Sosyal Depremle İmtihan Olmak

Saad bin Ebi Vakkas hazretlerinden aktarılan bir hadise göre Peygamber (sav) efendimiz, bugün Medine-i Münevvere’de  İcabe Mescidi olarak bilinen yerde secdeye kapanmış ve uzun süre öylece kalmış. Secdede uzun süre kalması, sahabeyi meraklı bir endişeye sevk etmiş. Başını secdeden kaldırır kaldırmaz, sahabeden biri “Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah ne oldu. Niye bu kadar uzun süre secdede kaldın?  diye sormuş.

Peygamber efendimiz, Rabbinden ümmeti hakkında niyazda bulunduğunu, üç  talebinden ikisinin kabul gördüğünü ama ötekine icabet edilmediğini ferman etmiş.
Efendimizin cevabı şöyledir:

“Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya, fitneye düşmemelerini) diledim, bunu bana vermedi” (Müslim, “Fiten”, 20).

O, Rabbinden, ümmetinin suya gark edilmemesini istemiş, duası kabul edilmişti; ümmetinin kıtlıkla ve açlıkla helak edilmemesini istemiş, o da kabul görmüş. Ancak ümmetinin sosyal deprem fitneye düşmemesi talebine, yazık ki ilahi cenaptan icabet edilmemiş…

Sosyal deprem fitne, imtihan demektir. Adam öldürmekten kötüdür.  Anarşi, terör, bozgunculuk, şirk, belâ ve daha başka anlamları olsa da genel olarak bölücülük ve bozgunculuk anlamında kullanılır.

Fitne; Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara ve günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir

Hz Muhammed  (sav) ümmetinin imtihanının tefrika ve fitne ile olacağı anlaşılmıştır. “Kendi aralarından” kastını  ise bugün İslam ülkelerinde açıkça görebiliyoruz.

Efendimizin ahirete intikalinin hemen akabinde başlamış ümmet-i Muhammedin fitne ile olan imtihanı. Peygamber ümmetini şii ve sünni şeklinde bölen ve bunu günümüze kadar getiren müslümanların fitneye karşı zafiyetlerinin bir neticesidir.

Fitne çıkartmak haramdır. Kur’an-ı Kerîm’de dinden saptırmak için fitne çıkaranların cehenneme atılacağı ve fitne çıkartmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve Hadis-i Şeriflerde de fitne çıkarana Allah’ın lânet edeceği bildirilmektedir.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır;

“Fitne çıkartmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara Sûresi 191. Ayet).

Peygamber  Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de;

“Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lânet etsin”

“Din, dünya menfaatine alet edilince, fitneler zuhur eder, ortaya çıkar.” buyurmuşlardır.

Müslüman, İslâm’ın güzel ahlâkıyla süslenmeli, kimseye zarar vermemeli, isyankâr olmamalı, karışıklık, anarşi/terör çıkarmamalı, kötü niyetli kimselere aldanmamalı, başkalarına kendisini kullandırtmamalı ve aklını kiraya vermemelidir. Kısaca, başkalarına zarar vermekten ve Allah’a karşı günah işlemekten uzak durmalıdır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz fitne konusunda defalarca ümmetini uyarmıştır. İşte o uyarılardan bir kaçı;

“Malı ve canıyla mücadele eden, ortamın karışmış olduğu bir zamanda bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zarar vermeyen Müslüman; mümini kâmildir.”

“Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tövbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın ve başkalarının işine karışmayın.”

“Ne mutlu! Fitne – fesada bulaşmayana. Ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene.”

“Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin ve Adem  Aleyhisselam’ın oğlu (Habil) gibi olun.”

“Kıyamet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mümin olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mümin olarak evine gelen, sabaha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan, yürümek koşmaktan daha hayırlıdır.”

Bütün bu Hadis-i Şeriflerden anlaşılan o ki; fitne kötü bir şeydir. Fitne belasının başta gelen sebepleri arasında cehalet ve dini hayatın zayıflaması vardır.

Bu gün müslümanlar arasında  her zamankinden fazla fitne tohumları ekilmeye başlamıştır Daha düne kadar zaman kardeşlik zamanı denilirken ve uzun zamandır var olma mücadelesi ile kenetlenmiş birbirinin kusurunu görmeyerek kardeşlik içerisinde aynı amaç ve maksada birlikte yürüyen insanlar arasında bu gün farklı fitneler yeşertilmeye çalışılmaktadır.

Fitne İslam düşmanlarının ümmet üzerinde oynadıkları soğuk savaş biçimidir ki; ne zaman birliğimize, bütünlüğümüze sahip çıkamadıysak ve ne zaman tehlikeleri görmezden geldiysek veya gaflete düşüp tehlikeleri görmediysek  işte o zaman fitne çukurlarında çok ağır bedeller ödedik, çok büyük acılar çektik. Kimler kurban edilmedi ki fitne belası ile. Halifeler sahabeler şehit edildi … Şu günlerde yaşadığımız fitnenin çirkin kokusu her yanı sarmış durumda. Yaşanan olaylara her geçen gün bir yenisi eklendiğinin artık hepimiz farkındayız “Her duyduğunu başkasına söylemesi kişiye günah olarak yeter” hadisi şerifinden yola çıkarak kesin bilmediğimiz konularda hüküm vermek, yorum yapmak, yazılan, konuşulan  her şeyi ağzımızda sakız gibi çiğneyerek fitneye katkıda bulunuyoruz. Unutmayalım tarih tekerrürden ibarettir. Hz. Ömer zamanında başlayan fitne hareketi sürekli tekrar ederek günümüze kadar birçok acı örnekleri ile gelmiştir. İşte İslam ülkelerinin  durumu ortada…Müslüman, müslümanı öldürüyor. Bu fitne değil de nedir? Amaç hep aynı müslümanı, müslümana kırdırmak, kardeş katili yapmak, İslam’ın olduğu her yerde, her ülkede iç savaşlar kaoslar oluşturarak emellerine ulaşmak. Seçtikleri yol hep aynı çünkü sinsi İslam düşmanlarının karşımıza mertçe çıkmaya cesaretleri yok ve hiçbir zamanda olmayacak. Ancak böyle sinsi oyunlarla bizi parçalara bölerek, gücümüzü zayıflatma neticesinde bizi alt edebilirler. Oyuna gelmeyelim, fitnelerine alet olmayalım, bölücülük, ayrımcılık yapmayalım. Ne olur uyanık olalım. Birbirimize beddua değil dua edelim. Biz beddua etmeyen bir peygamberin ümmetiyiz. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. “Allah’ım kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar” diye dua eden bir peygamberin ümmetiyiz. Fitne belasında ümmetin birbirine düşmemesi için şer odaklarının oyununa gelmemiz için, kurtuluşa selamete ermek için izleyeceğimiz tek bir yolumuz var. Kur’an ve sünnet. Hadiste buyrulduğu gibi “Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarından bir köşk verileceğine ben kefilim”diyor Kainatı Efendisi  (sav) .

Bizim  vazifemiz, evvela nefsimizi ıslah etmek, başkalarının da ıslahına çalışmak, belki de cehaletlerinden veya kötü niyetli  insanların yönlendirmesiyle kendi fikri yapısı dışındakileri kafirlikle itham eden kardeşlerimizin de kurtuluşlarına dua etmeliyiz. Bütün Müslümanlar için çok önemli olan Peygamber Efendimizin(a.s.m.) şu hadisi şerifi bizlere rehber olsun.”Ebu Hureyre’den rivayetle; Resulullah’a(a.s.m.).Ey Allah’ın resulü! Müşriklere beddua et, onları lanetle! Efendimizin cevabı çok manidar,”Ben rahmet olarak gönderildim,lanetleyici olarak değil!…”

Perde arkasında münafıklar planlar yapıyorlar, ihanet içindeler, bu aziz milletin mütedeyyin, samimi insanlarını birbirlerine düşürüyorlar. Bu gün ülkemizde  maalesef bu olaylar yaşanıyor. Bir çoğumuz bunlara alet oluyoruz. Bize söylenenlere ölçmeden, tartmadan  inanıyoruz. Araştırmıyoruz, söylenenleri mihenge vurmuyoruz. Doğru ve hak olan Mürşid de olsa insan olduğundan, bir kişi mürşidinin Kur’an ve sünnete aykırı olduğunu düşündüğü emrini sorgulamalı ve gerekirse yerine getirmemelidir. İster tasavvuf olsun ister cemaat olsun, her meslek ve meşrep mihenge tabidir. Mihenk ise Kur’an’dır, Sünnettir. Kur’an ve Sünnete aykırı bir fikir ve amel görüldüğü zaman, kim olursa olsun reddedilir. Bediüzzaman Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret eder: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. (Mihenk burada şeriattır.) Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”(Münazarat)

Söylenenleri mihenge  vuralım. Öz eleştiri yapalım. Piyasada, sosyal hayatta  silik sözler geziyor. Şer güçleri, zındıklar, münafıklar   güçlü olmamızı, kardeş olmamızı istemiyorlar…Şer güçleri bayram yapıyorlar, buna izin vermeyelim. Bunu artık anlayalım… Fitne ateşini söndürelim. Söndüremezsek millet olarak, ümmet olarak bunun bedelini  ağır öderiz… “Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lânet etsin” bu hadisi şerifi ağzımızdan bir söz çıkarken hatırlayalım. Ağzımızdan çıkan bir söz fitneyi uyandırabilir…Olaylara partiler üstü, cemaatler üstü: Kur’an ve sünnet gözlüğüyle bakalım. Kainatın Efendisinin (sav)’in  ‘Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.’ sözü rehberimiz olsun.

Peygamberimiz (sav) in “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) hadisinin ışığında fitneye karşı, tahriklere kapılmayalım herkesi sağduyuya çağıralım.

Fitne bir toplum için sosyal bir depremi andırmakta ve bütün milli ve manevi değerleri alıp götüren bir kasırga  kisvesine bürünmektedir. Bir toplumun yöneticileri için en büyük mücadele fitneye karşı verilmelidir. Ülkemizde ve İslam aleminde birlik ve beraberliğin sağlanması, huzur  ve barışın devamı için  fitnenin  önlenmesi elzemdir. Fitnenin  uyanmasına izin verilmemelidir.

Türkiye İslam aleminin umududur. “İmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya (Türkiye’ye) gelmek lazımdı; çünkü en ziyâde burada ihtiyaç var”(Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 441)”.Türkiye her açıdan İslam aleminin merkezi ve kalbi konumundadır. Merkez ve kalp bozuk olursa diğer taraflar da bozuk olur. Öyle ise tedaviye merkez ve kalpten başlamak gerekir. Bediüzzaman’ın Türkiye tercihi bu manaya işaret ediyor. Türkiye ekonomik ve demokrasi açısından ne zaman dar boğazdan çıksa; istikrar sağlansa, fitne uyandırılarak,  Türkiye’de kaos meydana getirilmek istenmektedir. İstikrar geminin denizde rotası istikametinde ilerlemesi demektir. Gemidekiler geminin rotası ile oynamamalıdırlar, geminin dibini delmemelidirler. Gemi batarsa herkes boğulur. Gemiyi batırmaya çalışanlara fırsat verilmemelidir.

Huzur ve mutluluğu   sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunan, Bediüzzamanı dinleyerek yazıma son veriyorum.

Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslamiyetlin mizacıdır, rabıtasıdır.”(Hutbe-i Şamiye)

“Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”  (Divan-ı Harb-i Örfî)

“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.”  (Şuâlar)

“Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.” (Şuâlar)

“Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.”   (Barla Lâhikası)

“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”   (Mektûbat)

Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ  noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.”  (Kastamonu Lâhikası)

“Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.”    (Emirdağ Lâhikası)

“Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzun da taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor?”  (Lem’alar)

 “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.” (Lem’alar)

“İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?”  (Mektûbat)

Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.”    (Emirdağ Lâhikası)

“Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşe çarpıştıramayız. Bu şeran caiz değildir. Kılıç harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz., Kuran ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz zira akim kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir”. (Tarihçe-i hayat)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: