Etiket arşivi: aile

Hanımlar Rehberinde Hanımların Vazifeleri

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Telif Ettiği Hanımlar Rehberinden

Kadının Vazifeleri;
1-Kendini sevdirmek sf 49
2-Nefret ettirmemek sf 49
3-İstiskale maruz kalmamak sf49
4-Başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek sf 52
5-Onu darıltmamak sf52
6-Kıskandırmamak sf52
7-Kendi mehasinini onun nazarına tahsis sf52
8-masum evlatlarınızla masumane sohbet sf 14
9-Muhabbetini ona hasretmesi sf 52
10-Bahtiyardır o kadın ki kocasının diyanetine bakıp ebedi arkadaşımı kaybetmeyelim diye takvaya girer sf 52
11-Kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz sf 53
12-Kocasını inhisar altına alamaz sf 55
13-Şefkat etmek
14-Acımak
15-Merhamet etmek sf 8
16-Sadakat
17-Emniyet sf 12
18-Hakiki ihlas ile hakiki bir fedakarlık taşıyan validelik sf 8
19-Hürmet ve merhamet ile birbirine mukabele etmek sf 11
20-Tam mütedeyyin olmak sf 11
21-Kocasının kusurunu ıslaha çalışmalı sf 12
22-Çarşaf altında saklanmak
23-Müdür-ü dahili
24-Kocasının bütün malına, evladına ve her şeyine muhafaza memuru
25-Daire-i meşruadaki keyfe iktifa sf 14
26-Kanaat

Hanımlar Rehberi Okumak için tıklayınız

www.NurNet.org

Ailem.. Küçük Cennetim..

İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı(sığınağı) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.(24.Lema, 2.Nükte)

Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem’iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. (9.Şua)

Aile hayatı müslüman için:

  • Tahassüngahı,
  • Bir nevi cenneti,
  • Küçük bir dünyasıdır.

Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde:

  • En cemiyetli merkez,
  • En esaslı zemberek
  • Dünyevi saadet için bir cennet,
  • Bir melce,
  • Bir tahassüngah,
  • Küçük bir dünyasıdır.

Aile hayatım tahassüngahım; dış alemin dağdağalarından sığınağım, içtimaî hayatın keşmekeşlerinden kaçıp, kapıyı kapattığımda kusurlarımı saklamak zorunda olmadığım, savunma mekanizmalarımı bir kenara bırakabildiğim, hata ve sevaplarımla tenkit edilmeden sevildiğim ve herkesi de olduğu gibi sevebildiğim ortam.

Aile hayatım bir nevi cennetimdir; cennet umum maddî manevî lezzetlere medar bir mekandır. Ailemle maddî şeyleri paylaştığım gibi manevî lezzet ve hazları da paylaşırım. Aynı evi paylaşmaktan çok öte bir ruhanî alış veriştir bu küçük cennette yaşamak. Birbirimizi hayra teşvik manasında, yönlendirmeler yapar ve yönlendirmelere açığızdır. Mesela beraber ders okuyup mütalaa etmek, arkasına çay içmek, manen teneffüs etmek için kolay bir yoldur. Çayı demlemek, meyveleri soymak ile sadece çay veya meyve ikram etmiş olmuyoruz, aynı zamanda çayın yanında karşımızdakine sevgi ve ilgimizi de sunuyoruz. Almak ve vermenin, yani küllîleşmenin en rahat bir yolu oluyor. İstersek ufak faaliyetleri bu manevî alış verişe zemin haline getirebiliyoruz. “senin için şunu aldım” yada “sana şunu pişirdim” derken alınan, pişirilenden öte bir iltifat-ı kalbîmizi sunuyoruz.

Aile hayatım küçük bir dünyamdır; dışarıyla veya başka insanlarla ne kadar sıkı bir irtibatım olursa olsun, daima alemimde öncelikli olan aile efradım ve onlarla olan münasebetimdir. Bundan anlıyorum ki alemimi ailem doldurmuş. Dünyamın temel direği olarak görmemekle beraber sorumluluk ve vazifelerimi onlarla tanımladığım için şahsî kimliklerinden ötürü değil de onlara karşı olan vazifelerim ve konumum itibarıyla alemime alıyorum. Her şeyden önce onlar bana Rabbimin emaneti, her vazifede önce Allah’a karşı mes’ulum. Maddî ve manevî vazifelerimi ifa etmeye çalıştıkça iç alemimin derinleşip küllîleştiğini fark ettim. Yani ahiret yolunda en güzel hazırlık, aile hayatımdaki fıtrî sorumluluklarımla oluyor. Küçük dünyam ebedî dünyama hazırlıyor, aslında netice ve vazife itibarıyla aile hayatım hiç de küçük değil.

Aile hayatım en cemiyetli merkezdir; irtibatlı olduğumuz bütün eş dost akraba ile paylaşımlarımız aile içinde teneffüs ettiğimiz ortamın renginde oluyor ve o renk, etrafla iletişimimiz sayesinde dalga dalga yayılıyor. Yani evimizin şahsı manevîsi irtibatlı olduğumuz insanlara da aksediyor. Burada temel esaslardan biri şu ki, bizim ailemizde “ben merkeziyetçilik” yok, içine kapanıp alemine başkasını almamak, bunu özgürlük zannetmek gibi yalnızlığa iten vartalara düşmemeye çalışıyoruz.

Şunu anladık ki: zamanın ve nefsin vartalarından korunmak ancak bir şahsı manevîye dahil olmakla mümkün oluyor; en fıtrî, sıcak ve samimî şahsı manevî de aile içinde tahakkuk ediyor. Çünkü Rabbimiz nesebî bağların içine muhabbet, şefkat iksirini katıvermiş, biz de o fıtrî alakayı işletince daim işleyen bir muhabbet fabrikası oluyor aile hayatımız. Fabrikanın düzgün devamı için elbette her gün katkı yapmak gerekiyor; bu da bizi dinamik tutuyor; yeknesak, kalıplaşmış, anne-baba-eş tariflerinden sıyrılıp, ruhen alış verişimiz olan ebedî hayata yönelik irtibatlar kuruyoruz. Bu kadar kıymetli alış veriş bu dünyaya sığmayacağı hem nimetin burada verilip başka alemde mahrum bırakılmayacağı Rahmetin şe’ni olduğundan aileme nasıl katkı yapabilirim manasında niyet ve düşüncelerimiz oluyor.

İlk  gayretimiz: aile içi irtibatlarımızı kuvvetlendirmek, “birimiz hepimiz” manasında “ferdin kıymeti bütün cemiyet kadardır” diye ayet-i kerîmede anlatılan hakikati alemimize yerleştirmeye çalışıyoruz. Her işi, faaliyeti beraber yapmaktan zevk alıyoruz. Birinin sevdiği bir şey olsa, yapılması hikmetliyse hepimiz binniyet, bilkasd ona dahil olmaya hiç olmazsa destek olmaya çalışıyoruz. Kararları beraber almayı, hislerimizi paylaşmayı, günlük yaşadığımız hadiseleri beraber yorumlayıp bakış açımızı ortaya koymayı seviyoruz. “Bu kadar şeyi beraber yapmak için zamanı nasıl buluyorsunuz?” derseniz; bizim evde TV’ye pek itibar edilmiyor, birbirimizin ne düşündüğünü, hissettiğini anlamak ve onunla hem dem olmak, uydurma senaryoların çizdiği hayalî insan tiplemelerinin his ve fikrini anlamaya çalışmaktan daha hakikî, samimî ve kıymetli geliyor. Bizim evde hiç yeknesaklığa girmeden sürekli aynı dizi oynar: “kulluk yolunda ailemle nasıl ilerliyorum..

Biz böyle küllî ve muhabbetli atmosferi ailemizde oluşturdukça etrafımızdaki dost- ahbablarımız da buna cezb olup irtibatı artırıyorlar. İnsanın cennet nümun mekanı evi, eşi, evladı, anne-babası olduğunu anlıyorlar. Formülü bulduk: iman dairesinde aile şahsı manevîsi oluşturmak..

Aile hayatım en esaslı zemberek; benim için olduğu kadar içtimaî hayat için de tetikleyen, harekete geçiren itici güç, aile hayatı ile toplanıp temerküz ediyor. Kendi bakış açımız, anlayış ve kavrayışımıza katkı yaptığımız nisbette ortaya dinamik bir aile hayatı çıkıyor. Ferdler de ruh alemlerindeki bu dinamikliği günlük hayatın içine taşıyor, ulvî hisler, yapıcı fikirler üretiliyor, gençlerin hedef ittihaz ettiği maksadlar yükseliyor. Sorunlarını paylaşıp çözüm bulacağı, tecrübelerinden istifade edeceği eş veya büyükleriyle samîmane hemhal olabiliyor, ailenin şahsı manevîsinden daim kuvvet alıyor.

Oysa günümüz içtimaî hayatında birbirinin derdiyle dertlenmek çok nadir bir ahlak haline geldiğinden ferdler umumiyetle yalnızlığa itilmiş durumda kalıyor. Yalnızlık vahşetine düşen bir ruhun çalışmaları ise ekseri maddî bir menfaat için veya verimsiz, kısır oluyor. Toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek kaliteli çalışmalar için itici güç olarak sadece maddî menfaat yeterli değil, hem uzun ömürlü degil; hamiyyet, şecaat, fedakarlık gibi ulvî hisler nev’inden saikler lazım. Ulvî hisler, insanî vasıflardan, o da İslamî terbiyeden, o da ailedeki eğitimden neşv-ü nemalanıyor. Ailenin maddî, manevî nasıl bir  zemberek olup toplumu harekete getirdiğini böylece anlıyoruz.

Aile hayatım melce’imdir; zor durumlar, sıkıntılı anlar, ızdırar hallerimde dönüp geldiğim ortam yada varlığından kuvvet aldığım ilk mecazî istinad noktam ailemdir. Allah’ın rahmetine ve korumasına ayine olan ailem, her durumda yardımcı ve sığınak oluyor. Fikren bile bazı olumsuzluklardan kaçma ihtiyacım “ailem var” düşüncesi ile mümkün oluyor.

Şimdi risalelerde bu kadar kıymettar bir hakikat olarak anlatılan aile hayatından mahrum olan çocukları, gençleri, yaşlıları düşünelim. Dünyanın her tarafında çeşitli musibetlerle anne babasından veya sahip çıkacak bir akrabadan mahrum kalmış kardeşlerimiz var. Umum kainatla münasebettar bir insan olarak, onlar için ne yapabilirim?

Öncelikle ailenin ne kadar kıymetli bir nimet olduğunu ailesi olanlara anlatmalıyım, sonra da bu nimete mazhar olamayanlara yardım etmeye çalışmalıyım. “Hemcinsine şefkat şükr-ü hakikînin esasıdır.” demiş Üstadımız..

Nabi

www.NurNet.org

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir!

Şiddetin Kaynağı Erkeklik Değildir

Dünya iki yüzlülükte altın çağını yaşıyor. Hemen her alanda bir ikiyüzlülük almış başını gidiyor. Araştırmaların, bilimin bunca ilerlemesine, üniversite mezunlarının, akademisyenlerin bunca çoğalmasına karşın en önemli sosyal konular içerik olarak köydeki Dilber teyzenin seviyesini aşmıyor çoğunlukla.

Mesela şiddet mevzu. Tüm dünyada yükselen bir şiddet var fakat bu görmezden gelinerek, bilimsel çalışmalar hasır altı edilerek, sanki sadece kadına şiddet varmış gibi bir algı oluşturuluyor.

Ülkemiz üzerinden bakarsak,  2017 yılı içinde toplam 409 kadın öldürülmüş bunun yanında 1778 de erkek öldürülmüş. Toplam cinayet sayısında 2018 verilerini bulamadım. Yazdığınızda sadece kadın sayıları çıkıyor. Çünkü öldürülen erkekler çocuklar hiç gündemimizde değil. Sanki çocuk ve erkekler insan değil, öldürülmeleri hiç problem değilmiş gibi hareket ediliyor. Kadına şiddetten başka şiddet yokmuş gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa şiddet genel olarak her yıl hızla artıyor fakat sadece kadına şiddete odaklanıldığı için işe yarayacak çözümler de üretilmiyor.

Kadına şiddet konusununda da bilimsel çalışmalar yapılsa o da yok. Şiddetin sebebi nedir sonuçları nedir, nasıl azaltılır, pek kimsenin umurunda değil.

“Erkek saldırgan- Kadın kurban” Suçlu bulunmuş ne de olsa.

Her ne kadar bilimsel olmasa da çözümü de bulmuşlar kendilerine göre. Çözüm: Cinsiyet eşitliği. “Kadına şiddeti bitirmek için erkekliği bitirmemiz lazım” dediler ve erkekliğe savaş açıldı.

En basitinden bir örnek vereceğim. Önceki yıl İstanbul’da Ayşegül isminde bir öğretmeni boşanma safhasındaki eşi önce kayınvalidesini sonra Ayşegül öğretmeni öldürdü.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk twitter hesabından okul geçidinde karşıdan karşıya geçerken erkeğin önde  göründüğü bir trafik görsel ile beraber mesaj yayınlamıştı. Mesaj şöyleydi:

“Bu levhalar gibi daha pek çok şey cinsiyet eşitsizliğinde toplumsal bir bilinçaltı oluşturuyor. Bu algının önüne geçebildiğimiz, kız çocuklarına verilmesi gereken önemi önce eve, sonra okul sıralarına, devamında da hayatın tamamına taşıyabildiğimiz, bütün bir toplum yek avaz ‘Şiddete son’ diyebildiğimiz zaman, o zaman Ayşegül öğretmenin hatırasına daha güçlü sahip çıkacağız. Bunları cesurca yapabilmemiz için bize gayret, Ayşegül öğretmene Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum.”

Bakan Selçuk, bir erkek bir kadın figürünün olduğu levhayı “erkek önde kadın arkada bu değer vermemek” diye yorumlamış. Oysa bu görsel çocuğunu karşıya geçiren bir baba kız olarak algılanmaya daha müsait, sonuçta okul geçidi ve erkek büyük görünüyor. Bakan Selçuk bunu kendince yorumlamış ve böyle söylemiş. Velev ki biri mecbur olarak önde görünecekse o zaman kadın önde olduğunda şiddet mi bitecek? Bunun da çaresini bulmuşlar. Değişen görselde kız önde arkasında kadın mı erkek mi belli olmayan bir figür var.

Ayşegül öğretmenin öldürülme sebebi ülkemizde cinsiyet eşitsizliği olmamasından kaynaklanıyormuş. Bakan Selçuk erkeğin ayrılma aşamasındaki kadını öldürmesini kadına değer vermemeye bağlamış. Cinsiyet eşitliği olsaymış bu cinayetler olmayacakmış. Ne kadar yüzeysel bir yorum. Hem de Milli Eğitim bakanından. “Suçlu erkeklik” Çözüm erkekliği azaltıp erkekleri kadınlaştırmak.

ETCEP projesi ile okullardan uygulanan cinsiyet eşitliği çalışmalarını bir hatırlayalım. Cinsiyeti yok sayan, kadın erkek rollerini ortadan kaldıran, cinsiyetini kendin seç, eğitimleri ile mi yoksa “Erkekler de pembe giyer” “Kız işi erkek işi yoktur” gibi pankartlar ile mi, yoksa küçük kızların eline “Çocuk da yaparım kariyer de” pankartı, erkek çocuklarının eline “Aslan parçası değilim” yazıları ve erkek çocuklarına “Herkes rahmi kadar konuşsun” gibi kızların içinde utandıracak, edep dışı pankartlar taşıtarak ve rahmi olmadığı için erkekleri aşağılayarak mı erkeklere kadına değer vermeyi öğreteceklermiş. Buna kargalar bile güler.

Bu çalışmalarla ancak kız çocuklarını erkeklere karşı düşman edersiniz, erkek çocuklarını da aşağılayarak cinsiyetinden utandırıp psikolojisini bozarsınız. LGBT nin de önünü açarsınız.

Ayşegül öğretmenlerin öldürülmemeleri cinsiyet eşitliği eğitimine kaldıysa işimiz yaş demektir. İnsana değer vermek böyle öğretilemez. Önce bu sığlıktan kurtulmak lazım.

Ortada bir sonuç varsa o sonucu oluşturan sebepler de vardır. Sebepleri değiştirmeden sonucu değiştiremezsiniz. Sebep ne olursa olsun hiç kimsenin birbirini öldürme hakkı yoktur. Bu ayrı bir konu. Cinayetin sebebini görmek, katile hak vermek değildir. Başka cinayetler olmasın diye alınabilecek tedbirler açısından gereklidir.

Mesela bu olayda ortada iki yıldan beni boşanamayan ayrı yaşayan bir karı-koca var. Bir büyük, bir de iki yıl önce ayrılık aşamasında doğmuş bir çocuk var ve baba tam da kadını çocuğun doğum gününden önce öldürmüş. Bu baba iki yıl boyunca çocuklarını görebilmiş mi? Neden önce kayınvalidesini öldürdü? Neden boşanamamışlar. Kadın istediğinde hakimler çok çabuk boşuyor. Nafaka davaları mı oldu şiddetli.

Bunları hiçbiri öldürmesini haklı çıkaramaz. Fakat bunları yok da sayamayız. Belki de bunların hiç biri değildi kocası psikopattı. Sebep her şey olabilir fakat erkekliği sebep göstererek cinsiyetçilik yapamazsınız. Bu bütün erkeklere hakaret olur, erkekleri aşağılamak olur.

Biz sebepleri görelim, çözüm üretilsin. Kanunların adaletsizliği yüzünden beş yıl, on yıl boşanamayan yeni bir hayat kuramayan insanlar var. Yıllarca çocuğunun hasreti ile yanan babalar var. Nafakasını ödediği evladının yüzünü unutmuş. Üzüntüden psikolojisi bozulmuş. Neredeyse bütün cinayetler boşanma aşamasında oluyor fakat çoğu kişi “erkekler boşanmayı kabullenemiyorlar” sığlığından öte geçemiyor.

Sen kanunlar vasıtası ile erkeği evden at, nafakaya mecbur kıl, çocuğunu görmek için haczetmek zorunda kalsın, bazıları hacizle bile göremiyor, malının mülkünün yarısını cebren al, erkeğe her türlü sosyal, psikolojik şiddeti uygula, sonra erkek de cinnet geçirip boşanamadığı kadına şiddet uygularsa “şiddetin sebebi erkeklikten” deyip çık.

Ayrıca şiddet konusunda uzmanlar yüzde seksen alkol ya da uyuşturucu etkisi var diyorlar fakat nedense alkol dile getirilmiyor, erkekliği suçlamak daha çok işine geliyor birilerinin.

Şiddeti azaltmak için cinsiyet eşitliği uygulaması şiddeti gerçekten azaltıyor mu? Araştırma yapsınlar, verileri açıklasınlar, sonuçlarını görelim. Var mı ülkemizde bu konuda bir araştırma, yok. Herhalde kendi kafalarında şöyle bir mantık kuruyorlar. Erkekleri “Ay şekerim manikürüm geldi…” diyecek kıvama getirirsek şiddet biter. Oysa öyle bir durumda şiddet azalmaz sadece yön değiştirir. Cinsiyet eşitliği neticesi eşcinsellik artacağı için şiddet kadın-kadına ve erkek erkeği şeklinde yön değiştirecektir.

Şiddet erkekliğin sonucu değildir. Sadece erkekte fiziki güç, kadından daha fazla olduğu için erkeğin uyguladığı şiddet göze görünüyor. Kadınlar da erkekler kadar şiddet uygularlar fakat farklı yöntemlerle. Kadın gücü yetmeyeceği kişiyi öldürmeye çalışmaz, öldürtür, gücü yettiğini öldürür. Kaza süsü vermek, zehirlemek gibi yöntemlerle hiç açığa çıkmayan ya da yıllar sonra açığa çıkan cinayetler var.

Kadın gücü yettiğine de kendi gücünü gösterir. Mesela çocuk cinayetlerinde annelerin sayısı babalardan üç kat daha fazla resmi verilere göre. Bakıcı dehşetleri, gelin kayınvalide şiddeti, üvey çocuğa uygulanan şiddet…

Erkeği aşağılayarak, kadınlaştırarak gücünü elinden alarak, şiddeti bitiremezsiniz. Şiddet erkekliğin de kadınlığın da neticesi değildir.

Şiddetin cinsiyeti, kadını-erkeği yoktur. Erkeğin fiziki güce sahip olması, koruma ve kollama güdüleri ile cesaretli olması, vatanı korumak için savaşması, onu şiddet yanlısı yapmaz tam aksi korumacı yapar. Babalar, kocalar, oğullar, kardeşler, ağabeyler şiddet yanlısı ilan edildi.

Güç, şiddetin sebebi değildir, şiddetin sebebi gücü yanlış kullanmaktır. Şiddetin, başta  ahlak, maneviyat ve merhamet eğitimi eksikliği olmak üzere pek çok iç sebepleri ve ekonomik sıkıntılar, alkol ve şiddetin özendirilmesi gibi dış etkenleri vardır.

Şiddet uygulayan erkekler, erkek olduğu için ya da kadına değer vermediği için şiddet uyguluyor değil. Şiddet yükselmişse bunun araştırılması ve çözüm üretilmesi gerekir.

Şiddet erkekliğin neticesidir demek, Yaratıcı’ya iftira olur. O halde Allah (c.c) erkeği kadına zulmetsin diye şiddet yanlısı mı yaratmış? Hayır.

Âyet-i kerimede bildirildiği gibi:  “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır, velileridir.” birbirlerini korurlar.

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak dinimizi çocuklarımıza ahlaki yapıları ile doğru öğretsek, şiddet diye bir problemimiz olmaz.

Şiddeti yaygınlaştıran medya, dizi ve filmler denetim altında olsa tam aksi sevgiyi, merhameti çocuklara gençlere aşılayabilsek şiddet ciddi şekilde azalır.

Adaletsiz kanunlar, diziler, filmler, alkol gibi şiddeti artıracak her yol açık, toplumda şiddet yükselmiş bizim bulduğumuz yol ise erkekleri günah keçisi ilan edip psikolojik şiddet uygulayarak erkekliği bitirmek. Hadi dini göz ardı ediyorsunuz bari biraz bilimsel çalışın. Tuttuğunuz yolun bir dayanağı olsun. Araştırma sonuçlarını ve neticelerini görelim.

Mesela şiddetin kaynağının erkeklik olduğu üzerine kurgulanıp yazılan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 ile kadına şiddet bitecek dendi; fakat şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Öldürülen kadın sayısı senede 120 lerden 500 lere çıktı.

Şiddetin arttığı açık şekilde görüldüğü halde, şiddet üzerinden kesesini fonlayanlar İstanbul Sözleşmesini savunuyorlar utanmadan. Bir kanun sonrası şiddet artmışsa ve birileri bunu savunuyorsa o kişiler şiddetten besleniyorlardır. Cinayetleri artırdığı halde İstanbul Sözleşmesini savunanlar kadın kanından beslenen sülüklerdir.

AB ye girmek için ya da feministlerin ve yardakçılarının keyfi olacak diye kadını erkeği birbirine düşman eden İstanbul Sözleşmesi ve 6284 devam edemez, acilen iptal edilmeli, daha fazla kadın öldürülmeden.

Milli Eğitimin ETCEP projesi ile ilgili yazım ve görsellerin linki

http://www.cocukaile.net/etcp-projesi-ve-milli-egitim/

Aşağıda da Milli Eğitim Bakanının yayınladığı mesaj, öncesi ve sonrası değişen trafik görseli.

Kaynak: http://www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Müslümanın feminist olması

1-Müslümanın feminist olması için inandığını iddia ettiği kitaptaki, Kur’an-ı Kerimdeki bazı âyetleri yok sayması gerekiyor.

Öncelikle Nisa suresi 32. âyete karşı çıkması gerekir feminist olmak isteyen kişinin. Yaratıcımız bu âyette kadın ve erkeği birbirinden farklı yarattığını açıkça beyan ediyor.

Rabbimiz bu âyet-i kerîmede kadını ve erkeği farklı meziyetlerle, birbirinden üstün vasıflarla donattığını vurgularken, iki cinsiyetin birbirlerine özenmemeleri için de ihtar ediyor.

Yaratılışta zıtlık ve zıtların birbirini bütünlemesi vardır. Davranışlarımızı yöneten beynin yapısında ve hormonlarımızda kadın ve erkek arasında ciddi farklılıklar vardır.

Feminizmin felsefesi ise kadın ve erkeğin birbirine eşit olmasıdır. Bizim başörtülü kurnaz feministler biz eşitliği değil, cinsiyet adaletini savunuyoruz diyorlar fakat bakıyoruz başlık dışında bütün söylemleri eşitlikçi feministlerle aynı.

Feministler kadın ve erkek arasındaki farklılıkları inkar ederler ve bu farklılıkların doğuştan (feminizm yaratılışı inkar eder) değil, sonradan aile ve toplum tarafından öğretildiğini iddia ederler. Bu yüzden feministler ısrarla “toplumsal cinsiyet eşitliğini” savunurlar. Zira farklılıkları kabul ettiklerinde feminizmin bir anlamı kalmaz, kendileri ile çelişirler.

Nisa suresi 32. âyeti kerime’de Rabbimiz “Farklı vasıflarda üstünlükler verdim, birbirinize özenmeyin” buyuruyor. Yani feminizmin felsefesi İslam inancının tam zıddı. Bu yüzden hem feminist olup hem bu âyette inanıyor olamazsınız. Birinde samimi değilsinizdir. Âyeti inkar ediyor, âyetin aksini savunuyorsanız zaten Müslüman değilsinizdir.

Geçen aylarda bir sohbet ortamında başörtülü bir feministle konuştuk bu konuyu, bana ısrarla kız çocuğu ve erkek çocuğu arasında bir farklılık olmadığını anlatmaya çalışıyor. Hadi ben inandım diyelim, sen inandığını iddia ettiğin kitaptaki bu âyeti görmezden geldiğinde senin durumun ne olacak? Kişi bir tek ayeti bile kabul etmese dinden çıkar.

2- Feminist olmak için Nisa suresi 34. Âyet-i Kerimeyi de kabul etmemek gerekiyor. Zira bu âyet-i kerimede Allah (c.c) erkeklerin kadınlar üzerinde “Kavvam” olduğunu yani erkeklerin, kadınlar üzerinde koruyucu ve yönetici olduğunu söylüyor açıkça. Ve bunun iki sebebinden birini de Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olmasından kaynaklandığı bildiriliyor. Koruma ve yöneticilik vasıfları yönünden erkekler kadınlardan üstün yaratılmış.

Erkeğin evin idarecisi olduğunu ve kadın “nüşuz” aile birliğini ve huzurunu bozacak dik başlı davranışlar sergilediğinde erkeğin uygulaması gereken yollar sayılıyor âyette. Gayet açık bir âyet. Hem bu ayete inanıp hem feminist olamazsın. Tamamen feminizm felsefesine zıt bir âyet. Biri olduğunda öteki olamazsınız.

3- Nisa 34 de: “Fessâlihâtu gânitâtun” buyuruyor Rabbimiz: “saliha-iyi-makbul kadınlar, gönülden seve seve itaat eden kadınlardır” buyuruyor. Bu âyeti bazıları “Allah’a itaat eder” diye tefsir ediyorlar. Allah’a ve Allah rızası için de kocasına itaat eder. Zira âyet karı-koca hukuku üzerine ve âyetin başında Rabb’imiz erkeği evin reisi tayin etmiş. Kocaya gösterilecek saygı tabii ki bu hükmü koyana yani Allah’a saygı duymaktır.

4- “Erkeklerin, kadınlar üzerinde ma’rûf hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara suresi 228)

Bu âyeti de yok saymaları gerekiyor Müslüman olduğunu iddia eden feministlerin. Burada da erkeğin bir derece kadından haklar noktasında üstünlüğü belirtiliyor. Yine feminizm felsefesine ters.

5-Hadisi şerifler inkar edilmeden feminist olunamaz. Ki başörtülü feministler daha çok “Hadislerin güvenirliği yok” deyip “Kur’an bize yeter” diyen mealcilerden çıkıyor. Eğer Kur’an gerçekten onlara yetseydi yukarıdaki ayetlerden dolayı yine feminist olamazlardı.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim onlara yetseydi, onlarca âyette “Allah’a ve Resulüne itaat edin” ayetlerini yok saymazlardı. Kur’an âyetleri kıyamete kadar baki olduğuna göre, Resulünün sözleri sonraki asırlara sahih olarak ulaşmayacak olsaydı Yaratıcımız “Resulüme de uyun” diye defalarca vurgulamazdı. Sahabe ve tabiinin büyük alimleri son derece titiz çalışmalarla sahih hadisleri bize ulaştırmışlardır. Allah Resulünün sözleri başımızın tacıdır. Velev ki bazılarını  anlayamamış olabiliriz o da bizim eksikliğimizdendir.

Feministler hadisi şerifleri sevmezler; çünkü hadisi şeriflerde kadının kocasına itaat etmesi, kocasına saygılı ve uyumlu olması çokça zikredilir.

6-İlim ehli aşağılamadan feminist olunamaz. Bu yüzdendir ki başörtülü feministler, damla damla ilim ihlas süzülen büyük alimlerin tefsir kitaplarını “eril zihniyet” diye aşağılıyorlar.

7-Bilimi inkar etmeden de feminist olamazsınız. Bilimsel çalışmalar Nisa 32.âyete şahitlik etmektedir. Yüzlerce bilimsel çalışma kadın ve erkeğin biyolojik, fizyolojik ve psikolojik farklılıklarını ispatlamaktadır. Anne karnında kız bebek ve erkek bebek davranışlarında bile farklılıklar açıklanıyor bilimsel çalışmalarda.

Fakat feminizm yüzyıl öncesinde durduğu yerde hâlâ duruyor. Bunca bilimsel araştırmayı yok sayıp hâlâ “kadın erkek eşittir” diyorlar. Bu yüzden feminizm kadar içi boş, safsata, dine, ilime, bilime aykırı, kadınların uydurması, başka bir felsefe yoktur. Feminizme felsefe demek bile felsefeye hakaret sayılır. Yani aklını ve dinini bırakmadan feminist olamazsın.

Feministler ezberlemişler “eşitlik, eşitsizlik, kadınlar eziliyor” gibi birkaç kavram onlar üzerinden içi boş boş konuşup duruyorlar.

Hadi din iman tanımayan feministler konuşsun diyelim şeytan susacak değil elbette fakat başörtülülere ne oluyor ki onlar da şeytanın sözcülüğünü yapıyorlar.

Geçen aylarda başörtülü kadınlar ilk Müslüman feminist derneği kurduklarını açıkladılar. Oysa İslam ve feminizm yukarıdaki âyetlerden dolayı mümkün değil. Bu âyetlere rağmen kendilerini Müslüman feminist diye tanımlıyorlarsa, bize bunun nasıl olabileceğini de bir anlatıversinler.

Ayrıca sadece bu âyetler değil, başörtülü feministler miras, nafaka gibi aile hukuku ile ilgili âyetlere muhalif fikirleri de savunuyorlar.

Kısaca feministler âyetleri kabul ediyorlarsa Müslümandırlar, fakat feminist olamazlar, âyetleri kabul etmiyorlarsa feminist olmuşlardır fakat Müslüman değillerdir.

Not: Yazı çok uzun olmasın diye âyetlerin tam meallerini yazıya almadım. Benim faydalandığım kaynak Hasan Tahsin Feyizli hocanın “Feyzul Furkan” Açıklamalı Kur’an Meali ve Diyanetin meali.

http://feyzulfurkan.com/sureler/nisa-suresi/

cocukveaile.net

www.NurNet.org

Yuvası Yıkılmasın Diye Mücadele Eden Kadın

“HAVLE” Yuvası yıkılmasın diye mücadele eden kadın.

Havli binti Salebe. Mücadele suresinin ilk âyetlerinin iniş sebebi olan mübarek hatun. Onun kutlu mücadelesi şöyle: Hz. Havle’nin kocası bir gün Havle’ye çok kızıyor ve öfkeyle “Sen bana anamın sırtı gibisin” diyor. O zaman Arap geleneğine göre buna “zıhar” deniyor ve erkek karısına bu sözü söylerse karısını bir daha nikahlayamayacak şekilde boşamış oluyor.

Hz.Havle’nin kocası öfkesi geçince pişman oluyor, barışmak istiyor fakat Hz.Havle geleneğe göre boşanmış olduğu için durumun hükmünü öğrenmek için Hz. Peygamberin yanına koşuyor. İslam toplumunda yapılan ilk zıhar olduğu için o konu ile ilgili bir hüküm yok o zamana kadar.

Peygamber efendimize durumu anlatıyor. Peygamberimiz bu konu ile ilgili ilahi bir hüküm inmediği için mevcut uygulama üzerinden karar veriyor: “Sen artık kocana dönemezsin” diyor. Hz. Havle “Ya Rasulallah benim küçük çocuğum var, kocam da ben de artık yaşlandık, boşanırsam ben de çocuklarım da perişan olur bir çıkış yolu bulun…” diyor.

Peygamber efendimiz ilahi bir emir olmadan mümkün olmadığını söylüyor. Havle tekrar ısrar ediyor, Hz.Peygamber sabırla yumuşaklıkla tekrar aynı şeyleri söylüyor. Havle tekrar ısrar ediyor, yalvarıyor. Bu bir süre böyle devam ediyor. Hatta Havle’nın ısrar ve yalvarmalarına karşı Hz. Peygamberin eşlerinin gözyaşı döktüğü yazıyor kaynaklarda.

Hz. Havle, Allah’ın Resulünün hüküm inmeyen bir konuda karar vermeyeceğini anlayınca halinden yakınarak Allah (c.c) yalvarıyor şöyle dua ediyor. “Allah’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olurlar, kendime alsam aç kalırlar. Halimi sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar; Resulünün dilinden bir vahiy inzâl buyur!” diye dua ediyor. Havle’nin yakarışlarından kısa bir süre sonra Mücadele suresinin ilk âyetleri iniyor. Allah’ın elçisi Havle’ye âyetlerin müjdesini veriyor  ve ona okuyor:

“Allah, kocası hakkında seninle tartışan (hüküm için ısrar eden) ve Allah’a şikayette bulunan (kadın)ın sözünü işitti (dileğini kabul etti). Allah zaten sizin her konuşmanızı işitir. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, görendir. (Mücadele suresi:1)

Yuvası yıkılmasın diye mücadele eden ve ilk âyette kadının bu gayreti “mücadele” kelimesi ile tanımlandığı için bu kutlu mücadele, bu kadın hürmetine sûreye isim oluyor: Mücadele suresi.Bu mücadele Rabb’imizin hoşuna gidiyor ve Hz. Havle’ye müjde oluyor.

Nice yüzyıllar kadınların yaptığı en kutlu mücadele ailesini kurtarmak olmalı bu durumda. Aile için yapılan bir mücadeleye Rabb’imizin “Allah onun sözünü işitti, kabul etti” demesi de tüm mü’minlere müjdedir aslında.

Mücadele suresinde âyetlerin devamında Allah (c.c) zıhar sözünü hoş görmediğini bildirerek bu sözü söyleyen kişinin karısına dönebilmesi için kefaret olarak ya bir köle azat etmesi ya altmış gün aralıksız oruç tutması ya da altmış fakiri doyurmasını şart koşuyor.

Hz. Havle Resulullah’a kocasının yaşlı ve fakir olduğunu ve bunların hiçbirini yapamayacağını söylüyor. Hz. Peygamber Havle’ ye ikramlarda bulunuyor ve o da  ikramları kocasına hediye ediyor, kocası altmış fakiri doyurup eşine dönebiliyor.

Yuvasını kurtarmak için mücadele eden, hakkında âyet inen bu mübarek kadının adını, başörtülü feministler kurdukları feminist derneğe isim yapmışlar.

“Havle” diye dernek kurmuşlar. Hz. Havle gibi mücadele edeceklermiş.  İyi de Hz.Havle ailesini dağılmaktan kurtarmak için mücadele eden bir kadındı.

Feminizmin ise en büyük düşmanlığı aile kurumuna karşıdır.

Havle derneğini kuran bu başörtülü feministler 8 Martta din düşmanı feministlerle kol kola yürüyüş yaptılar ve “Allah’mısınız. Aileniz batsın” diye aile aleyhine pankart taşıdılar. Sanki aile kurulmasını Allah istemiyormuş gibi. Bunlar Allah’a iftira atacak kapasitedeler. Aile olmayı, nikahı Allah (c.c) emrediyor.

Din düşmanı feministlerden geri kalmak istememişler belli ki. Başlarındaki örtüden utanmadan “Aileniz Batsın” diye pankart taşıdılar. Gerçi utanmaları olsa etraflarında özgürlük adına cinsel içerikli pankart taşıyan, din düşmanı kadınlarla aynı safta olmaya utanırlardı. Bu grubun yıllardır faaliyet gösteren bir de blog sayfaları var.

Ve birazcık utanmaları ve insafları olsaydı yuvasını kurtarmak için mücadele eden mübarek bir sahabe hanımın adını aile düşmanı derneklerine isim olarak koymazlardı.

Feminist kadınların derneklerine Hz.Havle’nin adını vermelerindeki niyetleri Kur’an dan güya kendilerine dayanak bulmak ve Müslümanlar tarafından meşruiyet kazanmak için de olabilir.

Türkiye’nin “ilk Müslüman feminist derneği” olarak yola çıkmış olma iddiaları var. Bu arada kolkola hareket ettikleri diğer kadın derneklerinin de Müslüman olmadığını kabul etmiş oluyorlar.

Amaçlarını “Temel amacımız feminist harekete Müslüman kadınların dahiliyetini artırmak.” ve “İslam’ın kadınlara yönelik ayrımcı yorumlarıyla mücadele etmek, kadınları güçlendiren yorum ve yaklaşımların sesini yükseltmek temel motivasyonumuz.” diye açıklamışlar.

Yani işleri Kur’an âyetleriyle değil, âyetlere yapılan nefsani yorumlarla. Hadisi şerifleri zaten kabul etmiyorlar. Yorumları öne çıkaracaklarmış. Çünkü feminist kadınların Nisa suresi 32, 34 gibi aile ile ilgili yoruma ihtiyaç olmayan gayet açık âyetleri ve miras hükümlerini kabul etmeleri mümkün değil. İdeolojilerine ters düşer.

Feministler Kur’an-ı Kerimde ki pek çok âyete muhalif hareket ediyorlar. Kadınların nafaka almasını destekliyorlar, genç evliliğe karşılar, aile kurumunu aşağılıyorlar. Feminizm adı altında İslam ile savaşıyorlar.

Bir de Havle gibi mücadele edeceklerini iddia ediyorlar.

Hz. Havle’nin mücadelesi yuvası içindi o Allah’a dayandı. Oysa Havle derneğinin mücadelesi Allah’a karşı bir mücadele. Bu mücadelenin neticesini Rabb’imiz yine Mücadele suresi 5. Âyette veriyor.

“Allah ve Resûlü’ne muhalefet edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldıkları gibi alçaltılacaklardır. Halbuki  biz apaçık âyetler de indirmişizdir. İnkâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır.”

http://www.sivilsayfalar.org/2019/04/02/turkiyede-ilk-musluman-feminist-kadin-dernegi-havle/

http://www.cocukaile.net/musluman-nasil-feminist-olur/

 

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org