Sünnet-i Seniyyenin Önemi-2

İkinci Mes’ele: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de:   ferman eder. Rivayât-ı sahiha ile Hazret-i Âişe-i Sıddîka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tarif ettikleri zaman “Hulukuhu’l-Kur’ân” diye tarif ediyorlardı. Yâni: “Kur’ân’ın beyân ettiği mehâsin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehâsini en ziyâde imtisal eden ve fıtraten o mehâsin üstünde yaratılan odur.”

İşte böyle bir zâtın ef’al, ahvâl, akvâl ve harekâtının herbirisi, nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, ona îman eden ve ümmetinden olan gafillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahut tağyir etmek isteyen) ne kadar bedbaht olduğunu divâneler de anlar.

Kalem suresindeki âyeti birkaç şekilde ele alabiliriz:

“ İnneke ” ifadesi gözle göründüğü üzere sen sabit bir ahlak üzeresin, anlamına gelir. İnne, işin hakikatli olduğunu bildirir. Yani Hz. Peygamber (ASM) ahlakın hakikatine ermiş, ahlak nasıl elde edilir bilen, buna göre ömür boyut köklü bir ahlak üzere yaşayan ve ilerleyen biri olarak göze görünüyor. Ahlkı, gözle görüldüğü için dost ve düşman herkes kabul etmek zorunda kalıyor.

“ Hulukin azîm” tabiri ahlakının kemikleşmiş, kırılmaz ve değişmez bir hal aldığına işaret ediyor. Azîm kelimesi, kemikli yapı anlamına da geliyor. Yani Hz. Peygamber (ASM) hem büyük, hem sınırları görülemeyen, hem kemikleşmiş bir ahlak sahibiydi.

“ Alâ ” tabiri Onun, ahlakı üzerinde hâkim olduğunu, ahlakının oturup seciye (karakter) haline geldiğini ifade eder. İnsan sayısız duyguların mahzenidir. Kalbin kendine has duyguları bulunuyor; ruhun kendine has duyguları mevcuttur. Kalbin duyguları fakr, sevgi ve merhamet merkezlidir. Buna mukabil ruhun duyguları acz, korku ve şefkat odaklıdır. Kalbin duygularının terbiye edilmesi, “ ahlak ” a yol açar. Ruhun duygularının terbiyesi ise “edeb”e… Ahlak, kalbin Esma-yı Hüsna’ya mazhar olmasıdır. Edeb ise, ruhun Esma-yı Hüsna’ya aynalık seviyesidir.

Kur’an, kâinattaki sünnetullahın tercümesidir. Yani fıtrat kanunlarının… Sünnet-i Seniyye bu manada kâinattaki sünnetullah kanunlarının yaşanılmış halidir. Yaşanan Kur’andır. Bu açıdan Hz. Peygamber (ASM) fıtrat düzeniyle barışık bir din getirdi; insanı fıtrat âlemiyle bütünleştirdi. Bu şekilde müminlerin hayatı, fıtrat âlemindeki İlâhî ahlakın tecellilerini, hilkatin güzelliklerini kendinde gösterecek bir şekle büründü. Ahsen-i Takvim meselesi bu noktayı anlatır. Kur’anın bildirdiği bütün hilkat ve ahlak güzelliklerini Hz. Peygamber (ASM) bizzat yaşadığı için Hz. Aişe-i Sıddîka (RA)“ Onun ahlakı Kur’andı ” diye meseleyi özetler.

Bu noktada İlâhî İradenin iki eseri olan Kâinât ve Kur’anın bütünlüğünü, Sünnet-i Seniyye ile Kur’an ilişkisinin kopmaz bağını anladığı halde sünneti değiştirmeye kalkan kişi, karşısında fıtrat kanunlarını ve Allah’ı bulur. Allah’ın dini bellidir. Fıtratta yeri olmayan bir şeyin dinde de yeri yoktur. O halde dini tağyir etmek, sünneti tağyir etmek, fıtrat düzenini bozmaya, Allah ile savaşmaya kalkışmaktır. Bu savaşın galibinin kim olacağını helak olmuş kavimler acı halleriyle bize gösteriyorlar.

Üçüncü Mes’ele: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mu’tedil bir vaziyette ve en mükemmel bir sûrette halkedildiğinden, harekât ve sekenatı, i’tidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi, kat’i bir sûrette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve i’tidal üzerine gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir. Evet, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat’i bir sûrette görünüyor. Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medâr-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi dâima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gazabiyenin medâr-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-ı kudsiye ile kuvve-i gazabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humûd ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medâr-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi dâima iffeti, âzamî ma’sûmiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ… Bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir. Hatta tekellümünde ve ekl ü şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat’iyyen içtinab etmiştir. Bu hakîkatın tafsilâtına dâir binler cild kitab te’lif edilmiştir.   sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.

Bu kısmın izahı mahiyetinde ve Üstad’ın Eski Said eserlerinden Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi isimli eserinde yazdığı ahlaka dair nüktelerin şerhini de yapan “Evrensel Ahlak ve İnsan” isimli okuyuculara tavsiye edebilirim. https://www.academia.edu/38095325/Evrensel_Ahlak_ve_%C4%B0nsan

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: