Etiket arşivi: aile

Risale-i Nur Aile Terapisi İçin Başvuru Kaynağıdır

 

Mehmet Paksu, halk tabiri ile hem derin bir hoca hem de gündemi yakalamayı bilen etkili bir yazar. Lisans eğitimi öncesi hem medrese tahsili yapmış, hem İmam Hatip lisesi okumuş. Türkiye’nin çok ünlü şair ve edebiyatçının çıktığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun. Yazarlığı öğrencilik yıllarından başlamış otuz küsür yıldır yine otuz küsür kitaba imza atmış.

 Birkaç yıldır aile sorunlarına dair yazıyor, radyoda program yapıyor.

Gerek radyo programları sırasında, özellikle de elektronik posta ile gelen sorulardan oluşan üç kitabı var. Paksu hoca ile aile sorunları ve Nesil Yayınları arasında çıkan Mahremiyet Okulu seti hakkında konuştuk.

NİKAH YOLU KAPANINCA GÜNAH YOLU AÇILIYOR

Gerek gazetedeki yazılarınızda, gerekse radyo programlarınızda aile sorunları ile ilgilisiniz. Özellikle son yayınlanan “Mahremiyet Okulu” adında üç seri kitabınız çıktı. Bu konulara eğilmeniz hangi ihtiyaçtan doğdu?

Bu ihtiyaç şundan doğdu. Ülkemizde boşanmaların arttığı aile problemlerinin haber yapıldığı, özellikle son beş aştı yıldır televizyon programlarına taşındığını görüyoruz.

Bizim de bu konulara eğilmemizin nedeni, ailenin karşılaştığı sıkıntılardır. Bu sıkıntılara nasıl çözüm bulabiliriz? Özellikle Kur’an ve Sünnet boyutundan ele alıyoruz. Bizim toplumumuzun yüze 99’u Müslüman. Nikâh kavramı da İslâmi bir kavram.. Boşanma olayı da “talak” yine İslâmi bir kavramdır. Müslüman bir toplumuz, Kur’an’dan besleniyoruz. Bu gelişmelere karşı, bu sorunlara nasıl çözüm bulabiliriz?

Çözümü de yine Kur’an ve Sünnette aramamız gerektiğiniz düşündük.

Bana elektronik posta ile gelen sorular, özellikle evlilik öncesi ve evlilik sonrası yaşanan problemlerle ilgili.

Evlilik öncesi ne tür sorunlar yaşanıyor? Nasıl sorular geliyor?

Evlilik öncesi ailelerin yaşadığı sorunlar gençleri korkutuyor, evlilikten kaçırıyor. Aile yuvasını sanki problem yuvası olarak algılanıyor.  Sonra nikah zorlaşıyor, nikah yolu kapanıyor. Nikâh yolunun kapanması, haramların işlenmesine, günah yolunun açılmasına, cinsel sapmalara neden oluyor.

EVLİLİK ZORLAŞTIRILIYOR

Evlilik zorlaştırılıyor mu?

Evlilik zorlaştırılıyor. İki şekilde zorlaştırılıyor.

Birincisi bilerek zorlaştırılıyor. Nedeni maddi boyutundan kaynaklanmıyor. Mânevi boyutudur.

Yoksa insanlar bir şekilde geçinebiliyorlar. Bir kişi nasıl geçinirse iki kişi de geçinebilir. Burada problem, nikâhın sadece maddi bir konu olarak bilinmesidir.

Maddi problem birkaç ayda bilemedik bir iki senede bir şekilde aşılabilir. Nikâhın mânevi yönü ve öneminin bilinmeyişi. Maddi menfaat gerekçeleriyle evlenenler zaten üç beş yıl sürdürebiliyorlar.

Mânevi beraberlik söz konusu olunca, ebedi hayat kavramı ve inancı, ebedi beraber olabilmenin bilinmesi birlikteliği devamlı kılıyor. Ahirette de, cennette de hayat arkadaşı olduğunun bilinmesi evliliği cazip ve sürekli kılıyor. Yoksa insanların maddi beklentileri bir süre sonra bitiyor.

Asıl sorunun mânevi boyutun önemini bilmemek diyebilir miyiz?

Nikâh yolunun kapanması, iman yolunun yara almasından kaynaklanıyor. İman hayata ne kadar girerse, imanın versiyonu olan amel-i Salih de hayatımızda etkin oluyor.

Amel-i Salih Allah’ın razı olduğu şekilde yaşamaktır. İman hayata hayat olursa hayat daha anlamlı ve cazip oluyor.

 ŞEYTANIN ASIL UĞRAŞTIKKLARI DİNDAR İNSANLAR

 Size gelen sorularda dindar ailelerden de sorular geliyor. Hatta umulmayan kesimden “olamaz!” dedirtecek şekilde sorular gelmiş. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Olamaz diye bir şey yok. Hz. Adem ile Havva’yı cennetin dışındaki şeytan cennetteki bu iki insanı aldatabilmiş, kandırabilmiş. Cennetten çıkarılmalarına neden olmuş.

Tabii şeytan dindar insanla uğraşır. Dinden imandan uzak olan insanla şeytanın ne işi var?

Bize maillerin çoğu İslâmi kesim denilen dindar kesimden geliyor. Niye geliyor? Çünkü bunları dindar insanlar problem olarak görüyor. Diğerleri problem saymıyor.

Ama imanlı insan konunun önemini biliyor kabul ediyoruz.

Şeytan uğraşıyor. Şeytanla mücadelede yenik düşüyor. Yenik düşünce bocalama dönemine giriyor. Diyelim bocalama döneminde bir günah işliyor. Bir harama giriyor, yanlış yapıyor. “Ben bundan nasıl geri dönebilirim?”diyor.

İşte o sırada “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” olan Kur’an’ın hükmü aklına gelmiyor. Şeytan vesvese veriyor. Ümitsizliği aşılıyor. “Ben tevbe etsem de bu kötülükten, bu günahtan kurtulamam” düşüncesini aşılıyor. Mesele ümitsizlik meselesidir.

İşte bu durumda ümit aşılamak. “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” ayetini hatırlamak. Teğbe istiğfar etmek, istiaze etmek, ameli salihle düzeltmek.

Ayağınız kaymış, düşmüş olabilirsiniz. Üstünüz kirlenebilir. Temizleyeceksiniz.

Aynen öyle de aileler arasında tartışmalar olabilir, münakaşa olabilir. Onu hemen geri, kavgayı barışa, münakaşayı anlaşmaya çevirebilirsiniz. Bizim insanımız kavga etmesini de barışmasını da bilmiyor.

Dini bilgiler yanında psikolojik bilgilere de ihtiyaç oluyor mu?

 Psikolojik yönü var elbet şöyle ki, Herkes “Ben haklıyım, ben haksızlığa uğruyorum, ben eziliyorum, benim isteğim yerine getirilmiyor…” diyor.

Egoizm denilen bencillik öne çıkmış. Ailede şefkat, merhamet, muhabbetin fedâkarlığın yerine egoizm ve bencillik karışınca kavga oradan çıkıyor.

“Ben haklıyım karşı taraf yüzde yüz haksız” dediğiniz zaman çatışma kaçınılmaz oluyor.

AİLE FERTLERİ DE AYNI ZAMANDA MÜ’MİN KARDEŞİMİZDİR

Burada imanın hayata hayat olmasının gerektiğinin yeterince anlaşılmadığından kaynaklandığı söylenebilir mi?

 Kur’an’da “Mü’minler kardeştir” ayetini herkes bilir. Bu ayetin devamında “Kardeşlerinizin arasını düzeltin” diyor.

Kardeşler arasında münakaşa olabilir, kavga çıkabilir, tartışma olabilir.

Her kavga, tartışma, münakaşa; barışmaya, anlaşmaya, uzlaşmaya dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir de... Birbirlerini affetme yolunu seçmelidirler.

Aile hayatı ile ilgili Kur’an-ı Kerim bize “Eşlerinizden ve çocuklarınızdan sizin için düşmanlar vardır, onlardan sakının” diyor.

Eşlerinizden ve çocuklarınızdan diyor. Sonra ne yapın diyor.

Onları affedin diyor. “Kusurlarını görmeyin, bağışlayın. O zaman da Allah da sizi affeder ve bağışlar” diyor. Çok net olarak ayette söylüyor.

Yine Nur suresinde bir ayet var;

“Allah’ın sizi affetmesini ister misiniz? Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? ”

“Siz de kardeşlerinizi bağışlayın” diyor. İman boyutu işte bu…

Ben günah işleyince Allah’ın beni bağışlamasını istiyor muyum? Tevbe istiğfar ediyor muyum?

O halde ben de kardeşlerimi bağışlamalıyım” denilmeli.  Her Müslüman biri birinin kardeşi değil mi? Kardeşi kim? Babam, annem, eşim, çocuklarım diye uzuyor.

BEDİÜZZAMAN: AİLEYİ SEVMEK ALLAH’A YAKLAŞTIRIR

 Demek sadece kardeş denilince aile dışındakiler değil, aile içindekiler de kardeşlerimiz?

Elbette. Asıl olay bu zaten. Kendi babası, annesi, eşi, erkek kardeşi, kız kardeşi, amcası dayısı gibi en yakındakilerin öncelikle hukuku önemli. Önce eşin ve çocukların beraber olduğun. Bunları affedeceksin ki Allah da seni affetsin. Biz bu sırrı bilemediğimiz için sıkıntı buradan çıkıyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi sevgi konusunda “Anneni seversin, babanı seversin, eşini seversin, çocuklarını seversin vs…” diyor.

Niçin seversin?

Onların sevgisi seni Allah’ın sevgisine vesile olduğu için seversin. Onları sevmek seni Allah’a yaklaştırırda ondan seversin.

Rum suresinde evlilik için şöyle bir ayet var. “Evlilikte eşlerin kalblerine, ünsiyetin ve sevginin konulması Allah’ın birlik delilleridir” deniliyor. Onun için iman boyutu, “Nerde olursanız olun Allah sizinle beraberdir ayetini bilmek lazım. Allah sadece namaz kılarken mi beraber? Her an beraber. Eşimle çocuklarımla beraber iken de Allah’la beraberiz.

Size gelen sorulara verdiğiniz cevaplardan sonra nasıl geribildirimler alıyorsunuz?

Hemen enteresan bir örnek veriyim. Bizim bu son çıkan kitaplarımızı okuyan birisinden gelen mailde bir tespit. Bu “Mahremiyet Okulu“ kitaplarını okuduktan sonra diyor ki, “İnsanın bilmesi yetmiyormuş.. İnsanın bilinçli olması da yetmiyor muş… İnsanın bazı şeyleri uygulaması da yetmiyormuş. İnsanın ayağını şeytan kaydırdıktan sonra nerede duracağını bilemiyormuş. Allah razı olsun beni uyandırdınız.” Bunu kim söylüyor? İnançlı, bilinçli, ibadetini yapan bir insan. Bir an şeytan kandırıyor, ayağının altına karpuz kabuğu koyuyor. Gidiyor, gidiyor kafası toslayınca uyanıyor, o an kendine geliyor. Demek ki bilmek yetmiyormuş. Burada düşmanı fark etmek önemlidir.

Aile sorunları konusunda Başbakanlık Aile Araştırma Genel Müdürü Ayşen Gürcan Hanımefendinin açıkladığı istatistiklerde; Türkiye’de boşanma oranının düşük olduğu, mutlu aile oranının yüzde 78 gibi oldukça yüksek olduğu bir oran açıkladı. Sizin kitaplarda sorulan sorulara bakıyoruz “Eyvah durum felâket!” gibi görünüyor. Aynı ülkeden iki farklı tablo. Ne dersiniz?

 Ben bu kitapları başta da belirttiğim gibi bana gelen maille gelen sorulara verilen cevaplardan oluşuyor. Biz soruları hayali olarak yazmadık. Hepsi canlı gerçektir. Bilindiği üzere Türkiye’de 10 milyon özürlü vatandaşımız var. Nüfusun yüzde 12’si. Kimi görme özürlü, kimi, işitme özürlü, kimi ortopedik özürlüler gibi…

Sokağa çıktığınızda etrafınıza baktığınızda hiç de öyle fazla özürlü göremezsiniz. Bizim insanımız gizliyor.  Biz engellilerimizi gizlediğimiz gibi sorunlarımızı, dertlerimizi da gizliyoruz.

Kime açacaksınız?

Eşinizle ailesiyle kavgalısınız. Çocukları ile kayın validesi ile yıllardır sorunlu olanlar var.. Birlikte yaşıyorlar ama aylardır bir araya gelememişler… Aylarca görüşmemişler… Aynı evdeler hiç paylaşımları yok. Bu insanlar dertlerini açamamışlar.

RESMİ İSTATİSTİKLER AİLE SORUNLARININ ÜSTÜNÜ ÖRTÜYOR

Resmi istatistikler gerçeği yansıtmıyor o zaman?

Resmi istatistikler doğru değil hayali şeyler. Yüzde 78 gibi mutlu aile tablosu falan hayalidir. Gerçeği yansıtmıyor.

Siz böyle sorunlarla boğuşan birisiyle karşılaştığınızda soruyorsunuz. Nasılsınız diyorsunuz. “İyiyim” diyor. “Çoluk çocuk, hanım efendiler nasıl?” diyorsunuz. “idare ediyoruz” diyor.

Biraz ısrar edip konuşturduğunuzda… Adam dert küpü.

Neden psikologların işi arttı? Her köşe başında bir psikolog. Neden bunlar da yetmiyor aile danışma merkezleri açılıyor? Televizyonlarda neden aile sorunları ile ilgili programlar arttı.

Bazı televizyon programları sorunları çözmek yerine sorun üretimine neden olmuyor mu?

Onlar işin reytingi peşinde. Onların maksadı çözüm bulmak değil. Evlilik programlarının amacı reyting meselesi. Getiriyorlar 70’lik dede ile nineyi. Birkaç espri ile insanları ekran başına topluyorlar. Aslında RTÜK’ün bu tür programları engellemesi lazım. İnsanlarımızla alay etmeye kimsenin hakkı yoktur.

Burada şunu söylemek istiyorum. Hükümetin ve devletin bu aile konusunda ciddi bir politikası olduğunu sanmıyorum. Niye sanmıyorum? Çünkü uygulamada bir şey yok.

Aileden sorumlu Devlet Bakanlığı var, Aile Araştırma Genel Müdürlüğü var.

Nerede hangi somut projeleri var. Desinler ki, boşanmak üzere olan 100 aileyi barıştırdık diye somut yaptıkları bir proje var mı?

CEMAATLERİN AİLEVİ SORUNLARI ÇÖZMEDE ROLÜ BÜYÜK

 Bu konu kimlerin üzerine kalmış?

Bazı özel kuruluşlar, vakıf dernek gibi sivil toplum kuruluşlarına kalmış. Hatta cemaatlere kalmış. Özellikle dini cemaatlerin bu sorunların halledilmesinde, toplumun düzeltilmesinde çok büyük etkisi var.

Dini cemaatlerin bu konuda sistematik çalışmaları var mı? Bazıları bu konuları mahremiyet alanına girildiği için kırmızı çizgileri aşmak olarak değerlendiriyorlar. Nasıl çözüm üretebiliyorlar?

Sistematik olarak değil belki. Dini sohbetler vesilesi ile bu konuların dolaylı olarak eğitimi yapılıyor. Mânevi ihtiyaçları karşılanıyor, insanların bir birleri ile iletişimleri vesilesi ile bir nevi terapi oluyor. Toplantılar, seminer, konferanslarda bu konular işleniyor. Dolaylı olarak problemlerin önü alınıyor. İmani ve âhlaki meselelerin o programlarda konuşulması bir nevi eğitim oluyor. Nefislerin eğitilmesi aile içi iletişime de olumlu yansıyor. Zaten işin en önemli boyutu iman boyutudur. Cemaat ikliminde iman boyutunun işlenmesi bireyin aile içi davranışlarını olumlu etkiliyor.  Bu konuda lokal örnek olarak Konya’da, Kayseri’de ve Gaziantep’te faaliyet gösteren gönüllü kuruluşlar olduğunu duydum.

Bu konularla psikologlarla görüşüyor musunuz?

Evet, bu Mahremiyet Okulu kitaplarımı hazırlarken psikolog, pedoglara ve psikiyatr olan yakın dostlarımız okudular. Onların tavsiye ve yönlendirmeleri ile kitaplarda değişiklikler yaptım. Görüşlerinden faydalandım. Daha sonra başka psikologlara da gönderdim.

Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum.

Ben üç yıldır Kur’an-ı Kerimi bu gözle okuyorum. Kur’an-ı Kerim aile hayatı ile o kadar çok detay var ki hayret edersiniz. Eşler arası münasebetleri, cinsel sapmaları ele alan ayetler var. Çözümleri var. Çocukların ana babalarının odalarına nasıl gireceğine kadar detaylar var. Hakikaten Kur’an-ı Kerim’e bu gözle baktığımız zaman tam bir aile kitabıdır. Özellikle Nur Suresinde çok detay ölçüler var.

KUR’AN MEÂLİNDE HERKES AİLE SORUNLARINA CEVAP BULABİLİR

İnsanlar Kur’an tefsirlerine başvurmadan direk Kur’an meâlinden herkes bu dersleri alabilir mi?

Alır, alır. Herkesin anlayabileceği açıklıkta. Boşanma ile ilgili sure var. “Talak suresi” var. Boşanmanın usülleri var. Boşanmak mecburiyeti olunca nasıl olacağı anlatılıyor. “Meselâ orada “dostça ayrılın” diyor. Bakara suresinin neredeyse yüzde onu aile hayatı anlatılır. Ahzap suresinde peygamberimizin hayatı örnek verilir.

Hadisler dersen aile hayatı ile ilgili çok şey var. Peygamberimizin hayatı tam bir örnektir. Bu kitapların her bölümünde hadisler koyduk.

Risale-i Nurları da yine bu aile konusuna göre okuyorum.

Bediüzzaman hazretleri iki rehber yayınlamış. Biri Hanımlar Rehberi, diğeri Gençlik rehberi.

Ne zaman yazmış bunları? 1930 yıllarda. Tesettür Risalesini yazmış. O günlerde aile içi problem yaşayan bazı talebelerinden duyunca” Eyvah!.. bu da mı gitmiş” diye telaş ediyor.

Evlenemeyen kızlarımızın köylü kadınları gibi kendi maişetlerini karşılayabilecekleri için çalışmalarına cevaz vermiş.

RİSALE-İ NURLAR EN ETKİLİ AİLE TERAPİSİNİN YAPILDIĞI ESERLER

Risale-i Nurların çok yerinde aile terapisi vardır. Sevgi konusu 32. Sözde çok derin işlemiş. Sevgi yönlendirmesi var.

25. Sözde medeniyetin aileyi nasıl bozduğunu anlatır. Medeniyet kadını yoldan çıkarmıştır. Çarelerini de gösterir.

23. Sözde insan bir çocuğa benzer diyor. Buna göre, eş de, çocuktur. Şefkat ister, merhamet, yakınlık ister, ilgi ister… Risale-i Nur’lar aile terapisi için başvuru kaynağıdır.

Son zamanlar benim okumalarım aile üzerine yeniden okuyorum. Kur’an’ı da Hadiseleri de Risale-i Nurları da bir de bu gözle okuyorum. Yazılarımda ve kitaplarıma yansıtmaya çalışıyorum

Peygamberimizin en yakın en yakın sahabileri olan, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer kayınpederi. Hz. Ali ve Hz. Osman damatlarıdır. O dönemi yakından incelediğimizde çok enteresan tespitler ortaya çıkıyor.  Kur’an, Sünnet ve Risale-i Nur… bu üç kaynaktan faydalanarak aile sorunlarına dair cevaplar bulabiliyorum. Yazılarımda ve kitaplarımın referanslarıdır.

www.RisaleHaber.com

Erkek evde ne yapar?

Aile bir sevgi yuvasıdır. Bu yuvanın iki mimarı vardır:

Nikâh bağı ile bir araya gelmiş, bir erkekle, bir kadın… Nikahın kerametiyle, gerekleri gerçekleşir. Nikahı emreden Yüce Yaratıcı, bir erkekle bir kadını, iki yabancı olmaktan çıkarır; aralarına koyduğu eş  sevgisiyle onları öyle bir kaynaştırır ki, bir ömür doyamazlar, birlikte olmaya ve paylaşmaya…

Vefat bile ayıramaz onları, vefa devam eder… Zira yılların demlendirdiği aşkla öyle BİR olurlar ki, ikilik ebediyen kalkar aralarından, SEN-BEN olmaktan çıkıp tam manasıyla BİZ olurlar.

Öylesine çift bedende tek ruhlaşırlar ki, zamanla şeklen de benzeşirler. Nikâhın kerameti ölümle de son bulmaz. Onlar öteki dünyada da paylaşma arzularını ortaya koyarlar. En önemli dualarından biridir; Cennet’te de ebedî birlikte olmak… Bu dileğin en etkileyici bir dilekçesi, bir mezarlıkta gerçekleşmişti:

Onlar da çoğu aşık karı kocalar gibi, peşpeşe ölmüşler. Vasiyetleri üzere yanyana gömülmüşler.Yine vasiyetleri üzere, iki mezara tek taş dikilmiş. İki mezarın ortasındaki bu tek taşa da, isteklerine uygun olarak şu cümle yazılmış:

“Burada, birbirini seven bir karı koca yatıyor; ikisine bir Fatiha yetiyor.”

Böylesine birleşmiş, çift olmaktan çıkıp tekleşmiş bir karı-koca, acaba hayatlarında nasıl derin bir mutluluk yaşadılar tahmin edebilir miyiz?

Acaba, bu olması gereken güzellikte babanın rolü nedir? Evi böyle bir sevgi yuvası haline getirmekte babaya düşen nedir?

Sahi baba evde ne yapar? Ya da baba evde ne işe yarar?

Baba, harici işlerin hariçte kalan kahramanı mıdır?

Çoğu zaman, evlilik hayatında baba, ev dışında düşünülür. Çünkü o para kazanan, evin maddeten geçimini sağlayan bir güç odağıdır. Biraz daha ötesi otorite ve disiplin demektir.

Baba deyince anlaşılan bu özellikler, eve, eşe ve çocuklara nasıl yansır?

Bu özellikler, “Ben babayım, ben ne dersem o olur!” zihniyetini oluşturuyorsa, tabii ki çok zararlıdır. Ama toplumda paranın, maddenin, gücün önemsendiği ve öncelendiği bir anlayış hakimse, bu yanlış doğru sanılır ve benimsenir.

Ancak, maneviyatın, muhabbetin ve gönlün hakim olduğu bir dünyada, babaya izafe edilen özellikler, onu tek adam haline getirmez. Çünkü, en az madde kadar önemli, para kadar gerekli, güç kadar lâzım bir şefkat temsilcisine de ihtiyaç vardır.

Bu sebeple anne, ailenin olmazsa olmaz birinci unsurudur. Çünkü, “Yuvayı yapan dişi kuştur” o… Onun bu özelliğini farketmeyen baba, hem eşini, hem de çocuklarını sevgisiz bırakır. Zira, sevgiden öte bir duygu olan şefkatin kahramanıdır anne… Fedakârlığın, vericiliğin, feragatin kaynağı olan şefkate, baba da muhtaçtır. Zira babanın kabalığı, katılığı, duygu yufkalığı; annenin zarafeti, şefkati ve duygu derinliğiyle dengelenir, yontulur, rafine hale gelir.

Annenin baba tarafından önemsenmediği, küçümsendiği, daha kötüsü aşağılandığı aile ortamı, çocukların duygu dünyasını olumsuz etkiler; onların sevgisiz, şefkatsiz ve merhametsiz olmalarına sebep olur.

Bu tür ben merkezli babalar, enaniyetlerinin atından hiç inemez, herkese olduğu gibi eşlerine de tepeden bakmayı tercih ederler. Evde her şey onlara göre ayarlanmak; bütün düzen onların zevklerine uygun hale getirilmek zorundadır. Çünkü onlar, en önemli ya da tek önemli şahsiyet olarak, her şartta mutlaka rahat etmelidir. Daha sonra ve imkân varsa diğerleri…

Bu yanlışın temelinde, asla İslâmiyet yoktur. Çünkü babaların en güzeli, en üstünü, Allah’ın terbiyesinden geçmiş olanı, en zor zamanlarında, meselâ yoluna kuyu kazıldığı, üzerine pislik atıldığı ve can korkusuyla yaşadığı zamanlarda dahi, tebessümün sadaka olduğunu söyledi. Söylemekle kalmadı; Güzeller Güzeli, evine hep güler yüzüyle, gülen yüzüyle geldi. Aslında sadece yüzü gülmezdi; bütün varlığı gülerdi. Böyle olduğu için de, bir sevgi cennetine çevirdiği evine gelince, Hanımefendiler Hanımefendisi Hz. Hatice annemize aşkla sorardı:

“Ya Hatice, yardıma ihtiyacın var mı?”

Aşkın  öteki zirvesi Annemiz de, kendisine yakışan şu cevabı verirdi:

“Yâ Resulallah! Bana en güzel yardımınız, sizin şöyle bir uzanıp, dinlendiğinizi, uyuyup rahat ettiğinizi görmemdir.”

Buna rağmen, o Güzeller Güzeli, Annemizi yoğun ve yorgun görürse, içeceği sütü keçiden kendisi sağar, elbisesini kendisi yamar, ayakkabısını kendisi tamir ederdi.

Bu üstün özellikleri sebebiyle, “Erkek evde ne yapar?” sorusunun en doğru cevabı Efendimiz’dedir.

Erkek evde dinlenir, yenilenir, güç tazeler.

Bunu öncelikle, evin kadını sağlar. Onlar imandan kaynaklanan doyumsuz bir şefkatle çoğalmışlardır. Erdem Bayazıt’ça söylersek:

“Kadınlar bilirim ülkeme ait

Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak

Göğüsleri Çukurova gibi münbit

Dağ gibi otururlar evlerinde

Limanlar gemileri nasıl beklerse

Öyle beklerler erkeklerini

Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi…”

Böylesine bir sevgi devleti olabilen anne, babayı ne bir para makinesi olarak, ne de bir korkuluk olarak görür. Baba, o kuşatan şefkat sayesinde kendini bırakmaz, hele de sevgiden emekli olmaz. Tabii ki, PTT formülünü de hiç uygulamaz. PTT formülünü, Kalp Sevmekten Yorulmaz isimli kitabımdan ödünç alıyorum:

“Adam verimsiz bir iş gününü tamamlayıp eve gelir ve hemen PTT formülünü uygular. Nedir bu PTT formülü?

Pijama, terlik, televizyon…

Pijamanı giy, terliklerini tak ayağına ve kurul televizyonun karşısına…

Ne düşün, ne konuş, ne de işe yarar bir şey yap… Yani yaşamıyor gibi yaşa… Dünyada varlığın belli olmasın… Gözün ne çoluk görsün, ne de çocuk… Sanki yokmuşsun gibi… Yaşarken ölmüş gibi, kendini varlık dünyasından sil… Yokluk numarası yap…

Yazık değil mi insanlığımıza?

Ayıp olmaz mı sahip olduğumuz özelliklerimize?

Günah işlemiş olmaz mıyız, eşimize ve evladımıza karşı…”

Bu ayıbın vebalini taşımak istemeyen erkek, Efendimiz’i (s.a.) örnek alır ve ne kadar yorgun gelirse gelsin, eşine “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sorar. Sakın ola “İşimiz çok, yorgunluğumuz ağır!” demeyin. Çünkü böyle diyen beylere ben şöyle söylüyorum:

“Affedersiniz, işiniz, derdiniz Efendimiz’den (s.a.) daha mı ağır? O Güzeller Güzeli, sırtında dünyanın yükünü taşırdı da, yine eve sevgisini hiç eksiltmeden gelirdi.”

“Kazak erkek,” “Taş fırın erkeği” gibi bazı anlayışların arkasına sığınarak, eve sadece beden olarak ya da patlamaya hazır bir bomba olarak girenler, müthiş bir yanılgı içindedirler.

Bu tür babalar, eşini ve evladını sadece bedenden, hatta mideden ibaret görürler. Dolayısıyla da, haklarındaki şikâyeti hemen şöyle karşılarlar:

“Karnı tok, sırtı pek, daha ne yapabilirim ki!”

Bu kabalığın altında, babanın kafa ve kalp midesini bilmediğini gösterir. İçine bir ölçek de sevgi katamadığınız yemek, yaramaz eşe, çocuğa… Muhabbetinizi ekleyemediğiniz elbise, ısıtmaz evladı…

Yemeği ve elbiseyi sevgisiz bulan dört yaşındaki çocukların, “Baban eve gelince ne yapar?” sorumuza verdikleri cevaplara bakınız:

“Annemin canını sıkar!”

“Bağırır, çağırır; hepimizi korkutur.”

“Gazete okur, televizyon seyreder.”

“Yemeği beğenmez, kavga çıkarır.”

Çocuklarımızın Mevlana yürekli, Akif karakterli olması için, onların babası gibi baba olmak mecburiyetindeyiz.

O babalar, hem baba, hem hoca olmuşlar, evlada, sadece keselerini değil, yüreklerini de açmışlardı. “Canım kızım, canım oğlum” demeyi, sarılıp öpmeyi bilmişlerdi. Dolayısıyla, özlenen, gözlenen, beklenen, örnek olarak benimsenen babalardı.

“Akşam olsun da, ben babana ne diyeceğimi biliyorum!” diye tehdit unsuru olmazdı o gerçek babalar. Çünkü baba, evin korkuluğu değildir.

Mevlana’ya göre baba, gücünü ancak hayırda kullanır; bu sebeple de asla diktatör olmaz. Bir hadis-i şerife dayandırarak şöyle der Hazret:

“Akil ve arif erkekler, hanımlarına mağlup olurlar; kaba, katı ve cahiller de hep galip gelirler.”

Ne mutlu bu zarif adamlara, gücünü hakim olmakta değil, düzeni sevgiyle korumaya çalışanlara… Eve kaba kuvvetle hakim olmaya çalışan erkekler, oradaki yürekleri daima kaybederler.

Bu bakımdan, evde erkek için de tek mesele, BİR GÖNÜLE GİRMEKTİR… Bu bakımdan baba eve girerken, evdekilerin gönlüne de girmelidir. Bu niyetle eve yönelen adam, oraya işini değil, sevgisini, merhametini ve aşkını getirir. Bu baba evde özlenir, yolu gözlenir ve asla bir fazlalık gibi görülmez. Dolayısıyla da, “Erkek evde ne yapar, ne işe yarar?” gibi bir soru hiç akla gelmez…

Vehbi Vakkasoğlu / Zafer Dergisi

http://vehbivakkasoglu.com/