Etiket arşivi: ailede geçim

Aile Huzuru ve Namaz

Ailenin kuruluşunda fertlerce ilk akla gelen husus mutluluk, saadet gibi kavramlardır. Öyledir de. İçinde mutluluğun olmadığı, sevincin olmadığı daha doğrusu kalp huzuru ve itminanın olmadığı hiçbir şey insanoğlunun fıtratına uygun değildir. Bu sebeple insanlar fıtratlarına uygun işler seçerler, sevdikleri yemekleri yerler, sevdikleri insanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar.

Huzuru elde etmek için insanın bir miktar gayret göstermesi gerektiği malumdur. Zira zahmet olmadan rahmet olmaz. Aile içinde de her bir birey kendine düşen vazifeleri yerine getirecektir ki huzurun bir kısmı elde edilebilsin. Bunun için erkek; ailesinin rızkı için helal yollardan çalışır, evine ekmek getirir. Hanım evin işlerini evirip çevirir, çocuklara annelik eder vs. Sayabileceğimiz bu tür şeylerin her biri bir noktaya kadar ailevi huzuru temin etmede bize yardımcıdır. Neticede maddi olanakların genişliği, bireylerin görevlerini ifa etmedeki gayret ve işlevsellikleri bir yere kadar huzuru temin etmeye yardımcı olur. 

MUHAKKAK Kİ NAMAZ HAYASIZLIKTAN VE FENALIKTAN ALIKOR

Hatırlarsak Rasulullah (s.a.v) bir hadislerinde, “Namaz ise gözümün nuru kılındı” buyurmuştur. “Kurratü’l-ayn” yani “göz nuru”nu günlük hayatımızda da çok kullanırız. Bizim de gözümüzün nuru, sahip olduğumuz pek çok şeyimiz vardır. Ancak hangisi daha önemli ve elzem! Rasulullah (s.a.v) neden namaza “göz nuru” demiş, hiç düşündük mü? Bakın Cenab-ı Allah bize ne buyuruyor: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.” (Taha, 132) “….Namaz kıl; muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor…” (Ankebut, 45)

GÖZ NURU VE GÖNÜL SÜRURUNA VESİLE OLACAK EŞLER

Gönül eşini bulamamış her insan hem huzursuzdur hem de yarımdır. Huzursuzdur çünkü Mevlana’nın ifadesiyle, “Ayakkabının biri sıkarsa diğeri de işe yaramaz hale gelir.” Yarımdır zira eşler birbirini tamamlayan iki ayrı cüzdür. Birinin eksikliği diğerini de yarım bırakır. İşte bu sebepledir ki Rahman’ın has kullarının Rablerinden hususi isteklerinden biri de Kur’an’da “Onlar ‘Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et’ derler.” (Furkan, 74) ayetiyle ifade buyurulduğu gibi göz nuru ve gönül süruruna vesile olacak eşler ve çocuklara sahip olmaktır.

O halde Müslüman bir ailenin, yuvasını namazdan mahrum etmesi düşünülemez. Her biri ayet ve hadislerde göz nuru olarak nitelendirilmiştir. Namaz öyle bir ibadettir ki abdestin alınmasından selam verilmesine kadar huzur ve sükuneti içerir. O kalpleri itminana kavuşturan bir zikir ve ibadettir. Evvelinde alınan abdest bizim çoğu zaman baş edemediğimiz öfkeyi söndürür. Namaz ise bir sekinettir. huzurdur. Bu sebeple Allah (c.c) Efendimiz (s.a.v) zatında bütün ümmete; aile içinde birbirlerinin namazlarını takip etmelerini emretmiş ve bu hususta sabrı tavsiye etmiştir. Hz. Ebu’d-Derda (r.a) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v) bana şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: “Parça parça kesilsen de yakılsan da Allah’a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah’ın koruması ondan uzaklaşmıştır” (Müsned, 5, 238) 

NAMAZ DAİMA SAMİMİYETE DAVET EDER İNSANI

Namaz insanın ruhunu canlı tutar. Ona hayatın zorluklarına, bela ve musibetlere karşı tahammül gücü verir. Nefsini korur. Rabbini tanıması sağlar. Aciz bir kul olduğunu fark ettirir. Çocuklar anne babalarına daha itaatkar olur. Bu yönleriyle namaz ibadeti, aile içinde pek çok başa çıkılmaz sorunun çözümü için ilaç olur. Ruhi bunalımlara deva olur.

Ayrıca namaz daima samimiyete davet eder insanı. Günde beş defa bu samimiyet yenilenir. Böylece kişi samimiyet içerisinde yoğrulur ve samimiyet onun tabiatı haline gelir. Namaza devam etmesi, kişinin bu tabiatını korumasını sağlar. Bu nitelikteki bir insan artık kötülüklerden, münkerattan, hayasızlıktan ve fuhşiyattan uzak kalır ve namazın kötülüklerden koruyucu işlevi kendini göstermiş olur.

Namaz, İslam’ın ana direğidir. Kalbimizi ve ruhumuzu besleyen bir ibadettir. Namaz kılınca bir rahatlık duyarız, içimiz açılır, ruhumuz nefes alır, dinleniriz. Namazsız bir beden, bir ev bereketsiz olur. Namaz kılmayan bir kadın ve namaz kılan bir erkek veya namaz kılmayan bir erkek ve namaz kılan bir kadının olduğu bir ev; huzursuz bir evdir. Ya kadına ya erkeğe haksızlık yapılmaktadır. Bu sebeple ailede, büyükten küçüğe namaz ibadetine ve eğitimine azami gayret göstermek gerekir. Karı koca namazın terki noktasında birbirine bunaltmadan nasihatte bulunmalıdır. Uygun zamanlarda birbirlerini namazın hükmünü ve ehemmiyetini anlatan eserler okumaya, büyüklerin sohbetlerini dinlemeye teşvik etmelidir. Bir aile bireyinin namaz kılmaması, namazın gereğine inanmamasından ileri geliyorsa onun eğitim ve öğretime ihtiyacı var demektir. Bu hususta eşler birbirine destek olmalıdır.

NAMAZIN DİNDEKİ YERİ TIPKI BAŞIN BEDENDEKİ YERİ GİBİDİR

Namaz insanın yaratıcısına ibadet maksadı ile ifa ettiği şekillerden birisidir. Namaz kul ile Rabbi arasındaki bağlantıdır. İslam’da namazın yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir. Hz. İbn Ömer’den rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: “Emaneti olmayanın (hakiki manada) imanı yoktur. Abdesti olmayanın namazı olmaz. Namazı olmayanın dini olmaz. Şüphesiz namazın dindeki yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir.” (Taberani, el-Evsat, 3, 154)

Müminin hayatında namaz, onun yani bütün ömrünü, günde beş vaktini kaplayan bir ibadettir. Hayatının her anı, namaz ibadetiyle şekillenir. Hatta ölüm dahi namaz iledir. Ve namaz kula ahirette ilk sorulacak sorudur.

Hüseyin OKUR- Semerkand Aile Dergisi

İslâm Hukukunda ‘Aile Reisliği’ Anlayışı!

Günümüzde aile reisliği anlayışı giderek değişti. Müslümanlar da bundan nasibini almış. Avrupalı gibi yaşamaya çalışırken İslam’ın hükümleri de unutulmuş gibi!

İslam hukukunda ailenin reisi beydir. Bey aynı zamanda ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamakla da yükümlüdür. Kadın, bu ihtiyaçları karşılamaktan sorumlu değildir. Kadının şahsına ait malı varsa kullanışı kendi tercihine bırakılmıştır. Bey bu malda tasarruf hakkına sahip değildir.

kirmizi-gelincik-guzel-cicekBununla beraber, çalışan kadın, ailenin ihtiyaçlarını karşılamada beyine yardımda bulunmaktadır. Çalışan kadının bu katkısı mecburi midir, yoksa isteğe bağlı bir yardım mıdır? Ayrıca kadının maaş kartını alıp kendi kullanan beyler de görülmektedir. Kadın, kartını beyine vermezse bu bir itaatsizlik gibi yorumlanabilir mi? Beyin böyle bir hakkı söz konusu mu?

Sorular böyle uzayıp gidiyor. Okuyucularım İslam hukukunda aile reisliği meselesinde açıklama yapmamı istiyor. Beraber değerlendirelim.

İslam’da aile reisinin bey olduğunda ittifak vardır. Beyin ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya mecbur ve mükellef olduğu da kesindir. Ancak beyin kazancı ailenin ihtiyacını karşılamaya yetmezse hanımın çalışmasına izin vermesi de söz konusu olabilir. Bu takdirde şartların müsait olduğu yerlerde çalışan kadının, ailenin ihtiyaçlarını karşılama konusunda beyine yardımda bulunması hem hayat ortaklığının bir gereği hem de bir vefa ve saygı anlayışının icabı olarak görülmekte, böylece aile mutluluğuna da katkı sağlamaktadır.

Ancak bu sırada kadının rızası olmadan maaş kartını beyin kendi tasarrufuna alması gibi bir hakkı söz konusu olmamaktadır. Çünkü ailenin ihtiyacını karşılama mecburiyeti kadına değil, erkeğe ait bir mükellefiyet olduğundan, kadın beyin yetişemediği yerlerde yardımda bulunmakta, erkek bu yardımı mecburi bir mükellefiyet gibi görüp de maaş kartını da kendi tasarrufunda bulundurma hakkına sahip olmamaktadır.

Hayreddin Karaman Hocaefendi’nin (İslam’da Kadın ve Aile) kitabındaki aile reisliğinin istişare içerikli salahiyeti konusunda verdiği geniş bilgilerden şöyle bir özet çıkarabiliriz:

1- İslam’da ailenin reisi kocadır. Ancak kocanın bu reisliği bir amir-memur ilişkisi gibi katı ve sert değildir! Aile küçük bir cemiyettir, topluluktur; hiçbir cemiyet ve topluluk başsız yönetilemez. Aile reisliği de bu anlayışın bir gereği olarak öngörülmüş, bu reislik kavramının içi de, salahiyet görünümü içinde sorumluluklarla doldurulmuştur! Nitekim İslâm’da aile reisi, birliğini yönetirken birinci derecede karısı ile istişare ederek sürdürecektir yönetimini.

2- Ailenin geçimini (nafakayı) sağlamak kocanın sorumluluk alanına girer. Medeni Kanun’un 190. maddesine göre koca, karısının da geçim teminine, aile giderine bir ölçüde katılmasını isteyebilir. Ama (kadın haklarını korumadığı iddia edilen) İslâm hukukunda ise kocanın böyle bir hakkı da yoktur, kadın hiçbir şekilde aile giderine katılma mecburiyetinde tutulamaz! Bu durumda kadın, kocasının hazırladığı mütevazı hayata razı olur, şikâyeti söz konusu olmaz tabii.

3- İslâm aile hukukunda mal ayrılığı esas olduğu için kadının zengin, kocasının fakir olması ve gerektiğinde zengin kadının kocasına zekât vermesi de caiz görülmüştür. Öte yandan ailenin geçimini sağlamak kocaya ait olduğu için kocası zengin olan kadın da zengin sayılmıştır ve kendisine zekât verilmesi caiz görülmemiştir.

4- Kadın geçinmek için çalışmak istediği takdirde -İslâmî sınırları ve hükümleri çiğnemeden- çalışma hürriyetine sahiptir. Ancak aile birliği içinde bulunan kadının çalışabilmek için birlik başkanından izin alma mecburiyetini, birliğin dirlik ve düzeni gerekli kılmaktadır. Aile birliği içinde isteyen istediği zaman evi terk eder, istediği zaman döner, dilediği yerde, dilediği kadar bulunursa bu birliğin bozulmasını sonuç verir. Kadın bu konuda kendini başıboş gibi görmemeli, beyinin iznini alarak hareket etmeyi mükellefiyeti olarak bilmelidir.

5- Bütün bunlardan anlaşılan odur ki; aile içi yönetimde istişare ile karar vermeler esastır. Anlaşamadıkları yerlerde ise karı-koca kendi seçtikleri ‘Hakem Heyeti’ne anlaşmazlıklarını anlatarak verecekleri adaletli karara uymaları gerekir.

Bu konulara elbette farklı yaklaşımlar da mevcuttur.

Ahmed ŞAHİN