Etiket arşivi: Allah ve Sıfatları

Allah’ın Büyüklüğü Nasıl Anlaşılır?

ALLAH’IN  birliği konusunda insan aklının içine düştüğü bir ikilem vardır:

Kâinatta herşey Allah’ın birliğini gösterir, bundan başka bir ihtimali kesinlikle imkânsız kılar. Fakat tek bir Rabbin herşeyi birden nasıl yarattığını, her an herşeyi nasıl görüp gözettiğini de insan bir türlü anlayamaz. Aklı ona bir taraftan “Allah birdir, başka türlü olamaz” derken, bir taraftan da “Nasıl olabilir?” diye sorar.

Aslında bu ikilemin basit bir sebebi vardır:

Allah’ın birliği sonucuna, insan, gözü önündeki sayısız delillerin ortaya çıkardığı objektif bir gerçek olarak varır. “Nasıl olabilir?” sorusu ise, konuyu sübjektif bir şekilde, kendi açısından, kendi zaafları ile beraber kendisini Tanrı yerine koyarak anlamaya çalışmasından kaynaklanan bir sorudur.

Oysa bilmek başka, algılamak başka şeydir. Biz Güneşin merkezinde sıcaklığın 15 milyon dereceyi bulduğunu hesaplar ve buna kolayca inanırız. Fakat 15 milyon derece sıcaklığın nasıl birşey olduğunu algılayamayız, hattâ bunu hayal bile edemeyiz. Yalnız, bilimsel hesapların bir sonucu olarak, öyle bir Güneşte böyle bir sıcaklığın bulunması gerektiğine inanmakta zorlanmayız. Zorlanan olursa da, bir yaz günü ortasında kısa bir yürüyüş, ona bu gerçeği hatırlatmaya yeter!

(……)

Biz Güneşi, bütün âlemimizi kuşatan ışık ve ısısıyla tanıyoruz. Denizin yüzünde, akarsuyun kabarcıklarında onun yansımasını görüyoruz. Bir gurup vakti, karşı yamacın pencerelerinde tek tek onun altın sarısı rengini seyrediyoruz. Herhangi bir anda, Dünya üzerindeki sayısız kabarcıklarda, pencerelerde, cam parçalarında, aynalarda, ağacın yapraklarında, çiçeğin yanaklarında, insan ve hayvanların gözbebeklerinde onun ışıltısı parlıyor. Aynı anda, Dünya ile beraber diğer gezegenler, aylar ve asteroidler de aynı Güneşten ışık alıyor. Bütün bunlardan birinin veya binlercesinin eksik veya fazla olması, Güneşin işinde hiçbir değişikliğe yol açmıyor. Onun ışığı, bütün renkleriyle beraber bir su kabarcığında nasıl parlıyorsa, okyanus yüzeyinde de, gezegen yüzünde de öylece parlıyor ve eserini gösteriyor.

Aynı şekilde, bir merkezden yapılan bir radyo veya televizyon yayını, seyredenlerin sayısına hiç  bakmaksızın, bütün alıcılarda birden izlenebiliyor. İzleyicilere bir anda binlercesinin daha katılması, diğerlerinin payından hiçbir şeyi eksiltmiyor. Kimse, bir televizyonun camında oynayan görüntünün nasıl olup da başka binlerce televizyon camında daha aynen belirebildiğini merak etmiyor.

Her iki örnek de, “tecellî” adı verilen bir olayı anlamamıza yardımcı olabilecek türdendir. Bizim konumuzla ilgili olarak tecellî’yi, “Allah’ın sıfat, isim ve fiillerinin birşeyde eserinin görünmesi” şeklinde kısaca tanımlayabiliriz. Kâinatta her varlık, Güneş ışığı karşısındaki bir kabarcık veya bir gezegen yüzeyi gibidir; İlâhî fiillerden, kendi kabiliyeti oranında bir pay alır. Gelincikler Güneş ışığıyla kırmızıya boyanırken papatyalar aynı ışığın içinden beyaz ve sarı rengi alır. Deniz yüzeyindeki bir damlacık onunla buharlaşır. Gökyüzünde Ay onunla aydınlanır ve Dünya gecelerini aydınlatır. Kelebekler onunla kanatlarını ısıtır. Eserler farklı biçimlerde ve farklı ölçeklerde görünebilir; ancak hepsinde tecellî eden şey Güneşin ışığıdır.

Aynı şekilde, kâinattaki her bir varlık, Yer ve Gökler Rabbinin fiillerinden, kendi kabiliyeti oranında bir nasibe kavuşur. Bir bahar mevsimi, Onun rahmetiyle rengârenk tebessümlere bürünür. Onun kudretiyle gökyüzünde yıldızlar tutuşur. Arının balında, karıncanın yuvasında, örümceğin ağında Onun sonsuz ilminin tecellîsi görünür. Tohumlar ve yumurtalar Onun hayat vermesiyle can bulur. Onun konuşturmasıyla gülistanlarda bülbüller şakır, deniz dibinde balinalar şarkı söyler, gökte bulutlar nâralarla rahmet müjdeler. Onun doyurmasıyla bir uğur böceği yaprak üzerinde, bir kuzu annesinin memesinde rızkını bulur. Bir, bin, milyon, milyar fark etmez. Hepsi, aynı anda, aynı tecellîlerden kendi payını alır. Yer ve Gökler Rabbinin fiilleri karşısında bir damla bir kâinat ile beraber nasiplenir, koca kâinat bir damla kadar küçülür. 

İslâm İnanç İlmihali, Ümit Şimşek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Allah’ımı Tanımak İstiyorum!

allahimi.tanimak.istiyorumİnsanların asıl vazifesi Allah’ı (cc) isim ve sıfatlarıyla tanımaktır. Cenab-i Allah Kur’an’ı Kerim’de  “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım.”1 her mü’min Halik-ı Zülcelâl’ı bir şekilde tanıyor. Kimi ebeveyninden nakli, kimi de tahkiki bir iman gücü ile…

Bir gün askıda asılı bir şeyi almak isteyen dört yaşındaki kızım, elini yukarıya uzatıyordu, eli yetişmeyince “Ya uzakta olan Allah’ım” bana yardım et, İşte, Allah’ı, ebeveyninden öğrenen samimi bir çocuk…

Kimi, eşyanın varlık mertebesini inkâr ederek “Allah’tan başka, varlığı olan hiçbir şey yoktur” ifrat eden Muhyyiddin-i Arabî Hazretleri gibi. Kimi her şeyi Allah halk etmiş, mevcudat O’nun eseri ve sanatıdır, diyen. Bediüzzaman…

Demek ki her bir mü’min iman ve itikadı nispetinde Allah’ı bir şekilde tanıyor. Rivayet ediliyor ki: Hz. Musa Aleyhisselamın zamanında bir çoban “Ya Musa! Allah’a söyle ara sıra yanımıza gelsin, onun başını güzel tarar, çarığını diker, O’na hizmet ederim.” demiş. Hz. Musa,  “sen kim oluyorsun da Allah senin yanına gelsin.”  Çobanı azarlamış. Allah, (cc) Hz. Musa’ya, “ sen benimle kulum arasına girme, kulum beni nasıl tanıyorsa öyle tanısın.”buyurmuş. İşte kimi taklidi; kimi de tahkiki… Önemli olan O’ Zat-i Zülcelâl’ı tanımak ve ona iman etmektir.

Bediüzzaman şöyle buyurmuş: “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.” 2

Keza, “…Nihayet kemalde bir Cemal ve nihayet cemalde bir Kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir kaidedir.”

Allah, (c.c)  kâinatı yaratmanın sebebi zatını tanıttırmak içindir. Bir Hadis-i Kutside, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım” buyurur. 3

Dolayısıyla, Allah (cc) hakkında doğru bilgiler edinmesi için, peygamberlere (a.s) ihtiyaç vardır. Her bir peygamber doğru istikameti insanlara göstermiştir. Hz. İsa (as) dünyaya ilk teşriflerinde Hz. Muhammed’i ( a.s.m ) müjdelemiş.

Hazreti Muhammed (asm) yaratılış muammasının ve kâinat tılsımı’nın anahtarı, Esma-i İlahiye’nin sırlarının keşşafı ve Kâinat Kitabının ayetlerinin tercümanıdır.

Peygamberimiz (a.s.m) zatınden önce gelen tüm peygamberlerin ilim ve ibadetlerine mutlak varis olduğu gibi, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara bir rehber-i ekmel ve bir muallim-i ekberdir. Bu nedenle Allah, (c.c) Kâinatın Efendisine ( a.s.m ) bütün kâinatın sırlarını hem Kur’an ile ve hem de Miraç ile bildirdi.
 
Vahdaniyet sıfatlarının doğru keşşafı Kur’an ve onun mübelliği Fahr-i Kainat (a.s.m)’ dır. Kâinat bir kitaptır. Rabbimizi bize tanıttırıyor. Kur’an ise en büyük mucizedir. Hz. Muhammed (a.s.m )  gösterdiği her bir mucizesiyle, bize Allah’ı (c.c) tanıttırıyor.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

10.9.2013

www.NurNet.org

Alıntı:

 1-Zariyat suresi, 56

2-Şualar

3-Acluni, II, 132,

Allah’ı (C.C. Daha İyi TANIMAK İçin Lütfen Tıklayınız