Ses

Ses, kulağın duyabileceği basit titreşimlerdir. İnsanların birbirleriyle iletişim kurmaları, duygu ve düşüncelerini aktarabilmeleri için konuşmaları gerekir. Konuşmanın temel öğesi sestir. Ses, suda oluşan dalgalar gibi etrafa yayılır. Bizler de etrafa yayılan bu sesleri kulaklarımızla işitiriz. Ses, havada yayıldığı gibi sıvılarda da yayılır. Denizde yaşayan bazı canlılar bu sayede iletişim kurarlar. Fakat ses boşlukta yayılmaz.

Teknik terim olarak ses; dilin parçalanması mümkün olmayan en küçük parçasıdır. En küçük dil birliği olup, insanların anlaşma araçlarından en önemlisi ve gelişmeye en elverişli olanıdır. Kimi zaman tek başlarına, kimi zaman da yan yana gelmek suretiyle tüm varlıkları, kavramları ve durumları karşılayan dil öğelerini oluştururlar.1

İnsan sesi, akciğerlerden gelen havanın gırtlaktaki kirişleri titretmesiyle çıkar. Gırtlaktan ağzın ve burnun dışına kadar uzanan boruya ses yolu denir. Bu yolda bulunan ses kirişleri, küçük dil, büyük dil, çene ve dudaklar sesleri oluşturan devingen organlardır.

Ses olmadan dilin varlığı düşünülemez. Ses organlarının, sesi çıkarmaya uygun şekilde yaratılışı da sesin yaratılış hikmetlerinin içerisindedir. Yani buradaki önemli vurgu, insana verilmiş olan organların sahipsiz ve hesapsız zannedilmemesi, kendisine özel bir kasıtla verildiği ve insanın da bu nimetleri ihtiyarıyla aldığı şeklindedir.

Kelam, yani konuşma özelliği, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. Bu sıfat, insanda da tezahür etmektedir. Ancak bu tezahürün insanda bazı şerait altında bulunduğu ifade edilir ve konu şöyle örneklendirilir; “Mesela, ziya, hava, gıda, savt ve sada gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.”2

Anlayarak anlamlar yüklediğimiz ses çeşidi insan sesidir. İnsanda bulunan ses aygıtının, fiziksel ve fizyolojik yönden, çok çeşitli tonlamalar, tınılar, ses bükümleri oluşturması nedeniyle gerçekten olağanüstü bir yapısı ve işlevi vardır. Onunla düşüncelerimizi, coşkularımızı ve en küçük duygularımızı anlatabiliriz. Ses aygıtının incelenmesi, bir çok müzik aletinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Hatta müziğin doğmasında en büyük pay insan sesinindir.

Ses, kelimelerin taşıyıcısıdır. Kelimeler mana depolarıdır. Manaların kendileri kadar, o manaları taşıyan sesin niteliği dinleyici kulakta dikkatleri çekecektir. Düşünceniz istediği kadar parlak olsun, eğer onu cılız, tembel, yorgun, bezgin bir sesle söylemeye kalkarsanız, o düşünce bütün parlaklığını yitirip soluk bir hal alır, matlaşır. Bu nedenle, sesimizi elden geldiğince canlı ve enerjik kullanmamız gerekir.

İnsan sesleri, seslerin oluşumunu sağlayan organların her insanda farklı farklı olması nedeniyle insandan insana farklılık arz eder. “Nev-i insanın her bir ferdine sîma, ses, etvar, ahlâk gibi daha çok latifeler ve cihazat mevcud iken, birbirine benzemeyip, her bir şahıs bir âlem olarak”3 yaratılmıştır. Onun için, ne kadar insan varsa, o kadar ses tınısı vardır denebilir.

Bizi birbirimizden ayıran sadece parmak izlerimiz değil, kişiden kişiye değişiklik gösteren yani kişiye has olan fiziksel, biyolojik ve davranışsal pek çok özelliğimiz var. Biyometrik özellikler olarak da bilinen bu özelliklere retina, damar geometrisi veya DNA yapısının yanı sıra el yazısı, imza, konuşma, ses gibi birçok örnek verilebilir. Gelişen teknoloji ile birlikte kimlik tespitinde aktif olarak kullanılmaya başlanan biyometrik özellikler suçların faillerinin bulunmasında etkin rol oynadıkları gibi anahtar veya şifre görevi de görebiliyor.

Seslerin insan üzerindeki etkisi, ilkçağlardan bu yana bilinen bir gerçektir. Bu konuda ilk sistemli fikri ileri sürenlerin, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Yunanlı filozof Pythagoras ve Çinli filozof Konfüçyüs olduğunu biliyoruz. Bu filozoflar, seslerin insan duyguları üzerindeki etkisinden bahsederek daha sonra uzun yıllar tartışılacak teorilere temel oluşturacak fikirler ileri sürmüşlerdir. Yine eski Yunan filozofu Eflatun, ideal devletinde, insanın ruhunu müzikle dinlendirmesi gerektiğini belirtmiştir. Peygamberlerin de müzikle ilişkisini anlatan bir çok bilgiye rastlamak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Davud (as) kıssası anlatılırken “güzel sesi ve etkisine” vurgu yapılır. Davut Aleyhisselam, öylesine güzel bir ses ve hoş bir eda sahibi idi ki, bütün mevcudat onun tesbihatına katılıyordu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) zaman zaman Hz. Bilal (r.a.) efendimize, güzel sesli olması hasebiyle “Erihnâ Yâ Bilâl” (Yâ Bilâl, bizi ferahlandır.) diyerek ezan okumasını isterdi.

Ezan, dünya dinleri arasında ibadete çağıran en erişilmez, en yüce ve en mübarek sesleniştir. Muhteşem ve benzersiz bir davettir. Çünkü, ezanın hikmeti sadece Müslümanları namaza çağırmak değildir. Onun yanında bütün insanlık namına, insanlığın ve kâinatın yaradılışının büyük neticesi olan tevhid ve rububiyete karşı, ubudiyetin izahına vesiledir. Bunun yerini de ezandaki mübarek ifadelerden başka hiçbir şey tutamaz.

Neil Armstrong,16 Ağustos 1969’daki Apollo 11 uzay projesiyle Ay’a ilk ayak basan pilot, astronot ve bilim adamıdır.

Neil Armstrong yaşadığı deneyimi çeşitli platformlarda kişi ve kurumlarla paylaştı. Özellikle Mısır’da 1983 yılında konuşmacı olarak katıldığı bir konferansta yaşadıkları büyük ses getirdi.

Konuşması sırasında duyduğu ezan sesiyle duraksadı ve çok etkilendi. Sesin ne olduğunu sordu ve Ay’da da bu sesi duyduğunu ve ürperdiğini belirtti. Armstrong Ay’daki yürüyüşü sırasında yaşadıklarını şu sözlerle dile getirdi: Ay’da olduğum sırada derinlerden anlayamadığım bir ses duydum. Önce kulaklarımın uğuldadığını sandım ancak sonra bu sesi fark edip titremiştim. Duyduğum ses tam bu ses, ezan sesiydi.

Özellikle söylediği bu sözlerden sonra Neil Armstrong’un Müslüman olduğuna dair görüşler ortaya atılmıştır.

En güzel ses ezan okuyan ve Kur’an okuyan sestir. Kur’an’ın nazmını bozacak derecede aşırıya gitmeksizin sesi yükseltip ahenkli bir şekilde tertil ile güzelce okumak, sünnet-i seniyyedir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz. ” Başka bir hadîs: “ Allah Teâlâ güzel sesle Kur’ân okumaya müsaade ettiği gibi, hiçbir şeye müsaade etmiş değildir. ”
Ezan ve Kur’an sesi, yaşanan dünya ile birlikte yaşanacak olan ahireti de hatıra getirir. Bu sesler insanda bütün mahlukatı sevmeyi netice verecek duygulara vesiledir. İnsanın Yaratıcısı ile bağlarını canlandıran ve hayatlandıran seslerdir. İman, insanı Yaratıcısıyla bağlantılı hale getiriyor. Ondan güç ve kuvvet almayı sağlıyor. Bu şekilde hayat güzel bir hale gelmekte ve yaşanmaya değmektedir. İman, insanın kainata bakış açısını değiştirerek ona güç kazandırır. Yani iman insanı insan eder. İnsanın insan olması ise, Yaratıcının ona verdiği nimetleri onun rızası yolunda kullanmasıyla mümkün olacaktır. Ses de bu nimetlerden biridir.

İnsan için vazgeçilmez ihtiyaçlardan birisi sestir. Allah insanı yaratırken, kendisine vermiş olduğu ses nimeti yanında, kainatın değişik mahlukatına da bu nimetten bahşetmiştir. Bundan da murat, o mahlukların Kendisini (Allah’ı) tespih etmeleri ve bu yapılan tespihleri de kalbi hüşyar olanların işitmelerini sağlamaktır.

Onun için yaratılmış her mahluk nev’inin bir bülbülü, bu zikir takdimini yapmaktadır. Bu takdimi insanlar adına ise, en güzel şekliyle, “nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî Âdemin bülbül-ü zül-Kur’anı Muhammed-i Arabî (asm)” yapmaktadır.

İnsana düşen yapılan bunca mahlukatın tespihlerine duyarlı olmaktır. Çünkü insan düşünen bir varlıktır. Mahlukatın tespihlerini, zikirlerini, dualarını okuma sorumluluğu vardır. Bir mucize olan ‘ses’ nimetini iman kulağı ile dinlemek ve onların her biri üzerindeki manaları okumak insana düşen görevdir.4

Ses, kendisine ne yüklense taşınan bir vasıtadan ibarettir. O vasıtaya manalar yüklemek insan unsuru için söz konusudur. Sesimizi Kur’an’ı okuyarak, ezanı okuyarak, Allah’ı zikrederek süsleyelim. “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız…” (İsrâ suresi, 44. ayet) Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. ( Haşr Suresi 1. Ayet)

Kainattaki ilâhî zikir programından yalnız cinlerin ve insanların gafilleri mahrum haldedir. Gafillerden olmayanlara ne mutlu…

  1. Yalçın, Cevdet, Türk Dili ve Kompozisyon , Art Yayınları, Ankara, 2001, s. 17.
  2. Nursi, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriye, s. 81.

3- Nursi Bediüzzaman Said, Barla Lahikası, s. 354.

4- Ses – Mana ilişkisi, www.risaleinurenstitusu.org/

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: