Etiket arşivi: Affetmek

Güçlü insanların özelliği: affetmek

Öfkelendiklerinde kusurları bağışlarlar.
Şûrâ Sûresi, 42:37

Kur’ân’da övgü ile söz edilen kulların başta gelen özelliklerinden biri de, birçok âyet-i kerimede geçtiği gibi, affediciliktir. Bu âyette ise, “öfkelendikleri zaman” kaydının da eklenmesiyle, bu özelliğe ayrı bir vurgu yapılmıştır.

Affedicilik, bir mü’minin imanından gelen nitelikleri arasındadır. Çünkü bu, esas itibarıyla, Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’ân ve Hadis, Yüce Allah’ı bize çok affedici, çok bağışlayıcı olarak tanıtır. Allah ise, bağışlayıcılığının eserini kulunun üzerinde görmek ister. Bu da iki şekilde olur:

Bir yandan kul, kendi kusurları nedeniyle Allah’ın affına muhtaç olduğunu bilir ve tevbe ile, istiğfar ile Onun rahmetine müracaat ederek bağışlanma ister.

Bir yandan da, Allah’ın kullarına karşı bizzat kendisi affedici olmaya çalışır; onların kusurlarını örter ve affeder. Böylece, Rabbinin affediciliğine, bir başka şekilde, kendi davranışlarıyla bir ayna olmuş olur. Bu ise onu Rabbinin affına daha da çok yaklaştırır. İnsanlara karşı kusur örtücü ve bağışlayıcı olan bir kimsenin, Rabbinden bağışlanma ummaya elbette ki daha fazla hakkı vardır.

Kur’ân eğer bir davranışı modelini bize örnek olarak göstermişse, yaratılışımız için en uygun şeyin o davranış biçimi olduğundan şüphe edilmemelidir. Zira Kur’ân ve yaratılış, sık sık değindiğimiz gibi, karşılıklı olarak birbirini şerh eder. Kur’ân “Affedici olun” buyurduğunda, insanın yaratılışı da bunu tasdik eder; hem bireysel, hem de toplumsal hayattaki sonuçlarıyla, affediciliğin insan için en doğru bir hayat tarzı olduğunu gösterir.

Yapılan çok sayıda araştırma, affetmesini bilen insanların, kanser ve kalp hastalıkları da dahil olmak üzere, pek çok sağlık problemiyle daha rahat bir şekilde baş edebildiklerini göstermiştir.

Kin-nefret-öfke-acı döngüsünü kırarak insanı bir barış atmosferine kavuşturan bu özellik, aynı etkiyi insan toplulukları üzerinde de yapmaktadır. Yine araştırmalar, affediciliğin yaygın olduğu toplumlarda suç oranının da düştüğünü ortaya çıkarmıştır.

Affetmek güzeldir, ama kolay değildir. Hele öfkesi galeyan halinde iken affedebilmek hiç kolay değildir.

Ancak Kur’ân bize bunu hedef olarak gösteriyor.

Kur’ân’ın gösterdiği bu hedef ise, ciddî bir eğitime, bir nefis terbiyesine ihtiyaç gösteriyor.

Ve insanlar ancak böyle bir olgunlaşma sürecinden geçip de bir özgüvene, güçlü bir kişiliğe kavuştuktan, kendisiyle ve hayatla barışık hale geldikten sonra, affediciliği bir ilke olarak hayatlarına yansıtabiliyorlar.

Gerçekten de, affetmek güçlü insanların işidir. Zayıflar asla affedici olamazlar. Bir kısım toplulukların, fanatik grupların, hattâ bazı milletlerin, uğradıkları haksızlıkların şokundan bir türlü sıyrılamayışları ve intikam duygularından kendilerini kurtaramayışları işte bu yüzdendir.

Affedicilik güçlü insanların özelliği olduğuna göre, insan ne derece güçlü bir manevî yapıya sahipse, affetme potansiyeli de o derece yüksek demektir. Kur’ân ve Hadis ise, bu konuda insanın önüne alabildiğine geniş bir gelişim ufku açmakta, ona son derece ileri hedefler göstermektedir. “Hizmetçimi günde kaç defa affedeyim?” diye soran birisine, Peygamberimiz, “Hergün yetmiş defa” cevabını vermiştir.[1]

Bu cevap, affedicilikte bir üst sınır olmadığını gösteriyor. Başka bir ifadeyle, biz ne kadar affa muhtaç isek, o kadar affedici olmalıyız da diyebiliriz. Zira bizim insanlara karşı muamelemiz, Allah’ın huzurunda karşılaşacağımız muamelede belirleyici rol oynayacaktır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, bu İlâhî ahlâktan ne kadar nasip sahibi olabilirsek, Allah katında da, insanlar arasında da o kadar değere sahip olmuşuz demektir. Bunu Allah’ın Resulü haber veriyor:

“Allah, affeden kulun değerini arttırır.”[2]

[1] Ebû Dâvud, Edeb: 123; Tirmizî, Birr: 31.

[2] Müslim, Birr: 69; Tirmizî, Birr: 82.

Affet Rahatla!

Kızdıkları kişileri affedenlerin tansiyonları düzeliyor, nabızları yavaşlıyor, stres belirtileri bitiyor. Affetmek rahatlatıyor. Bilim adamlarına göre affetmek kişinin hem psikolojini hem de beden sağlığını olumsuz etkiliyor.

Kaliforniya’da görevli bir psikolog ve ekibi 260 denek üzerinde affetmenin sağlığa etkilerini ölçmüş. Hepsi de birine kırgın olan denekler 1,5 ay boyunca 90 dakika olmak üzere muhataplarını nasıl affedecekleri üzerine ders görmüşler.

Sonrasında denekleri tek tek muayene eden uzmanlar affetmeyi öğrenen ve kızgın oldukları kişileri affetmeyi başaran deneklerin genel sağlık durumlarında iyileşme olduğunu gözlemlemişler.

Deneklerin nabız atışları yavaşlamış, tansiyonları normale inmiş boyun ve sırt bölgelerindeki kasılmalar azalmış.

Ayrıca bütün stres semptomları da kaybolmuş.

Peki bunca bilgiden sonra  “affeder misiniz?

gazetevahdet.com

Öfke ‘Günah’a mı, ‘Günahkâr’a mı?

İNSAN KIRILGAN bir varlık. Sabit kadem olmak bir ömür boyu verilesi bir uğraşı onun için. Muvaffak olmak ise pek güç… Yaşamın med-cezirlerinde gün gün, an an farklı menzillere uğrar durur bu yüzden. Hata-sevap menzillerine… Geç kalır, utanır, umursamaz, kızar, küser, düşer, bir hayat belki de böyle geçer. İnsandır, nisyana müpteladır, unutuverir. Dün yediğini de, ne sözler yediğini de unutur. Hatta unuttuğunu bile unutur. En çokta Rabbiyle olan sözleşmeyi…

Ama Rabbi de kulunun bu durumunun farkındadır. Çünkü yaratan yarattığını bilir. Onun için en büyük yanlışları bile bir itirafla, yürekten bir “affet!” yakarışıyla aşılabilecek kadar ufaltır kulunun gözünde. Yeter ki kul fark etsin farksızlığını, farkındasızlığını… Yani büyük olmadığını, nice nimetlere karşı körlüğünü… Hemen affeder, hiç geciktirmez, affedeceğine dair sözünden dönmez… Sadikul Va’dül Emin olduğunu söylemeyi ihmal etmez, kulunun aklından geçebilecek “Ya affetmezse?” endişesini gidermek için. Sonra bu hakikati elçisinin diliyle de perçinler kim bilir kaç kez. Ne büyük günahların peçesine düşmüşlerin nasıl tevbe etmek şartıyla affedileceğini öylesine berrak anlatır ki, Örneğin Ebu Zerr hayretini gizleyemez de bu rahmet karşısında, defaatle sormadan edemez “Nasıl yani?” der gibi aynı soruyu üst üste… (*1)

Bu rahmet ahir zaman müminleri için ise bir kat daha artar sanki. Çünkü zaman dehşetlidir. İnsanın bütün zaaflarını tüm çıplaklığıyla harekete geçirecek türlü işler, ayak oyunları ve şeytanın hileleri cirit atmaktadır rahatça. Eskiden bir kez gelen şimdi bin kez çıkar karşısına insanın. Onun için dinin onda birini yapanın dahi kurtulacağını müjdeleyen hadisler dökülür Hz Peygamberin dilinden.

Ama gelin görün ki bataklığa düşen insanın elinden tutup çıkarmak gibi, günah batağına düşen insanların da çekilip çıkarılmasını söyleyen Hz. Peygamberin bu tavsiyesine rağmen maalesef bazı ehl-i iman bu dehşetli zamanda günah batağına batmışlara karşı aynı şefkati esirgiyor. Dikkat ediyorum da günah işleyenlere karşı tepkilerimiz öfke ve gadap merkezli. Sanki günah bize karşı işleniyor! Bir günahın günah olduğunu söyleyen de ona ceza verecek yahut affedecekte Allah’tır, bize n’oluyor Allah aşkına? Biz kendimize düşeni yapalım ve şefkatle, hikmetle o filli ortadan kaldırma yolunu seçelim. Bırakın günah çukuruna düşmüşlere aşağılayıcı “bunlardan ne hayır gelir?” edasıyla bakmayı. Çünkü mümin mümini sever, sevmeli. Fenalığı için ise “yalnız” acır. Şefkatle, hürmetle muhabbetle izalesine çalışır.Bir hatasından dolayı bir mümini kınayan, aynı hatayı işlemeden ölmez” nebevi ikazı duruyorken ortada neyimize güvenip hatalarından dolayı müminlere içimizden öfke nöbetleri geçiriyoruz? Ortada çirkin olan bir şey varsa o “günah” denilen eylemdir. Onun için günahkâra değil günaha karşı nefret duyulmalıdır. Sonra Allah Settar’dır, örter. Allahın Settar ismine mazhar olup kardeşimizin günahını örtmek varken, olmadık yerde Kahhar eli olma gayreti neden?? İlla bu isme mazhar olacaksanız, en müminane olanı yapıp, şeytanın kahrına vesile olun! Bu daha selametli bir yol…

Açıkça söylüyorum: bir müminin düştüğü bir haramdan dolayı o mümine kin ve düşmanlık besleniyorsa iki nedeni vardır, ya Allahın şefkat merkezli isimlerine mazhar olamamaktan gelen şeytani bir öfke yahut aynı fiili işleyememenin verdiği “sinir”den kaynaklanan bir hamlık. Bir şık daha var gerçi; “Ben, hataya düşen çocuğuna karşı şefkatten dolayı kızan anne gibi bir öfke duyuyorum” şıkkı. Öfkeniz yerini hemen şefkate bırakıyor ardından bir annenin evladına sarılması gibi o mümine o bataktan kurtulması için iki elinizle sarılıyorsanız ne mutlu!

 

*1. Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana Cebrail aleyhisselam gelerek “Ümmetinden kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer” müjdesini verdi” dedi. Ben (hayretle) “Zina ve hırsızlık yapsa da mı?” diye sordum. “Hırsızlık da etse, zina da yapsa” cevabını verdi. Ben tekrar: “Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha?” dedim. “Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti:

“Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir.”

 

16/09/2011

© 2010 karakalem.net, Osman Sertuğ Çalışkan

Sen Özelsin, Sen Güzelsin..

Her Gününde ayrı bir güzellik gizlenen bahar sabahlarını severim, çok severim. Neşemdir, sevincimdir onlar. Hayatımın en önemli olaylarını hep bu mevsimde yaşadım, belki de onun için. Hiç bitmesin, hiç geçmesin isterim baharlarım. Her yandan hayat fışkırır, her yer hayat kokar bu mevsimde Acaba renkler ve sesler bu mevsimden çok hangisine yakışır? Hiç düşündünüz mü? Yaradan; onu oraya, bunu buraya öylesine serpmiş ki, tesadüf yok çizdiği desenlerde. Akıllar O’nun sanatı karşısında ancak hayrettedirler. Erken uyanır oldum bu sıralarda. Sanki, bütün günahlarımı affetmiş gibi Rabbim, içimde bir hafiflik, bir rahatlık var. ‘Dışarıda delikanlı bir bahar.Sayısız güzelliğin içinde, herkesin keyfi yerinde. Ortalık bayram yeri gibi şıkır şıkır, her şey kıpır kıpır. Güneşi selâmladığım bir sabah, baharı görmek istedim yerinden ve daha da yakından. Bu güzelliğin kaynağına yönelmeliydim.Elde değil bu güzelliğe aşık olmamak, elde değil vurulmamak. ‘Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği Yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır’ diyor.Bediüzzaman.

Ruhumuz çekiliyor güzelliğin içine doğru. Çağrılıyoruz . Hiç olmazsa bu bahar, bu daveti geri çevirmeyeceğim. Gündelik işlerin perdesini aralayıp, yola koyuluyorum. Bir başıma ama kalbimle beraber. İçimde hâlâ bir şüphe var. ‘Allah’ım şu sayısız varlık arasında benim özel bir yerim var mı? Yoksa ben bu dünyada sıradan bir yolcu muyum?’ Belki bu soruların ve daha nicelerinin cevabını orada bulurum. Kırk yıl süren uzun bir geceden sonra, ilk defa ışıkla, Güneş’le tanışan bir gözle, hayatın tam içine doğru yürüyorum. Şehir, köy ve evler, İnsanlar ve gürültüler şimdi hepsi çok ama çok gerilerde kaldı. Güzelliğin sınırı sessizlikle başlıyormuş meğer. Her yer yemyeşil ve tarlalar rızk dolu. Buğdaylar kendini hemen de gösteriyor. Olgun başaklar, boynunu bükmüş hasadını bekliyorlar. Yürüdüğüm yolun iki yanı da kıpkırmızı gelinciklerle kaplı. Işıktan bir ırmak olmuş da önümde akıyor sanki. Kalbim yoruldu bu güzellikleri izlemekten, durdum. Yolun kenarında oturdum, birazcık bekleyeyim dedim. Kalbi, kalbimi aramaya çıkmış bir yol arkadaşı belki gelir diye. Bu güzellikler bir başına seyredilmiyor. Bu yollar yalnız yürünmüyor. Kalbin kalbe desteği gerek onu bildim bugün. İşte tam burada iki bulut gibi buluşsaydı eğer iki kalp, yağmur yağardı, rahmet inerdi semadan, bu ilahî sevginin hatırına. Hep öyle olmamış mıdır? İnce ince düşünürken, sorularıma cevaplar gelmeye başladı bir bir, Hava sakin, rüzgâr uyumuştu ama ne olduysa o sırada oldu! Nereden geldi de beni buldu bilmem? Ağır ağır, döne döne bir yaprak düştü ellerime Ak saçlarıma yılların düştüğü gibi.

Bir yaprak değildi bu, bir mektuptu O’ndan. Yaradan’dan geliyordu. Göklerden de ötelerden bir mesajdı bu. Çiçekler, kuşlar konuşurdu biliyorum, yaprak da konuşur muydu acaba? Atmaya kıyamadım, o kadar güzeldi bu yaprak. Kurumuş ve azıcık ıslaktı. Göz yaşlarımla biraz daha ıslandı. Bir buse kondurdum ve yaprak konuştu benimle: ‘Sen özelsin, sen güzelsin. Benim, senin ellerine düşmem için evrendeki bütün yasalar birlikte hareket ediyor.’ dedi. ‘Belki de yüzlerce yasa senin için çalışıyor. Niye kucağına düştüm, niye ellerindeyim biliyor musun? Bu kanunlar yüzünden değil elbette. Yetmez bunları açıklamaya hiçbir sebep. Çünkü sen özelsin ve sen burada olduğun için senin ellerine düştüm. Beni sana getiren yasalar ne kadar ince ve önemli olsalar da sen hepsinden de önemlisin. Çünkü sen özelsin, sen güzelsin.

Sen güzellerin güzeli olan Rabbim’in biricik eserisin.Yaprak konuştuğuna göre her şey konuşmalıydı benimle. Derken bir yağmur damlası alnıma düştü. ‘Dağlar taşlar aştım’ dedi su damlası ‘bir yağmur tanesi olup alnına düştüm çünkü sen özelsin, sen güzelsin‘ dedi. Sonra rüzgar konuştu; ‘Deryalar, kıtalar aştım bir yanık yüreğin yüzünü okşamak için meltem oldum senin için, çünkü sen özelsin, sen güzelsin’ dedi. Yeryüzü bahçelerinin meyveleri tek tek konuştu benimle. ‘Güneşte piştik senin için, kızardık, al al olduk, sofrana konduk.’ dedi bir kiraz. ‘Bunca rahmet, bunca zahmet senin için, bunca renk, tat ve çeşit senin için, hepsi senin için çünkü sen özelsin, sen güzelsin’ dedi. Güneş milyonlarca kilometre öteden ışıklarını koşturdu gözbebeğime, ben göreyim diye. Görevini yapmanın rahatlığıyla ışık yüzüme değdi, ruhumu aydınlattı, ‘Çünkü sen özelsin’ dedi. Asırlar ötesinden hiç değişmeyen ama ruhumun aşina olduğu bir koku geldi burnuma, bırakıp da gitti bütün güzelliğini. ‘Ben o hiç solmayan bahçenin güllerinden bir esintiyim. Bunca varlık arasında bizim o güzel kokumuzu hissedecek senden başka bir güzel yok, çünkü sen özelsin, sen güzelsin’ dedi. Mevsimler konuştu sonra,Al al, yeşil yeşil, ak ak, türlü türlü renklerle bezendi dünya. ‘Senin için, çünkü sen özelsin’ dediler.

İnsana yine insanın eliyle en son bir hediye gönderdi Allah, bir çocuk verdi özel mi özel, güzel mi güzel. O gün anladım bu dünyada neymiş yerim? Neymiş varlıklar arasında önemim? Yaşlı gözlerle duaya durdu dudaklarım, seyretti o yavrucuğu uzaktan. Ve bu çocuk Meryem’in kucağındaki İsa gibi konuştu. ‘Sen, ben ne varsa hepimiz Rabbimiz’in güzeliyiz.’ dedi. Rabbim, bütün bu güzelliklerin arkasındaki Güzel, benim tek Güzel’im, kabul et ki geç kaldım kapına gelmekte. Tut ki, gafletime say. Geldim, ruhumun, hayalimin hızında ve ışığında. Ne varsa elimde, hepsiyle beraber geldim. Geç kalışım için affet, oyalayan her şey için beni affet. Sen ki, affı umman olansın. Bir katre günah içinde çırpınan bu ümitsiz yolcunu da affet. Madem ki, yarattığın her şeyle tek tek konuştum, bana ‘sen özelsin’ dediler. Allah’ım ben Sen’den başka kimin özeli, kimin güzeli olabilirim ki?

Buldum, yıllardır aradığım soruların cevabını buldum. Kalbim sükunet içinde. İçimdeki çocuğun o sessiz çığlıkları dindi. Kapındayım, medet ey sonsuz Şefkat Sahibi, ey Yüce Rahmet Sahibi affet. Şanının yüceliğini bir kez daha göster. Açılsın gül yaprakları gibi perde perde rahmetin, her affedişinde öyle bir güzellik tecelli etsin ki melekler bile şaşsın buna. Affet Allah’ım affet. Yolundan, adından, kitabından, kılavuzundan uzak kaldığımız günler ve çöllerdeki kumların adedince, o kumlara gömülü gecelerin ve yıldızların sayısınca affet. Şanın için, merhametine, affına sığındım. Azametin ve rahmetin için ve sevgili Habîb’in için affet. Sen’den istemek de güzel Allah’ım. Çünkü isteten de sensin. Kapındaki bu dilencinin elini değil, ruhunu dolduran gözyaşlarına bari kerem et, affet. Şimdi yine Sen’i söylemek isteyen bir dil olmak için dilleneceğim, bin bir dil olacağım. Yer yüzündeki çiçekler kadar serilip, serpilip, her güzelliği içimde bilip, Sana sunacağım. Beyhude geçen hayatımı, başı boş giden günlerimi, dakikalarımı affet. Sen ki, kâinat sana muhtaç. Sen ki Ehad’sin ben de kapında sana muhtaç. Ey Samed olan Allah’ım beni affet. Duayı öğretmesen, dua edecek dili ve kalbi vermesen bu duaları da edemezdim ya. Ben Sen’den başka kimsenin değilim Allah’ım. Sen’in nezaketin hürmetine o nazik şefkatin adına beni affet.

Sen çok naziksin, nazifsin, paksın, her türlü kusurdan sonsuz derecede uzaksın. Allah’ım, affet. Tertemiz o güzelim isimlerin için, fiillerin, sıfatların için beni affet. Sen’i lâyıkıyla bilememenin cehaleti içinde bu dünyadan göçüp gitmekten korkuyorum. Sen’i nasıl bilmek gerekiyorsa öyle bildiren ve öyle anlatanlar hürmetine, gönderdiğin resuller adına affet. Semadan meleklerinin indirdiği her bir kar tanesinin ve her bir yağmur damlasının hürmetine tövbelerimi kabul et Allah’ım. Bilemedik, bilemedik işte affet. Ama bir gün olur, bilir, anlar, hissedersek ne olur kapını o güne kadar açık tut, yüzümüze kapama Allah’ım. Yok Sen’den başka Rab, yok senden başka İlah, yok senden başka Sevgili. Kalpler ancak senin adını anmakla huzur buluyorsa eğer söyleyecek tek sözüm var kabul et. Bu kalbim, bu dünyam zaten Sen’in ama söylemek iradesini de bahşettiğin için, sevinerek ve içten gelerek söylüyorum ki; bu hayatım ve bu dünyam ne varsa Sen’in sevdiklerinin yoluna feda olsun. Sermayem bu kadar, koskoca bir hiçim. Ama sen bu hiçin karşısındaki her şeysin Allah’ım. Madem ki ben özelim, madem ki ben güzelim, ey güzellerin güzeli olan Allah’ım, kim bilir Sen nasıl bir güzelsin. Bütün sevdiklerimle beraber ebediyet yurdu olan Cennet’ten Cemâl’ini ve merak ettiğimiz bütün güzelliklerini görmeyi lütfet, nasip et.

Selim Gündüzalp

Affetmek, Kendimize Yaptığımız İyiliktir

“Af “, Arapça “Afuv”dan gelmektedir. Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama, genel anlamda; bir kişinin kusurunun bağışlanması demektir.

Bütün toplumların Aileden başlayarak, okulda ve toplum içinde nasıl davranılacağına ilişkin kuralları vardır. Bu kurallara aykırı hareket etmek suç ya da kabahat olarak kabul edilir. Bununla birlikte bir baba çocuğunun, bir öğretmen öğrencisinin bazı kural dışı davranışlarını bağışlayabilir. Bağışlamak manevi olarak ruhumuzun taşımış olduğu karşı tarafı suçlama hastalığından çabuk kurtulmaktır.

Kuran’da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri de “affedici ve bağışlayıcı olmak“tır:

Bir ayette Allah, “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Bir başka ayette “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi affetmede asıl amaç -herşeyde olduğu gibi- Allah’ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Bizler de affetmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz ve ruhumuza sıkıntı veren  büyük yükleri taşımaktan kurtulmalıyız.

Affetmekle  ilgili güzel bir hikaye vardır:

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

– Bir hayat tecrübesi yaşamak ister misiniz?

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

– O zaman!, der öğretmen.

– Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.

Öğrenciler bunu da kabul ederler.

– Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

– Şimdi,bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

– Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta,bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. Hep yanınızda olacaklar.

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

– Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.

– Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.

– Hem sıkıldık, hem yorulduk…

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

HAMİT DERMAN

www.NurNet.Org