Etiket arşivi: 15 temmuz

“Bediüzzaman’ın Aziz Hatırasını İstismar Edenlere Silleyi Tedip”

Risale-i Nur Talebeleri Arasında Büyük İttifak ve “Bediüzzaman’ın Aziz Hatırasını İstismar Edenlere Silleyi Tedip”

Risale-i Nur’u Sadeleştirme Teşebbüsü Nur Talebelerini Uyandırdı:

Hain FETÖ örgütü, Paralel Devlet Yapılanmasından (PDY) önce, Paralel Nur Cemaati Yapılanmasını (PNCY) gerçekleştirmeye çalıştı. Bediüzzaman hazretlerinin tesis ettiği nurlu hizmetin temel kavramlarını ve değerlerini gasp etti. Risale-i Nur kitaplarını, tesbihatını, medresesini, hizmetini, abisini, ablasını, şakirdini, sohbetini, çayını, çorbasını, her şeyini istismar etti. Kıymetli kavramların içini boşalttı. Bugün, insanlar dini kavramlara şüpheyle bakıyorsa ve cemaat ve hizmet denildiğinde mesafeli duruyorsa, bunun temel müsebbibi, hain FETÖ örgütünün mukaddes olan her şeyi istismar etmesidir.

Sadeleştirme meselesine ilk defa Necip Fazı Kısakürek tarafından iyi niyetle teşebbüs edilmiş fakat üstadımız buna cevaz vermemiş ve bizzat has talebelerinden Zübeyr Gündüzalp’i göndermek suretiyle bu teşebbüse mani olmuştur. Daha sonra hain FETÖ lideri bu meseleden haberdar olduğunu da anlatarak 1990’lı yıllardan itibaren gazetesinde küçük sadeleştirme denemeleri yayınlamaya başlamıştır. Bu konuda 2004 yılında gazetesinde yayınlanan bir röportajda sadeleştirme meselesini savunur. Üstadımızın o zaman hayatta olan talebeleri sadeleştirme meselesine şiddetle karşı çıktılar. Bu karşı çıkışlardan sonra Nur Talebeleri sadeleştirme meselesinin farkına varmaya ve uyanmaya başladı. Nur Talebelerinin bu uyanışı, FETÖ’nün yıkılışını getirecek müthiş bir öze dönüş ve diriliş hamlesidir.

Üstadımızın Kahraman Nur Talebeleri yapılan bu ihaneti affetmedi ve asla müsamaha göstermedi. Nur Talebeleri Risale-i Nur’un tahrif edilmesini önlemek için hizmetin aslına ve saf haline sahip çıkmaya başladı. Bu tarihten sonra, alçak FETÖ örgütü belini bir daha doğrultamadı.

İktidarın FETÖ mücadelesinde iktidara en büyük desteği veren Nur Talebeleri, bu tavırlarıyla Nur hizmetini büyük bir töhmetten kurtardı. Bu cihetiyle, FETÖ hainlerine en büyük darbeyi ilk önce Üstadımızın Talebeleri indirdi.

Gezi Parkı Olaylarında Nur Talebeleri Net Bir Tavır Koydu:

27 Mayıs 2013 tarihinde “Taksim Gezi Parkı’nda”  bir darbe kalkışması başladı. Çapulcuların başlattığı ayaklanmanın başlangıç tarihi manidardı! Kanlı bir darbe tarihi! Bu isyanın açık hedefi, “meşru olan bir iktidarı devirmek ve Recep Tayyip Erdoğan’ı indirmekti.” Masum gibi görünen bu hain amaç, isyancıları hemen ele veriyordu. Bu olayın destekçisi olan konsorsiyum içerisinde hain FETÖ örgütü baş rolde görünmese de, gizli bir lojistik sağlayan bir taşeron olarak hükümete karşı dişini göstermeye başladı.

Bu hadiseler sırasında Nur Talebeleri safını net olarak belirledi ve hainlerin karşısında ve meşru iktidarın yanında sağlam bir duruş sergiledi.

17-25 Aralık Hain Darbe Oyununu Nur Talebeleri Bozdu:

Gezi olayları yatıştırılmıştı, fakat sular bir türlü durulmuyordu. Hainler asla boş durmuyordu. Milletin parasıyla kurdukları yazılı ve görsel medya kuruluşlarında iktidar aleyhinde yazıp çizmeye devam ediyorlardı. Komplo teorileri birbiri ardına devam ediyordu. MİT tırları operasyonuyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılan iktidar hain bir darbeyle indirilmeye çalışılıyordu. Kulislerde hain FETÖ yandaşlarının darbe yapacağı haberleri dolaşıyordu. Sözde “imam” olarak geçinen “hain haşhaşiler”, esnafı dolaşarak darbe çığırtkanlığı yapıyordu.

Nur Talebeleri yapılan bu hainlikleri gördü ve bu kirli oyunları bozdu. Yapılanların alçaklık olduğunu ve meşru bir hükümeti darbe yoluyla indirme teşebbüsünün ihanet olduğunu yüksek sesle ifade ettiler. Oyun planlarının sosyal medyada deşifre olduğunu gören FETÖ yandaşları 28 Şubat tarihinde yapmayı planladıkları hain darbe girişimini 17 Aralık’ta apar topar yapmak zorunda kalıp, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.

Bu oyunu Nur Talebelerinin bozduğunu anlatan vesikalar delilleriyle birlikte 15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonuna ulaştırılmıştır. 

15 Temmuz Darbe Gecesi Nur Talebeleri Meydanlardaydı:

15 Temmuz darbe girişiminin ayak sesleri duyulurken hain FETÖ yandaşları gemi iyice azıya almıştı. Aleni olarak hükümet aleyhtarlığı yapıyorlardı. Kulislerde darbe çığırtkanlığı yapmayı bırakmışlardı ve artık meydanlarda alenen darbenin yaklaştığından bahsediyorlardı. Sözde gazetecileri ve yayıncıları iktidarı tehdit eden cüretkâr açıklamalar yapıyorlardı. Bu milletin korkak olduğundan dem vurarak, asker sokağa çıktığında herkesin korkarak evlerine gireceğini iddia ediyorlardı. Nihayet hain darbe girişimini başlattılar. Fakat bu gafillerin hesap edemediği bir şey vardı. İmanlı sinelerin göğsünü kurşunlara siper edeceğini ve adil kader programının fetvasını millet lehine verdiğini bilmiyorlardı. Bu necip ve asil millet, imanına, hürriyetine ve istikbaline sahip çıktı. Anadolu’nun yiğit evlatları “cihat” kavramını tekrar hatırladı ve meydanlara çıktı. Milletin iradesi tanklara meydan okudu. Sıcak ve uzun bir Temmuz gecesinde kadın, erkek, çoluk çocuk herkes meydanlara indi. Bankalar kapanmasın diye cevşen okuyanlar ise meydanlarda görünmüyordu.

Meydanlarda sinsi mermilere göğsünü siper ederek şehit olan Nur Talebeleri hiç te az değildi. Nur talebeleri, bir ellerinde bayrak bir ellerinde Kur’an olduğu halde nöbet tuttular ve nöbetleri reis tamam diyene kadar devam etti.

FETÖ Soruşturmalarının Hedefi Kesinlikle FETÖ Mensuplarıdır:

……….

İfade etmeye çalıştığımız bütün bu süreç incelendiğinde, Nur Talebelerinin hükümet aleyhinde tertiplenen olaylarda milletin, ümmetin ve adaletin yanında saf tuttuğu net bir şekilde görülmektedir. Risale-i Nur talebeleri, büyük bir mutabakatla “EVET” oyu kullanacaklarını kamuoyuna alenen beyan etmişlerdir.

Lider yapısının olmadığı ve “Kitabi ve İlke Merkezli Bir Cemaat” olan Nur Talebelerinin bu büyük mutabakatı, basiretlerini ve ferasetlerini göstermektedir. Doğru İslam anlayışını temsil eden ve Kur’an ve Sünnet yolunun dönmez bir müdafisi olan Nur Talebelerinin isabetli kararları, istifade ettikleri kaynağın sıhhatinin bir delilidir. Eserlerden ve üstatlarından müspet hareket dersini alan ve aklını kimsenin cebine koymayan ehli tahkik Nur Talebeleri, milletin ve ümmetin selameti için “EVET” kararında ittifak etmişlerdir.

Nur Cemaatlerinin “EVET” kararında ittifak etmesinin baş mimarı, “Üstad Bediüzzaman’ın Mutlak Vekili” sıfatıyla “Yaşayan Son Nur Kahramanı” ve “Ortak Akıl” manasının tahakkuk ettiği “Meşveret” ruhudur.

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz, “EVET” tercihinin, “Bu Milletin Prangalarından Kurtulmasının Kararı” ve bir “Vatan Millet Meselesi” olduğunu, “EVET” tercihinin kazanmasıyla terör yandaşlarını destekleyen şımarık Avrupa’ya sert bir tokat vurulacağını ifade etmekte ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hususi olarak dua etmektedir.

Bütün Nur Talebeleri, 16 Nisan 2017 Pazar günü, büyük bir mutabakatla “EVET” mührünü vuracaktır. Bu suretle, Bediüzzaman’ın aziz hatırasını ve resmini istismar ederek kamuoyunu aldatmaya çalışan “Sözde Gazetecilere” ve “Hain Terör Örgütlerine” sert bir silleyi tedip indirecektir.

Dr. Nadir Çomak – nurdanhaber.com

Amerika’yı Yeniden Keşfetmeye Gerek Var Mı?

Tarih boyunca fen veya sosyal bilimlerle uğraşan herkes geçmişten faydalanmış, kendisi de bir şeyler katmış ve yeni şeyler üreterek insanlığa sunmuştur. Geçmişin fikirleri, deneyimleri günümüze böyle gelmiştir. Bazen geçmişte doğru kabul edilen şeylerin yeni araştırmalarla yanlış olduğu da ortaya çıkmıştır. Ama bazı olaylarda durum öyle değildir, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok”tur.

Bir olayı önceden görmek, sakıncalarına herkesi inandırmak ve tedbir almak her zaman mümkün olmaz. İsteseniz de bazen yapamayabilirsiniz. Nitekim Gülen hareketi olayında da böyle oldu. Çok önceden bu harekete temelde karşı olanlar bu hareketi kötülerken, 60 lı yıllardan itibaren ülkemizde etkili iktidar veya muhalefetteki bütün siyasetçiler tarafından ise korundu, kollandı ama 2002 yıllarından itibaren de daha etkili konuma geldiler. Ancak sonra yollar ayrıldı ve iktidar ile “Gülen hareketi” birbirlerine karşı savaşa başladılar. Her iki tarafa da yakın olanlar önceleri yaşanan olaylara iktidarla Gülen hareketi arasında bir anlaşmazlık olarak baktı, zamana bıraktı ve düzeleceğini umdu. Ama bu iyi niyetli öngörüler gerçekleşmedi.

Nur talebeleri arasında, bu sitede veya başka sitelerde onlara hüsnü zanla bakanlar, makale yazanlar, röportaj verenler olduğu gibi, sessiz kalanlar veya baştan beri duruşunu hiç bozmadan karşı olanlar ve onları baştan beri Nur hareketinin dışında görenler de vardı.

Bu hareketin amacı 40-50 yıl gibi uzun yıllar içinde değişmiş, şimdi adı bir terör örgütü, “FETÖ” olmuştu. Siyasal iktidar bundan sonra onları terör örgütü olarak görerek mücadeleyi artırmıştı. Herkes kendi yaşadığı yıllara göre bu harekete bakmış, öyle değerlendirmiş olduğundan bu yeni ismi uzun zaman kabul edememişti. Evet burada her kesimin, kendi yanılgıları yatıyordu. Yıllarca bu hareketin içinde bulunan bazıları kopmaya başladı bazıları hala devam ettiler. Kafalar karışıktı. O cemaatten nemalanan kim yanıldığını kolayca itiraf edip kabullenebildi? Kim gururunu kırıp, “evet ben de yanıldım” diyebildi? Hatta hiçbir menfaati olmayanlar varsa eğer, ben yanıldım diyebildiler mi?

Siyasal iktidar bundan sonra onları terör örgütü olarak görerek mücadeleyi artırmıştı. En son ülkemiz 15 Temmuz da 2016 FETÖ tarafından organize edilen başarısız bir darbe girişimi yaşadı. Cumhurbaşkanının halkı sokağa çağırması, ihtilalcilere karşı koymalarını ve milli iradeye sahip çıkmalarını istemesiyle de halk, parti gözetmeksizin buna karşılık verdi, ölümü göze alarak sokaklara çıktı. Uçaklardan, helikopterlerden atılan mermilerden şehit oldu, gazi oldu, kimisi tankların altına yattı kimisi de tankların üstüne çıktı. Bu milletin 237 evladı şehit, 2191 evladı da gazilik mertebesine ulaştı.

Darbe teşebbüsün ardından 4 ay gibi bir zaman geçti, şifreli haberleşme ağları ele geçti, birçok itiraf oldu, örgüt çözüldü, abiler ablalardan bir kısmı yurt dışına kaçtı. Binlerce kişi kamudan atıldı, darbeye katılan asker, polis ile onları maddi olarak destekleyen işverenler tutuklandı. Her gün yenileri bu konvoya ekleniyor.

Siyaseten ve hukuken ciddi adımlar atılması gerekirken, 15 Temmuz öncesinde maalesef atılamamıştı. 15 Temmuzda ortaya çıktı ki onlara hüsnü zanla bakan herkes yanılmıştı. Herkesin bugüne gelmekte suçu vardı, kiminin az, kiminin çok. Ama bunu ölçmeye kalkışmanın hiç faydası yok. Evet yanıldık deyip artık ileriye bakalım.

Depremde bazı evler yerle bir olurken bazılar da zarar görür. Bu hareket ülkemizde sosyal bir deprem yaşattı. İslami bir kanaldan gelip FETÖ adı verilen örgüte evrildiği için bu ülkede yaşayan bazı kimseler, siyasetçiler, sol aydınlar veya bazı ilahiyatçılar(!) şimdi FETÖ dışındaki dini cemaatlere hem baskı yaptırmak için gayret gösteriyorlar hem de kamudan işlerine son verilen Fetöcü personellerin avukatlığını yapıyorlar. Aynı zamanda devlet dairelerinde çalışan personel arasındaki çeşitli cemaatlere mensup kişileri hedef tahtasına koydurup onları kamudan çıkarttırma gayreti gösteriyorlar.

Hukukta suçlar bireyseldir, kişi suçlu olduğu kesinleşene kadar masumdur. FETÖ örgütü için çalışan, maddi manevi onu destekleyenler ile onlarla yakından uzaktan ilgisi olmayan diğer cemaatlerin ne suçu var? Gülen hareketi bir terör örgütüne dönüştüyse başka bir cemaate bağlı olmak  niçin suç olsun? Devlet eyleme bakar, kimin eylemi suç ise onu cezalandırır, kim o suça ortak olmuşsa onu cezalandırır, kimseyi potansiyel suçlu olarak göremez.

Biz Müslümanlar için Kur’an’dan sonra sünnetler gelir. “Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” hadisinin ışığı altında başkasının değil kendisinin ferasetine bakmalı, geçmişe dönüp, Gülen hareketinin bugünlere gelmesinde, FETÖ’ye dönüşmesinde kendisinin maddi manevi bir desteği olup olmadığını sorgulamalı. Bir katkısı olmuşsa hem Allah’dan, hem de şehitlerin ailelerinden, gazilerden af ve özür dilemekte acele etmelidir, yoksa tarih yine tekerrür eder değil mi?

Biz bu depremi yaşadık başka ülkeler bize iyi baksınlar, özellikle FETÖ örgütünün açtığı okullar, işyerleri o ülkenin geleceğini karartabilir. Çünkü FETÖ artık yalnız değil, onun arkasında bazı devletlerin gizli servis örgütleri var. Nerden mi anladık? Bu kadar sinsilik, bu kadar gizlilik, onca yıllar kendi belli etmeden takiyye yapmak bir kişinin aklı olamaz. Onların işleri önce ülkede bazı insanlara güven sağlanması için her türlü desteğin verilmesine çalışmak, ona güven sağlanınca devleti ele geçirmek için insanlarını devlete yerleştirmek ve vakti gelince ülkede huzursuzluk çıkarmak ve mezhep savaşlarını körüklemek, terörle ülkeyi kana bulamak, sonunda ülkeleri işgal etmek ve kendilerine hizmet edecek olan köle idarecileri seçtirmek veya ihtilalle başa getirmek.

Bu ortak akılla yapılan uluslar arası bir proje, ilk önce bizde denendi. Böyle projelerde önce hainler kullanılır zamanı gelince sonra feda edilir. Çünkü onlar yarın efendilerine de ihanet ederler.  Elbette vatanına, milletine, inançlarına ihanet edenlere güvenilmez. Peki onları ülkelerinde saklamakta ne zamana kadar devam ederler? Projeden tamamen ümit kesince.

Bu devletler kim mi? Yurt dışına kaçanların yaşadıkları ülkelere bakın, onları geri vermemek için ipe un serenlerin izini takip edin, onları buldunuz mu? Kaç ülke?

Bu ülke bizim tarihteki 16. devletimiz, bu vatanın her karışı bizim atalarımızın kanıyla sulanmış. Bu ülkeyi bizlerin de kanımızın son damlasına kadar koruyacağımızı 15 Temmuzda gördünüz. Biz buradayız, bekleriz.

Ey emperyalistler geleceğiniz varsa göreceğiniz de var. Vatan şairinin sözleriyle size sesleniyoruz:

Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin

Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten

Dr.Selçuk Eskiçubuk

Bu “Galiz Kinin” SEBEBİ NE?…

Evet, herkes 15 Temmuz darbesiyle ilgili birbirinden ilginç hatıralar anlatıyor. Neredeyse herkesin anlattıklarının birçok ibretlik veya hatıra yönü var.Her haber dinleyişimde bu hatıralardan duygulanıp ağlıyorum. Anlatılanlar elbette birtakım gerçeklere, akıl ve mantığa dayanıyor. Fakat semtimizden çok saygın bir gencin anlattığı şu mantıksız hatıra beni hem çok şaşırttı hem de üzdü… Arz edeyim:
-15 Temmuz Darbe girişimi henüz başlamıştı. Millet şaşkın, “acaba neler oluyor” diye meydanda birbirilerine soruştururken, uzaktan bir kadın sesi duyduk,“inşallah darbedir de şu Tayyip’ten kurtuluruz” diye nara atmıştı.  Sonra o sesin geldiği tarafa koştuk ve “kim o inşallah darbedir diyen!” diye bağırarak çok araştırdık, fakat kadınlar içinde o kişi bulunamadı… ..demişti.

Bu olay bana anlatıldıktan sonra çok düşündüm.

Yetişkin bir kadın sesi olduğuna göre elbette ya çok çok cahil birisiydi. Veya kurusıkı doldurulmuş bir militandı. Ya da darbenin ne demek olduğunu, yani aylarca, yıllarca süren kahredici sıkıyönetimler, yokluklar ve baskılar yaşanacağını bilmiyordu. Ve darbenin binlerce masum canlara mal olacağını, hatta kendi sevdiklerinden bile birçoğunun faili meçhullere götürüleceğini, bütün yatırımların ve turizmin duracağını ve ülkemizin her yönden 50 sene gerilere götürüleceğini bilmiyor ve düşünemiyordu. Ya da memleket umurunda olmayan bir haindi…  Her neyse!

Ben bu arkadaşa, “şayet o kişiyi bulsaydınız, ne yapacaktınız?” diye sordum. Bana dakikalarca ve hararetle anlattıklarını da sizlerle paylaşmak istiyorum.

– Önce; “Bacım, Belli ki darbenin ne kadar çok kötü bir şey olduğunu bilmiyorsun. Fakat senin, Sn. Erdoğan’a olan bu kininin sebebi nedir?Erdoğan sizin şahsınıza bir şey mi yaptı ki? ..diyecektim. Sonra, devamla:1994’ten önce bir nevi KERBELA gibi olan, hatta o günkü medyanın “20 senede bile bu İstanbul’un SU sorunu halledilemez” diye manşetler atıldığı bir zamanda, tüm İstanbul’u, 8-10 ay içinde susuzluktan kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun?..diye soracaktım…

Cadde ve sokaklarımızı dağlar gibi yığılan çöplüklerden kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.

– Gece 01:00 veya 02:00’lerde hasta hanelerde ilaç yazdırma kuyruklarından, hasta hane pisliklerinden, ilgisizliklerinden, ilaçsızlıklardan, muayene için aylar süren uzun vadeli randevulardan, rehin alınmalardan ve özel hasta hanelere milyonlarca lira para harcamalardan bizleri kurtardığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diye haykıracaktım.
– Toplu taşımalarda sizi ve bizleri yığın yığın, üst üste gitmekten kurtardığı için mi, yoksa hayal bile edilemeyen “deniz altından Marmaray ile 4 dakikada kıtalar arası geçişlerisağladığı için” mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.
– Türk liramızın hiçbir ülkede değeri olmadığı halde, Ekonomi Profesörü Başbakanlarımızın “Paradan üç sıfır atarsak, enflasyon %100’leri bulur ve mahvoluruz” dediği halde, tam ALTI sıfır atmasına rağmen, her şeyin daha iyi olduğunu gördüğün için mi ona kin tutuyorsun? ..diyecektim.
– Heronları, yani insansız hava araçlarını İsrail’den almaya mahkum olan ülkemizde, kendi insansız hava aracımızı yaptırdığı için mi, çeşitli Tanklar, helikopter, zırhlı araçlar, füzeler vs silahları yaptırdığı için mi ona kin tutuyorsun? ..diye haykıracaktım.
– Tüm dünyanın Ekonomik krizlerde boğulduğu bir zamanda, ülkemizi hafif sıyrıklarla, yani o krizden ülkemizi teğet geçirdiği için mi ona kin tutuyorsun? ..diyerek belki de yüzüne tükürecektim.
– 26 Adet hava alanı, binlerce viyadük, mevcudun üç katı DUBLE yol ve tüneller, dünya harikası Orhangazi köprüsünü, Yavuz Sultan Köprüsünü yaptırdığı için mi, yoksa Kanal İstanbul, 3. Hava alanını, boğazın altından üç katlı TÜP GEÇİT, vs. MEGA projeleri başlattığı için mi, her türlü engellere rağmen ülkemizi şahlandırdığı için mi ona kin tutuyorsun? Yahu kardeş, bunlar için Erdoğan’a ŞER GÜÇLER ve din düşmanları kin tutuyor, ..diyecektim… ..derken, ben kendisini durdurdum.

– Çok haklısın ama sakin olmalısın kardeşim.Eninde sonunda onlar da bu anlattığın gerçekleri görmeye başlayacaklar. Aslında senin şu saydıklarına bizler de “nankörlük yapılmaması gereken yüz tane güzel icraat” daha ekleyebiliriz. Aslında bizim yapmamız gereken; Yüce Rabbimize, A’rafSuresi 155. Ayette tarif edildiği gibi: “Allahım, içimizdeki beyinsizler yüzünden, bizleri helak etme!” diye niyazlarda bulunmaktır.

Bu nankörlerin ıslahı, gerçekleri görmeleri ve uyanmaları için dualar etmektir. Onların islah olup bizlere katılmaları, kahrolmalarından daha iyidir. Onlara; ‘bu asırda dört dörtlük insan bulunmadığı gibi, dört dörtlük bir hükumetin de bulunmasının mümkün olmadığını’ anlatmalıyız. Mevcudun en iyisini yıpranmaktan ve yıpratılmaktan mutlaka korunması gerektiğini anlatmalıyız. Hükumetlerin yıpratılmasının, TÜM şer güçlerin ve ülke düşmanlarının en çok istedikleri ve pusuda bekledikleri bir durum olduğunu açıkça izah etmeliyiz, diye nasihat ettim…

Şimdi şu kardeşimizin o nankör kadına haykırdıklarını, aslında tüm FETÖ nankörlerine de haykırmak lazım. Acaba yukarıda sayılanların hangisi şu FETÖ hainlerinin menfaatine değildi? Bu akıl almaz nankörlük, kin ve nefret niçin?…
Üstelik de şu FETÖ nankörlerine, ‘dershane yolsuzlukları, soru-cevap çalmalarıyla reva görülen haksızları ortaya çıkıncaya kadar ve sinsi sinsi dinlemelerle dış şer güçler için casuslukları ortaya çıkıncaya kadar’, bu iktidar tarafından her istedikleri verilmedi mi?…
Peki, bütün bunlara rağmen, sizce şu FETÖ’cülerin nankörlüklerinin ve kinlerinin sebebi ne olabilir? (Cevabi YORUM ekleyebilirsiniz.) Araştırmaya ve gerçekleri öğrenmeye değmez mi?… Bu gerçekleri öğrendikçe, FETÖ’YE karşı hayret ve nefretiniz kat kat artacak…
A.Raif Öztürk
risale ajans

“-Biz emir kuluyuz, ne yapalım?”

15-16 Temmuz 2016’daki, başarısız askerî darbe teşebbüsü ile ilgili olarak medyada yer alanlardan birinde “Darbe girişimi sırasında Yeşilköy Havalimanı’nda yaşananlara tanık olan radyo programcısı Kenan Bölükbaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, darbeci askerler tarafından çalıştığı TRT binasının işgal edilmesinin ardından hemen harekete geçtiğini söyledi. TRT binasından silah zoruyla çıkartılan çalışma arkadaşıyla Ataköy’deki evinin yakınında buluştuklarını ve havalimanına gitmek için yola çıktıklarını belirten Bölükbaş, yaşadıklarını şöyle anlattı: Ara yolda askerî zırhlı araçla karşılaştık. Buradaki askerlere tepki gösterdik. Bu askerler bizim tepkimiz üzerine ‘-Biz emir kuluyuz, ne yapalım?‘ diye kendilerini savundu.” deniliyordu.
“Emir kulu olmak”, acaba o askerin yaptığı gibi çok yanlış bir işe katılmanın mazereti olabilir miydi?
“… Bediüzzaman birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri doğru uzatarak, “Paşa, Paşa! İslâmiyette imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur” der.” (Risale-i Nur Külliyâtı, Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı).
Peygamberimiz (s.a.v.) dünya hayatının son anlarında da namazın ehemmiyeti üzerinde ısrarla durmuş olmasına rağmen, günde beş vakit namazı kılmayanların asker veya sivil bir şahsın onları namaz kılmaktan menetmesi üzerine “Biz emir kuluyuz, ne yapalım?” diyerek namaz kılmayanları kolay anlaşılır bir şekilde ikaz için  askerlikteki içtimalara katılmanın askerlikte en mühim vazife olduğuyla kıyas yaparak “Biz, Hepimiz Allah’ın Askerleriyiz” başlıklı bir yazı yazmıştım ve bu yazım 11 Temmuz 2016 tarihinde www.nurnet.org sitesinde yayınlanmıştı.
15-16 Temmuz 2016’daki çok dehşet verici askerî darbe teşebbüsünde, kanunsuz emirlerle 239 vatan evladımızın kendi milletinin askerleri ve silahları ile öldürülmesi, yüzlercesinin yaralanması ve sakat bırakılması üzerine, bu defa da askerlikte emre itaat mevzuundan bahsederek, “kanunsuz emre” itaat edilmemesi gerektiğinden bahseden “Hangi Emre İtaat Edilmez?” başlıklı bir yazı daha yazmam icabetmiş ve bu yazım da 20 Temmuz 2016 tarihinde gene www.nurnet.org sitesinde yayınlanmış; ayrıca tarafımdan facebook ve twitter sayfalarıma da her iki yazımın linkleri konulmuştu.
Bahsettiğim bu yazılarımdan, kanunsuz emre itaat edilmemesi gerektiğinden bahseden “Hangi Emre İtaat Edilmez?” başlıklı olan ikincisinin sonunda, Bediüzzaman’ın Münâzarât adlı eserinde yer alan ve İkinci Meşrutiyetten sonra Şark aşiretleri mensuplarıyla konuşmalarında söyledikleri olmasına rağmen genelleştirilmiş olarak nazar-ı itibara alınması gereken o yazımın konusuyla da  doğrudan ilgili, çok mühim şu cümleler yer almıştı:
“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ‘ayranım ekşidir’. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.”
              15 Temmuz 2016 gecesinde başlayan ve 16 Temmuz sabahına kadar devam ederek 239 şehit ve yüzlerce yaralı ve sakat gazi vatandaşımızın olduğu o menfur darbe teşebbüsünden sonra geçen bir aydan fazla zaman içerisinde, hergün o olaylarla ilgili olarak medyada çeşitli neşriyat yer aldı. Tümünü takip etmem mümkün olmadığından, bahsedilmiş mi, ne şekilde bahsedilmiş olduğunu söyleyemiyorum; fakat o olayların en mühim sebeblerinden birinin, Bediüzzaman’ın yukarıda iktibas etmiş olduğum sözlerine uygun hareket edilmemesi de olduğuna, daha iyi anlaşılıp uygulanabilmesi için, tekrar dikkati çekmeyi gerekli ve faydalı buluyorum.
Bediüzzaman’ın o sözleriyle ilgili olarak, şu soruların cevabını verebilmek ihtiyacı bulunmaktadır:
1 – Bediüzzaman’ın bir sözün kabulü ve ona uyulması mevzuunda çok mühim ölçü olabilecek o sözlerindeki gibi, “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür”  ise,  hiç kimse  ‘ayranım ekşidir’ demezse; biz onun “mihenge vurmadan almayınız” tavsiyesine uyarak almak, (İslâm dininin temel kaynakları hariç), falan veya filan kişi söylediği için o kişiyehüsn-ü zannımızla sözlerinin “tamamını kabul etmek” halinden nasıl uzak kalabileceğiz?
2 – “Müfsid” olması mutemel veya “bilmediği halde ifsad eden” o kişinin  ifsadıyla hatalı davranışlarda bulunmaktan ve büyük günahlara girmekten kendimizi nasıl muhafaza edebileceğiz?
3 – Onun “her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz” tavsiyesine uyabilmek için kullanabileceğimiz “süzgeç” ve “yasakçı”yı  nasıl temin edip kullanabileceğiz?
4 – Bize söyleneni “süzgeç”siz ve “yasakçı”sız doğrudan “kalbimize sokmadan” önce hayal âlemimizde bekleterek, ”mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız” (o sözü söylemiş olana) “reddediniz gönderiniz.” tavsiyesine nasıl uyacağız? Bu tavsiyeye uyarken kullanabileceğimiz ”miheng” nedir?
Bediüzzaman’ın iktibas ettiğimiz o sözleriyle bize vermiş olduğu ve iyi anlaşılıp iyi uygulanması gereken ders, “hakikî insanlığın özünü teşkil eden hakikî İslâmiyetin öğrenilip yaşanması” dersidir; gayrimüslim Batı kaynaklı “Davranış Bilimleri” kitaplarında ne yazarsa yazsın; aslında Bediüzzaman’ın o sözleri bir insana lâzım olan gerçek “Davranış Bilimleri”nin de mevzularından birinin mutlaka nazar-ı itibara alınması gereken çok kısa bir özeti sayılır.
Allah’ın bizden ne istediğini O’nun kelamını anlayabilmek için rehberimiz olan Peygamberimiz’in (s.a.v.), bazı hadislerinin lafızları az, manâsı ise çok geniştir. Hadis âlimleri o geniş manâya işaret ederler; bazı Müslümanlar ise, o mevzuda ehliyet sahibi olmadıkları halde, o hadislere kendi düşünce ve temayüllerine göre vermeğe cüret ettikleri manâları savunmaya teşebbüs ederler (!).
İlim mevzuu çok mühim olduğundan ve mahiyet itibariyle her şey ilme bağlı olduğundan, bilhassa bununla ilgili hadislerin manâsının saptırılmağa çalışılmasına karşı da çok müteyakkız (uyanık) olmak gerekir. Müslüman genç kız ve kadınlarda başörtüsü hem farz ve hem de şeâir-i İslâmiye’den (İslâm’ın işaretlerinden) olduğu için, İslâm’a karşı olanlar İslâm’ın Müslüman genç kız ve kadınlardaki bu işaretine ısrarla karşı çıkmışlar ve ülkemizde elli yıl kadar bunun mücadelesi devam etmiş; ancak son yıllarda Müslümanlar lehinde neticelenebilmiştir.
12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, “darbe yönetimi” başörtüsü yasağı getirebilmek için Diyanet İşleri Başkanlığından fetva istemek cüretinde bile bulunmuş; fakat Din İşleri Yüksek Kurulu çok takdire değer mufassal ve müdellel bir raporla İslâmın bu işaretini savunarak, darbe yönetiminin bu teşebbüsünü akim bırakmıştır.
Başörtülü öğrencilerle ilgili yaklaşık elli yıl boyunca yaşanmış olaylar kitaplar haline getirilmiştir; burada elbette tümünden bahsetmeğe imkân yoktur. Fakat, Bediüzzaman’ın yukarıda nakledilen, bir sözün kabul edilip uygulanması ile ilgili sözlerine misal olarak sadece çok tipik iki olaydan bahsedilecektir:
12 Eylül 1980 askerî darbesi sonrasında kurulan Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) ilk başkanı çocuk hastalıkları mütehassısı bir tıp doktoru olmasına rağmen, başörtülü kız öğrencilerin üniversiteye devamı mevzuunda,“İlim öğrenmek her Müslüman üzerinde farzdır” (Hz.Hasan’ın rivayeti) hadisinin manâsı üzerinde şöyle bir saptırma yapmağa çalıştığı medyada yer almıştı. “Başörtülü genç kızlarımız ‘İslâm’da kadınların başını örtmesi farzdır’ diyerek, üniversitede başörtülü olarak okumak istiyorlar. Bir hadiste de “İlim öğrenmek her Müslüman üzerinde farzdır” deniliyor. Kızlarımız, iki farzdan birini yapmak zorunda kalırlarsa, ‘ilim öğrenmek’ farzını yapmalarını ben kendilerine tavsiye ederim.” (?)
 İslâm’da mükellef olunan fiillerin sıralamasında üstte ve ‘farz’ olarak bulunanla, onun altında yer alan ve farz değil de ‘sünnet’ olanı birlikte yapmak imkânı olmadığı takdirde, farz olan yapılıp onunla birlikte yapılamayansünnet terk edilebilir; fakat iki farzı birlikte yapmak imkânı olmadığında, farzlardan birini terk etmeğe müsaade edilmez.  O YÖK Başkanı, belki “İlmihal”inin bu kaidesini bilmediği için, yanlış fetvacılık yapmış; onun o yanlış fetvasına da, bazı tesettürlü kızlarımız “İlmihal”lerini iyi bilmedikleri için uyarak, tesettürsüzlükle haram işlemek suretiyle üniversite öğrenciliğine devam etmişlerdi.
Bu mevzuyla ilgili bizzat yaşadığım diğer bir olay da şöyleydi. Risale-i Nurlar’ın telif edildiği çok mühim bir mekan olan Barla’nın kayıtlı nüfusunun 2000 altına düşmesi sebebiyle belediye statüsünden çıkarılmasından önce, her yıl yaz aylarının ortasında kutlanan “Barla’lılar Günü”ne birkaç yıl üst üste ben de iştirak etmiştim. O günlerden birinde, profesör bir akademisyenle Barla’dayken, yanımızda bir otobüs durdu ve içinden otobüsün tüm yolcuları, üniversiteli oldukları anlaşılan 40 kişi kadar kız indi. Onların büyük ekseriyeti tesettürlü olmakla beraber, aralarında tesettürsüz olanlar da vardı. Onlar da Barla’yı ziyarete gelmişler; namaz, yemek vd ihtiyaçları için otobüsten inmişlerdi. Yanımdaki profesör akademisyen arkadaşım onlara beni işaret ederek:  “Bir toplantı yeri ve saati tesbit edin de, bu profesör arkadaşımız size bir konuşma yapsın” dedi.
Barla’da, kendim talep etmeden karşılaştığım bu emrivaki ile, tesbit edilen yer ve saatte yaklaşık 40 kişilik o üniversiteli kız öğrenci grubuna bir konuşma yaparak, onlara “söylenmesi gerekenler” olarak düşündüklerimi söylemeğe çalıştım.
Konuşmamı tamamladıktan sonra aralarından siyah başörtülü bir tane kız öğrenci bana bir sorusu olduğunu söyledi ve:          “-Başörtülü olarak üniversiteye devamımıza üniversite yönetimi izin vermiyor; kendilerine danıştığımız ‘abilerimiz’ bize ‘-Başörtüsü ile üniversiteye devam etmek hususunda israrlı olmayın; üniversite yönetimi başörtüsüyle üniversiteye devamınıza izin vermiyorsa, başörtüsüz olarak devam edin’ diyorlar. Siz ne dersiniz?” diye sordu.
Ben hayretle karşıladığım o sözlere cevaben ve özetle, Müslüman genç kızlar ve kadınlarda başörtüsünün İslâm’ın kesin ve farzı-ayn emirlerinden olduğunu, üniversite tahsili yaparak öğrendikleri ilimlerin öğrenilmesinin ise farz-ı kifaye olduğunu, tahsil ettikleri o ilim sahiplerinden, içinde bulundukları İslâm toplumunun ihtiyacını kemiyet ve keyfiyetçe karşılayabilecek kişi varsa, o ilmi tahsil etmelerinin kendileri için farz-ı kifaye sayılacağını ve o ilmi tahsil etmeleri için kendilerine farz-ı ayn olan tesettürü terk etmelerinin caiz olamayacağını kaynaklarından bahsederek anlatmaya çalıştım. O sözlerimden sonra “abiler”’inin sözlerine mi, benim sözlerime mi,  kaç tanesinin uyarak hareket ettiğini bilmiyorum. “Abileri”nin kız öğrencilere o sözlerinin, Bediüzzaman’ın yukarıda iktibas ettiğim sözlerine aykırı olarak hiç süzgeçten geçirmeden, duydukları kişiden aynen alıp kabul ettikleri ve o kız öğrencilere aktarmış oldukları  anlaşılıyordu.
Komutanları tarafından aldatılarak veya kendi iradeleriyle kabullenerek 15 Temmuz 2016 gecesi başlayıp 16 Temmuz 2016 sabahına kadar devam ettirilen askerî darbe teşebbüsü, içinde yer almış rütbesiz ve rütbeli tüm askerî personel için çok mühim bir imtihan olmuş; o askerlerden bazıları bu imtihanı kazanmış ve çok büyük mükafat almaya namzet olurken, bazıları da bu imtihanı kaybederek çok büyük ceza almaya namzet olmuştur.
Mükafata ve cezaya namzetliği çok büyük olan 15-16 Temmuz 2016’daki bu mühim imtihan konusu da aslında en mühim yönüyle, hayatımızda karşılaştığımız her imtihan mevzuunda olduğu gibi, bize İslâmî davranışı öğreten ve farz-ı ayn olan “İlmihal”imizi iyi öğrenip onu hayatımızda iyi uygulamakla birinci derecede ilgiliydi.
Bediüzzaman, İkinci Meşrutiyetten sonra Şark aşiretlerinde yaptığı ve yukarıda iktibas ettiğimiz vecîz ve muhataplarının en kolay anlayabileceği konuşma şekliyle de aslında, yukarıda naklettiğimiz “İlim öğrenmek her Müslüman üzerinde farzdır” (Hz.Hasan’ın rivayeti) hadisinin manâsı içinde yer alan “İlmihalini iyi öğrenmek ve onu hayatına iyi tatbik etmenin” lüzumuna ve önemine vurgu yapmıştır.
Bu durum karşısında, sözün burasında çok mühim ve anahtar hükmünde bir nefis muhasebesi sorusunu kendimize soralım:   Acaba bizim için farz-ayn olan “İlmihal”imizi ıyi biliyor ve karşılaştığımız her durumda onu iyi uygulayabiliyor muyuz?
               “-Biz emir kuluyuz, ne yapalım?” diyerek sivil veya askerî bir şahsın emrini yerine getirirken, bütün âmirlerin (emir verenlerin) ve kumandanların üstünde “Kumandan-ı Akdes” (En Kudsî Kumandan) olan Allah (C.C.) ve O’nun “Yâver-i Ekremi” Resululllah (s.a.v.)’den bize gelen emirlere, diğer tüm emirlerden daha fazla önem ve öncelik vererek “emir kulluğu”muzu yapıyor muyuz?
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Darbe Gecesi Abdestli Millet…

Mehmet Abidin Kartal

“Temizlik imanın yarısıdır.” Diyor, Efendimiz (sav). Temizlik, bütün ibadetlerin  yapılabilmesinin ve Allah katında makbul olmasının temel şartıdır. Abdest maddi ve manevi temizliğin birinci ve en önemli şartıdır.

İnsan abdest aldığında abdest azalarının suyla teması sonucunda psikolojik bir rahatlık hisseder. Yapılan araştırmalarda abdest alırken vücudun mutluluk hormonu salgıladığı tespit edilmiş ve günde beş vakit namaz kılan insanların hayata daha pozitif bakan mutlu insanlar olduğu belirtilmiştir..

Ayrıca abdestli olduğu zaman insan birçok günahlardan da uzak durur. Kendisini ibadete hazır hissettiği için huzurlu olur. Haram olan fiillerden de kendini uzak tutar.

Ebu Hureyre anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki “Mümin bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün günahlar su ile veya suyun son damlasıyla yüzünden dökülür, iner. Ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile veya suyun son damlasıyla ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği günahlar su ile veya suyun son damlasıyla dökülür. Günahlarından arınmış olarak tertemiz çıkar (Muvatta)

Hiçbir günahkâr yoktur ki, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak mağfiret dilesin de, affedilmiş olmasın. (Tirmizi)
Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları affolur. (Müslim)
Güzelce abdest alan günahlarından sıyrılmış olur. (Buhari)
Güzelce abdest alıp bir din kardeşini ziyaret eden, Cehennemden uzaklaşır. (Ebu Davud)

Abdestli gezmek sünnettir Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehit sevabı vardır. (Hakim)

Hadis-i Şeriflerden anlıyoruz ki abdest sadece maddi bir temizlik olmayıp mümin bir kimsenin manevi temizliğine de sebep olmaktadır. Aynı zamanda ebedi saadeti elde etmesine de sebep olmaktadır.  Kişi abdest alarak, Rabbimizin sonsuz merhameti sayesinde ruhunu ve kalbini kirleten hata ve günahlardan kurtulmuş oluyor.

                                   ****

Kore’de Bir Türk Askeri

Kore savaşlarına katılan bir Mehmetçik, her yeri buzların kapladığı soğuk bir gecede, rüyasında ihtilam olup gusül abdesti alması icap etmişti. Bu durumunu kimseye söyleyemedi. Ama cünüp de durmak istemiyordu. Daha henüz sabah olmamıştı. Arkadaşlarına ve kumandanına haber vermeden, karargâhın yakınında bulunan bir derede buzları kırarak boy abdesti aldı. Tam elbiselerini giyip karargâha döneceği sırada, Çinli bir grup asker tarafından etrafı kuşatıldı. ‘’Teslim ol!’’ çağrısını yaptıkları sırada bu askerler, kendi silahlarını bırakıp teslim oldular, geriye döndüler. Mehmetçik, onların bıraktığı silahları aldı. Arkasından onları takip ederek karargâha getirdi ve kumandanına teslim etti.

Kumandan tercüman vasıtasıyla Çinli askerlere sordu:

– Sizi buraya kim getirdi? Bu tek askere niçin teslim oldunuz?

Çinli askerler:

– Hayır, bizi buraya bu asker getirmedi. Onu tam teslim alacağımız sırada, başlarında sarık bulunan silahlı askerler ansızın etrafımızı çevirdi. İşte onlar bizi teslim aldılar ve buraya kadar getirdiler.

O anda kumandan ve hiç kimsenin görmediği bu askerler, şiddetli soğuğa aldırmadan temizlenmek için gusül eden askere Allah tarafından gönderilen yardımcılar idi.

                                   ****

Her birimize 15 Temmuz darbesinin olmasını ister miydiniz  diye sorulsa, istemezdik elbette bu alçak 15 Temmuz darbesinin başımıza gelmesini deriz.  Bunca insanın şehit olmasını. Yaralıların olmasını.. Bunca acıyı.. Ama olanda hayır vardı, zalimler, hainler zulümlerini, hainliklerini icra etmişler ama rahmet onun önüne geçmişti 15 Temmuz gecesi.. .Alemlerin Rabbi, Rabbimiz, “Allah, sizin hoşlanmadığınız bir şeyde nice hayırlar yaratmıştır.”(Nisa suresi 19. ayet)

Ne olacak bu gençlerin hali diye dert yanıyorduk. 15 Temmuz gecesi ne oldu? Biz, gençlik gitmiş, bu gençlerden bir şey olmaz, düşünceleri içindeyken. Cenab-ı Allah’ın lütfüyle  gençlerin  imanlı birer mücahit olduğunu, işinde gücünde, kendi halinde toplumun her kesimindeki her renkteki vatandaşlarımızın birer cengâver  genç olduklarını gördük.

15 Temmuz gecesi kahramanlık hikayelerini televizyonlarda izliyoruz. Abdestimi aldım, iki rekat şükür namazımı kıldım çıktım, diyor kahramanlar…

Çünkü, abdest müminin silahıdır. 15 Temmuz gecesi asker elbisesi giymiş hainlerin karşısına bu millet abdest silahıyla çıkmıştır. İnsi ve cini şeytana karşı bu silahı kullanan zafere ulaşır. Mümin daima abdestli durmaya dikkat etmeli, Rabbinin huzuruna  abdestli çıkmaya hazır olmalıdır.

Abdest nurdur. Abdest varken tazelemek nur üstüne nurdur. Peygamberimiz (sav) şunu tavsiye ediyor: “Ümmetim kıyamet gününde abdest nurlarından yüzleri, el ve ayakları parlak olduğu halde çağrılırlar. Yüzünün parlaklığını arttırmak isteyenler, elinden geldiği kadar abdest alsın.” (R.Salihın: 2/362)
Peygamberimiz son zamanlarında mezarlığa gider, selam verir ve: “İnşallah bizde size katılacağız.” der ve ilave eder: “Kardeşlerimi görmek isterdim” Sahabe:
“Biz senin kardeşlerin değil miyiz? Deyince:
Siz Ashabımsınız. Henüz gelmemiş olanlar kardeşlerimdir.
Onları nasıl tanırsın? Derler.

“Bir adamın alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde bulamaz mı?” diye sordu.
Sahabe:
“Evet, bulur, ey Allah’ın Rasûlü!” dediler.
Ben de onları el ve ayaklarında ki abdest nurundan tanıyacağım.” der. (R.Salihın: 1033)

                                   ****

Başkomutanımız Recep Tayyip Erdoğan o gece Cenab-ı Allah’ın taktiriyle, korumasıyla vatan hainlerinin eline düşmekten kurtulmuştur.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde Marmaris’ten İstanbul’a gelen Enerji Bakanı Berat  Albayrak, yaşananları şöyle anlatıyordu: “Cumhurbaşkanımız o gece besmele çekti, abdest aldı iki rekat sefer namazını kıldı ve sonra o geceyi yönetti.”

                                   ****

Binbaşı Barış Dedebağı, Ankara zırhlı birliklerdeki 200 tankın kışladan çıkışını engelleyen kahramanlardan biri…. Darbecilerle çatışmaya girdiler, tankları bozup Ankara sokaklarına çıkmalarını engellediler… Hainleri teker teker gözaltına aldılar.

Dinleyelim kahraman subayımızı; ‘Bu vatan hainleri hazırlıklıydı. 40 yıldır hazırlık yapıyordu. Bu Anadolu’nun saf çocukları ise hazırlığını dakikalar içinde o anda yaptılar. Ben uyandığımda olayı anlayana kadar şok içerisinde..Eşim kadın refleksiyle gitme, kızım baba gitme… Şunu demek zorunda kaldım. Ben bu memleketin ekmeğini eteklerinizin arkasına saklanmak için mi yedim. Hakkım helaldir, siz de helal edin… Yaşarsak aldığımız maaşı helal ettirme fırsatı, şehit olursak günahlardan kurtulma fırsatı… Abdest aldım iki rekat namaz kıldım, silahımı tesisatımı kuşandım…’

                                   ****

Erzurum’da imam-hatip olarak görev yapan İbrahim Yılmaz, bayram tatili için İstanbul’da bulunuyordu. O gece kendisi gibi imam-hatipli olan ağabeyi İsa Yılmaz ile babası Ünal Yılmaz’ın Fatih’teki evinde buluşup son kez hasret gidereceklerdi.

15 Temmuz gecesi abdestini alarak babasından önce dışarı çıkan İbrahim Yılmaz, İstanbul Saraçhane’de 4 aylık kızı Hatice ve ailesini geride bırakarak kahramanca mücadele ederken şehit oldu.

O gece babası Ünal Yılmaz ve ağabeyi İsa Yılmaz da darbecilere karşı onurluca mücadele edenler arasında yer aldı.

Gece ağır yaralanan genç hafızı, Saraçhanede seyyar satıcılık yapan arkadaşı hastaneye götürdü. Şahadetinden bir gün sonra şehit ailesini ziyaret eden seyyar satıcı; “oğlunuzu rüyamda gördüm. Anamın, babamın ellerinden öp, fırsatım olmadı, haklarını helal etsinler” dedi, diyordu. Bu abdestli kahramanlardan bilmediğimiz daha niceleri vardır. Bu kahramanlar vatan hainlerinin gerçek yüzünü görmemize sebep olmuşlardır. Allah hepsinden razı olsun. Bir gecede vatanlarını kurtarmışlardır.

FETÖ’cü hainlerin darbe girişimi millet tarafından destan yazılarak durdurulurken o gece ye ilişkin ortaya çıkan yeni görüntüler binlerce insanın vatanını canı pahasına nasıl koruduğunu gözler önüne seriyor.

Saraçhane’de İBB binası önünde çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği o gece darbeci askerle polis arasında yaşanan çatışma kameralar tarafından saniye saniye görüntülendi. Görüntülerde darbeci askerlerin polisin ve halkın üzerine ateş ettikleri görülürken o sırada şehit olma ihtimaline karşı belediye binasının bahçesindeki süs havuzunda abdest alan insanlar kameraya yansıyor. Hainleri durdurmadan önce abdest alan kahramanlar. Hainlerin karşısına abdestli çıkmak istiyorlar, abdestli olarak şehit olmak istiyorlar. Bu Çanakkale ruhu. Bu ruh ülkemizi Cenab-ı Allah’ın nusretiyle uçurumun kenarından kurtarmıştır.

Cenab-ı Hakk’ın inayet ve himayeti ile, Başkomutanımızın dirayet ve liderliğinde,  milletimizin topyekun göstermiş olduğu basiret, feraset, fedakarlık ve hamiyeti ile, ülkemiz ve milletimiz, İstiklal ve varoluş mücadelesini kendisine  yakışır şekilde muzafferiyetle neticelendirmiştir. Bu muzafferiyet ve kazanım, topyekun milletimize aittir.

Bu muzaffer kahraman millete vatan haini Fetö ne diyor, “Varsın bir sürü ahmak bir başarı elde etmiş gibi güle dursun. Düğünler dernekler kursun. O komik durumlarını bayram ilan etsinler. Fakat dünya bu meseleyi alaya alıyor. Eğer bunlar hayatta kalırlarsa keşke diyecekler ama diyemeyecekler.” Yorum sizin…

Bu Fetö başka ne diyor, “Biz çeteysek, örgütsek, Allah bizim belâmızı versin; eğer paralel devletsek bizim belâmızı versin  duaları kabul olmuştur. Amin diyenler düşünsün. Tövbe kapısı açıktır.

FETÖ’nün tövbe etmek, pişman olmak gibi bir derdi yok,  hiç aklına gelmiyor. Bu hain, zalim adam bu kadar ihanet ortaya çıktıktan sonra ‘tövbe ediyorum, oyuna geldim, kandırıldım’ demiyor.  Hainliği aziz millete iftiralar atarak, hakaret etmeye devam ediyor. Terörist başı Gülen, 15 Temmuz darbe girişimi gecesi ve sonrasında demokrasi nöbeti için sokaklara çıkan vatandaşlara para verildiğini söyleyerek yalanın zirvesine çıkıyor. “Birilerini protesto etme adına ceplerine 100’er dolar koymak, mitingler yapmak, birilerine sövme adına yığın yığın paralar vermek işte bunlar millete kan kusturularak şu anda yapılıyor” diyerek yeni bir alçaklığa imza attı. Gece vatan nöbetlerine, Yenikapı mitingine giderken 100 dolar alan var mı? O zaman Mahkeme-i Kübra’da hepimiz Fetö’den hakkımızı alacağız.

15 Temmuz 2016 gecesi abdest silahını alan millet asker elbisesi giymiş vatan hainlerinin karşısına çıktı, tankların, uçakların, bombaların, silahların karşısına göğsünü siper etti şehit oldu, gazi oldu ülkesini hainlerden kurtardı. 15 Temmuz gecesini evlerinde uyanık geçiren milletimizde abdestini alarak, namaz kılarak, Kur’an okuyarak, dua ederek, hainlere karşı mücadele eden kardeşlerine manevi destekte bulundular.

Bu milletin mayası sağlamdır. Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber diyerek özünü hatırlamıştır. 15 Temmuz gecesi ve sonrası bu mübarek sözleri slogan atmak için söylemiyorduk. Gücümüzü, kuvvetimizi oradan aldığımız için söylüyorduk. Bir ömür O’nun inayetiyle yaşadığımız için musibet anında da aklımıza O’nun adı geliyordu. 15 Temmuzda ve sonraki nöbetlerde, inşallah son nefesimize kadar, Allah’a sığındığımızda, güvendiğimizde ne kadar kuvvetli olduğumuzu öğrendik.

Abdest müminin silahıdır. Ne mutlu devamlı silahlı olanlara…

‘El hain ma iflah’, ‘Hainler hiçbir zaman iflah ve başarılı olamazlar.’