Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Allah’ın ihatası isbat edilmiş

“Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delalet ettiği gibi, hem delail-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delalet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delalet ve isbat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.” (3.Şua:42)

HÂKİMİYYETİN GENİŞLİĞİ …

“Evet gökler; sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!- senin vücub-u vücuduna öyle zâhir şehadet.. -ve ey zerratı, muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!- senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delalet.. ve hadsiz semavatı ihata eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bütün mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümulüne şübhesiz şehadet ederler.” (3.Şua:44)

HÂKİMİYYETİN HADSİZ GENİŞLİĞİ …

“Ey Mutasarrıf-ı Fa’al ve ey Feyyaz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. Hem koca fezayı mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukata cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve herşeye yetişmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmane faidelerde istimal olunur ki; herşeye ihata eden bir ilim ve herşeye şamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.” (3.Şua:45)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Viladeti Muhammediye (A.S.M)

İnsanlığın Nurusun sen,

Geldin bizi sevindirdin,

Alemden zülmü giderdin,

Canımsın Ya Resulallah.

 

Bütün âlem zindan iken,

Olumsuza duçar iken,

Âlem kap karanlık iken,

Nurlattın Ya Resulallah.

 

Alemlere rahmetsin sen,

Geldin her yer oldu Gülşen,

Bu aleme rahmetsin sen,

Şüphesiz Ya Resulallah.

 

Yaşadın bizi anarken,

Doğarken ümmetim derken,

Bunla cennete gidecen,

Şefaat Ya Resulallah.

 

Bu âlem Senle övünür,

Olmasan her şey dövünür,

Sensiz yerlerde  sürünür,

Yardım et Ya Resulallah.

 

Bize Rabbin, rahmet eli,

Şüphesiz, kesin ve belli,

Bunu kabul etmeyen deli,

Şefaat Ya Resulallah.

 

Viladetini kutlarız,

Sevinip atlar zıplarız,

Sebepsin ki Müslümanız,

Çok şükür Ya Resülallah.

Bütün Ümmet Seni sever,

Münkirleri her an yerer,

Çok şükür Mü’miniz bizler,

Sebepsin Ya Resülallah.

 

Muhammed Resulullahsın,

Sen Şefi-ül müznibinsin,

Orda yardımın yetişsin,

Ricamız Ya Resulallah.

 

Ateşte yanmasın bu ten,

Gönder bol Rahmetini Sen,

Senden rica ederim ben,

İmdat et Ya Resülallah.

 

Feraha ersin bu millet,

Münafıktan geliyor dert,

Yardımını bize ilet,

İmdad et Ya Resulallah.

 

Çok müfsitler koşar durur,

İç münafık ve dış gavur,

Türkiye’yi dert kavurur,

Sen kurtar Ya Resulallah.

 

Abdülkadir Haktanır

Hanımları Düşmandan Koruyun!

Alnı ak günlü pak seccadeden doğruldun,

Her tarafı parlatan Nurlar ile yoğruldun.

 

Gönlünü arşa açıp duaya el kaldırdın,

Ruhunu hakikatin gerçeğine daldırdın.

 

Al sancak oldu “örtün” namusuna şahittir,

Baban amcanla dayın belki birer şehittir.

 

Şerefli emaneti onlar bıraktılar sana,

Gitti o aziz ruhlar ebediyetten yana.

 

Mukaddes emanetin mekânı seccadendir.

Senin duana el açmaya koşuşan dedendir.

 

Ey Müslüman hanımı sen dinine sahip ol,

Karşında var iki yol, birisi sağ biri sol

 

Biri Nurdan bir cadde cennetlere yükselir

Diğerinin sonunda pişmanlıklar dizilir.

 

Nur ile aydınlanır hakka giden Nurlu yol,

Nar ile zindanlaşır şeytanımsı putlu sol.

 

Dinsizlerin ağzında yutulacak lokmasın,

Aç gözünü kardeşim küfür seni yutmasın.

 

Dinine uymak için Nurlanmaya varırdın,

O zamanlar güzelim elbisene sarılırdın.

 

Bu güzelim hayata tekme vurarak kandın,

Şeytanlara uymakla, sen diri diri yandın.

 

Niye nefsine uydun şeytanına aldandın,

O kötü arkadaşına nasıl oldu da kandın,

 

Düne kadar o zarif elbisendi ne güzel,

Seni Furkan’da övmüş Haliki Rabbi ezel

 

Sonra şerefsiz kaldın bu cemiyet içinde,

Haydi bir bak kendine ruhun hangi biçimde.

 

Ondan sonra ne oldu birden değişik oldun

Sen gonca gibiyken hemen sarardın soldun

 

Utanmanın hayânın ufkunu tüm bitirdin,

Şimdi ne oldu sana nahoş âleme girdin.

 

Sokakta kilitlendin kurtulunca evinden,

Erkek bulamaz oldu, el değmemiş bir beden.

 

Ah o uğursuz güruh seni yaktı kavurdu,

Bazı hainlerdir ki, seni kalbinden vurdu.

 

Gayretli ol bacım ki, kurtulasın bu yoldan,

Sarmış şeytan gibiler hem sağından hem soldan.

 

Ey Müslüman hanımı düşün ve kendine gel,

Olur olmaz kimseye sen sakın uzatma el. 

 

Ne olur elmasla yaz, tarihlere adını,

Aman dinini bırakma, ey Müslüman kadını!

 

Abdülkadir Haktanır

Bu insan nereden geldi, ne için geldi, onu buraya kim gönderdi?

İnsanı hiç yoktan var eden Allah’u teâladan başkası kim olabilir? Bu itibarla, bir şeker, bir sigara ikram edene teşekkürünü ihmal etmeyen insan, onu yoktan var edene karşı ibadetini nasıl ihmal ediyor? Buna hayret etmemek için ihtimal var mı? Hiç kimse ben böyle bir insan olayım diye hiç bir yere dilekçe vermedi. Ama Rahman ve Rahim olan Allah onu mahlukatın en şereflisi olan insan yarattı ve sonsuz cihazlar ile onu donattı. Hatta çok enteresandır insanın yüzü 20×20 cm iken Hz. Adem dem bugüne kadar gelen insanlar biri diğerine %100 benzemezler. Halbuki bir marangoza desen bana biri diğerine benzememek şartı ile bin kapı yapasın. Kapılar 1×2 metre oldukları halde yapamaz.

İnsan kendine niye demiyor, ben ne kadar şükretsem azdır ki Allah beni de bir taş, veya bir inek, veya bir yılan yaratabilir idi yaratmamış. Hatta Rusya’da bir Rus gavurun oğlu veya kızı da yaratabilir idi yaratmamış. Bir Yahudi de yaratabilir idi yaratmamış. Müslüman memleketinde müslüman anne babada müslüman biri olarak yaratmış. Benim ecnebilerden bazıları gibi, hak dini bulmak için araştırmaya ihtiyacım yok.

Bu kadar iyilikleri Allah bana vermişken nasıl olur da ben nefis ve şeytanın desiselerine uyup beni yoktan var eden Allahım bana yirmi dört saatten yarısını değil, beş vakit namazı kılmak için, yirmi dört saatten tek bir saati alan namaz gibi ufak tefek ibadetleri çok görüyorum? Ben yapıp ne yapıp bir an önce yaptığım günahlardan pişman olup yolumu bulmalıyım insan kendine demeli.

İnsan için bundan daha akılsızlık olmaz ve olamaz. Bakın maske takın yoksa takmayanı cezalandırırım diyen devlet adamının emrine uyuyorlar. Cezadan kurtulmak için çok azı hariç devletin cezasının ötesinde o hastalıktan ölmek de var.

Bu sebeplerden insanlardan en az % 95’i devletin bu emrine uyuyor da Allah Kur’anı Kerimde, insanlara emrettiği namaz gibi o ufak tefek ibadetleri yerine getirmeyenleri cehennem ateşinde yakarım dediği halde Allahın emrini hiç aldırmayıp, karşı gelenlere benim azabım şedittir diyen Allahın kelamını hiçe sayanların çoğunun imanları olmadığını gösteriyor. Bunlar peşincilik yaparak, korona virüsün cezasını göz ile gördükleri için, ondan korunma kanununa uyuyorlar. Ama Allahın cehennem azabı göz ile değil, akıl ile görünüyor. Onlar akıllarını kullanmıyorlar. Kullansalar muhakkak Allahın kanununa inanacaklar ve ibadetlerini yapacaklar.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bir ifadesinde Allaha inanmayan profesörler, onlar profesör değil, insan bile olamazlar demesi çok isabetli bir ifade. İmansızlar madem Allah vardır diyorsunuz, hadi bakalım bana gösterin diyecek kadar alçalıyorlar. Ben görmediğim şeye inanmam diyecek derecesine düşebiliyorlar. Belki yoktur demekle, kendini kurtardı zannediyor. Akılsızlık eden bu insan niye görmüyorlarki aklı çalışanlara, her varlık Allahı gösteren deliller olduğunu gösteriyor.

Küçücük bir incir tohumu içinde koskoca incir ağacı nasıl olur demeden, olduktan sonra; bu normaldir deyip inciri yerken lezzet alıyor. Kendince bu kendi kendine oldu diyebilecek kadar gaflet ile hayatını geçirenler az değil çok.

Bir alime sormuşlar? Allahın varlığı hakkında delilin nedir? O da demiş dut yaprağıdır. Çünkü aynı yaprağı, koyun yiyor süt yapıyor. Arı yiyor bal yapıyor. Geyik yiyor, misk yapıyor. Tırtıl yiyor, ipek yapıyor. Tadı rengi aynı yapraktan bu kadar farklı güzel şeyler yapılabilmesi onların tümüne farklı hasseler veren yalınız ve yalnız Allah’tır c.c…

İmansızlar yapılan bütün mantıki şeyleri, insana yapıyor ve o yapılan şeyin kıymetinin derecesine göre yapanı yükseltirler, alçaltırlar. Fakat bu zavallılar niye düşünmüyorlar ki o işleri yapan o maharetli adamlar kendilerini yapmamışlar. Onları başka kuvvet yapmış. O yapan da Allah’u Azimüşşan dan başkası olamaz.

İnsan olacak spermdeki hücreyi, ne olduğunu anlatmadan her hangi kimseye göstersen bu damla sudan insan olur mu desen. Ne diyecek? Bundan insan mı olur diyecek? Ama o pis damla spermden nasıl insan olur kimse demiyor. Çünkü ünsiyet-alışkanlık çok olmazları insana olur gösterir.

Halbuki onda hiç bir şey görünmediği halde onun içine koyulan insanın bütün duyguları ihtiva ediyor. O kadar ki tek bir hücre içinde olan DNA moleküller hakkında, ilim adamları diyorlar ki eğer o DNA içinde olan molekülleri kağıda yazabilsek, bir milyon kitap yazmamız lazım idi. Görün ateistlerin inkâr ettikleri varlıkların sayısını ve acıyın hiç çekinmeden ateşte yanmak için inkâr yolunda koşanların haline.

Abdülkadir Haktanır

Hakimiyetin en esaslı hassası, istiklal ve infiraddır

“Bu kâinatın Sâni’-i Kadîr ve Hakîm’inin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünki herşeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünki müteaddid eller bir işşe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa; o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi.. en edna bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki; hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklal ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.

Madem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse elbette derece-i rububiyette hakikî bir hâkimiyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlak’ta bütün şiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eğer zerre kadar müdahale olsaydı, intizam bozulacaktı. Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratılmış ki; bir çekirdeği halketmek için, bir ağacı halkedebilir bir kudret lâzımdır. Ve bir ağacı halketmek için de kâinatı halkedebilir bir kudret gerektir. Ve kâinat içinde parmak karıştıran bir şerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzım gelir. Çünki o, onun nümunesidir.

O halde, koca kâinatta yerleşmeyen iki rububiyet, bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleşmek lâzım gelir. Bu ise, muhalatın ve bâtıl hayalatın en manasız ve en uzak bir muhalidir. Koca kâinatın umum ahval ve keyfiyatını mizan-ı adlinde ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak’ın aczini, hattâ bir çekirdekte dahi iktiza eden şirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilaf, bir hata, bir yalan olduğunu..ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doğru olduğunu bil, “Elhamdülillahi ale-l iman” de!..” (30.Lem’a:313)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır