Sırrın ölçüsü nedir?

Said Nursi hazretleri maddi ve manevi her bir uzvun, Allah’a nasıl bir pencere açıldığını  ve şuunatı ilâhiyeyi nasıl gösterdiğini  Risale-i Nur eserlerinde anlatmış ve bir latife-i Rabbaniye olan sırrın vazifesine “müşahedetullah…” şeklinde  yorumlamıştır.

Müşahede: Seyretmek ve  görmek manasındadır. Müşahedetullahtan kasıt şunu anlıyoruz. Cenab-ı Allah (c.c.) bazı gizli hakikatların seyri için insanda vedia (emanet) bırakılan manevi latifeler, marifetullahla birlikte terakki eder.  Allah ile muhatap edecek seviyeye getirip bazı sırlara vakıf eder. Adeta gözüyle o gizli hakikatleri müşahede etmiş oluyor.

Sır, bazan başkaları tarafından bilinmesi istenmez. Gerek birey, gerek aile, gerek  cemaatler, gerekse  devlet içindeki sırlar bunlar hepsi de özel sırlardır, açığa çıkarmamalıdır. Açığa çıkarılan sır, sır olmaktan da çıkar. Hz. Ali (ra) “Sır, yani içinde sakladığın şey senin esirindir. Onu ortaya çıkardığın zaman sen ona esir olursun” buyurmuş.

Sır saklamada önemli bir husus da başkalarının bize emânet ettikleri sırları saklamaktır.  Peygamberimiz (asm) ve ashabı kendilerine söylenen sırları muhafaza eder ve kimseye açıklamazlardı. Özellikle aile sırlarının korunması çok önemlidir. Sırların korunmaması münafıklık alametlerindendir. Aile sırlarını yayanların ise, kıyamette en kötü kişiler arasında sayılacağını Efendimiz (asm) haber vermiştir (Müslim, Nikah. 123-124).

Sır saklamak nasıl güzel ve faydalı bir davranışsa, bunun aksini yapmak da o ölçüde kötü ve zararlı bir iştir. Başkalarının sırrını araştırıp ortaya çıkarmak, sonra da onları ifşa etmek İslam ahlakına yakışmayan bir davranıştır.

Sır ile alakalı konumuzu özetleyen bir anekdot ile bağlamak istiyorum .

Hocanın biri  Uhud dağına uzun uzun bakıp sormuş:

Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?..
Cevap:  Yok..
Tekrar etmiş..
“Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?

Sonunda cemaat mahçup bir şekilde: “Bilmiyoruz hocam..” demişler.
       
Hoca: ” İnanın bunu ben de bilmiyorum. Aslında hiç kimse bilmiyor. Çünkü, bu asla İslam tarihinde de yazmaz, “

O  okçular kimdi?.. Öz çocukları da bilmez, hanımları da bilmez. Çünkü, ashab-ı kiram kimseye söylememiş, saklamışlardı.

Hatta yıllar sonra Cemel ve Sıffın gibi hadiselerde birbirlerine ters düştükleri halde bu sırrı kimse açığa çıkartmamış, kimse kimseye kusur atfetmemiştir.

Bu kısadan bize düşen nedir?
      
Şöyle ki: Uhud’da, Ayneyn Tepesini terk eden okçuların isimleri Sahabe arasında gizlendiği gibi, biz de birbirimizin gizli sırları öyle örtelim ki,  ahirette, Rabbimiz (cc.) kimsenin bilmediği nice günâhlarımızı örtsün inşaallah…

Birbirimizi çekiştirmek,  ‘olanı söylüyoruz..’ demek zaten gıybettir.  Olmayanı söylesek iftira olur.

Hazreti Muhammed (asm) şöyle buyurdu: ‘Birbirinize buğzetmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz’ Buhârî Edep,57

Mahşerde “Ümmetim!..” diye haykıran bir peygamberin ümmeti olarak birbirimizin  sırları ile uğraşmak bize neyi kazandırır diye, kendimizi sorgulamalıyız.

Sorgulamalıyız ki;
Hz. Vahşi ile Hz. Hamza’nın, “el ele tutuşarak” gireceği Cennette, biz de girmeye layık olabilelim….Vesselâm

17.09.2021
Rüstem Garzanlı

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: