Sünnilikten Utanılır Mı?

Erdoğan’ın 2015’te İslam İşbirliği Teşkilatı’nda Bizim sünnilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim şialık diye bir dinimiz yoktur. Bizim tek dinimiz İslam’dır! sözünden neden bu kadar alındık? Belki biraz da 2008’de İran’la daha bir ‘çiçek-böcek’ olduğumuz dönemlerde söylediği şu cümleden ötürü oldu bu: Ben, ne şiiyim ne sünniyim, ben Müslümanım!

Biz bu iki cümleyi birbiriyle bağladık. Ve hayra da yormadık. Nihayetinde ‘sünnilik’ ve ‘şiilik’ üzerine yapılan saptamalar ister istemez itikadîydi ve itikad da siyaset gibi ‘Dün dündür. Bugün bugündür…’ü kaldırmazdı. Erdoğan sırf bölgesiyle ilgili olmayan bir kelam etmişti. İşin öyle olmadığının ehl-i ihtisasça hatırlatılması gerekiyordu. İnşaallah ulemamız da o işi yaptılar.

‘Sünni kimliğin geriletilmesi’ bu ülkede devr-i sabıktan beri sürdürülen bir proje. Ancak süreç farklı renk tonlarıyla yürütüldü bugüne kadar. Bu yüzden belki ‘bir bütünün parçaları’ gibi okuyamıyoruz yaşananları. Kemalizm, sünniliğin ‘şeair’ diye tabir ettiğimiz kimlik öğeleriyle savaştı, bizzat kendisiyle değil. Kuytuda yaşanan şekliyle kavgası azdı. Göze batan öğelerini istemiyordu. 28 Şubat’a kadar bu iş böyle geldi. Ondan sonra strateji değiştirdi. Şimdi sünniliğin şeairlerine doğrudan bir saldırı görünmüyor. İnsanlar ‘şeriat istemekle’ yaftalanmıyor. Fakat alttan yeni bir kaynama var. (Belki bu ‘yeni’ tabirim gözümün yeni açılmasından.) Bu defa şeairlerin üzerinde yükseldiği sahih kaynaklar-kavramlar-miras gözden düşürülmeye çalışılıyor.

Evet. Kur’an müslümanlığı(!) taifesiyle yaptığım tartışmaların, getirdiğim veya aldığım eleştirilerin birçoğunun şahidi olmuşsunuzdur. Bu arkadaşlar, ellerine geçirdikleri herhangi bir mealle/sözlükle, herbiri 14 asrın mirasına bağlı ve tecrübesiyle tasdiklenmiş olan kavramları, tefsirleri, tarifleri ve uygulamaları yerlerinden oynatabileceklerini sanıyorlar. Bununla aradıkları rıza-i ilahî de değil üstelik. Aradıkları menfaat. Seküler bir faydacılık. Modernin trenini kaçırmamak arzuları. Bunun için dinin kenara çekilip yolvermesini istiyorlar.

Kırılmanın başlanıcı şurası: Modern (m)edeniyeti sorgulamadan Ehl-i Sünnet mirasını sorguluyorlar. İstedikleri kaçak katı çıkmalarına izin vermeyen İslam âlimlerine/metinlerine düşmanlıkları Züleyha’nın Yusuf aleyhisselama düşmanlığı gibi. Erişemedikleri günahın hırsı. Düşündüklerini söyletmek istiyorlar Kur’an’a. Bu belli. Fakat azmettikleri sapkınlıkta ilerlerken peygamber varisi âlimlerin metinlerine tosluyorlar. Gerçekleşmeyen arzuları öfkeye dönüşüyor. Gömleklerini yırtmaya çalışıyorlar. Gömleklerini yırtarlarsa Yusufları gözden düşürebilecekler. Dikişte zayıflık bulmaya çalışıyorlar. Bugün sünniliğe yapılan her saldırıda bir ‘gömlek yırtma telaşı’nın izlerine rastlanmaktadır.

Bu ‘gömlek yırtma’ arzusunun bin yüzü var. Kimisi hadisleri yırtıyor. Kimisi mezhepleri yırtıyor. Kimisi mütekellimine saldırıyor. Kimisi fakihlere laf atıyor. Kimisi tasavvufla hırlaşıyor. Kimisi müstakil bazı isimlere/âlimlere tekfir derecesinde küfrediyor. Kimisi türbelere giden vatandaşlara sataşmakta. Kimisi menkıbe dinleyip ağlayan vatandaşlarla boğuşmakta. Daha kimisi… Neyse.

Yani bu millet sünni kimliğine böylesine düşkünken modern zaman hurafeleriyle kafalarının karışması olabilir görünmüyor. Bu sebeple de rastladıkları her antikaya/antikacıya düşman modern demirciler. Öyle ya: Nesne önce antika görülmemeli ki sahibi çarşısına götürmesin. Fiyatını bilmesin. Değerini öğrenmesin. Demirciye satsın. Demirci de onu eritip istediği şekli verebilsin. Modernizmin ‘değiştiremediği’ ile işi olmaz.

Nihayetinde imtihanımız siyasetimiz üzerine değil itikadımız üzerine. İttihadımız için bile olsun itikadımızı rüşvet veremeyiz. Selefimiz bize böyle bir miras bırakmadı. Ne Ebu Bekir efendim irtidad hadiseleri yaşanırken ittihad adına zekat emrinden taviz verdi ne de Ali efendim ‘hakem hadisesi’nden sonra ittihad için haricilere karşı geri adım attı. Biz böyle bir mirası teslim almadık. Biz, Ehl-i Sünnet olarak, Aleyhissalatuvesselamın Hz. Ali’ye (r.a.) şu söylediğinin mirasçısı olarak gördük kendimizi: “Ben Kur’an’ın tenzili için savaştım. Sen de tevili için savaşacaksın.” 14 asırlık pâk miras böyle oluştu.

Şimdi sanılıyor: Her tenzihte hayır vardır. Halbuki Bediüzzaman’ın mutezileye dair yaptığı uyarı gösteriyor: Tenzih sûretinde şerler de işlenir âlemde. Mutezile nasıl tenzih için beşeri Halık’ına ortak koşar oldu. Kötülüğün yaratılmasını insana verdi. Aynen öyle de, gün döndü, başkaları da güya ittihad-ı İslam için mezhepleri dinin kiri gibi görmeye başladılar. Peki aranılan rıza-i ilahî miydi? Hayır! Aslında eylenilen dinle dünya istemekti. Hayatı sırf siyaset üzerinden okumanın kem neticelerinden birisi de budur işte. Maslahatı illetle karıştırmaktır. Oysa şöyle bir birliğin sahada da olabilirliği yoktur.

Sünniliğin üzerine kurulduğu müstakim tanımlar genel kabul görmeden âlem-i İslam’da bir ittihad sağlanabilir mi? Hizbullahı ve IŞİD’i karşınıza koyup bakın. Geçmişteki harici, karmati veya mutezili örnekleri de aynıydı. Hepsinde gördük ki, gücü ellerine aldıkları anda, başkasına hakk-ı hayat tanımıyor bu bid’î akımlar. Mihne olaylarından alın günümüze hep böyledir bu durum. Peki ya günümüz modernistleri? Yahu onlar daha bugün bizi ‘uydurulmuş din müntesibi’ sayıyorlar. Yarın güç ellerine geçse kimbilir neler edecekler. Allah korusun. İşte tüm bu noktalarda 14 asırdır sınavını başarıyla veren sünnilikten başka ehliyetli kim var? O halde ondan ayıplıymış gibi utanmak niye?

Başka bir cahillik de sünniliğin şiilik gibi sonradan kurulduğu savından çıkıyor. Halbuki ne alaka? Sünniliğin ‘dava içinde burhan’ türünden gelişimleri olabilir. (Nitekim fıkıh, hadis, ilm-i kelam vs. ilimler sonradan sistemleşmiştir.) Ama davası Asr-ı Saadet’in davasıdır. Bid’at fırkaların zuhurundan sonra sahabe mesleği mirasçılarının ana/istikametli ekseni savunmalarıyla oluşmuş mirasın toplamıdır sünnilik. Eğer sünniliği de şiilik gibi sonradan teşekkül etmiş sayıyorsak o halde sahabeyi kim temsil etmiştir? Hepsi? Hiçbirisi? Cevap iki gözüken bir teklik aslında. Demek ki (hâşâ) yol kaybolmuştur(!)

Arkadaşlar, bizi birleştirecek ‘İslam şerbeti dökülmüş bir liberalizm’ olmayacak, bu da çok yanlış bir yargı. Liberalizm ancak nefisperestleri birleştirir. O da menfaatleri uyuştuğu sürece. İttihad-ı İslam‘ı, Bediüzzaman’ın tabiriyle medeniyetin ‘menfaat’ ekseninden alıp İslam’ın ‘fazilet’ eksenine oturtmak için amelimizi Ehl-i Sünnet dairesinde işlemeye ihtiyacımız var. Çünkü birlik önce kalplerin birliğidir. Kalplerin birliğiyse itikadla olur. İttihadsızlığımız itikadsızlığımızdan başımıza geliyor. Daha nasıl itikadımızı ittihada rüşvet verebiliriz! Hülasa: Mevlana Hazretlerine atfedilen şu sözle bitirmek istiyorum yazıyı: “Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

Ahmet AY – risalehaber.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: