücümün azlığı sonsuz kudretine ram olmaktan haz almamı sağlamak yerine, baş edemediğim hırslarımı Senin gücünle gerçekleştirmek için dua etmeme yol açıyor yazık ki. Nefsimi Sana havale etmiyorum, bana Sen yetersin kısmını hemencecik atlayıp, Seni vekil tayin ettim aman hacetimi gider kısmına o nedenle kayıyorum işte. Havale ettiğim nefsimin emelleri değil, nefsim olsa, düşmanı bile havale etmeme gerek kalmaz ki Sana. Narın da hoş, nurun da. Var elbet bir planın. Her işin hikmetli, rahmetin kuşatıcıdır Senin, derim.
Hem düşman kim, baş edemeyip de Sana şikayet ettiğim. Acaba hangi mü’min kardeşim, Seni kendisine karşı vekil tayin ettiğim? Bir binanın hangi taşını öbürünü davaya verir, hangi bina böyle yükselir? Aynı vücudun hangi parçası bir mahkemeyle kesilir?
Ama gelgelelim öyle kolay geçemiyoruz nefsimizden; dualarımız, zikirlerimiz nefsimizin giydirdiği libaslara sarınıp ulaşıyor Sana ne yazık. Ne büyük duaları neler için sarf ediyor, duanın bir ibadet olduğunu, rızan için yapılması gerektiğini ve semeresinin uhrevi olmasını ne çabuk da unutuyoruz.
Vekil tayin etmek, avukat tutmak yani. İşi ona teslim edip, kendi işine bakmak, sonucu beklemek, varsa bir sonuç. Faniler için yapabiliyoruz bunu, işi bir avukata devrettik mi, aman şunu şöyle yap, ya da yapma, diyemiyoruz. Sen hukuktan ne anlarsın, bırak da işimi yapayım, o kadar biliyorsan, beni niye tuttun der diye. Doktora râm oluyoruz, işine karışmaya ödümüz kopuyor ya. Ne derse harfiyen yapıyor, bir tanecik canımızı onun “onca dirsek çürüttüğü” ilmine bırakıveriyoruz. Âlemlerin tek sahibine gelince de sanki onun verdiğini, onun idame ettirdiğini, onun olanı ona vermeye korkar gibi bir yanından çekiştirmeye devam ediyoruz, tam teslim edemiyoruz işte. Seni vekil tayin ettim diyoruz demesine, zaten yaradılış bunu haykırıyor her yerde, ama hedef göstererek vekil tayin etmemiz yok mu, hala olmadı mı diye gidip gidip kontrol edişimiz, hırslanışımız, huysuzlaşmamız, ısrarımız, karışmalarımız. Ne demeye varıyor acaba şu duamız!
Oysa kimi vekil tayin ettiğini baştan söylüyorsun, Allah bana yeter, Allah bize yeter, işte ben O herşeye yetene teslim oldum, O’nun vekaletine sığınıyorum, diyorsun. Ama Allah bana yeter kısmını öyle hızlı atlıyorsun ki, derdine düştüğün o şey her neyse zaten eriyor ilk kelimede. Kiminle baş edemiyorsan, vekil tayin etmeden önce bak cümleye, zaten Allah bana yeter diye başlıyorsun.
Öyle çok üzülüyorum ki, Allah bana yeter kısmı hep gafletle söyleniyor da, vekil tayin etme kısmında bir heves geliyor sanki insanlara. Sanki ayet böyle başlamıyor, sanki Allah bana yeter, yetmiyor. Neye vekil tayin ediyoruz herşeye yeteni, düşünmüyoruz. Elbette aciziz, herşeyde onun vekaletine muhtacız, ama neden Allah bana yeter, yetmiyor bize, neden Seni vekil tayin ettim dedikten sonra sonuç kapısına koşuyoruz? O’nun vekaletine girmek değil, onu işimize vekil tutmak gibi kulluğun tam tersi bir edaya bürünüyoruz?
O’nu vekil tayin etmenin hafifliği, bu tenezzülün lezzeti niye yetmiyor nefislerimize. Annesine sığınan bebek gibi, niye o huzurda kendimizi unutmuyoruz da davanın lehimize sonuçlanması için kapıları aşındırıyoruz? Kimin işine karışıyoruz, kim için, kimimiz kim?
Ama olsun Rabbim, bakma şu perişan halimize, yine de Senden başka kapı bilmiyoruz. Şu bizi çepeçevre sarmış dünyanın kollarından kurtulup Allah bana yeter vadilerine koşamasak da, dünyanın kollarını yine Sana şikayet ediyoruz. Acizliğimiz Seni vekil tayin etmemize yarıyor, varsın bunun ne büyük lütuf olduğunu bilmeden büyüklenelim de bir de tam istediğimiz gibi sonuç bekleyelim, değil mi ki Sen cahilleri affedensin. Tenezzülünden anlamayanların küçüklüğünü örtmeyi, sonsuz büyüklüğünün keremi sayarsın hem.
Olsun, biz küçüklüğümüzden idrak edemesek de, Sen bize yetersin. Senin vekaletine bürünüp, yükü dünya gemisine bırakmanın tatlı huzurunu ver bize lütfen. Şu küçücük davalarımızı bitiriver. Sonuca koşan ayaklarımız hayra koşsun, hırslarımız lütuflarından utansın da kendini unutsun.
İyi ki varsın kerim Rabbim, amenna, Sen bize yetersin ve şüphesiz tek vekil Sensin ve vekillerin de en güzelisin.
* bkz. Kur’ân, 3:173.
06/10/2009 |
© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak