Etiket arşivi: Ahmed Şahin

Şevval Ayında Altı Gün Orucu Nasıl Tutulur? Önemi Nedir?

Şevval ayında oruç tutmak, hadislerdeki teşvikten sonra teravih namazı gibi sevaplı bir ibadet olarak hep ilgi görmüştür.

Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir sene nafile oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurduğu hadisinde şöyle buyurmuştur:

– “Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!” (Müslim-Tirmizi)

Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra Şevvâl’de de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaba layık görülmektedir.

Hadisi yorumlayanlar bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın açıklamasını şöyle yapmaktalar:

– Ramazan boyunca oruç tutan insan, her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da altmış sevap alınca eder üç yüz altmış. Yani bir sene… Dolayısıyla hadisin işaret ettiği (kameri) seneyi oruçlu geçirmiş gibi büyük bir sevaba ulaşma hali söz konusu olur.

Aslında ibadetlerdeki sevap çokluğu konusunda esas olan, o ibadeti ihlasla yapmak, vesveseden uzak bir istek ve ümitle ona talip olmak. Bazen samimi bir niyetle yapılan öyle iyilikler, ibadetler olur ki, yapanın gönlünde duyduğu derin istek ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile ibadet sevabı bile kazanabilir. İhlas ve samimiyet meselesidir bu… “İhlas ile kim ne isterse Rabb’imiz verebilir.” Onun için Müceddid’üz-zaman’ın sözü hep tekrar edilegelmiştir. Der ki:

Zerre kadar ihlaslı amel, batmanlarla ihlassız amele müreccahtır, tercih edilir.

Âdetleri bile ibadete çeviren niyetlerdeki bu samimiyet ve ihlasın‘ önemini geçmişte verdiğim bir misalde şöyle bir örnek ile arz etmiştim. Çölün ortasında giden bir yolcu düşünmüş ki:

– Bu dümdüz yolda yaşlı bir adam ve çocuk bineğine binmek istese, üzerine basıp da yukarı çıkarak hayvanına binebileceği bir basamak yoktur. Öyle ise şu tepedeki kayayı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda yürümekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarını taşın yanına çekip üstüne çıkarak kolayca binme imkânı bulsun, sevabı da bana olsun.

Adamın bu hâlis niyeti sebebiyle Rabb’imiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.

İşte böyle güzel bir niyetle getirilen taşı yolun kenarında gören bir başka yolcu da düşünmüş ki:

– Bu kayayı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, buradan gözleri görmeyenler geçer, gece karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan yuvarlayıp uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun…

İşte bu adam da halis bir niyetle taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı sevaba nail olmuş. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul.

Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabb’imiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir. Rabb’imizin sınırsız rahmetine kimse sınır koyamaz, diye düşünsek yanlış olmaz.

– “Bu altı gün orucun arka arkaya bitişik mi tutulması gerekir, yoksa aralıklı olarak tutulsa da olur mu?” sorusunun cevabı: Bitişik olması şart değildir, ay boyunca aralıklarla tutulması da yeterli olur. Hatta pazartesi perşembe günleri de tutulabilir, şeklinde olmaktadır.

Ayrıca: Özellikle hanımların Ramazan içinde tutamadıkları borç oruçları varsa, önce o borç oruçları tutmak daha isabetlidir diyenler de vardır. Çünkü önce farz olan borçtan kurtulmak önemlidir, denmektedir.

Şayet bu borçlar tutulurken vakit geçer de altı gün nafile orucuna fırsat bulunamazsa muhtemeledir ki, borç olarak tutulan oruçlar da Şevvâl orucu sevabını da kazandırabilir, diye beklemek de mümkündür. Rabb’imizin sınırsız rahmetinden böyle ikram ümit etmek yanlış olmasa gerektir.

Ahmed Şahin

Hayırlı Aile Nasıl Olur?

Bu suali aile içinde kime sorabiliriz?

Elbette aileyi teşkil eden iki temele.

Kimdir bu iki temel?

Bey ile hanımefendiden başkası olamaz. Çünkü ailenin hem temeli, hem de ayakta tutan direkleridirler bu iki insan.

Öyle ise aile demek, hanımla bey demektir. Ailenin, içinde bir ömrü tükettiği yuvanın bir bakıma cennet bahçesi haline gelmesi yahut da cehennem çukuru durumuna düşmesi bu iki insanla olur.

Başka bir ifade ile, ailenin, ömrünü tamamlayacağı çatının altında ya bir cennet misali hayat yaşarlar, ya da cehennem misali bir ömür tüketirler.

Bir hayatı ya cennet misali, ya da cehennem benzeri şekle sokan fertler, ya hayırlı insanlar, ya da şerli kimseler olma vasfını da kazanmış olurlar. Bundan dolayıdır ki, Efendimiz (a.s.m.) Hazretleri, “Ailenize hayırlı olun” şeklinde hem beye, hem de hanıma sık sık tembihlerde bulunmuş, ikazlardan geri kalmamıştır. Bakınız, Efendimiz (a.s.m.)  hayırlı aile reisini, yani hayırlı beyi nasıl tarif buyurmuştur?

Hayırlı bey eve girince hanımın yüzü asılmaz, çocuklar da köşe bucak kaçışmaz!

Evet, kendisi kısa, fakat mânâsı uzun bir cümle ve şumullü bir tarif.

“Bunun mefhum-u muhalifi nedir?” diyecek olursanız, onu da arzedeyim:

Hayırsız bey eve girince hanımın yüzü asılır, çocuklar da köşe bucak kaçışır!

Öyle ise bana konuyu soran bey, bu tarifi iyi düşünmelidir. Hayırlı bir bey mi, hayırsız bir aile reisi mi, bu tarif içinde bunu kendisi tespit etmelidir.

Konuyu böyle bırakırsak adaletsizlik etmiş oluruz.

Öyle ise hayırlı hanıma ait ölçüyü de arzedeyim.  Yine hadisten mülhem olarak Efendimiz (a.s.m.) buyuruyor ki:

Hayırlı hanım odur ki, bey eve gelip de ona bakınca huzur duyar, mutluluk hisseder.”

Bunun mefhum-u muhalifi de malum:

Hayırsız hanım da odur ki, bey eve gelip de ona bakınca huzuru kaçar, mutsuzluk hisseder, pişmanlık duyar!

Öyle ise hanımefendi de kendini kontrol etsin. Hayırlı bir hanım mı, yoksa hayırsız bir hanım mı olduğuna kendisi karar versin. Beyine huzur mu veriyor, yoksa huzursuzluk mu?

Bana kalırsa hadisten mülhem olarak arzettiğimiz bu tarif ve tavsiflerin mesajı şudur:

Beyefendi! Eve gelince güleryüzlü, tatlı dilli ol! Hanımın yüzü gerilmesin, çocukların korku ve endişe ile kaçışmasın.

Hanımefendi! Sen de sabırlı ve anlayışlı ol! Bey eve gelince hemen dertleri sıralayıp, sıkıntıları ortaya yığma. Bey senin yanında huzur duysun, mutluluk hissetsin.

Bütün bunlardan sonra derim ki:

Aile içinde olması mümkün sitemleri, nazlanışları olağan şeyler olarak görüp geçiştirmek mümkünken, büyütüp de içinde boğulacak hale getirmeyin. Bakın ne büyük anlaşmazlıklar, belâlar, hastalıklar, imtihanlar vardır bu âlemde. Bazan öylesine büyük imtihanlarla karşılaşılıyor ki, çaresi olmayan bir dert, ilacı bulunmayan bir hastalık insanların dünyasını karartıyor, bu gibi geçimsizlikler o zaman şeker, bal gibi geliyor, ama iş işten geçmiş, büyük belâ, musibet kapıyı çalmıştır.

Onun için küçük şeyleri büyütmeyin. Geçiştirin sabırla, tahammülle. Sevabını düşünerek, hikmetini hesaba katarak. Daha çok sıkılırsanız meşhur cümleyi tekrar edip rahatlayın.

“Bu da geçer yâ hû” deyin üzerinde durmayın. Göreceksiniz ki, sıkıntı gitmiş, sevabı kalmış, yine siz kârlı çıkmışsınız.

Ahmed Şahin

Yılbaşının İslam’daki yeri nedir? Kültürümüzdeki yeri nedir?

Soru: Yılbaşı size neyi ifade etmektedir, İslamdaki yeri nedir; kültürümüzdeki yeri nedir? Yılbaşı münasebetiyle dindar oyuncak ve aksesuarcıların, “biz satmasak başkaları satıyor” düşüncesiyle Noel Baba oyuncakları, parti şapkaları, çam ağaçları satmaları caiz midir? Buradan elde edilen para helal midir?

Değerli Kardeşimiz;

Konuya birkaç yönden cevap vermek daha uygun olacaktır:

Cevap 1:

Bu konuyu iyi kavrayabilmek için önce şu ayet ve hadisleri göz önüne getirmek gerekir

1. “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah`tan korkup sakının…” (Mâide, 5/2. )

2. “Zulum yapanlara en ufak meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah`tan başka velileriniz de yoktur, sonra yardım da göremezsiniz. (Hûd, ll/113.)

3. “O (Allah) size Kitapta : “Allah`ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze geçip dalıncaya dek onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacaktır”. (Nisâ, 4/140)

Konuyu başkalarına benzeme noktasından ele alan hadis-i şerifler vardır. Bunlardan biri şudur:

Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır.” (Ebu Davûd, Libas 4) Özellikle bu hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır.

İbn Haldun da konuyla ilgili olarak önemli tarihi gerçeklere parmak başar. Mağlupların galipleri taklit etme psikolojisi yaşadıklarını anlatır. (Ibn Haldun, Mukaddime (trc.) I/374-75.)

Cevap 2:

İslâm Dini yepyeni bir nizamla ortaya çıkmış, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. Bu dinin gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır. Müslüman anasından metbu’ olarak doğar, tabi’ olarak değil. Yani o ilmiyle, irfanıyla, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dini ona yeterince malzeme sunmuş, ihtiyacını karşılamıştır. Tabii bu tabiiyet ve matbuiyet ilim ve teknikte, sanatta değildir. Çünkü ilim ve teknik müslümanın yitik malıdır, onu nerede, kimin yanında bulursa almaya daha haklıdır. O halde tabiiyet ve matbuiyet ahlâk, din, adalet ve hakseverliktedir.

O halde diğer dinlerin kutsal saydığı günleri kutlamak, onların âdetlerine uymak, büyük günahlardandır.

Buna birkaç misal verelim :

a) Batı ülkelerinde olduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertiplemeleri İslâm’a göre büyük günahlardandır. Bir müslümanın onlara özenerek bu gibi şeyleri helâl kabul etmemek şartıyla yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helal sayacak olursa, küfre girer.

b) Güzellik yarışmaları, bilindiği gibi daha çok gayr-i müslim ülkelerde yapılır. Bundan amaç, şehvetperestlere kadın vücuduyla ziyafetler çekmektedir. Aynı zamanda genç kızları bu gibi ahlâksızlıklara özendirmek suretiyle onları baştan çıkarmaya yöneliktir. Tabii Kur’ân’a ve Sünnete göre, bir müslüman kadının bu tür müsabakalara katılması, soyunup etini teşhir etmesi büyük bir günah ve ağır bir suçtur. Çünkü ahlâkı ifsad etmekte, kadının annelik vakarını düşürmekte, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır.

Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia eden kimse dinden çıkar. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Aksi halde cenaze namazı kılınmaz.

c) Noel Yortusunu Hıristiyan alemiyle birlikte kutlamak da büyük günahlardan biridir. Hattâ buna özenerek İslâm’da böyle güzel âdetler olmadığını söyler, Hıristiyanları takdir ederse, İslâm Dininden çıkar

Yılbaşında tebrikleşmek de İslâmî sünnetlerden değil, Hıristiyanlara mahsus bir âdettir, Bundan da Müslümanların kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimizde tebrikleşmemizde ise sayısız yararlar vardır. Her şeyden önce dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmış, çocuklarımıza güzel örnekler vermiş oluruz. (Bkz. Celal Yıldırım, İslam Fıkhı)

Cevap 3:

1- Noel Baba, Yılbaşı, Christmas bayramı gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.

2- Böyle zamanlarda, böyle zamanlara has hindi vb. şeyleri sırf gıdalaşmak için almak, ucuz postane hizmetinden yararlanmak için tebrikleşmek haram değilse de, onlara benzeme, onların uygulamalarını yaygınlaştırma ve meşru gösterme anlamı taşıdığından tehlikeli ve mahzurludur. Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.

3- Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara “günahta yardım” anlamı taşıdığından, haram ya da tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse “meyte” olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.

4- Yılbaşı kutlamaları için matbaa sahiplerinin davetiye, afiş, kart vb. şeyleri basmaları da aynıdır. Yani bunlar sırf yılbaşına özel olarak kullanılacaklarsa yapılıp satılmaları aynı derecede mahzurludur: Eşantiyon eşya için de aynı şey söylenir. Ancak satıcılar bizzat yılbaşını kutlamış gibi günah almazlar. Çünkü, satılan şeylerin kötü amaçla kullanılması haramdır. Halbuki süs eşyaları satmak esasen haram olan bir iş değildir. Bu açıdan satıcıların sattığı süs eşyaları bizzat haram değildir. Bunu bir dükkanı içki imalatçısına vermeye benzetebiliriz. İmamı Azama göre içki satışı yapacak birisine binayı kiraya vermek haram değildir. Bu noktadan yapılan satışın kendisi haram değildir. Bunu yanlış yerde kullanacak olanların yaptıkları haramdır.

Bununla beraber, bir şeyin haram olmaması hiçbir sorumluluğunun olmadığı anlamına gelmez. Böyle bir konuda yardımcı olmak, en azından mekruhtur. Mekruh ise harama yakın derecede kişiyi sorumlu eden demektir. Bu nedenle bir mecburiyet yoksa bu işin yapılmasını tavsiye etmeyiz.

Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa, yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne olur?

Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük günah) işlemiş olurlar.

Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm’dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. Yukarıda kaynağını verdiğimiz, “Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır” meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir. İslâm’ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında İslâm’ı) korumaktır. İslâm’ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara yasakladı.

Yılbaşında Müslüman olmanın gereği nedir?

Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef…

Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline “dindarlık” diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten.

Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz.

Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet’e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır.

Nitekim İsa Peygamber’in doğumu ile Hazret-i Muhammed’in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz.

Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki:

— Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi.. demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor.

Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, – ister ikrar et, ister inkâr – kabire, öteki dünyaya doğrudur.

İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır. Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok. Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler.. Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler. Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte…

Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm’ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır.

Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek…

Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir.

Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes’ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir.

Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır.

Demek imtihan dünyasıdır bu. Her ikisine de yol açık. İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir. Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ…

Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize.

Bizim yılbaşı anlayışımız ne olmalıdır? Ölmeden önce hesaba çekilmek için ne yapmak gerekir?

Bazıları yılbaşını, ‘vur patlasın çal oynasın’ düşüncesizliğine dönüştürüyorlar, sanki ömürlerinden bir sene gitmemiş, aksine bir sene kazanmışlar gibi sevinç çığlıkları atarak işi sarhoşlaşmaya kadar götürüyorlar.

Herhalde kaybettikleri bir yılı düşünmemek için başvuruyorlar böylesine şuur ve muhakeme iptaline…

Harcanan vakti nakitten de kıymetli gören İslam büyükleri ise böylesine bir şuur iptaline asla rıza göstermiyorlar, aksine kaybettiğimiz yılın sonunda tam bir nefis muhasebesine girmemizi, harcadığımız seneyi nasıl bir yaşantı içinde tükettiğimizin muhasebesini yapmayı ısrarla tavsiye ediyorlar. İsterseniz bir de onları dinleyelim de nasıl bir muhasebe ve muhakeme içinde olmamız gerekiyor, harcadığımız yılın sonunda görelim.

Hicri 334 senesinde Bağdat’ta vefat etmiş olan büyük mutasavvıf Şibli Hazretleri, Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlıyordu:

– Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!

Her vaazına bu cümleyle başlayan Şibli Hazretleri’ne bir hürmetkârı, bir gün şöyle bir soru sordu:

– Hep ‘Ahirette hesaba çekilmeden önce kendinizi dünyada hesaba çekin!’ buyuruyorsunuz. Dünyada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki ahirette hesaba çekilmeyecek miyiz?

– Evet, dedi, burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Efendimiz (sas) Hazretleri; “Ahirette hesaba çekilmeden önce dünyada kendinizi hesaba çekin!” buyuruyor, öyle ise burada hayatını hesaba çekerek yaşayan orada hesaba çekilmeyebilir. En azından hesabını kolay verir. Bunun üzerine soru sahibi, kendini burada hesaba çekerek yaşamaya başlar. İbadetlerini eksiksiz yerine getirme gayretine girer. Günahlardan kaçınıp sevaplarını, hayır hasenatlarını çoğaltma titizliğine yönelir. Yani ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmama kararı alır. Böylece hayatını tam bir şuur içinde hesaba çekerek yaşamaya başlayan genç, bir gece rüyasında hocası Şibli Hazretleri’ni beyaz bir ata binmiş, bulutlara, yukarı uçup gidiyor halde görür. Arkasından seslenir:

– Hocam bekle ben de geleyim seninle!.. Şibli Hazretleri’nin cevabı kesin: “Ben bu hapishaneden bir kurtuldum, bir daha bekler miyim burada?”

Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk iş olarak üstadını ziyarete giden talebesi, hocasının kapısında cenaze hazırlığını görünce, onun dünya hapishanesinden gece kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez. Ama çok üzülür bu ani gidişine de o günün akşamında Rabb’ine dua ve niyazda bulunarak üstadını rüyada görme niyetiyle yatağına uzanır, az sonra kendisini hocasının huzurunda bulur. İlk sorusu, vaazlarında tekrar ettiği cümle olur:

– Sen dünyada kendini hesaba çekerek yaşardın, orada hesaptan kurtuldun mu, durum nasıl? İmam tebessüm ederek cevap verir. Meleklerin beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb’imden hitap geldi:

– O kuluma hesap sormayınız. Çünkü o hesabını yaparak yaşadı, buraya temiz bir amel defteriyle geldi!.. Siz onun amel defterine bakın yeter, hesabını göreceksiniz orada… Şibli Hazretleri, talebesine; “Siz de” der, “kendinizi orada hesaba çekerek yaşayın.. Hesabını veremeyeceğiniz işlerle gelmeyin buraya. Size de; ‘O kulum hesabını yaparak yaşadı, temiz bir amel defteriyle geldi buraya, defterine bakın yeter’, denebilir!..”

– Ne dersiniz? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek mi? Yılbaşında bari bu muhasebeyi yapsak mı? Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi ‘vur patlasın çal oynasın’ düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrar etsek?

– Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin!.. Fakat unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda. Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğimle… (Ahmed Şahin)

Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet

Kadir Gecesi’ni Nasıl Bir Niyet ve Kararla İhya Etmeliyiz?

Hazret-i Kur’an bizi uyarıyor: “Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır!. “Ancak bin aydan hayırlı olan bu geceyi, biz kendimiz hakkında da nasıl bir niyet ve kararla bin aydan hayırlı hale getirebiliriz? Bin ay yaşamış gibi bir sevap kazanmaya nasıl vesile kılabiliriz bu geceyi?

İşte bütün mesele burada, bin aydan hayırlı olan bu geceyi biz kendimiz hakkında da bin aydan hayırlı hale getirebilme meselesinde..

Şayet bu geceyi de (bundan sonra daha temiz bir İslami hayat yaşamalıyım) şeklinde bir niyete girip karar almadan sıradan bir gece gibi geçirirsek, elbette sıradan bir gece gibi sonuç alırız, diğer gecelerden farklılık söz konusu olmaz ilerideki hayatımızda da.. Öyle ise sıradan bir gecelikten çıkaran bir farklılık olmalı bu gecede, geçmişte yaşadığımız günahlı halleri gelecekte bir daha tekrar etmeme kararı almalıyız Kadir Gecesi’nde, geceyi tam olarak ihya etmiş olmak istiyorsak şayet..

Böyle mühim bir kararı nasıl alabiliriz bu gecede?

Önce yaşadığımız hayatımızın şöyle bir muhasebesini yapmalıyız.

-Bugüne gelinceye kadar harcadığım hayatım tam hedefini bulmuş, gayesine ermiş mi? Vicdanen rahat mıyım yaşadığım hayattan? Şayet hayatımın tükettiğim kısmından memnun değilsem bu gece öylesine yeni bir niyete girmeli, öylesine kesin bir karar almalıyım ki, bin ay yaşasam dahi artık geçmişteki kirli hallerimi bir daha tekrar etmemeli, çok daha temiz bir İslamî hayat yaşama niyet ve azmine girme konusunda kesin bir karar almalıyım!.

İşte bu gecede, daha temiz bir İslami hayat yaşama kararı almayı biz, ‘Kadir Gecesi’ni kendi hakkında bin aydan hayırlı hale getirme kararı olarak yorumluyoruz. Böyle bir kararla ihya etmiş olduğumuz Kadir Gecesi’nden sonra daha takvalı tertemiz bir İslamî hayat yaşama azmine girmiş oluyoruz. Hatta bu kararımızı kendi içimizde daha da pekiştirerek kendi nefsimize diyoruz ki:

-Hayatımın bundan sonraki kısmında şimdiye kadar yaşadığım kötü alışkanlıklarımı mutlaka terk edecek, iyi alışkanlıklarımı ise mutlaka artıracak, daha temiz bir İslamî hayat yaşama azim ve aşkında olacağım, hatta bin ay dahi yaşasam daha temiz bir İslamî hayat yaşama konusunda azimli ve kararlı olacağım!.

İşte Kadir Gecesi’nde aldığımız bu daha temiz bir İslamî hayat yaşama kararıyla gecemizi kendimiz hakkında bin aydan hayırlı hale getirmiş oluyoruz. Çünkü bu kararla biz bin ay da yaşasak daha temiz bir hayat yaşayacaktık. Niyetimiz buydu. Hadis-i şerifte, müminin niyeti, amelinden hayırlıdır, buyrulmuştur. Biz de niyetimizi böyle düzeltmiş, bin ay yaşasaydık böyle tertemiz bir İslamî hayat yaşayacaktık. Bu halis niyetimiz sebebiyle bin ay yaşamış gibi mükâfatını göreceğiz inşallah. Yeter ki böylesine özel ve güzel bir niyete muvaffak olabilelim.

-Var mısınız hataları iyice terk edip sevapları daha da çoğaltarak tertemiz bir İslamî hayat yaşama kararı alacağımız bir Kadir Gecesi’ni ihyaya, geceyi kendi hakkımızda da bin aydan hayırlı hale getirme niyetine, azmine ve kararına? Unutmayın, böyle bir niyetten sonra tek ay dahi yaşasak, bin ay yaşamış gibi ikram görebiliriz Rabb’imizin yanında. Çünkü bin ay da yaşasak daha temiz bir İslamî hayat yaşayacaktık Kadir Gecesi’nde aldığımız bu özel ve güzel karar sebebiyle..

İşte bu niyet ve karara biz, Kadir Gecesi’ni, kendi hakkımızda da bin aydan hayırlı hale getirme niyet ve kararı diyor, böyle bilinçli bir niyet ve kararla ihya edeceğimiz Kadir Gecesi diliyoruz Rabb’imizden cümlemize!.

Ahmed Şahin / Zaman

Ramazan’daki sevap hazinesi sabır üzerinedir

İçinde yaşama şerefine eriştiğimiz şu mübarek Ramazan ayı ise tartışılmayan bu sabrın zirveleştiği bir saadet ayıdır. Nitekim cenneti kazandıran bir ameli öğrenmek isteyen bir adam şöyle sorar:

– Ya Resulallah bana öyle bir amel haber ver ki onu yapınca hemen cenneti kazanayım?

Efendimiz (sas) Hazretleri’nin cenneti kazanmayı isteyen adama cevabı kısaca şöyle olur.

-Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı ol, sabret; istediğin cennete kavuştun gitti!..

Evet, bir insan, Allah’ın kendisi hakkındaki takdirlerine nefsini razı eder de ne gelirse itaat edip sabrederse, gerçekten de bu sabrı sayesinde cenneti kazandı gitti demektir.

-Neden böyle? Çünkü insanın hayatında hep iyi şeyler gelmez başına. Bazen yokluk, hastalık, çeşitli sıkıntı ve musibetler hayatı sıkar, zorlaştırır. Dayanma gücünü azaltabilir…

İşte böyle zor zamanlarda Allah’ın takdirine razı olup sabreden kimse, cennetlik amelin sahibi olan kimse demektir. Bu vasfın sahibi, benimsediği sabırla hayatın her hadisesini hakkında hayra çevirebilir, her olayda kazanabilir. Efendimiz (sas)  imanlı insanın hep kazandıran bu sabırlı durumunu da şöyle tarif buyurur:

– Hayret edilir müminin Allah’ın takdiri karşısındaki sabırlı haline. Ona üzücü bir musibet gelse sabreder kazanır. Sevindirici bir nimet gelse şükreder yine kazanır!  Velhasıl kadere razı olan sabırlı mümin, hep kazanır, kaybetme hali hiç söz konusu olmaz.

Zaten insan, sıkıntılara ne kadar sabır ve teslimiyetle mukabele ederse o nispette de olgunlaşır, Allah yanında makamı o ölçüde yükselir. Bundan dolayı büyükler diyorlar ki:

  -İnsanlar ibadetleriyle kazanamayacağı yüce makamları sarsılmayan azim ve sabırlarıyla kazanabilirler.

Bu konuda şöyle bir musibet örneği anlatılır. Sahabeden bir zat, cahiliye devrinde tanıdığı bir kadınla karşılaşır yolda. Ayaküstü sohbetten sonra ayrılıp da giderken başını geriye çevirip kadına arkasından bakarak yürüdüğünden çukura düşen ayağı sakatlanır.  Sonra Resulüllah’ın huzuruna gelip maruz kaldığı musibeti anlatınca Efendimiz (sas) şöyle açıklamada bulunur:

– Allah, bir kulunu severse onun işlemiş olduğu hatasının cezasını burada hemen takdir eder, ahirete tehir etmez! Böylece kul, burada cezasını çektiğinden ahirette kurtulur. Anlaşılan ayağının sakatlanması, kadına arkasından ısrarla bakmanın dünyevi bir cezası olarak gelmiştir.

Evet, başa gelen sıkıntı ve üzücü olaylar ister makamın yükselmesi için gelsin, isterse günahın cezası olarak musallat olsun sonuçta sabreden kazanır. Hatta kaybediyor gibi görünürken dahi kazanır. Bu inanç sıkıntılara dayanma gücü verir, imanlı insanlar kolay kolay yıkılmaz, hep tedbir alır, ayakta kalır. Sabırsızların boğulduğu yerlerde sabırlıların ayakları bile ıslanmaz.

Aslında korkulacak musibet böyle dünyaya değil, dine gelen musibettir. Dinin emrini yaşama azim ve aşkından mahrum kalma musibetidir. Bu musibetin insana kazandıracak hiçbir yanı yoktur. Bundan dolayıdır ki, maneviyat büyüğü Sehl Hazretlerine şikâyette bulunan bir adam:

– Sabah namazına camiye geldiğimde evime giren hırsız altınlarımı çalıp götürmüş, ne yapacağımı bilemez haldeyim! der. Maneviyat büyüğü ise şöyle cevap verir altınlarını çaldıran adama:

– Üzülme bunlar dinî değil dünyevî musibetler. Ya kafana şeytan girse de kalbine şüpheler vererek imanını çaldırsaydın da camiye gitmez halde kalsaydın ne yapardın? Ahirete altınsız gitmenin hiçbir zararı yoktur ama Allah korusun imanını çaldırmış olarak gitmenin zararı düşünülemeyecek kadar çoktur…  Bundan dolayı denir ki: Orucun en çok sevaplısı en çok acıkılan, en çok susanan oruçtur. Çünkü onlarda sabır daha fazladır. Bu inançta olan insan, sabırda fazla gergin olmaz. Çünkü her sabırda yine ben kazanıyorum diye düşünür, sabır gerginliği mutluluğa dönüşür.

Ahmed Şahin / Zaman