Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

Her hâliyle örnek, tek önder

Her toplum kendisinin; güvenilir, saygın, âdil, korkusuz, şefkatli, hiçbir kötü alışkanlığı olmayan, gözü pek ve çalışkan bir liderinin olmasını ister. Yüce Hâlıkımız bizlere, tüm bu olumlu vasıflarla donattığı Hz. Muhammed S.A.V. efendimizi, önder ve lider olarak, üstelik de herkesin konumunda yaşatarak örnek bir MODEL tayin etmiştir. Sonsuz hamd ve senalar olsun… Âdetâ O c.c. bizlere; “Şu durumda olduğunuz zaman, böyle davranacaksınız. Bu durumda olduğunuz zaman ise şöyle davranacaksınız. İşte size mükemmel bir de model insan gönderdim” diye zımnen ferman ediyor… Veya bazı mahrumiyetlerimiz için; SINAV GEREĞİ olduğunu idrak ederek, “tevekkeltü alellâh” dememiz gerektiğini de fiilen bizlere gösteriyor. Birkaçını hatırlayalım:

1. Hz. Muhammed YETİM idi, üstelik kendisi doğmadan babası Abdulah vefat etmişti. Bu durumda, o acıyı ömrünün ilk yıllarında tatmıştı.

2. 6 Yaşlarındayken de annesi vefat ettiğinden, ÖKSÜZ kalmıştı. Her iki acıyı birden yaşamıştı. Hem yetimlikte hem öksüzlükte örnek oldu.

3. Üstelik, yoksul bir aileye mensuptu. Yoksulların, yetimlerin ve öksüzlerin hâllerini çok iyi biliyordu. Zirvede bir örnek hayat yaşıyordu.

4. Kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice ile evlendikten sonra, bölgenin en zenginlerinden oldu. ZENGİN kimselerin de hallerini en iyi biliyordu. Zenginlerin nasıl davranmaları gerektiğini de fiilen gösteriyordu. Ticarette, ortaklıkta ve zenginlikteki davranışlarımıza da örnek oluyordu.

5. Yedi evlât sahibi oldu. Onlara (kızlara veya erkeklere) nasıl davranılması gerektiğini, bizlere fiilen gösteriyordu.

6. Yedi evlâdından altısını, kendi mübarek elleriyle kabre koymuştu. EVLÂT ACISI ne demek olduğunu, en iyi O sav. Biliyordu.

7. Kendisinden farklı düşünen zâlimlerin, acımasız baskılarına mâruz kalıyor, yakınları ve arkadaşlarına işkenceler çektiriliyor veya öldürülüyordu. Hattâ bu zulümler, ülkesinden hicret ettirecek seviyelerdeydi. Bu durumlarda da nasıl davranılacağını, nasıl sabır ve mukabele edileceğini, yaşayarak bizlere öğretiyordu.

8. Ordu kumandanı olduğunda, nasıl davranılması gerektiğini, tedbirlerin nasıl alınacağını, savaş stratejilerini, savaş halinde bile hangi ibadetlerin ertelenip, hangilerinin nasıl edâ edileceğini bizlere fiilen gösteriyordu.

9. Mağlup bir kumandan olunduğunda nasıl, gâlip bir kumandan olunduğunda nasıl davranılacağını, fiilen gösteriyordu.

10. Mekke fethinden sonra şehre girerken bile, asla mağrur bir edâ ile değil, bineğinin üstüne kapanmış olarak ilerliyordu. Müşriklerin bile onurlarını zedelemekten sakınıyordu. Onlardan intikam almak değil, kalplerini de fethederek, Cehennemden kurtarılmalarının çarelerini arıyordu. Cennete giden doğru yola rücû etmeleri için, onlara, (hattâ en sevdiği amcasını öldüren Vahşî’ye bile) kucak açıyordu…

11. Barış konusunda kendisine itaat edilmediği zaman, nasıl bir taktik ile itaatin sağlanmasını, bizlere fiilen gösteriyordu. (Koltuk uğruna halkına işkence çektiren, halkına tanklarla saldıran ve her türlü eza ve cefayı reva gören şimdiki M.Kaddafi, H.Mübarek, B. Esat v.d.’lerinin kulakları çınlasın. Bu değerlerden yoksunlukları anlaşılsın.)

12. Hasta olduğunda, hastalara sabırda ve kullukta fiilen örnek oluyordu. Sağlıklı zamanlarında ise hastaları nasıl ziyaret etmemiz gerektiğini, onlara nasıl davranmamız gerektiğini yaşayarak öğretiyordu.

13. Yaşlı olduğunda, yaşlılara fiilen örnek oluyordu.

14. 53 Yaşından sonra, yüce Dînin tüm prensiplerinin her yönüyle öğrenilmesi ve her kabileye yayılması, v.s. birçok hikmetler nedeniyle, birden fazla evliliklerde, eşler arasındaki adaletin nasıl tesis edileceğini ve onlara nasıl davranılması gerektiği konusunda da örnek oluyordu.

15. DEDE olduğunda, torunlara nasıl davranılması gerektiğini, nasıl terbiye edilmesi gerektiğini bizlere fiilen gösteriyordu.

16. İmam, lider, önder, devlet reisi veya hâkimiyet zamanında, mahiyetindeki yöneticilere, halka, kölelere, yoksullara, öksüzlere, yetimlere, gençlere, yaşlılara, hastalara, misafirlere, fakirlere veya zenginlere nasıl davranılması gerektiğini fiilen gösteriyordu.

17. Vefat edeceğini anladıktan sonra, o yolculuğa nasıl hazırlık yapılacağını, nasıl davranılıp nasıl vasiyet edileceğini bile fiilen gösteriyordu. Acaba sadece birkaçını sayabildiğimiz bu önemli kriterlerde, insanlığa Hz. Muhammed’den başka tek bir örnek, lider ve önder gösterilebilir mi? Hâşâ…

Hz. Muhammed SAV’in teşrifinden önceki cehalet asrı ile Dâr-ı Bekâya irtihali sırasındaki SAADET asrını mukayese ettiğimizde, ortaya çıkan tablo gerçekten göz kamaştırıyor. Kız çocuklarını bile diri-diri toprağa gömen vahşi, putperest, bencil, ayyaş ve bedevi bir toplum, kendilerine sunulan saadet prensiplerinin tüm insanlığa ulaştırılması için, tüm çevre ülkelere yayıldılar. Vedâ hutbesindeki “..burada olanlar, burada olmayanlara anlatsın” emrini alan 124 000 sahabeden, 110 000 yetişkin sahabenin evini, barkını ve vatanını terk ederek, bu saadet prensiplerini bizlere kadar ulaştırması, o seçkin lidere SAV bağlılığı ve sadakati göstermiyor mu?… Böylesine seçkin bir liderin Hicrî ve Miladî doğum günleri, KUTLU DOĞUM HAFTASI’na işte bu sebeplerden sığmaz oldu. Birçok ülkede, bir aydan fazla zamandan beri bu kutlamalar, işte bunun için hâlâ devam ediyor. Helâl olsun… •Ne mutlu bu saadet ve bahtiyarlar kervanına katılanlara. Saadet sarayları ve Cennet bahçeleri O’na tâbi olanları bekliyor… •Veyl olsun Müslüman gözüktükleri halde, geçici dünya menfaatlerine aldanan ve kendi halkına savaş açarak zulüm eden, bu ulvî prensiplerden yosun tüm liderlere ve onlara uyanlara… •Ve, ne mutlu “bu ulvî prensipleri öğrenip, çevresine ve o sahabeler gibi tüm insanlık âlemine yaymayı ve tüm insanlığın Ebedî Cehennemden kurtarılmasını” kendilerine DERT edinenlere…

A. Raif Öztürk / Moral Haber

Niçin Risale-i Nur ve Bediüzzaman?

• 1960 Darbesinden sonra, konsey üyesi bir paşa, bir Nur talebesini sorguluyor:

Gazâli’nin, Mevlâna’nın ve Rabbâni’nin kitaplarını okumak yerine, niçin hep Risale-i Nur okuyorsunuz? Niçin Said Nursi’yi seviyorsunuz? Üstelik de bir sürü tatkibata, sorgulamalara, hapislere ve sıkıntılara rağmen, niçin bunda bu kadar çok ısrar ediyorsunuz?…

O Nur talebesi cevap veriyor:

—Ben de size şöyle bir soru sorsam: “Harp konusunda bir sürü zaferlere imzalar atmış olan, neredeyse hiçbir zaman mağlup olmayan Cengiz’in, Hülâgü’nün mücerreb savaş taktiklerini okuyup, o günün başarılı savaş aletleri olan, ok, yay, kılıç, kargı üzerine niçin tatbikat yapmıyorsunuz? Hem çok daha ekonomik olurdu! Bunun yerine binlerce kat maliyetli olan, tank, otomatik silâhlar, heronlar, helikopterler, F16’lar, veya rampa füzeleri, yüzlerce savaş gemilerinden oluşan donanmalara niçin bir sürü masraflar ediyorsunuz? Bu konuda niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz?

Paşa kendinden gayet emin bir şekilde cevap verir:

—“O günün şartlarına göre en modern silahlar onlarmış! Muhatap düşmanlarda bile o silahlardan üstün silah yokmuş! Fakat; bugün düşmanlarımızın her birinde ok, yay, kılıç yerine, elektronik donanımlı ağır silahlar mevcuttur. Israrımızın sebebi de, düşmana mağlup olma ihtimalini ortadan kaldırmak için, günümüzün şartlarına göre en donanımlı bir orduya sahip olmaktır…”

O Nur talebesi tekrar cevap veriyor:

• -“İşte paşa, kendi sorunuzun cevabını kendiniz vermiş oldunuz.

İmamı Gazali veya Mevlâna Hz.’nin döneminde, halkın çoğunluğu kâmil bir imana sahip oldukları için, nâfile ibadetler, zikirler ve akâid konusunda talep edilen o eserlere ihtiyaç vardı. O kitaplar, o günün insanını sıratı müstakimde tutmağa çok rahat yetiyordu. Oysa bu gün, Erkân-ı İmaniyeye dolu-dizginolarak her yönden taarruz ediliyor. (Erkân-ı İmaniye: Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kadere v.d. iman şartlarıdır.)

Bediüzzaman Hz.’de işte bu günün şartlarına göre donanımlı bir şekilde gönderilmiş, seçkin bir İslâm âlimidir. Bu Risale-i Nur eserleri de sizin bu günkü modern savunma silâhlarınız gibi, en âcil ve mübrem ihtiyaçlarımızdır. Ateizme, anarşizme, tembelliğe, cehâlete, kısacası imansızlığa karşı modern ilim ve metotlarla donatılmış eserlerdir. İşte bu nedenle bizler, her ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nur eserlerini okumada ısrar ediyoruz…”

***

Bu anekdotu daha yeni dinlediğim için, siz dostlarımla paylaşmak istedim.

Ancak konu konuyu açtığı için, ‘Bediüzzaman Hz.’nin uluslararası rağbet bakımından niçin zirvede olma sebebini’ de, bir nebze arz etmek istiyorum:

• Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah c.c., bu ümmet için her yüz senede bir, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir” şeklinde müjdelemektedir.

Bu hadisi şerifin mûcibince, daha ilk asırdan itibaren müceddidler beklenmiş olup, birinci asır müceddidi olarak Ömer İbn-ü Abdilaziz kabul edilmiştir.

Çeşitli zâtlar da, müteakip asırların müceddidi olduğu, ehl-i ilim tarafından hep bilinmiş ve bildirilmiştir. Bâzı kimselerce, bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin, yani farklı kişilerin müceddid bilinmesi veya zannedilmesi, din açısından ve sınav gereği normaldir. Kınamak, tahkir etmek ve hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir. Bu nedenle hiç kimsenin, kesin bir dille: “Falan asrın müceddidi falancadır” demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye de hakkı yoktur.

(Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, 14. cilt, s.266)

İşte bu nedenle, her birini sırasıyla saymanın pek önemi yoktur. Bizler, sadece kendi asrımızın müceddidini sağlıklı bir şekilde araştırmak ve bilmek zorundayız.

Gâliben ve ittifakla kabul edilen müceddidlerden bir kısmını hatırlayalım.

Ömer İbnu Abdilaziz, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, İ.Şâfî, İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, Ahmed İsferanî, İ.Rabbanî, Celâleddînü’s-Süyûtî, İ.Gazâlî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki’l-Iyd, İmam Bulkînî, A.K. Geylânî, Mevlânâ C. Rûmî, Hâlid-i Bağdadi, ve Bediüzzaman Said Nursi Hz.’dir…

• Bizler de; 15. hicrî asrın muâsırları olarak ve öncelikle, ittifakla kabul edilen Bediüzzaman Hz.’ni tanımak, ona kulak kabartmak ve onun açtığı ekolün birer talebesi ve sevdalısı olmak durumundayız.

Diğerlerini de bilmek ve sevmek elbette güzeldir. Ancak, asrımızın müceddidini çok iyi bilmek, onu tanımak, ona uymak ve açtığı ekolü yakından izlemek bir vazifedir ve zarurettir.

• Nasıl ki; İstanbul’un ilk valisinin Esad Bey, ikinci valisinin ise Ali Haydar Yuluğ olduğunu bilmek elbette güzeldir.

Fakat bugünkü valimiz olan HÜSEYİN AVNİ MUTLU’NUN her sözünü, her direktiflerini, emir veya yasaklarını yakından takip edip, ciddiye alarak uygulamak zorunluluğu vardır. Bunun için de, muâsır İstanbullu olarak onu “tanımak” şarttır.

İşte aynen bunun gibi, her Müslüman için de asrımızın bedîsi kabul edilen Bediüzzaman ve Risale-i Nur çok önemlidir.

• Bediüzzamanı tanımak ve Kur’ân’dan çıkardığı, asrımızı yakından ilgilendiren âyetlerin tefsirlerini ve Yüce Rabbimizin asrımıza ait mesajlarını ve reçetelerini çok iyi anlamak zorunluluğu vardır…

Asrımızın müceddidi kabul edilen Bediüzzaman Hz.’nin de, “sınav gereği” çok çetin mücadelelerle, hapislerle ve zehirlenmelerle geçen, çok ilginç, ibretlik ve çileli bir hayatı vardır. Bu gün sinemalarda (700 ayrı salonda) “HÜR ADAM” adıyla izlenmektedir.

Henüz bu filmi izlemeyenler için hatırlatıyorum: Bu film her Müslüman için çok önemlidir ve onu biraz olsun tanımak için büyük bir fırsattır…

***

• Bir başka ibretlik anekdot ile konumuzu taçlandıralım:

Yine o dönemde bir nur talebesi asteğmen, bir binbaşıya namaz kılarken yakalanıyor. Binbaşı omzundaki yıldızlarını göstererek, hiddetle; “..ben seni ‘burada namaz kılmayacaksın’ diye, daha önce ikaz etmedim mi?!…

Yedek subay gayet sakin olarak cevap verir:

-“Komutanım, bir taraftan Kâinattaki milyarlarca devâsâ yıldızların ve galâksilerin sahibi ve onları sapan taşı gibi eviren-çeviren Yüce Kudret bize, NEREDE OLURSANIZ OLUN, ŞU VAKİTLERDE NAMAZ KILINIZ buyuruyor. Siz ise o üç tane küçücük metal yıldızı göstererek, ‘burada namaz kılmayacaksınız’ diyorsunuz. Benim yerimde siz olsanız, ne yapardınız?…

Allaha Emanet Olunuz…

A.Raif Öztürk / Moral Haber