Etiket arşivi: Abdülkadir ÇELEBİOĞLU

HAŞİR RİSALESİ’NİN KIYMET VE EHEMMİYETİ

Haşir Risalesi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan 10. Söz eserinin diğer ismidir. Kıymet ve ehemmiyeti noktasında da Risale-i Nur Külliyatı’ndan pasajlar ile konuyu ele alacağız İnşaAllah.

Onuncu Söz ile ilgili Sözler eserinin sonundaki fihristte şu bilgiler yer almaktadır;

“ONUNCU SÖZ: 

 فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ

âyetinin mealinde ve haşir ve âhiret hakkındaki âyâtın mühim bir hakikatini, on iki mantıkî ve makul suret-i temsiliye ile ve on iki hakaik-i kàtıa-i bâhire ile tefsir etmekle beraber, iman-ı bi’l-âhireti o kadar kuvvetli bir surette ispat eder ki bütün bütün kalbi ölmemiş ve bütün bütün aklı sönmemiş bir insan, o ispata karşı teslim olur. İzn-i İlahî ile imana gelir. İmana gelmezse de inkârdan vazgeçmeye mecbur olur.” (1)

Burada da geçtiği üzere, Haşir Risalesi “iman-ı bi’l-âhireti o kadar kuvvetli bir surette ispat eder ki bütün bütün kalbi ölmemiş ve bütün bütün aklı sönmemiş bir insan, o ispata karşı teslim olur. İzn-i İlahî ile imana gelir. İmana gelmezse de inkârdan vazgeçmeye mecbur olur.” Bu derece etkili bir eserdir.

Haşir Risalesi sadece başında geçen Rum Sûresi 50. Âyet-i Kerîme’nin tefsiri değildir.

Rum Sûresi 50. Âyet-i Kerîme’de mealen şöyle buyurulur; “Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şübhesiz ki O, ölüleri elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (2)

Bu Âyet-i Kerîmenin tefsiri sadedinde Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi’nde şu ifadeler geçmektedir; “Her bahar mevsiminde ihya-yı arz keyfiyetinde üç yüz bin tarzda haşrin numunelerini nihayet derecede girift, birbirine karıştırdığı halde nihayet derecede intizam ve temyiz ile nazar-ı beşere gösteriyor ki bunları böyle yapan zata, haşir ve kıyamet ağır olamaz, der. Hem zeminin sahifesinde yüz binler envaı, beraber birbiri içinde kalem-i kudretiyle hatasız, kusursuz yazmak; bir tek Vâhid-i Ehad’in sikkesi olduğundan şu âyetle güneş gibi vahdaniyeti ispat etmekle beraber, güneşin tulû ve gurûbu gibi kolay ve kat’î, kıyamet ve haşri gösterir.” (3)

Haşir Risalesi’nin sadece başında bulunan âyetin tefsiri olmadığına delillerimizden biri de “haşir ve âhiret hakkındaki âyâtın mühim bir hakikatini” tefsir ettiğinin ifade edilmesidir. Burada haşir yani öldükten sonra dirilme ve âhiret hakkındaki âyâtın/âyetlerin mühim bir hakikatini tefsir ettiği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Demek ki Haşir Risalesi’nin kıymet ve ehemmiyetinin bir noktası da bir tek âyetin değil konuyla ilgili âyetlerin tefsiri mahiyetinde olmasıdır. Konulu tefsir bağlamında ele alacak olursak, Haşir Risalesi; öldükten sonra dirilme ve âhiret ile ilgili âyetlerin genel bir şekilde ele alınarak, mânâ bakından tefsir edildiği mükemmel bir eserdir.

Onuncu Söz’ün fihristinde geçen yerde, “on iki mantıkî ve makul suret-i temsiliye ile ve on iki hakaik-i kàtıa-i bâhire ile tefsir et”tiği belirtiliyor. Haşir Risalesi’nde on iki mantıkî/mantıklı ve makul/aklın kabul edeceği kıyaslamalı temsil vardır. Ve “on iki hakaik-i kàtıa-i bâhire ile tefsir etmek”tedir. On iki apaçık, belli kesin hakikatlerle tefsir etmesi de aklî – mantıkî delil isteyenlere bir deva hükmündedir.

Haşir Risalesi’nin yüzlerce Kur’ân-ı Kerîm âyetinden süzülmüş damlalar olduğu Mektubat eserinde şöyle ifade edilmiştir;

“Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş bazı katarattır.” (4)

Kur’ân-ı Kerîm’in manevî bir tefsiri olan Risale-i Nur eserleri yüzlerce ilgili âyeti de mânâ olarak ele almıştır.

Peki başka ne gibi önemi var bu eserin? Cevabı;

“…hakaik-i imaniye ve Kur’âniye içinde öyleleri var ki en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da çocuklara da bildiriyor.” (5)

Bu nokta üzerinde durulması lâzım gelen çok önemli bir noktadır. En büyük bir dâhî telakki edilen yani kabul edilen İbn-i Sina, fehminde/anlatışında aczini itiraf etmiş ve haşir konusunda “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Yani haşir/öldükten sonra dirilme nakli bir meseledir ama akıl ile biz bunu anlayamayız demiş. Onuncu Söz olan Haşir Risalesi, o zâtın yani İbn-i Sina’nın dehasıyla yetişemediği hakaiki/hakikatleri; avamlara/halk tabakasına da çocuklara da bildiriyor.

Peki Haşir Risalesi’nin kıymeti takdir edilmiş midir? Cevabını da Barla Lâhikası’nda şöyle alıyoruz;

“Onuncu Söz’ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususi belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim.” (6)

Eserin müellifi/yazarı olan Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin bile bu mektubu yazdığı zaman “elli defa mütalaa” ettiği görülüyor. Ve her defasında da bir zevk almış ve sürekli okumaya ihtiyaç hissetmiş. Biz de aynı şevk ve gayret ile okumalı ve mütalaa etmeliyiz. Çünkü sürekli Kur’ân ve Îmân hakikatlerine ihtiyacımız vardır.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Hafiz Halid Ağabey’in bir mektubunda harika olan Haşir Risalesi ile ilgili şunlar geçmektedir;

“Gayet yüksek olmakla beraber, Onuncu Söz ismiyle iştihar eden haşre dair olan risalesi pek hârikadır, câmi’dir. Ulemaca sırf naklî olan haşri ve neşri, gayet kuvvetli ve kat’î delail-i akliye ile ispat etmiştir. Onunla çokların imanını kurtarmışlar.” (7)

Bir önceki yerde İbn-i Sina örnek verilmişti. İbn-i Sina haşir meselesinde “Akıl buna yol bulamaz” demişti. Buradan da anlaşılacağı üzere İslâm âlimleri tarafından da sırf naklî bir mesele olarak görülmüştür, haşir meselesi. Naklî yani âyet ve hadislerde bu mesele vardır, îmân ederiz şeklinde ifade etmişler. Haşir Risalesi de bu naklî meseleyi kesin aklî deliller ile ispat etmiştir. Elhamdülillah bu eser vesilesi ile çoklar imanını kurtarmıştır.

Haşir Risalesi ile Tarihçe-i Hayat’ta geçen şu ifadeler de konumuza bakmaktadır.

“Evet Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azîm-i imanın etrafında çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalaleti susturdu.” (8)

Haşir meselesi, imanın şartlarından olan âhirete iman konusunun içindedir. Îmânın azîm/büyük bir rüknüdür yani esasıdır. Haşir Risalesi de çelikten bir sur oldu ve Allah’ın izniyle ehl-i dalâleti yani doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseleri susturdu.

İçerik olarak Haşir Risalesi;

“Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’î hakikatler ile Esma-i Hüsnadan bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş.” (9)

Haşir Risalesi hakkında şu bilgiler de önem arz etmektedir;

“Üstâdımız Barlada iken bir bahar gününde rahmet-i İâhiyenin âsarını bağ ve bahçelerde müşahedesinden ve ihtiyarsız olarak

 فَانْظُرْ اِلَي آثَارِ رَحْمَةِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِي الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا

  اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِي اْلمَوْتَي وَهُوَ عَلَي كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Âyet-i kerimesini kırk defaya yakın okumasından sonra, tul’u etmiş gayet kıymettar ve bu zamanda çok lüzumlu ve inkâr-ı haşir mefkuresini köküyle kesip, İbn-i Sina gibi acib bir dahinin (haşir, bir mes’ele-i nakliyedir, akıl bu yolda gidemez) dediği haşri en basit fehme de kabul ettiren; ve haşrin binler nümunelerini arz yüzünde gösteren ve haşri iktiza eden pekçok esma-i ilâhiyeden tut, tâ mahiyet-i insaniyenin acib istidad ve garib cihazatının iktizasına kadar herşeyde haşri isbat eden bir risaledir.” (10)

Haşir meselesi ile ilgili şu ifadeler ise dikkat çekicidir;

“…hakikat-i haşir ve kıyamet, ism-i a’zamın ve bazı esmanın derece-i a’zamının mazharıdır.” (11)

Demek ki bu mesele ism-i a’zamın ve bazı esmanın derece-i a’zamının mazharı olan bir meseledir.

Burayı kısaca izah edecek olursak;

“İlahî kudretin dünyadaki tecellisi perdeli ve derecelidir,   âhiretteki tecellisi ise ânî ve def’îdir. İşte bir ismin ya da sıfatın en ileri derecede  tecellisine “âzamî tecelli” denilmektedir.  Haşirde ölmüş cesetlerin bir emirle bir anda ve sebepsiz olarak hayat bulmaları kudretin azamî tecellisidir. Diğer isim ve sıfatları da buna kıyas edebiliriz.

Her isim ya da sıfatın kendine has bir tecelli sahası vardır ve bu isimler en parlak şekilde  bu sahada kendini gösterirler, diğer isimler bu sahada ikinci planda kalırlar. İkinci planda kalan isimlerin de birinci planda tecelli ettiği başka sahalar vardır. Haşir de bir sahadır, bu sahada azami derecede  Muhyi ismi ve Kudret sıfatı tecelli eder.” (12)

Kıymet ve ehemmiyetini izah sadedinde kaleme almaya çaba sarf ettiğimiz Haşir Risalesi için Üstâd Bediüzzaman Hazretleri “Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu” demektedir.

Yazıldığı dönem itibariyle zındıkların/dinsizlerin kâfirane yani kâfirlere yakışır şekildeki fikirlerini tam kırdığını ve onları susturduğunu da şuradan öğrenmekteyiz;

“Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belayı def’etti: Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve Harb-i Umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda, Onuncu Söz çıktı ve tabedildi. Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu.” (13)

Haşir Risalesi, inkârcıların cismanî yani beden ile tekrar dirilmeyi inkâr ettikleri bir zamanda ortaya çıkmıştır;

“Kanaatimiz geldi ki ehl-i ilhadın haşr-i cismaniyi inkâr etmek istedikleri hengâmda iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı.” (14)

“Yazdırıldı” meselesi ile ilgili şu yazımıza bakabilirsiniz. (15)

Konuyla ilgili Eskişehir Müdafaanamesi’nde de şöyle geçmektedir;

“Onuncu Söz, sekiz yüz nüshasıyla, o zaman hükumetin müsaadesinden istifade edip yayılmasıyla, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ı haşri kalblerinde sıkıştırdı; lisanlarına getirmelerine meydan vermedi; ağızlarını tıkadı. Onuncu Söz’ün harika bürhanlarını gözlerine soktu. Evet, Onuncu Söz, haşir gibi rükn-ü azîm-i imanın etrafında çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalâleti susturdu. Elbette Hükumet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki, meclisteki mebusanın ve vâlilerin ve büyük memurların ellerinde kemâl-i serbestî ile Hükumet-i Cumhuriye’nin müsaadesinden istifade ederek gezdi.” (16)

Haşir Risalesi’ni ehemmiyet ve kıymetini anlamak için hangi dönemde yazıldığını bilmek gerekir. Yazıldığı dönemi bilmeden kıymetini ve önemini de tam mânâsıyla anlayamayacağımız muhakkaktır. Haşir Risalesi’nin yazıldığı dönem ile ilgili şu bilgilere kaynaklarda yer verilmiştir;

“Bütün nüshaları kontrol edip hataları tashih eden Said Nursî, (sekiz yüz aded olan) bu kitabları kısa zamanda etrafa dağıttı. Bunlardan bir kısmını mebuslara ve devlet memurlarına dağıtılmak üzere Ankara’ya gönderdi. Bediüzzaman’a göre, bu risalenin Ankara’ya gönderilmesi, Eğitim Komisyonu’nun cismanî haşri inkâr eden fikirlerin telkin edilmesine dair aldığı resmî kararla aynı zamana denk gelmişti. Komisyon çalışmalarında bulunan bir üye, bu konunun tartışıldığı bir toplantının ardından, yanında Haşir Risalesi olan bir mebusla karşılaştı. Kitabı fark edince o mebusla karşılaştı. Kitabı fark edince o mebusa şöyle dedi: ‘Said Nursî, bizim çalışmalarımızdan haberdar oluyor ve bize karşı eserler yazıyor.’ Bir süre sonra Kazım Karabekir Paşa, Said Nursî’yi bu gelişmelerden haberdar etti. Bunun üzerine [Said] Nursî şu değerlendirmeyi yaptı: ‘Kardeşim! Maarif Şûrası’nın böyle bir karar aldığından benim haberim yoktu. Onların kararına göre Cenâb-ı Hak Haşir Risalesi’nin yazılmasını bana ihsan etmiş. Yoksa ben kendi arzum ve hevesimle yazmış değilim, ihtiyaca binaen yazıldı.’ ” (17)

Yazılış sürecindeki bu olay, Kur’ân-ı Kerîm’deki şu âyetin mealini aklımıza getiriyor;

“Onlar tuzak kuruyorlardı (ama) Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (18)

Cenâb-ı Hak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr için çalışmaların yapıldığı bir dönemde, onların tuzaklarını yerle bir ediyor.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Haşir Risalesi’nin âhireti ispat noktasındaki kuvvetini de şöyle tarif eder;

“…iman-ı bi’l-âhireti o kadar kuvvetli bir surette ispat eder ki, bütün bütün kalbi ölmemiş ve bütün bütün aklı sönmemiş bir insan o isbata karşı teslim olur, izn-i İlâhi ile imana gelir. İmana gelmezse de inkârdan vazgeçmeye mecbur olur.” (19)

Bu eserde geçen teşbih ve temsillerin hayalî hikayeler değil, doğru hakikatler olduğunu da şu yerden öğrenmekteyiz;

“İhtar: Şu risalelerde teşbih ve temsilleri, hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi hem teshil hem hakaik-i İslâmiye ne kadar makul, mütenasip, muhkem, mütesanid olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinaiyat kabîlinden yalnız onlara delâlet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir.” (20)

Bu doğru hakikatleri okumayı, anlamayı, yaşamayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasip eylesin.

Onuncu Söz Haşir Risalesi’nin bir hülasası gibidir; Dokuzuncu Hakikat. Bu sebepten dolayıdır ki Üstâd Bediüzzaman Hazretleri Dokuzuncu Hakikatin ehemmiyetini şöyle belirtmiştir;

“Dokuzuncu hakikat Onuncu Söz’ün en kuvvetli, en parlak, en mülzim bürhanlarından olduğundan ihvanıma bu hakikati ezber edinceye kadar mütalaa etmelerini tavsiye ediyorum.” (21)

Haşir Risalesi’nin haşri yani öldükten sonra dirilmeyi ispat etmede kullandığı metodu Üstâd Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah eder;

«Her bir “Hakikat” üç şeyi birden ispat ediyor hem Vâcibü’l-vücud’un vücudunu hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip ispat ediyor. En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes her “Hakikat”ten hissesini alabilir. Çünkü “Hakikat”lerde mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.

Der ki: Bunlarda muntazam ef’al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. İntizam ve mizan ile o fâil iş gördüğü için hakîm ve âdil olmak lâzım gelir. Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi etmez. Öyle ise bir mecma-ı ekber, bir mahkeme-i kübra olacak.» (22)

Cenâb-ı Hak bizleri Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye dairesinde istikamet üzere daim eylesin. Kur’ân ve Îmân hakikatleri olan Risale-i Nur eserlerinden istifademizin ziyade olması dua ve temennisinde bulunarak; hususan Haşir Risalesi’nin kıymet ve ehemmiyetini daha iyi anlamak için Rabb-i Zülcelal’e dua ederiz.

 

Vesselâm.

 

Abdulkadir Çelebioğlu

 

1- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 859-860

2- Rum Sûresi, 50. Âyet-i Kerîme Meâli

3- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 426-427

4- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 416

5- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 15

6- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 310

7- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 147; Tarihçe-i Hayat, s. 205

8- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 224

9- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 432

10- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nurîye, Tercüme: Abdülkadir Badıllı, s. 719

11- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 377

12- https://sorularlarisale.com/hakikat-i-hasir-ve-kiyamet-ism-i-azamin-ve-bazi-esmanin-derece-i-azaminin-mazharidir-ism-i-azamda-butun-esma-mevcut?amp

13- Bediüzzaman Said Nursî, Sikke-i Tasdiki Gaybî, s. 115; Şualar, s. 619

14- Bediüzzaman Said Nursî, Osmanlıca Rumuzat-ı Semaniye, s. 159

15- http://www.nurnet.org/risale-i-nur-aleyhtarlarinin-en-cok-suistimal-ettigi-mevzu-yazdirildi/?amp

16- Bediüzzaman Said Nursî, Osmanlıca Tevafuklu 27. Lem’a – Eskişehir Müdafaanamesi, s. 60

17- Bediüzzaman Said Nursî Entelektüel Biyografisi, 291

18- Enfal Sûresi, 30. Âyet-i Kerîme Meâli

19- Bediüzzaman Said Nursî, Fihrist Risalesi, s. 8

20- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 55

21- Bediüzzaman Said Nursî, Osmanlıca Rumuzat-ı Semaniye, s. 160

22- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 319-320

Gün gelecek hacca giderken pasaport sorulmayacak

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la röportajımızın 3. Bölümü…

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan
Röportajı Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi ile ilgili yazılar yazılması konusunda nasıl bir tavır gösterdi?
•Mehmed Feyzi Efendi, hayatta iken kendisi hakkında kimsenin bir şey yazmasını istemedi. Not alanlara da, “Oku, ne yazdın?” derdi. Ben de o yüzden pek yazmıyor. Yazdığım zaman da dikkat ediyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi hakkında yazılan kitaplarda hep velayet ve ilim ciheti ön planda tutuluyor. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması ve Risale-i Nurlar’da derin vukufiyet sahibi olması konularına hiç değinilmemiş. Bunun sebebi nedir? Bu bilinçli olarak mı yapılmış?
•Maalesef maattessüf. Durum aynen öyle. Ben bu vechini yani Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi, Sır ve Ser Kâtibi olması cihetini anlatmaya ve yazmaya çalışıyorum.

•Mehmed Feyzi Efendi konusunda ailesinin nakillerde bulunmaması, yazıları gün yüzüne çıkarmaması, O’nun hakkında yazmamasının hikmeti nedir?
•Ailesinin, Mehmed Feyzi Efendi hakkında bir şey yazmaması, bir şey nakletmemesi, ketum kalması hakikaten benim de bilemediğim ve çözemediğim bir mevzu. Hikmetini bilemiyorum.

•Risale-i Nur Külliyatı’nda Şualar eserinde Mehmed Feyzi Efendi’nin bir mahkeme müdafaasında şu ifadeler geçiyor; “Denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit beş yüz seksen adet mütenevvi kütüb-ü ilmiye ve Arabiye evimde bulunduğu resmen sabit olmuştur. Benim fakr-ı halimle ve gençliğimle ve lisan-ı Arabîde noksaniyetimle beraber bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu mütenevvi beş yüz seksen cilt kitabı bana toplattıran, fevkalâde bir talebelik şevki ve hârika bir aşk-ı ilmîdir.” (Şualar, 14. Şua) Mehmed Feyzi Efendi bu 580 adet çeşitli ilimlerdeki Arapça kitaplar ile ilgili size anlatır mıydı? O eserlerin akıbeti ne oldu? Bu eserlerin hepsini okumuş muydu? Daha sonra onlara devlet el mi koyuyor?
•O kitapları vefatından sonra gördüm. O kitapları okuyup anlamış ve hayatına tatbik etmiş. O kitaplar Kastamonu’da ki evinde, odasında aynen duruyor. Ev şu anda boş. Müftü olan oğlu Kastamonu’ya geldiğinde o ilgileniyor.

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin zengin bir kütüphanesi vardı. Şualar’da geçen 580 cilt kitabı vardı, çeşitli İslâmî ilimlerde. 1940’lı yıllarda bu kitaplarını çöp kamyonuna yükleyip, götürmüşler. Daha sonra geri iade etmişler ama ciltleri yıpranmış, zarar görmüş. Bu olaydan Mehmed Feyzi Efendi esefle bahsederdi.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi, kendileri Latin huruftan mı yoksa Hatt-ı Kur’ân’dan mı Risale-i Nurları takip ederlerdi?
•Bize Risale-i Nur okumaz hülâsa sohbet ederdi. “Latin harfleri bilmiyorum” derdi. Kendi şahsî okumalarını Hatt-ı Kur’ân’dan yaparlardı.

•Risale-i Nur’u okuma ile ilgili tavsiyeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi, “Risale-i Nur’u dikkatle, teenni ile mütalaa edin” derdi. Risale-i Nur’u tam anlayan ve tatbik eden birisi idi Mehmed Feyzi Efendi.

•Âlem-i İslâm’ın ve Risale-i Nur’un istikbali ile ilgili veya istikbale dair müjdeleri var mıydı?
•Mehmed Feyzi Efendi istikbale yönelik şöyle derdi: “Hacca giderken pasaport falan sorulmayacak. ‘Müslüman mısın?’ geç denecek.”
Bir başka zaman da şöyle derlerdi;
“Hem ay’a gitmek marifet değil. Asıl orada Beytül İzzet’te Kur’ân’ın aslı var. Onun fotoğrafını çekseler ya. Ay laciverdimsi bir küredir. Bir avuç toprak getiriyorlar insanları aldatmak için. Dünyada toprak kıtlığı mı var? Ay’da dünyadaki ma’denlerin aksi var. Onları keşfediyorlar. [Bu konu ilim adamları tarafından araştırılmalıdır.]

•Mehmet Feyzî Efendi derslerini çoğu zaman günümüz tekniğine uygun olarak yazdırma, önceden hazırlanma, ödev verme ve soru cevap tarzında yürütmüş; öğretilen konuları daha sonra özetleyip ana fikrini belirleme yönüne giderek, öğrencilerin verilen dersi daha sağlam ve pratik bir şekilde kavramalarını sağlamıştır. Okutmuş olduğu dersler arasında, Arap dili grameri (sarf-nahiv), akâid, kelâm, fıkıh, tefsir, hadis ile tasavvufa dair çeşitli kitaplar yer almaktadır. Ayrıca ve özellikle Kur’an-ı Kerim’in okunması ve okutulmasıyla ilgili olarak çeşitli tecvid ve kıraat kitaplarını, hem teorik olarak okutmuş, hem de pratik olarak ders vermiştir. Bu kitaplar içerisinde İlm-i Tashîh-i Hurûf (Tâlim), Aşere, Takrîb, İthaf ile ilgili eserler vardır. Kendisinden ders alanlar arasında profesörler, öğretmenler, müftüler, vaizler, imamlar ve sair meslek mensupları ile halk tabakasından nice insanlar bulunmaktadır.” (Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 86. Mehmet Feyzî Efendi’nin ders okutma usûlü hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Küllüoğlu, “Mehmet Feyzî Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 33-40. Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu ifadelere göre Mehmed Feyzi Efendi, Risale-i Nur’un haricinde İslâmî kitapları tedris şeklinde ders vermiş ve okutmuş diye geçiyor. Bu konu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
•Mehmed Feyzi Efendi sadece Kur’ân-ı Kerîm talimi ve sohbet yaptığı tek gördüm. Diğerleri ile ilgili bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Ben Mehmed Feyzi Efendi’nin geleneksel usûlle yazdırarak ders verdiğini biliyorum. Eski ev sahibim, Hz. Pir imamlarından Hacı İbrahim Efendi’den biliyorum. Ders notlarını bana gösterdi ve bu notların fotokopileri de var bende. Bu derslerin okunduğunu beyan eden kaynaklarda da geçiyor. Mesela bir sohbetinde bize bir gün Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nden okuyuverdi, Mehmed Feyzi Efendi. Sanıyorum Marifetnâme idi.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Mehmed Feyzi Efendi’nin son dönemlerinde İmam Hatip’te okurken kendilerinden Kur’ân Talimi dersleri alırdık. İmam Hatip’ten talebeler de gelirlerdi. Yazarak tedris ettiği bizden önceki dönemlerde olmuş.” A.Ç.]

•“Nice öğrenciler yetiştiren Mehmet Feyzî Efendi’nin talebelerine bizzat okuduğu/okuttuğu ya da kendi gözetiminde okunmalarını sağladığı eserlerden bir kısmı şunlardır:
1.Sarf-Nahiv,
2.Fıkh-ı Semerkandî,
3.İhyâu Ulûmiddîn (akâid ve hac bahsi),
4.Şemâil-i Şerîf Şerhi (Aliyyü’l-Kârî),
5.Hadis-i Erbaîn Şerhi (Birgivî, Akkirmânî, İsmail Hakkı Bursevî),
6.Hülâsatü’l-Buhârî / Tecrîd-i Sarîh Şerhi (Şerkavî) ,
7.Akâid-i Nesefî Şerhi (Sâʻdüddîn Taftezânî),
8.Cezerî Tecvidi (Osmanlı Türkçesi),
9.Kenzu’l-ummâl (Müttakî el-Hindî),
10. Mârifetnâme (Erzurumlu İbrahim Hakkı),
11. Muhammediyye Şerhi (İsmail Hakkı Bursevî) ,
12. İsmail Hakkı Bursevî’nin şiirleri,
13. Pendnâme Şerhi ,
14. Mevlânâ’nın menâkıbıyla ilgili bir kitap,
15. Divan-ı Alevî (Ali isminde bir müellife ait),
16. İslam’da Kardeşlik Hukuku (İmam Şa‘rânî),
17. Tasavvuf ve Hayat (İmam Şa‘rânî),
18. Mürtede Ait Hükümler (İmam Şa‘rânî),
19. Kitâbü’l-İbrîz ,
20. İnsan-ı Kâmil ,
21. Nakşibendîlerle ilgili bir kitap (Muhammed Parsa). (Burada bahsedilen kitaplar için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 103, 139, 178, 292-293)
Bu nakle göre 21 tane kitabı okutmuş ve tedris vermiş Mehmed Feyzi Efendi. Böyle bir olaya şahit oldunuz mu? Bunu nasıl Anlamalıyız? Konu hakkında bilginiz var mı?
•Bu eserleri okuttuğuna ve ders verdiğine dair bilgim yok.

[Şevket Özsoy Ağabey’den şu bilgiler alınmıştır; “Mehmed Feyzi Efendi’nin verdiği bu dersler konusundaki yeterli açıklama, kaynaklarda var. Ayrıntı isteniyorsa yine bu kaynaklara başvurulabilir. Orada talim/tecvid ders alanlara bizzat şahidim. Hatta bir gün Mehmed Feyzi Efendi Vel Asr Sûresi’ni talim etmişlerdi. Dursun Aktaş Hocamız da sanıyorum ders almıştı. Konuyla ilgili kendisine sorulabilir.” A.Ç.]

[Dursun Aktaş Hoca’dan konuyla ilgili şu bilgileri aldık; “Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile tanıştıktan sonra da böyle ders okuttuğu talebeleri vardı. Kur’ân-ı Kerîm okumayı ve Hadîsleri tetebbu etmeyi tavsiye etmişlerdir.
Bahsi geçen kitapta kimden nakledildikleri belirtilmiştir. “Karanlıktan Aydınlığa” isimli kitapta, Hz. Pir Camii (Şeyh Şaban-ı Veli Camii) Emekli İmamı Merhum İbrahim Küçük Hoca’dan bu bilgilerin alındığı geçer. İsmi geçen kitapları bizden önceki yıllarda talebelerine ders vermiştir. Biz son dönemine denk geldiğimiz için sadece Sohbetlerine katıldık ve Kur’ân Talimi aldık.
Sohbetleri, Kur’an-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerif kaynaklıydı. Gelen misafirlerle konuşur, hal hatır sorar. Daha sonra bir konu açılınca o konu hakkında konuşurlardı. Gelenlerin çoğu sorularını sormadan cevaplar alırlardı. ‘Aklımızdaki soruyu sormadan, konu oraya geldi ve cevap verdi Feyzi Efendi’ diye söylerlerdi.
Sohbetlerinde Selef-i Salihin’den, geçmiş âlimlerden sözler söylerdi. Onlara atıf yapardı.” A.Ç.]

•Mehmed Feyzi Efendi’den;
“Ne Cebre kayalım, ne İtizale dalalım. Ehl-i Sünnet’te kalalım.”
“Bu fakir bir zamanlar hubbi idi.”
Şeklinde nakiller yapılıyor. Bu sözleri bizzat kendisinden duydunuz mu?

•Evet duydum. Mezar taşında da Hatt-ı Kur’ân ile de yazar. “Vasiyetim” derdi. “Burada yatan adem, bir zaman hubbî idi. Bir zaman cubbî idi. Bir zaman sükûtî idi. Şimdi de turabî. Ruhuna Fatiha.” şeklinde.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

RİSALE-İ NUR BAŞTAN SONA MANTIK OLDUĞU İÇİN O KİTABI YAZMADIM

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 2

 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

 

Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri hakkında ne gibi tespitleri ve ifadeleri vardı?

• Mehmed Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri için “Allâme” derdi. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni ilk gördüğünde “Aradığımı buldum” diyor. Bir de Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nden bahisle şöyle derlerdi; “O bir aslandı. Biz kedi gibi yanında dolaştık. Tırnağı da olamayız.” Mehmed Feyzi Efendi (rh), kemâl-i tevazuuda zirve birisiydi.

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) hususi iltifatları var mıydı? O iltifatlarından bildikleriniz var mı?

Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin dişi M. Feyzi Efendi’de (rh). Ben görmedim ama görenler var. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin “Dişimi kime verdiysem, ilmimi ona verdim.” dediği rivayeti var. Hapishane’de iken cübbesinin yamasını Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin cübbesinin yamasına benzetiyor. Orada bir tasavvuf ehli zât varmış. O zât, “Bak tam fenafi’l-üstad” diye latife etmiş. Bir de Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı kesilmemiş. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin “Feyzi’nin sakalı, benim sakalımdır.” şeklinde bir sözü var. Sakalına hiç ustura vurulmamış. İlk askerlik yaptığında sakalı yok, çıkmamış o zaman. Yedek askerlik yaptığı zaman da sakalına el vurulmamış, sakallı olarak askerlik yapmış. Hattâ Denizli hapsinde bir Kabadayı, Mehmed Feyzi Efendi’nin sakalı ile ilgili “Bu sakala kıyana, kıyarım!” diyor ve böylelikle hapiste iken de sakalı hiç kesilmiyor.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin, Mehmed Feyzi Efendi için “Selef-i Salihin, Mehmed Feyzi gibi talebem olduğuna gıpta ediyorlar.” sözünü rivayet olarak duydum.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Mehmed Feyzi Efendi için “Ser Kâtibim” ve “Sır Kâtibim” diyor. Mehmed Feyzi Efendi’yi bu cihetiyle de ele almak gerekiyor. Mehmed Feyzi Efendi, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin çok iltifatlarına mazhar olan bir zât idi.

Mehmed Feyzi Efendi (rh) hayatta iken kıymeti bilinmedi diyebilir miyiz?

Maalesef kıymeti bilinmedi, tam anlaşılamadı. “Derdimi anlatamadım, yalnız kaldım gardaşım.” derdi. Büyük zatların kıymeti maalesef hayatta iken bilinmiyor. Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin bile hayatta iken Emirdağ’ında iken, Kastamonu’da iken tam hakkıyla bilinmedi.

Mehmed Feyzi Efendi’nin Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden hatıra nakli neden azdır? Neden hatıra anlatmazdı? Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nden duyduklarını anlatsa en fazla anlatabilecek kişilerden birisi olduğu halde neden nakillerde bulunmamıştır? 8 sene boyunca Kastamonu da birlikte kalmış sonuçta. 8 yılda birçok bilgi elde edindiği ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin sırlarına mazhar olduğu muhakkaktır. Ama bunları neden izhar etmemiştir?

• Hatıra anlatma konusunda “Mübalağalı oluyor gardaşım.” derlerdi. Ondan dolayı pek hatıra anlatmazlardı. Ama ara sıra yeri geldikçe anlatırlardı. Mesela; “Karadağ’a çıkarken Üstâd at sırtında, ben yularından tutardım. Tashih ede ede giderdik. Yorulmak nedir bilmezdik.” derlerdi. Yani Karadağ’a kadar 10 – 15 km bir mesafe. Bunlardan sitayişle bahsederdi. Bir de şöyle derlerdi; “İftihar ediyorum ki; Üstâd’a eski ve yeni eserlerini baştan sona okudum.” Risale-i Nur Külliyatı’nın çoğu hafızasındaydı. Sohbetlerinin çoğunun muhtevası Risale-i Nur’dandı. Cemaatten gelen abiler olunca bazen hatıra anlatırlardı.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in derslerini ses kaydına almak isteyenlere izin vermediği ifade ediliyor. Hulusî Yahyagil Ağabey (rh) ses kaydına ve videoya (bir tane vefatından 1 hafta önce çekilen var) izni ve fetvası var iken; Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) bu konuda izin vermemesinin sebebi sizce nedir? Veya bu konuda bir açıklama yapmış mıydı?

Çok nadir ses kayıtları vardır. Medine-i Münevvere’de Ali Ulvi Kurucu ile Hac’da iken Arafat’ta var. [Bu konuşma metninin yazılı hali tarafımızdan neşredilmiştir. Bkz. https://www.risalehaber.com/mehmed-feyzi-efendi-ile-ali-ulvi-kurucunun-hacda-yaptigi-sohbet-22465yy.htm A.Ç.]

[Buna ek olarak Mi’rac konusu ile ilgili bir ses kaydı ve Kur’ân-ı Kerîm Tilaveti ses kaydı mevcuttur.] “İzin yok gardaşım.” derlerdi, teyipin ses almasına. Çok teşebbüs ettiler, çokları olmadı. Bu da ayrı bir sır. Sesinin kaydedilmemesi ile ilgili, “Zihinler daha iyi” derdi.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’den tarîkat dersi aldığını iddia edenler var. M. Feyzi Efendi tarîkat dersi verir miydi? Nur Talebesi olduktan sonra da tarîkate bağı var mıydı? Daha önceden intisap ettiği Nakşi şeyhine daha sonradan da intisabı devam etmiş midir? M. Feyzi Efendi (rh), Üstâd Bediüzzaman (ra) Hazretleri’ni tanımadan önce tarîkatte hilafet almış mıydı? Yani bir şeyin halifesi olmuş muydu?

Mehmed Feyzi Efendi’nin, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni tanıdıktan sonra herhangi bir tarîkat intisabı ve bağlılığı yok. Ama Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni tanımadan evvel Kastamonu da Nasrullah ve Sinanbey Camii İmamı olan Kurra Hafız Ömer Aköz’den kıraat ve talim dersi almıştır. O zât daha sonra Fatih Camii İmamlığı ve Diyanet İşleri’nde Mushafları Tetkik Heyeti’nde bulunmuştur. Mehmed Feyzi Efendi, o zâttan tarîkat değil talim ve kıraat dersi almıştır. O zât ehl-i tarîk ve tarîkatte halife olan birisidir.

Bir gün Hafız Ömer Efendi’nin (ra) tarikat/tasavvuf ehli olup olmadığı konusunu Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştuk. “Evet tarikat ehli idi ama, ilmi nazara verirdi” cümlesiyle özetleyebileceğimiz izahlarda bulunmuştu.

Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’in İslâmî ilmi dallar ve konularda yazdığı yazılar veya çalışmaları var mıydı? Şu an sadece Asâ-yı Mûsa eserinin sonunda neşredilmek üzere hazırladığı Lügatçesini biliyoruz. Başka bildiğiniz var mı?

M. Feyzi Efendi’nin (rh) te’lif ettiği bir eser yok. Bildiğimiz bir lügat var. Asâ-yı Mûsa eserinin sonuna eklenmek üzere hazırlanmış. O lügatçede de ne kadar âlim olduğu görülmekte. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, «Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden, matbu “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.» (Kastamonu Lâhikası) diyor. Bu yeri Mehmed Feyzi Efendi’ye sormuştum. Dedi; “Gardaşım o zaten mantık. Risale-i Nur baştan sona mantık. Ona ihtiyaç yok.” [Konuyla ilgili Son Şahitler, c. 1’de şu ifadeler geçmektedir; Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.] Bazı abiler Feyzi Efendi (rh) hakkında “Üstâd söylediği halde yapmıyor.” diye bahsederlerdi. Edebinden, bir çığır da açmamak cihetiyle de belki bir eser te’lif etmediler. Hep sohbetler ile devam ettiler. Mehmed Feyzi Efendi sohbetler konusu ile ilgili şöyle derlerdi; “Sahabe kulaktan sıvarıldı.” Yani kulaktan âlim oldular. Mehmed Feyzi Efendi de bu yolu tutuyordu. Ve sohbetine gelenler en müşkil meselelerini halleder, giderlerdi; sormadan bile.

Üstad Bediüzzaman (ra) Hazretleri’nin Talebeleri için Ağabey denilir iken Mehmed Feyzi Efendi (rh) için “Efendi” denilmesinin sebebi nedir? Bu tabir Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ile kalmadan önce de kullanıldığı için mi devam etmiştir? Bunun hikmeti nedir?

• Mehmed Feyzi Efendi için “Efendi” tabirinin kullanılması, hem anne hem baba tarafından seyyid olmasından dolayıdır. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi olan ağabeylerden yanına ziyarete gelenler de “Mehmed Feyzi Efendi” diye hitap ederlerdi. Abdullah Yeğin Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabey de ziyarete geldikleri zaman “Feyzi Efendi” derlerdi. Kastamonu halkı hep bu tabiri kullanırlardı ve bu şekilde de kaldı.

Mehmed Feyzi Efendi’nin soy ismi konusunda bir sorum olacak. Risale-i Nur Külliyatı’nda soy ismi “Pamukçu” olarak geçiyor. Ama TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Şallıoğlu” yazıyor. Soy ismi bir dönem Pamukçu olup sonra değişiyor mu? Bu konu hakkında bilginiz var mı?

Denizli ve Afyon hapsinde iken teyzesi Mehmed Feyzi Efendi’yi evlâd ediniyor. “Pamukçu” soyadı oradan kalma. Daha sonra asıl soy ismi olan “Şallıoğlu” oluyor.

[Not: TDV İslâm Ansiklopedisi’nde bu ifadeleri tasdik olarak şu ifadeler var; “Annesinin vefatından sonra teyzesi tarafından evlât edinilen Mehmet Feyzi’nin Pamukçu olan soyadı Şallıoğlu şeklinde değişmiştir.” https://islamansiklopedisi.org.tr/sallioglu-mehmet-feyzi]

 

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

 

RİSALE-İ NUR’U HUSUSİLEŞTİRMEMEK LÂZIM, MÂL-İ UMUMÎDİR

Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretleri̇’ni̇n Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi (rh) Hakkında Hasan Erdoğan Ağabey ile yaptığımız Röportaj – 1 

Röportaj Yapılan: Hasan Erdoğan

Röportaj Yapan: Abdulkadir Çelebioğlu

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin “Sır ve Ser Kâtibi” Mehmed Feyzi (Pamukçu) Efendi’nin yıllarca sohbetlerinde bulunmuş Hasan Erdoğan’la konuştuk.

  • Sizi tanıyabilir miyiz?
  • Aslen Kastamonuluyum. 1957 doğumluyum. 1994 yılına kadar Kastamonu’da ondan sonra İstanbul’da ikamete başladım. Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’i 1979 yılında tanıdım. Onun vesilesiyle Risale-i Nurları ve dershaneleri tanıdık. Evimizde Salı günleri ders olurdu. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) aklımıza takılan soruları sorar, cevap alırdık. Bazen de hiç sormadan cevaplarımızı alırdık. Sualleri sormadan cevap verme gibi halleri vardı. Onu görünce alemimiz değişti. O yıllarda şeyh ararken yakınımızda Mehmed Feyzi Efendi’yi (rh) bulduk. İlk tanıdığım zaman Gazetecilik 3. Sınıfta okuyordum. Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) dedim; “Efendim bu okulu bitirsem ne olacak? Çalışacak televizyon yok, gazete de yok!” Bana cevaben; “Bitir gardaşım, ileride lazım olur.” dedi. Bu da kerametvari. Vefatından 2 sene sonra biraz gazetecilik, biraz televizyonculuk yaptık. 1996’da ticarete başladım. İstanbul’da Tevruz Apartmanı’nda kaldım, iş yerim de oraya yakındı. Abdullah Yeğin Ağabey orada kalıyordu, ondan çok istifade ettik Elhamdülillah.
  • O zamanki Risale-i Nur hizmeti ile şimdiki Risale-i Nur hizmetlerini mukayese edecek olursanız neler söyleyebilirsiniz? 
  • Bizim Risale-i Nur’u ve dershaneyi tanıdığımız zamanki ihlâs, muhabbet, sadakat daha farklıydı. Çok vakıflar yetişiyordu bu mânâda. Şimdi yetişmiyor. Bu da ayrı bir derdimiz.
  • Mehmed Feyzi Efendi Rahmetullahi Aleyh’ten duyduğunuz hususi hatıralarınız ve nakilleriniz var mıdır? Varsa öğrenmek isteriz.  
  • • Risale-i Nur mesleği içinde ayrılıkları Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum bu. Cevaben dedi ki; “Gardaşım! Nasıl ki parmaklar kola bağlıdır. Ana koldaki ayrılıklar çok şey değil. Daireye her meslek, her meşreb girdi; daire genişledi.” Ve Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh); “Risale-i Nur’u da hususileştirmemek lazım. Mal-i umumîdir.” şeklinde bize çok tavsiyeleri oldu. Bir de hususi olarak bize “Gardaşım Risaleleri dikkatle, teeni ile okuyun, mütalaa edin.” derlerdi. Mehmed Feyzi Efendi’nin sohbetleri kitaptan okuma tarzında değil; Kur’ân-ı Kerîm’den, Hadîs-i Şeriflerden ve Risale-i Nur’dan alınmış – süzülmüş sohbetler şeklinde idi. Mesela Risale-i Nur’daki Onuncu Söz eseri için “Haşir Risalesi’nde yüzden fazla âyetin meâli var. Ama onlar zikredilmiyor.” derlerdi. M. Feyzi Efendi’yle (rh) bir gün ikimiz varız. “Hele gonuşun gardaşım” derdi. Biz tabi susardık, sonra sohbet bir yerden açılırdı. Bir yaz günü ikimiz vardık sadece, M. Feyzi Efendi (rh) bana dedi ki; “Gardaşım, Kastamonu’da yalnız kaldım; kerpiç gibi örülmüş. Söküp atamadım.” Ben dedim ki; “Efendim, biz de anlayamıyoruz.” Vefatından sonra çoğu kişi anlaşılıyor. Vefatında böyle herkes ‘Böyle birisi varmış da bizim haberimiz yokmuş’ dediler. Bir sürü kalabalık. O zaman telefon da yaygın değil. Türkiye’nin her yerinden binlerce kişi geldiler. Kastamonu o zaman anladı ‘Eyvah’ dedi, ne çare. Biz de 10 sene gittik sohbetlerine, şimdi diyorum tam istifade edemedik. Herkes kabına, kabiliyetine göre alabildi. Risale-i Nurları anlamak konusunda, Mehmed Feyzi Efendi’ye (rh) sordum; “Üstad diyor; ‘Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.’ (Lem’alar) Bu nasıl olur?” Dedi ki; “Olur gardaşım ama nasıl bileceğiz?” Yani onun bir mihengi olması lazım. Ben okudum, anladım, âlim oldum demekle olmuyor. Bu hatırayı da hiç unutmuyorum.

 

  • Mehmed Feyzi Efendi’nin (rh) istikbale dair verdiği müjdeli haberler var mıydı? Varsa nelerdir?
  • İstikbale ait gaybî konulara pek girmiyordu. Ama İslâm hakimiyetinin olacağını, ümidli olmayı, nereden nereye geldiğimizi, “Bir fabrikada kumaş nasıl koyulursa öyle gider. Dinsiz bir nesil yetiştirmek istediler olmadı.” derlerdi. Bunu çok defa zikrederlerdi. Hep ümidvar olmayı bize gösterdi. 12 Eylül’ün o zor zamanlarında bile hep ümidli olmayı bize tavsiyede bulundular. “Müsbet konuşalım, müsbet düşünelim. Fitne uyandıracak hareketlerden kaçınalım gardaşım.” derlerdi. Bu sözünü sohbetine giden herkes duymuştur.
  • Yeni nesil Nur Talebelerine tavsiyeleriniz nelerdir?
  • Okumak, neşretmek, okuduğumuzu yaşamak – tatbik etmek. İşte bununla ilgili bir sohbette M. Feyzi Efendi’ye (rh) bir kardeş “Muhlisine’l-Muhlasine sırrını” sordu. Mehmed Feyzi Efendi cevaben; “Birisi kesbîdir, birisi vehbîdir. Kesbî olmadan vehbî olmaz.” dedi. “İhlâs Risalesi’ni okumakla da ihlâslı olunmaz gardaşım.” dedi. İşte bununla ilgili aklıma geliyor; okuduklarımızı anlamak, kavramak ve yaşamak gerekiyor. Bundan başka çare yok. Bir de Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin de tavsiye buyurdukları gibi; ihtilaf etmemek, münakaşa etmemek, kardeşinin aleyhinde olmamak. “Herkes aynı halkda, aynı meşrebde olmuyor.” derdi M. Feyzi Efendi. Üstâd Bediüzzaman Hz. de diyor ya; “Medar-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrepte olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” (Kastamonu Lâhikası) Herkes aynı olmuyor; haslar var, talebeler var, dostlar var. Bu şekilde olmalıyız, istikameti muhafaza etmeliyiz. İstikamet deyince, Mehmed Feyzi Efendi (rh) şöyle derlerdi; “En büyük keramet, istikamettir gardaşım.” Hakikaten bu sözü o zaman anlayamıyorduk, şimdi daha iyi anlıyoruz.

(Devamı Gelecek)

Abdulkadir Çelebioğlu

GÖRÜNMEYENE İNANMAK

Maddiyyun yani Materyalist bir asırda maalesef akıllar gözlere inmiş bir halde. Peki Allah’a inanmayan yüksek rütbeli birisine Cenâb-ı Hakk’ın varlık delilleri hakkıyla okunduğunda sonunda ne olmuş olabilir? Merak ediyor muyuz? Bizzat yaşanmış bir olayı okuyarak, sonucunu kendimiz görebiliriz. Olayı yaşayan kişi anlatıyor;

******

Bir gün omuzunda yıldızları çok olan üst rütbeli birisi diyor ki: “20. Asırda inanç diye bir şey olmaz. İnanç; eskidendi ve cehaletin hâkim olduğu zamanlarda vardı. Bilimin, tekniğin ve teknolojinin olmadığı bir zamanda inanç olur. Bu asırda inançtan bahsetmek, gökte görülmeyen bir şeye inanmak; 10 asır önceki insanların hortlamış hali demektir.”

Bunu duyan oradaki bazıları diyor ki: “Senin inkâr ettiğin o Allah’ı ispat edenler var! Hem de akli, mantıki delillerle ispat ediyorlar!”

O rütbeli kişi de diyor ki: “Bir tane ispat eden çıksın, şu rütbemi sökerim.”
Ona: “Lütfen adresinizi verir misiniz?” diyorlar ve adresi alıyorlar.

Adresi bize verdiler. Biz de gittik. Kapıyı çaldık. “Buyrun” dediler, biz de cevaben dedik ki: “Allah’ı ispat etmeye geldik.” dedik.
“Oooo sizler mi geldiniz?” diye cevap verdi.
“Evet bizleriz.” dedik.

“Ben de sizleri bekliyordum.” dedi.

Sonra istihzaya [alay etmeye] başladı ve dedi ki: “Dün ‘Tanrıların Arabalar’ını okuyordum. Ne kadar asılsız bir şeymiş bu Tanrı anlayışı.”

Biz de “İyiki evvelki gün gelmemişiz. Yoksa bizi uğraştıracaktın biraz.” dedik.

Başladı hemen tesadüf ve tabiat diye söylemeye.

Ben açtım 23. Lem’a Olan Tabiat Risalesi‘ni.. Ona okudum.

Orada Bediüzzaman Hazretleri, 4 tane ihtimal veriyor. 4. İhtimalde diyor ki; Bir eczaneyi seç. Eczanede çeşitli kavanozlarda ilaçlar var. Kavanozları tedkik edip bakıyoruz ki, üç – beş ilacın ayrı ayrı terkibinden meydana gelmiş. Yüzde 2 mg şundan, yüzde 9 mg şundan, binde 1 mg şundan vs diye.. Eğer o alınan ilaçlar; o kadar hassas ve dakik alınmış ki, biraz az veya fazla içindeki maddeler olsaydı ilaç yerine zehir olurdu. Demek oluyor ki, maharetli bir kimyager vardır. Birisi dese ki; ‘Tesadüfen rüzgarın esmesinden, şişelerin devrilmesinden bu ilaçlar kendi kendine meydana gelmiştir.’  Eşek muzaaf bir eşek olsa, bir an için insan olsa ‘Bu fikri kabul etmem’ deyip kaçacaktır.

Bunları deyince adam çok ciddi. Bizi dinledikten sonra: “O hâlde ben eşeğim!” dedi.

Ben de ona dedim ki: “Siz eşek olamazsınız!”

O da “Peki ne olacağım?” dedi.

Ben de ona “Acele etme! İnsan olacaksın ama önce eşek olacaksın!” dedim.

“Nasıl olacağım kardeşim?” dedi.

“Acele etme! Bir anda olamazsın. Eşeğin bir anda insan olması mümkün değildir.” dedim.

23. Lem’a Tabiat Risalesi‘nden okumaya devam ediyorum.

O da “Evet… Evet… Evet…” diyor.

Sonra dedi ki: “Evet bu kâinatı idare eden güçler var! Bazı güçler var!”

Ben de ona dedim ki: “Şu anda bu 10 katlı apartmanda oturuyoruz. Şimdi birisi dese ki; ‘Şu apartmanın doğraması, kalorifer malzemesi, elektrik malzemesi, su malzemeleri, kapısı-penceresi, mutfağı-banyosu vs.. Demek ki bunlar gösteriyor ki, önceden düşünülmüş ve projesi yapılmış. İnsanların yaşaması için hazırlanmış.’ Biz de aynen bu kâinat apartmanına geldik, her şey hazır. Şimdi birisi dese ki; ‘Şu bina, şu apartman; çevredeki dağlardan kopan demirler, çimentolar, ağaçlar bir araya geldi ve şu binayı yaptı.’ Ne kadar abes olur değil mi?”

Dedi ki: “Eşeklik olur yani!”

Ben de ona dedim ki: “İşte bak! Nasıl ki bu apartman, mühendisi ve krokiyi gösteriyor ise şu kâinat apartmanınındaki nizam ve intizam da bir Allah’ı gösteriyor!

Daha önce ‘Tabiat, tesadüf’ diyordu. Ben de bunu hatırlatınca: “Kullanma şu çirkin kelimeleri Allah aşkına! Evet bazı güçler var! Bana o güçleri anlat. Acele anlat bana o güçleri!” diye cevap verdi.

Ben de ona dedim: “Acele etme!”

Sonra şu âyetin meâlini okudum: “Allah’tan başka ilahlar bulunmuş olsaydı, bu âlem fesada girecekti.”
“Onun için bir tek kuvvet var. Bir köyde iki muhtar, bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali olamaz! Bir Hâkim-i Mutlak gerekir. Çünkü bu kâinata bir bak! Bu gezegenlerin nizam ve intizam içinde yörüngelerine ve dönmelerine bak. Bu sistem içindeki bir tanesi 1 dakika dursa, bütün sistem hepsi birbirine girecek. Güneş, dünyadan 1 milyon kattan fazla büyük. Bir de Güneşten daha büyükler var. Bunlar o kadar dakik, o kadar nizamlı, o kadar hassas hareket ediyorlar ki 1 saniye dahi bir hareketindeki inhiraf, bütün kâinatın bozulmasına sebep olacaktır. Bir tek kudret var ki, bütün bu kâinatı ihata etmiş. Çünkü 50 kat 100 katlı binayı yapan mühendis, temelinden tavanına kadar projesini yapmış ki bir nizam içinde olsun. Yoksa tavanı birisi yapsa, tabanı birisi yapsa ve birbirlerinden haberleri olmasa o bina devam edemez! O hâlde bu kâinat binasını da tanzim eden, idare eden bir ilah var!”

O da: “Evet, evet bir olması lâzım. Ama bizi de görüyor, kâinatı da idare ediyor! Bu nasıl oluyor?” dedi.

Dedim: “Acele etme!”

Dedi ki: “Acele et kardeşim! Allah aşkına acele et!”

Dedim: “Bak, bir karınca yürüyor. Bir tane buğday tanesi almış. 10 cm önünü görebiliyor. O karınca arkadaşına diyor ki: ‘Karınca kardeş, insan denen bir mahluk var. Ve bizim taşıdığımız bu buğdayın bin mislini beraber götürüyor.’ Bunu kendi ilmi ile, kuvvet ve kudreti ile baksa kıyas edemez. Aklı ihata edemez. ‘Nasıl olur ki ya?!’ der. Bizim bu gördüğümüzün bin şiddeti görüyor. İşte bu misal gibi çok misal verilebilir.”

Sonra 16. Söz‘deki bir misali örnek verdim. “Bir insan bir aynalar odasına girse, ben bir iken binlerce olurum. Ama gören benim, işiten benim, yiyen benim. Aynadaki görüntü ne görüyor ne işitiyor ne de yiyor. Ama ben değil nim-nurani güneş ayineye aksedince; ısısıyla, ışığıyla ve yedi rengi ile onun içine giriyor.” Sonra Allah’ın sıfatlarını anlattım.

Bunları anlattıktan sonra adam: “Allahu Ekber!” dedi.

Ben de adama dedim ki: “Namaz vakti geldi. Biz namaz kılacağız.”

Adam dedi ki: “Çok rica ediyorum. Bir namazı burada birlikte kılalım.”

******

Başta inançsız olan kişiye sonunda “Allahu Ekber” dedirten ve “namaza başlamasına” vesile olduran Allahu Teâlâ’ya sonsuz hamd ve sena olsun.

“Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor, küfrün temel taşını zîr ü zeber ediyor.” denilen 23. Lem’a olan Tabiat Risalesi’ni..

Konuşmada bahsi geçen 16. Söz‘ü..

Ve nizam, intizam ve Cenâb-ı Hakk’ın 6 ismi üzerine yazılmış olunan 30. Lem’a eserini okumanızı tavsiye ederiz.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân ve İman hakikatleri olan Risale-i Nurlar’dan istifademizi ziyadeleştirsin.

Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu