Sıkıntı ve Stres İçin Hangi Dualar Okunmalı?

Sıkıntı ve Stresten kurtulmak için #1

Sıkıntı; Günümüz tabiri ile “Stres“… 

Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir. “Çalışmadan dua eden, silahsız savaşa giden gibidir“hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen, “Her zorluğun bir kolaylığı vardır” buyruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale bulmalıdır. Sabır kurtuluşun anahtarıdır sözüne uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır.

Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız, rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır. 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

Her gün sabah akşam yedi kere, “Hasbiyallahü la ilahe illahü aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim” okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur.

La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır. “

Bir sıkıntıya düşünce, “Bismillâhirahmanirrahim velâ havle velâ kuvvete illa billâhil aliyyil azim” diyeni Allahü teâlâ, sıkıntı ve belalardan muhafaza eder.

“Rızka kavuşan çok Elhamdülillah desin. Rızkı azalan çok istiğfar etsin. Üzülüp sıkılan, la havle vela kuvvete illa billah desin”.

“Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.”

Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekil” deyiniz”

Yasin okuyanın sıkıntısı gider.”

“La ilahe illallah kable külli şey’in, La ilahe illallah ba’de külli şey’in, La ilahe illallah yebka Rabbünâ ve yefni küllü şey’in diyen sıkıntıdan kurtulur.”

“Cuma namazından sonra, İhlâs, Felak ve Nas’ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, bela ve sıkıntılardan kurtulur.”

“La ilahe illa ente, sübhaneke inni küntü minezzalimin” diyen, uğradığı beladan kurtulur.”

“Sıkıntı için şu duayı okuyun: La ilahe illallahülazim-ül-halim la ilahe illallahü Rabbül-Arş-ilazim la ilahe illallahü Rabbüs-semavati ve Rabbül-Erdi Rabbül Arşil-kerim”.

“Sıkıntıya düşen 7 defa Allah, Allahü Rabbi, lâ üşrikü bihi şey’a desin”

“Sıkıntı için, “Allah, Allah Rabbünâ lâ şerikeleh” deyin”

“Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde etmelidir.”

“Bismillâhirrahmânirrahim ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azim okumak, sinir hastalığına ve bütün sıkıntılara iyi gelir. “

İmam-ı Cafer hazretlerinin sıkıntıya düşünce, okuyup, sıkıntıdan kurtulduğu dua şöyledir: 

Yâ uddeti ınde şiddeti, ve yâ gavsi ınde kürbeti! Ührüsni bi-aynikelleti lâ tenâmü vekfini birüknike ellezi lâ yürâmü 

Anlamı şöyledir: 

Güçlükte desteğim, sıkıntıda imdâdıma yetişen, her an görüp gözeten Rabbim, beni muhafaza et, sonsuz kudretinle, bana yardım eyle!

Hasan-ı Basri hazretlerine, kıtlıktan, fakirlikten, çocuğunun olmadığından şikayette bulunuldu. Hepsine de istiğfar etmesini söyledi. Sebebi sorulunca, şu mealdeki âyet-i kerimeleri okudu:

Çok affedici olan Rabbinize istiğfar edin ki, gökten bol yağmur indirsin; size, mal ve oğullar ile yardım etsin, sizin için bahçeler, ırmaklar versin.

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, her sıkıntıdan, üzüntüden, dertten, geçim darlığından kurtarır, ferahlığa çıkarır ve ummadığı yerden rızıklandırır.

Sadaka vermek ve 70 kere Estağfirullah min külli mâ kerihallah demek, sıkıntıları giderir. Bu istiğfarın anlamı, “Ya Rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru” demektir. 

Sıkıntı için şunlara da riayet edilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

Sıkıntıları sadaka ile önleyin.

Tarak kullanmak, sıkıntıyı giderir.

Güzel koku ve temiz elbise sıkıntıyı azaltır.

Abdestten artan suyu içmek sıkıntıyı giderir.

Akik yüzük sıkıntıyı giderir.

Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider.

Sıkıntıda duam kabul olsun diyen, genişlikte çok dua etsin.

En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.

Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:

Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin.

Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.

[Doğru kılınan] Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten, günahtan] alıkoyar.

Her sıkıntının ilacı beş vakit namazı doğru kılmaktır. Namaz doğru kılınırsa bütün sıkıntıları yok eder.

Depresyon, çağımızın en sık rastlanan hastalıklarındandır. Bu hastalığa neden olan sıkıntı ya da günümüzde sıkça kullanılan deyimiyle stres, pek çok hastalığı beraberinde getirmekte, kalp hastalıkları benzeri pek çok hastalığa neden olabilmektedir. Bunun sebebi incelendiğinde, hücreler arasındaki hassas dengelerin sıkıntıdan direkt olarak etkilendiği görülmektedir. 

Örneğin bağışıklık sistemimiz bizi, kanser dahil pek çok hastalığa karşı korumaktadır. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi ancak stresten uzak bir yaşam tarzı ile mümkündür. Sıkıntı ve kuruntular olmadığında, lenfositlerimiz enfeksiyonlara, romatizmal hastalıklara ve hatta kansere karşı daha etkili bir mücadele vermekte ve başarı kazanmaktadırlar. 

Bunun için de dua ve tevekkül şarttır. Kuşkusuz Allah’a devamlı dua eden, başına gelen her olayın Allah’ın verdiği özel birer imtihan olduğunun farkında olan ve tevekkül eden bir mümin, sıkıntıdan daha çabuk kurtulacaktır. Yüce Rabbimiz’in sıkıntıları gideren ve duaya cevap veren sıfatları Kur’an’da şöyle bildirilmektedir:

O nesneler mi üstün yoksa, çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkıntısını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı? Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ne de az düşünüyorsunuz! 

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), sıkıntının hastalıklara yol açtığını şu hadisi şeriflerinde buyurmuşlardır:

“Her kimin huyu kötü olsa, kendi nefsini sıkıntıda tutar ve her kimin kederi çok olsa, kendisini hasta eder.” 

“Çok türlü kaygılanmalar, çok türlü hastalıklar getirir.” 

“Hak Teâlâ’nın yarattığı mahlûkta kaygıdan daha kötü ve daha şiddetli birşey yoktur.” 

“Hak Teâlâ şifâsını yaratmadığı hiçbir türlü dert yaratmamıştır. Her kim o şifâyı bilirse İlâç edip kurtulur, her kim bilemezse o dertle kalır. Fakat ölümün dermanı yoktur.” 

Sıkıntılı -günümüz ifadesiyle stresli- yaşam, iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı güzel ahlaktan uzak yaşamalarının sonucudur  Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat bir psikoloji ise, ancak Kur’an ahlakının yaşanmasıyla mümkündür.  Rabbimiz’in iman eden kulları için vaadi ise şöyle bildirilmektedir:

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” 

De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır…”

Aslında “kişinin hedeflerini gerçekleştiremediği, sahip olduğu güzellikleri koruyamadığı veya bu tür kayıp ihtimâllerini fark ettiğinde düştüğü ümitsizlik hâli” olarak tarif edilen depresyon, sadece bu çağın değil, tarih boyunca tüm insanlığın derdi, hatta “kaderidir” bile denilebilir. 

Zira insan yaratılış itibariyle acizdir, fakirdir, fanidir, ölümlüdür ve hayvanın zıddına bunların farkındadır da. Her şeyi isteyen, ama hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olamayan, her şeyden korkan, etkilenen, incinen ama hiçbirine gücü yetmeyen, en güzel zamanlarında bile fâni, geçici olduğunu, her şeyin bir gün biteceğini bilen bir insanın depresyona girmesi değil, girmemesi ilginçtir bence. 

Bu da çoğunlukla gaflet sayesinde mümkün olur. Korktuğu şeyleri düşünmemeye çalışır, zahiren sahip olabildikleri ile kendini teselli eder, ölümü ve ayrılığı hatırına getirmemeye çalışır. Ama bazı “tevil edilemez” olaylar gaflet perdesini yırttığında o güne dek ertelenmiş korkular, ümitsizlikler bir sel gibi benliği sarar ve depresyon gelir. 

Depresyon neredeyse insan olmanın doğal bir sonucu gibi görünmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar depresif bulguların uyku bozukluğu, yaygın sebepsiz fiziksel şikayetler, sık ağlama, gelecekten ümitsiz olma, kendine güven eksikliği, hâlsizlik, hayatından zevk alamama vb. insanların %60’ında değişik düzeylerde bulunduğunu göstermektedir. Bir psikiyatrist olarak, yeni tanıştığım insanların pek çoğunun şaka yollu da olsa “aslında benim de size görünmem lâzım” demeleri, bu gerçeğin belli-belirsiz itirafı gibi gelir bana. 

Peki bu denli yaygın ve umumî bir belâ olan depresyonla başa çıkmak mümkün değil midir acaba? Yok mudur bu acizlik, fakirlik, fânilik dertlerinin ilâcı? Vardır tabii, arayan bulur da, ararsa eğer. Zaten insanların en ziyade yanıldıkları, ilk anda çok rahatsız edici olan bu acizlik, fakirlik ve fâniliği çözümsüz zannedip düşünmemeye çalışmaları, yok farz etmeleridir aslında.

Zira bir dert açığa çıksa hâlli mümkündür, ama gözünü kapayıp kendini hayallerle avutan birisinin gerçek bir çözüm bulması tabii ki imkânsızdır. “Erkekçesine ölümün yüzüne gül, dinle bak ne ister?” ikazını dinleyen, “Evet, ben acizim, fakirim, fâniyim, bunlar beni çok incitiyor. Peki ama bu dertlerin çaresi nerede olabilir?” diyebilen insan ancak çözüme yakınlaşabilir. Bu da muhakkak ki az-çok çile çekmek demektir. Ama “zahmetsiz rahmet” yoktur ki. 

Başka türlü soralım: Depresyona girmiş ve “her şey boş, istediklerim olmuyor, ters giden olaylar beni yıkıyor, zaten sonunda öleceğiz, bu hayat çok anlamsız” diyen bir “hasta” mı, yoksa “boş ver bunları, kafana hiçbir şey takmayacaksın, ayağını sıcak tut başını serin, takma bir şey kafana, düşünme derin” diyen tesellici mi daha tutarlıdır acaba? Deve kuşu mantığı kullanan bu kişilerin “kafaları duvara çarptığında” aynı depresyon kuyusuna yuvarlanmaları kaçınılmaz değil midir? 

Aslında hepimiz “duvarları aynadan” küçücük bir odada değil miyiz? Tüm duvarlar ayna olduğundan iç içe geçmiş görüntüler bize geniş bir yerdeymişiz hissi verir ama, ufacık bir musibetin ikazı ile kafamızı çok uzak sandığımız o duvara çarptığımızda, aslında daracık bir zindanda olduğumuzu fark etmez miyiz? Hayaller uçup, uykular kaçmaz mı? En tatlı haller bile bize acı vermez mi? Kurduğumuz yalancı dünya cennetinin cilâsı her ölümle, her kayıpla, her hüzünle çatlamaz mı?

Eskide bir gazetenin magazin ekinde okuduğum bir haberi hiç unutmam. Bir grup sanatçı “felekten bir gün çalalım” diye toplanıp pikniğe gitmişler. Akşama kadar süren eğlenceyi uzun uzun anlatan yazı şu cümle ile bitiyordu: “Gün bittiğinde herkes çok üzgündü, çünkü çok güzel bir gün geride kalmıştı.” Ne garip değil mi? En güzel şeyler bile sadece yaşanırken lezzet verip, bitiminde yerine elem bırakıyor. Zira “zeval-i lezzet (lezzetin kaybı) elemdir”. 

Yine hatırlarım, gençliğimde sevdiğim takımın maçlarını radyodan heyecan ve zevkle dinlerken en nefret ettiğim şey, spikerin ikide bir “maçın son 15 dk.sı”, “son 10 dk.ya girdik” vb. demesiydi. O denli zevk aldığım şeyin az sonra sona ereceğini duymak acı veriyordu bana. Güzellikler daha yaşanırken bile, biteceklerini bilmek, o an alınan zevki bozuyordu. Zira “zeval-i lezzetin tasavvuru (lezzetin kaybını düşünmek) dahi elemdir.” 

Belki “tamam kabul, uzatma, biliyorsan bir çare öner” diyen olabilir, ama problemleri yarım yamalak dile getirip işin ciddiyetini tam kavramadan çabuk çözümler aramanın tehlikeli bir aldatmaca olduğunu unutmamalıyız. O yüzden biraz daha devam edelim bence. Ve bir genci düşünelim. Dünyalar kadar sevdiği biri var ve onunla mutlu bir gelecek hayal ediyor. Oysa fark ediyor ki “sonsuza dek beraber olacağız sevgilim” lafı tam bir yalan. Ne sonsuzu, gelecek yıla çıkacakları bile şüpheli. O denli sevdiği kişiden er veya geç bir gün ebediyen kopacak. O zamana kadar da muhtemelen hayallerine, ideallerine tam uymayan problemli, yarım yamalak bir beraberlikle yetinecek. Ve bunları görmezden gelip tüm kalbini ona bağlayıp kendini teselli etmeye çalışıyor. Nereye kadar? 

Bir de anne hayal edelim. Uğruna canını bile verebileceği evladı her an bir hastalıkla, bir musibetle karşılaşabilir. Tüm gün yanında bekçilik yapsa bile bir minicik mikrop o ciğerparesini yatağa düşürebilir, sakat bırakabilir veya ebediyen elinden alabilir. Ne yapabilir bu anne? Şefkat ateşini neyle söndürebilir? Kaybetme korkusunu nasıl unutabilir? Hangi aldatmaca ile kendini teselli edebilir? Konuşsun, cevap versin prof.lar, filozoflar! 

Ama yok! Onların diyeceği; “bunlar hayatın acı gerçekleridir, kabulleneceksin. Başka şeylerle meşgul ol, hobiler edin. Başarabildiklerine, sahip olabildiklerine bak, mutlu olmaya çalış, kendini gerçekleştir vs. vs.”

Biz de Bediüzzaman’ın ağzıyla soruyoruz: İdama mahkûm birisi, zindanın süslenmesinden zevk alabilir mi? Ebedi bir aşk isteyen bir kalbi fâni sevgiler tatmin eder mi? Dünya kadar bir cennetle ancak tatmin olan bir ruh, suyu-elektriği bile kesilebilen uyduruk villalarla kandırılabilir mi? 

Ama iman gözlüğü ile bakan bir insan için, âyetteki ifade ile “lâ havfün aleyhim ve la hüm yahzenun” geçerlidir. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

Çünkü gerçek iman sahibi, sevdiğini Allah için sever. Sevgilisi Allah’ın rahmet ve cemalinin bir yansımasıdır. Ve ebedi hayatta hiç ayrılmadan sonsuz ve huzurlu bir beraberlik yaşayacakları ümidini taşır.

Sevdikleri elinden alındığında “ayrılık geçicidir” diye teselli bulur. Şefkat ettiklerini “hayrul-hafizin” ve “erhamür-rahimin” olan Allah’ın rahmet ve korumasına emanet eder.

Kur’an’ın dersi ile musibetleri, felaketleri, hastalıkları İlâhî birer ikaz, birer keffaret-üz zünub (günah temizleyicisi) bilir.

Dünya malını, makamını kazandığında da, kaybettiğinde de “veren de O, vermeyen de” der, esas bakî mal ve mertebe olan uhrevî makamları ve ebedî sevapları hedefler.

“Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz.” deyip geçici sıkıntıları, zahmetleri hoş karşılar.

“Bu dünya bir karalama defteridir.” der, düzeltemediği pislik ve karışıklıklarla zihnini bulaştırmaz, kendi amel defterini temiz tutmakla meşgûl olur.

“Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” der, pencerelerden seyreder, içlerine girmez.

Günah, gaflet ve isyana düşmüşse bile “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.” der, daima açık olan tövbe kapısından girip yeni bir beyaz sayfa açar. Bu dünyada da hakiki huzur ve saadeti bulur. 

Sadece çağımızın değil çağların hastalığı olan depresyondan kurtulmanın yolu çağlar ötesi mesaja kulak vermektir.

Derleyen: Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

kaynaklar:

  • diyanet
  • Sorularla İslamiyet