Etiket arşivi: ahlak

Ahlak ve Karakter Abidesi Mehmet Akif

24 Aralık 2011 Cumartesi gecesi Lüleburgaz Halk Eğitim Salonunda, “Ahlak ve Karakter Abidesi Mehmet Akif” konulu konferansa katılan eğitimci yazar Vehbi Vakkasoğlu halk eğitim salonunu dolduran Lüleburgazlılara Mehmet Akif Dede’yi tanıttı.

Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve okunan Kuran-ı Kerim tilavetinin ardından konferansına başlayan Vehbi Vakkasoğlu hocamız “Mehmet Akif Ersoy’un ruhunu sıksan dostluk akar, muhabbet akar.” dedi.

Mehmet Akif’in babasının adının Tahir olduğunu üstelik Tahir’in kelime anlamının “temiz” olmasına rağmen Temiz Tahir dendiğini 15 yaşındayken babasını kaybeden Akif’in Arapça ve din eğitimini babasından aldığını okulu ve evi arasındaki 17 kilometrelik mesafeyi her gün yürüyerek gidip geldiğini, yüzme ve güreş sporlarıyla ilgilendiğini, yine de okulunu 1. olarak bitirdiğini anlattı.

Akif’in annesi Emine Şerife Hanım’ın Buharalı babasının Arnavut olduğunu söyleyen yazar, Akif’in Peygamberimiz’in sünnetine bağlı yaşadığını hazır cevaplılıkla bir dahi olduğunu aynı zamanda çok cömert, sözünde duran ve Müslüman gençlerinin önünde iyi bir örnek alınması gereken kişiliğe sahip olduğunu belirtti.

63 yaşında vefat eden Mehmet Akif Ersoy’a Allah’tan rahmet diliyoruz.

Çetin Kılıç / Lüleburgaz

www.NurNet.org

Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Ahlâki Vasıfları

Ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve İslâm büyüklerinin mübarek sözlerinin ışığında, Yüce Resulüllah (s.a.s.)’ın ahlâkî vasıflarını özetlemeye çalışalım.

* Rasulüllah (s.a.v.);

* Çok adildi,

* Nefsine hâkimdi,

* Cömertti, şefkatliydi,

* İnsan severdi, Dosttu,

* Edep ve hayâ abidesiydi,

* Sert değildi, yumuşak idi,

* Güler yüzlü, tatlı sözlüydü,

* Çok mütevazı idi, vakurdu,

* Sözünde mutlaka dururdu,

* Boş ve lüzumsuz konuşmazdı,

* Karşısındakini candan dinlerdi,

* Çocukları çok sever ve okşardı,

* Beyaz giymeyi tavsiye ederlerdi,

* Fazilet sahiplerine saygı gösterirdi,

* Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı,

* İlim, hikmet çağlayanı, sabır timsaliydi,

* Dünya malına asla rağbet göstermezdi,

* Dinlemesini, söylemekten fazla severdi,

* Hayatı iman ve cihad olarak görmüştür,

* Zulüm ve sömürünün amansız düşmanıydı,

* Eli çok açıktı, cömertliği deryadan farksızdı,

* Sofradan daima doymadan, yarı aç kalkardı,

* Atılgandı, tehlikeden korkmazdı, heybetliydi,

* İnsanların faydası için, kendi rahatını terk ederdi,

* Daima Hakk’ın ve haklının yılmaz savunucusuydu,

* Namazı noksansız kıldıranların en hafif kıldıranıydı,

* Kimseye fena söylemez, kimsenin sözünü kesmezdi,

* Herkesin isteğini mümkün olan ölçüde, yerine getirirdi,

* Temizliğe son derece ehemmiyet verir ve riayet ederdi,

* Kahkaha ile gülmez, fakat daima mütebessim bulunurdu,

* Çalışmaya, ilim ve irfana, icat ve keşiflere teşvik etmiştir,

* Sosyal adaleti ve kardeşlik hukukunu en güzel o uygulardı,

* Modern medeniyetin öncüsü ve insanlığın manevi mimarıdır,

* Uyurken mübarek sağ elini, mübarek yanağının altına koyardı,

* Özel işlerini kendisi yapardı. Döşeği içi hurma lifi dolu deridendi,

* Güleceği zaman mübarek elini, mübarek ağzının üzerine koyardı,

* Akrabasını ve komşusunu hatırdan çıkarmaz, onlara ikramda bulunurdu,

* Gelmiş ve gelecek insanların en cesur ve en kahramanı, en kuvvetlisiydi,

* İlk defa insan haklarını tam manasıyla o açıklamış ve bunu tatbik etmiştir,

* İnsanlara madde ve mevkisine göre değil, takva ve ahlâkına göre değer verirdi,

* Hanımlarına karşı insanların en yumuşağı ve ikramlısıydı, 0nlara karşı daima tebessümlüydü,

* Ekseri yediği arpa ekmeği ve hurmaydı, Allah’ın huzuruna kavuştuğu vakit, evinde az bir arpadan başka yiyecek maddesi bulunmamıştı,

* Ne yer, ne içerse hizmetçisine de aynısını verirdi, vefat ederken son anlarında dahi “Elinizin altındakilere (hizmetçi ve işçilere) iyi davranmamızı, onların haklarını gözetmemizi ve namaza dikkat etmemizi” tavsiye buyurmuştu.

* Cahil bir toplumu, dünyanın en insani, en müreffeh devleti haline getirmiştir, O’nun tebliğ ettiği İslam Nizamı’nı hayatlarına gerçek manasıyla tatbik eden cemiyetler, yine aynı şekilde dünyanın ve insanlığın efendisi olurlar,

*Rasulüllah (s.a.v.) her yönden örnek alınacak en mükemmel insandır, Her Müslüman’ın O’nu en güzel şekilde öğrenip tanıması; Onun yüce ahlâkını yaşamaya ve yaşatmaya çalışması lazımdır,

ÇÜNKÜ O’NUN AHLÂKI, KUR’AN AHLÂKI İDİ.

Cenab-ı Allah (C.C.) bizleri O’nun şefaatinden mahrum etmesin!

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Kim Dost? Kim Düşman?

Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklar: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınma haliniz müstesnadır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet dönüş Allah’adır.” (Âli İmrân, 3/28)

Din düşmanlarını sevmek ve onlara dost olmak, hiçbir mümine yakışmaz, zaten onlar da müminleri sevmezler ve dost olmazlar. Zira Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Allah (c.c.): “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş (dost) edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” (Âli İmrân:118)

Başka bir Ayeti Kerimede de: “Kâfirler de birbirlerinin velileridir. (dostlarıdır) Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur.” (El-Enfâl:73) buyurmaktadır.

Dostluklar ancak Allah (c.c.) içindir. Allah rızası için ve hiçbir menfaat beklemeksizin olursa devamlı olur. Bir müminin bütün müminlere dostluk göstermesi sünnettir. Müminlerin birbirini sevmesi ve birlikte hareket etmeleri mecburidir. Cemaat, Allah’ın rahmet ve bereketine, rızasına, af ve mağfiretine, iki dünya mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, Allah’ın azabını, çağrıştırır.

Kim ki bir insanı makam, rütbe, zenginlik, güzellik, şan ve şöhret için seviyorsa, bu sevgi çıkar amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızası için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler.

Hz. Peygamber (s.a.s.): “Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri gider” buyurmuştur.

Bir Müslüman, kimle dostluk kurabilir, kime dost olabilir? Hakikaten bu benim dostumdur diye kim veya kimleri tercih edebilir? Kuran-ı Kerim, bu konuya açıklık getirmektedir. Hakiki dostun Allah olduğunu ve bu dostluğun çerçevesini kesin olarak belirlemiştir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle tanımlanmıştır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar.” (Et-Tevbe:71) Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gaye için dostluk kurulmaz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyururlar: “Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah (c.c.) için sevmek, sevmediğine de Allah (c.c.) için düşman olmaktır.”

Bilindiği üzere insanoğlu, dünyaya ağlayarak geliyor ve beşikle tabut arasındaki upuzun bir yolculuk onu beklemektedir. Bu yolculuk her ne kadar uzun gibi görünse de aslında çok kısacık bir ömürden ibarettir. İşte insan kendisine takdir edilen bu kısacık ömrünü doldurup kabir denilen amel çukuruna girerken eğer gülebiliyorsa ve geride kalanları ardından ağlıyorlarsa asıl o zaman mutludur.

O halde asıl maksat, dünyaya gelirken değil giderken gülebilmektir. Buna layık olabilmek için de hayatımız müddetince Hak yoldan ayrılmamak mecburiyetindeyiz. İşte bu mecburiyet şuuru ile Müslümanların dikkat edecekleri en önemli hususlardan biri, dostunu – düşmanını gayet iyi tanımaları, dostlarına karşı sevgi ve muhabbet göstermeleri, düşmanlarına karşı da daima tedbirli olmalarıdır.
Şimdi düşünelim, bakalım kim dost, kim düşman?

İSLAMA GÖRE MÜSLÜMANIN DOSTU:

Allah’tır,
Rasulullah’tır,
Kitabullah’tır,
Beytullah’tır,
Sünnet-i Rasulullah’tır,
Ashab-ı Habibullah’tır,
İmandır,
Ameldir,
Ahlaktır,
Doğruluktur,
İyiliktir,
Hayırdır,
Haktır,
Hakikattir,
Şefkattir,
Merhamettir,
Fazilettir,
Adalettir,
Camidir,
Cemaattir,
İlimdir,
Çalışmaktır,
Helal Kazançtır,
Edeptir,
Hayâdır,
Temizliktir,
Ahde vefadır,
Kendi Din Kardeşidir.
MÜSLÜMANIN DÜŞMANLARINI DA ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ:

Allah’ın emirlerine karşı gelendir,
Rasulullah’ı sevmeyendir,
Kitabullah’ı saymayandır,
Ashab-ı Habibullah’ı tanımayandır,
Veliyullah’ı görmeyendir,
Hak ve Hakikati duymayandır,
İmansızlıktır,
Amelsizliktir,
Ahlaksızlıktır,
Yalancılıktır,
Kötülüktür,
İftiracılıktır,
Vicdansızlıktır,
İnsafsızlıktır,
Merhametsizliktir,
Adaletsizliktir,
Cami ve Cemaatten uzaklaşmaktır,
Cehalettir,
Hıyanettir,
Tembelliktir,
Haram Kazançtır,
Edepsizliktir,
Hayâsızlıktır,
Ahde Vefasızlıktır,
Din Kardeşini Sevmeyenlerdir,
Gıybettir,
Dedikoduculuktur,
Şeytandır,
Fitneciliktir,
Fesatçılıktır,
Faizciliktir,
Tefeciliktir.

O halde Dostlarım! Dostlarımızı ve düşmanlarımızı iyi bilelim. Her zaman pusuda bekleyen düşmanlarımıza karşı tedbirli olalım. Allah (c.c.)’nün dininden ve Rasulullah(s.a.v.)’ın sünnetinden uzak yaşamayalım. Unutmayalım ki: “ALLAH (C.C.), DOSTLARIYLA BERABERDİR” Vesselam…

Ahmet Tanyeri – Diyarbakır

www.NurNet.org

Ömür Boyu Muhabbet

Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini;

  • beş on senelik fâni ve zahirî hüsn-ü cemaline bina etmez,
  • kadınların hüsn-ü cemalinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli.

Tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünki onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor. (24.Lema, 2.Nükte)

Burada anlatıldığı gibi eşlerin birbirine muhabbeti fâni ve zahirî hüsn-ü cemaline bina edilmemelidir. Çünkü aile hayatı ferdlerin tahassüngahı, hayat-ı içtimaiyenin dağdağalarına karşı bir melce hükmündedir. İnsanın kuvvei maneviyesini topladığı, eşinden bu manada destek aldığı cemiyetli bir merkezdir. Ferdlerin bu ortak gayeye hizmet edebilmeleri, kuvvet alıp verebilmeleri için hayata, insaniyete, hadiselere nazarları yani bakış açıları birbirine yakın olmalıdır ki hayatı yorumlamada birbirine ters hükümlere varılmasın, eşler birbirini anlayabilsin, anladıktan sonra hedefine yürümesi için gerekli destek ve tavsiyeleri verebilsin.

Bu hakikate Risale-i Nur külliyatında “koca karıya küfüv olmalı, küfüvlüğün en mühim ciheti de diyaneten ve seciyeten denkliktir.” denmiştir. Yani hayatı anlayış, yorumlayış, hedef ittihaz ettiği maksadlar birbirine yakın olmalı ki, eşler birbirine kuvvet verecek şekilde, ortak düşünceleri, hisleri, işleri paylaşabilsinler. Eğer bu hususlarda paylaşım olmazsa ferdler tek başına kalacak ve kendi önem verdiği şeylerin önemsenmediği, fikir ve hisleri paylaşamadığı bir insanla yalnız maddesel bazı şeyleri paylaşmak akıl ve ruhunu tatmin etmeyecektir. Günümüzde evliliklerin pek çoğunda yaşanan ortak sorun budur.

Eşler arası alış-veriş, yani paylaşımlar son derece azalmış, birbirine katkı yapma, ruhsal gelişimine faydalı olma, manevi inkişafında yardımcı olma gibi evliliğin esasında olan hikmetler yaşam sahasından uzaklaşmıştır. Bu sebepleri de nazara aldığımızda eş seçiminde en mühim noktaların diyanet ve seciye hususları olduğunu, bunlara nisbeten suri güzelliğin hayata fazla bir katkısı olmadığını anlıyoruz. Hatta sırf suri görüntüye bina edilen bir seçimin insanı ne kadar içinden çıkılması zor durumlara koyduğunu günümüzde maalesef ülkemizde görülen %18lere varan boşanma oranı haykırıyor.

Hususen muhabbet, yaşlanmakla bozulan hanımların suret güzelliğine bina edildiğinde, o hanım da eşinin sevgisinin buna bağlı olduğunu bildiğinden “yaşlanmamaya çalışmak” gibi çok müşkül bir çabanın içine giriyor. Bütün gayret ve fikrini yaşlanma geciktirici kozmetikleri takibe sarfediyor. Oysa yaşlılıkla Cenab-ı Hak insana olgun bir nazar ihsan eder; yaşlı insan, gençlik vaktindeki geçici heveslerden arınmış, dünyanın hakikatini anlamış, pek çok tecrübe ile insanları, olayları doğru analiz edip yorumlayacak bir keyfiyet kazanır.

Yaşlanmak, kemalata ermek manasında bir süreçtir aslında. Ama cesed güzelliği nazara verilerek yapılan evliliklerde her iki taraf ve hususen hanımlar bu kemalat manasını tatmaktan mahrum kalırlar. İç güzelliği yaşlandıkça arttığından eşinin muhabbeti ziyadeleşecekken, dış güzelliğinin eksilmesinden gelen bir stres ile çoğu zaman yaşından küçük insanların görünüm, hal ve hareketlerine bürünerek kemalattan mahrum kalırlar. Bu ise ruh için ciddi bir sıkıntıdır.

Halbuki hanımın en esaslı özelliği olan şefkat ve yüksek ahlakına bina edilse muhabbet, harici sebeplerle sarsılmaz, tersine şefkatiyle, müdebbirliğiyle, hayat yükünü paylaştığı için eşinin muhabbetini daha ziyade celbeder.

Nabi

www.NurNet.Org

Konuşma tarzı, insanın kişiliğini ortaya çıkarıyor…

Dini konularda, ahiret, ölüm, cennet, cehennem ve namaz ile ilgili uygun olmayan espiriler ve açıklamalar yapmak, fıkralar anlatmak bir çeşit dinsizlik propagandasıdır.

İnsanı tanıtan en önemli özelliklerden biri konuşma tarzıdır. Hayata bakışı, inancı, fikir, görüş ve düşünceleri, insanın sözleriyle anlaşılır. Kalpte hissedilenler, zihindeki gizli düşünceler, istekler, idealler, hedefler ve korkular konuşmalara yansır. İnsanları birbirine tanıtan, dost kılan konulardan biri, sohbetleridir.

Kur’an’ın haber verdiği konuşma ve ahlak özellikleri samimiyetle uygulandığında ise saygılı ve hikmetli her söz kalplerde çok güzel etki oluşturur. İnsan, Allah’a sığınarak, samimi olmaya niyet ederek duygularını konuşmalarına aktardığında, oluşan ortam da samimi olur.

İnsan yaratılışı gereği, karşısındakini rahatsız etmeyen, samimi, saygılı ve alçak gönüllü bir üslupla edilen sohbetten büyük zevk alır. Görüşler farklı da olsa saygılı bir üslupla konuşmak, olumlu etki uyandırır, gerçek dostluğa zemin oluşturur.

Kişinin sürekli kendi doğrularını öne çıkararak, saygısız bir üslupla konuşarak bilmişlik yapması, rahatsızlık verici ortamlar oluşturur. Bu üslup, karşı tarafta son derece itici bir izlenim uyandırır. Baskın çıkacak şekilde, karşısındakinin sözünü keserek, hatta konuşma hakkı tanımayarak konuşmak, cehalet göstergesidir ve dinleyenler açısından eziyettir.

Uzmanlık gerektiren konular dışında, sohbete herkes katılmalı, görüşlerini açıklamalıdır. “Ben daha iyi biliyorum; o bilgisiz, konuşmasın” gibi düşünceler son derece yanlıştır. Diğerine oranla daha az şey biliyor da olsa bazı insanlar, Allah’ın lütfettiği hikmetle olayların herkesin bilemeyeceği karmaşık yönlerini fark edebilir. Konuyla ilgili detaylı bilgi sahibi olan kişi ise detaylarda boğulmuş ve konunun hikmetli yönlerini görememiş olabilir. Bu nedenle, her insanın fikrini açıklaması, yeni bakış açıları ortaya çıkarabilir.

Sohbet ortamlarında  konuşanı dinlememek, aynı anda ve tartışır bir üslupla konuşmak, sıkça rastlanılan davranışlardır. Televizyonlardaki tartışma programlarında bunun örneklerini görmek mümkündür. Kendi dalında uzman kişiler dahi zaman zaman kaba ve saygıdan uzak bir üslupla konuşurlar. Birçoğu, yüksek sesle ve büyüklenerek kendi sözlerini kabul ettirmeye çalışır. Dahası birkaç cümleyle özetleyebileceği konuyu, birkaç saate yayarak dinleyenleri sıkar.

Birçok insan, bir konuda ne kadar derin bilgiye sahip olduğunu ortaya koyabilmek için, dinleyenlerin hiçbir işine yaramayacak pek çok gereksiz konuşma yapar. Kimi zaman da kısa birkaç cümleyle anlatabileceği bir konuyu, iki-üç saatlik bir konuşmanın içinde boğar. Bu gibi konuşmalar karşıdaki kişinin kalbinde istenen etkiyi uyandırmadığı gibi aynı zamanda insanı sıkar. Hiç kimse böyle insanları dinlemekten hoşlanmaz.

Peygamberimiz (sav) de bir hadislerinde, gereksiz konuşmayla ilgili şu şekilde buyurur: “Allah’ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.” (Tirmizi, Zühd 62, (2413). (5891)

Samimi inanan insanlar ise açık ve anlaşılır konuşurlar. Gereksiz konuşmazlar; üste çıkmak, son sözü söylemek gibi nefsani amaçlar gütmezler. Kur’an ahlakından kaynaklanan üslupları nezaketlidir; sakin bir ses tonuyla konuşur, karşılarındaki insana öncelik tanırlar. “… Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği mütevazı tavırlar sergilerler.

Dikkat edilmesi gereken konulardan biri de din ve kutsallar ile ilgili espriler ve alaycı sözlerdir. Bu şekilde konuşan kişinin sözü hemen kesilmeli, saygıya uygun olmayan esprinin yanlışlığı  anlatılmalı ve kişi kesinlikle uyarılmalıdır. Dini konularda espri, fıkra ya da alaylı bir söz karşısında gülmek, aynı yanlışa ortak olmak anlamındadır. Kur’an bu konuda inananları birçok ayetle uyarır.

O, size Kitap’ta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)

Dini konularda, ahiret, ölüm, cennet ve cehennem ile ilgili uygun olmayan espriler ve açıklamalar yapmak, fıkralar anlatmak bir çeşit dinsizlik propagandasıdır. Müminler böyle bir hataya ortak olmaktan titizlikle sakınırlar. Bu yönde saygısız üslup kullananları samimiyetle uyarmak, Kur’an ahlakına uygun olan davranıştır.

Sonuç Olarak;
Müminler karşılaştıkları insanların, dünya hayatında kendileri için yaratılan imtihanın bir parçası olduğunun bilincindedirler. Kur’an ahlakını gereği gibi yaşamaya, insanlara güzel sözle yaklaşmaya ve insanların sözlerine en güzel şekilde karşılık vermeye çalışırlar.

Birbirine sevgi ile yaklaşan müminlerden birbirine muhabbet geçer; kalplerine ferahlık gelir. Sohbet ortamlarında söylenen onore edici, şevklendirici, cesaret ve ümit verici bir söz, samimi ve dürüst bir konuşma çoğu zaman çevredeki maddi nimetlerden çok daha önem taşır. Allah, cennette, müminlerin huzur dolu ortamlarda karşılıklı sohbet ettiklerini bize haber verir. Allah’ın cennetine kabul ettiği salih kullarıyla sohbetin yanı sıra her türlü yalandan, boş ve olumsuz konuşmadan uzak olmak, müminler için çok büyük nimet ve çok büyük bağıştır.

İçinde, ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu). (Nebe Suresi, 35-36)

Peygamberimizin (sav) hadislerinde müminlerin dünyadaki samimi sohbetlerinin ahirette de devam ettiği bildirilir. Cennette müminlerin kendi aralarında sohbet ederlerken dünya hayatında yaptıklarını anımsadıklarından bir hadiste şöyle bahsedilir:

“Ehli cennet, cennette karar kıldıklarında kardeşlerden bazıları bazılarını görmek isterler. Birinin sediri diğerinin sedirine, berinin de ötekinin sedirinin yanına gider. Onlar buluşunca her ikisi de yaslanır ve dünyada aralarında olan şeyleri karşılıklı konuşmaya başlarlar. Birisi şöyle der: “Ey kardeşim, hatırlar mısın biz dünyada falan mescitte iken Allah’a dua etmiştik, İşte Allah da bizi bağışladı.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 29/12]

Fuat TÜRKER

www.nurdergi.com