Etiket arşivi: Allah

“İzzet ve Şeref Veren” Kimdir? Allah’ın “El Muiz” İsmi Ne Demektir? (Video)

El-Muiz

El-Muiz: Dilediğine izzet ve şeref veren demektir. Cenab-ı Hak Muiz’dir. İzzeti ve şerefi dilediğine verir. Her aziz olan, O’nun aziz kılmasıyla o izzete ulaşmıştır. İzzet, kibirden farklıdır. İzzet, insanın kendi nefsinin hakikatini keşfederek kendindeki üstünlüğü Allah’tan bilmesidir. Kibir ise, insanın kendindeki acizliği ve fakirliği unutarak, kendindeki izzeti nefsine isnad etmesidir.

Cenab-ı Hak, izzete ve şerefe layık olan kullarını en iyi bilendir. O, dilediği kulunu aziz eder, onun şanını artırır ve onu insanlar arasında vakar sahibi kılar. O kişi, bu ismin tecellisi sayesinde daima rabbinin emrinde, resulünün yolunda olup, asla kendisini rezil edecek bir işte ve harekette bulunmaz.

Şimdi, bu ismin tecellilerini bir nebze tefekkür edelim:

Evvela bu isim sadece Müminlerde ve Müslümanlarda tecelli eder. Zira İslam ve iman, izzet ve şerefin olmazsa olmazıdır. İzzet ve şerefin mikyası İslamiyet’tir. Bu hakikate Kuran şöyle işaret etmiştir:

“Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Yoksa izzet ve şeref onların yanında mı arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa139)

“İzzet ancak Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur.” (Münafikun)

İşte bu ayet-i kerimelerin beyanıyla, izzat ve şeref Allah’a, Peygamber Efendimize (sav) ve Müminlere mahsustur. Müminler, iman sıfatları sebebiyle aziz edilmiş ve şereflendirilmişlerdir. Demek iman ve İslam, izzetin başlı başına bir sebebidir.

İzzet ve şeref sahibi kumandanlar da bu isme mazhar olmuştur. Onlardaki izzet ve şeref, Allah’ın Muiz isminin bir tecellisidir. Demek Fatih’lerde, Kanuni’lerde, Yavuz’larda ve diğer izzet sahibi bütün kumandanlardaki izzet ve şeref, Muiz isminin bir tecellisidir.

Kumandanlarda tecelli eden Muiz ismi, devlet ve milletlerde de tecelli etmiş ve bir kısım devletler El-Muiz ismine mazhar olarak diğer devletlere galip ve üstün gelmişlerdir. Osmanlı Devleti, Muiz ismine geniş bir ayna olarak 600 yıl üç kıtada hâkimiyet göstermiş ve topraklarının sınırlarında güneş hiç batmamıştır.

İlim tahsil eden ve ilmiyle amil olan âlimler de Muiz isminden nasiplerini almışlardır. Zira ilim de izzet ve şerefin bir sebebidir.

Bu isim, Allah’a ibadet ve itaat eden kullarda da gözükür. Zira Allah’a itaat etmekten daha üstün bir izzet ve şeref yoktur. Bu hakikate Efendimiz (sav) şöyle işaret buyurmuştur: “Müminin şerefi gece namazı kılmasındadır. İzzeti ise, insanlardan müstağni olup onlara el açmamasındadır.”

El-Muiz ismi kıyamet günü de bütün haşmetiyle tecelli edecek ve Müminler aziz edilerek cennete sokulacaktır. Demek cennete girmek de Muiz isminin bir tecellisi iledir.

Cenab-ı Hak bu ismin hürmetine bizleri hem dünyada hem de ahirette aziz eylesin ve bizleri o izzetten mahrum edecek bütün amellerden muhafaza eylesin. Âmin.

Seyrangah.tv

Allah’ın Güzel İsimlerini Anlatan Video Serisi İçin Tıklayınız!

Çocukları Çarpıp Sonra Taş Yapan…

Bir gün bir baba evine gelerek; “Haydi çocuklar hazırlanın, yarın sizi tatile götüreceğim.” der. Evde herkes sevinç çığlıkları atıp sevinirken evin küçük çocuğu:

-“Hayır, ben tatile gitmek istemiyorum” der.

Nedenini merak eden anne ve baba:

-“Çocuğum herkes tatile gitmek için can atarken, senin gitmeme sebebin nedir?” diye sorarlar. Çocuk soruya soruyla karşılık verir;

-“Babacığım gideceğimiz tatil yerinde Allah var mı?” diye sorar. Çocuğun sorusuna şaşıran baba:

-“Tabi ki var çocuğum; çünkü Allah her yerdedir.” der. Çocuk:

-“O zaman ben de gitmiyorum.”  der. Duruma iyice şaşıran baba merakla:

-“ Peki, niye?” der baba. Çocuk ise kararlı; fakat korkak bir şekilde:

-“Anneciğim babacığım, sizi kızdırdığım zaman ya da sözünüzü dinlemediğim zaman bana; Allah seni taş yapacak demiyor muydunuz? Ne zaman ben bir hata yapsam ya da sizin isteklerinizi yerine getirmesem sizler bana; Allah taş yapar, Allah çarpar diyordunuz. Tatile gittiğimiz zaman bir hata yapıp Allah’ın beni taş yapmasından korkuyorum, onun için tatile gitmek istemiyorum.” diye karşılık verir.

***

Eş dostla birlikte Aygır’a (Bozkır-Konya) ilk defa pikniğe gittiğimizde dağdaki taş adamı gösterdiler.

Oradaki şeklin adam mı değil mi diye incelerken bir taraftan da taş adamın hikâyesini dinliyorduk. Taş adamın hikâyesinin özünde; ekmeğe küçük abdestini yaptığı için çobanı Allah’ın taş yapması vardır. O zamanları birinci sınıfa yeni giden kızım, benzer şeyleri masal kitaplarında okuduğu ve böyle bir şeyi somut olarak gördüğünde ise tepkisi:

-“Gerçekten de baba Allah o adamı taş mı yapmış.” şeklinde olmuştur.

Hikâye ne kadar gerçek ne kadar uydurma orasını bilmem; ama soyut zekâsı gelişmemiş çocuklarda nasıl etki yapacağını gördüm.

***

Bir gün bir kız çocuğu kurs hocasına:

-“Hocam arkadaşlarım başlarını açanları, Allah saçlarından tavana asarak cehennemde cayır cayır yakacağını söylüyorlar.”  der. Toplumumuzda anne babaların çocuklara dini bilgileri nasıl anlattığını gösteren ibretlik bir ifadedir.

Hoca da çocuğun psikolojisini çok iyi anlamış olacak ki, çocuğun cezadan çok Allah’tan kaygılandığını anlar ve hem çocuğun sorusunu cevaplamak hem de Allah’ın kötü biri olmadığını anlatmak için;

 -“Hayır, evladım Allah hiç kimseyi başı açık diye cehennemde cayır cayır yakmaz. Allah çocukları da saçlarını kapatanları da çok sever. Allah sevdiklerini de cennetine koyar.” diye cevaplandırır.

Çocuk büyük ihtimalle Allah’ın kötü biri olmadığını, insanları cezalandırmak istemediğini hatta çocukları, çok sevdiğini anlamış ve rahatlamış olacaktır. Burada yapılmak istenen ne olursa olsun çocuklara Allah’ın cezalandırıcı değil, affedici olduğu mesajının verilmesidir.

***

Doç Dr. Sefa Saygılı; çocuklara Allah’ı yanlış anlatmanın hangi boyutlara ulaştığını şu şekilde anlatmaktadır.

Ahmet adındaki genci Hıristiyanlığa geçtiği için “Acaba hasta mı?”  diye muayeneye getirmişlerdi. Kendisine “Nereden çıktı bu din değiştirme?” diye sorduğumda şu cevabı vermişti:

“Doktor Bey, benim babam aşırı dindar bir insandır. Ancak çok sinirlidir, her şeye bağırır çağırırdı. Ters bir hareket yapsak cehennemlik olduğumuzu söyler döverdi. Çok şiddetli dayaklar yedim, hakaret ve aşağılamalar işittim. Sonra ne zaman ki artık büyüdüm, ona inat olsun diye din değiştirdim. Onun bu durumuna üzüntüsü adeta bana zevk veriyor.”

Bizim için çok önemli olmayan, söylenmesi çok kolay; fakat sonucunun nereye varacağını bilmediğimiz bir sözün çocukta neler yaptığını anlatan önemli bir örnekti.

Çocuklara Allah’ı anlatılırken ceza veren değil; seven, bağışlayan ve affeden olarak anlatılmalı. Yoksa çocuklar Allah’ı kötü, insanlara ceza vermeyi seven olarak tanıyacaklardır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

İnanç eğitiminin temel prensipleri

Pedagojinin en karmaşık iki konusu vardır; biri “Mahremiyet Eğitimi”, diğeri de “İnanç Eğitimi”…

Karmaşık olmasına rağmen yazmaya çalışacağım…

Fransız Devrimi ve aydınlanma hareketinin öncüsü Voltaire’in, “Ya yıldızların her biri bir mühendistir veya onları yapan bir mühendis var.” sözünü bilirsiniz…

Sıradan gibi görünen bu etkili söz, aslında oldukça önemli bir pedagojik prensibi de içinde barındırır… Bu prensip, çocuklarda inanç eğitimi “zattan sıfata” değil, “fiilden zata” olmalı prensibidir.

Bu ne demek?

Şöyle ki: Birçok yetişkin, çocuklara Allah’ı anlatırken, onun “iyi” ve “güzel” olduğundan yola çıkar… Bu anlatım pedagojik olarak yanlıştır… Zira burada, iyi olma sıfatını basamak ederek zat olan Allah anlatılmaya çalışılmaktadır… Hem Allah’ın varlığı hem de “iyi” ve “güzel” soyut kavramlardır ve bir soyut kavramı bir başka soyut kavram ile izah etmek hem zor hem de dolambaçlı bir yoldur…

Hele ki bu çocuksa…

Çocuklara soyut kavramlar, somut kavramlardan yola çıkılarak anlatılır…

Eğer bir soyutun, gözle görülür somut icraatları varsa, anlatımlar, bu fiili somut icraatlardan yola çıkarak yapılandırılmalıdır.

Örneğin; yazmak bir fiildir, yazar bir zattır… “Bir kitap kendi kendine yazılabilir mi? Onu bir yazan olması gerekir…” şeklinde izah, yazma fiilinden yola çıkarak o kitabı yazana eriştiren doğru bir pedagojik anlatımdır…

Ya da “Nasıl ki küçücük bir iğne dahi ustasız olmaz…” diye başlayan bir anlatımla, iğne yapımı “fiilinden” yola çıkarak, onu yapan ve fakat o anda orada görünmeyen “ustanın” varlığına erişilebileceği gibi, Allah’ın varlığı da onun icraatları üzerinden, bir başka deyişle, fiilleri üzerinden gerçekleşirse pedagojik olarak doğru olur…

Örneğin; cansız cansız ağaçların bir kurallar dizini içinde rengârenk meyve vermesi, o ağaçların bir yaratıcısının var olduğu bilgisine eriştirir… Gökyüzündeki yıldızların bir düzen içinde akması, o yıldızların bir sahibi olduğunu çağrıştırır…

İnanç eğitiminde yapılan yaygın hatalardan biri de Allah’tan yola çıkarak peygamberlerin anlatılmasıdır.

Yani, Allah’ı ve peygamberleri merak eden çocuklara işin daha başında “Allah insanlara iyilikleri ve güzellikleri anlatması için peygamberler gönderdi” diye başlamak “pedagojik olarak” yanlıştır…

Doğru olan, peygamberlerden yola çıkarak Allah’ı anlatmaktır… Bir başka deyişle, somuttan yola çıkarak soyutu anlatmaktır…

Bunun yanı sıra, peygamberlerin anlatımları ise hem sıfattan yola çıkarak zatı anlatma ve hem de fiilden yola çıkarak zatı anlatma prensipleri uygulanabilir…

Yani; peygamber bir zattır… Onun sıfatları iyilikler ve güzelliklerdir…

Çocuğa peygamberlerin insan, ağaç, kuş, karınca sevgisinden yola çıkarak anlatılması pedagojik olarak doğrudur…

Bununla birlikte, yine peygamberleri anlatırken, “fiilden zat” anlatımı prensibi de kullanılabilir. Örneğin, peygamberlerin, zengin insanlara, fakirlere yardım etmesi için tavsiyelerde bulunduğu; insanların birbirlerinin haklarına saygılı olması için onlara eğitim verdiği; peygamberlerin insana huzur veren bir tebessüm sahibi olduklarından söz edilebilir…

Özetle; Allah’ı fiilden-sıfata anlatmak…

Peygamber ile Allah’ı anlatmak…

Peygamberi “sıfattan-zata” veya “zattan-sıfata” anlatmak, doğru pedagojik yöntemlerdir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş / Aksiyon

Allah Yok Olabilir mi? Allah diğer Kullardan Kıskanılabilinir mi?

Ehlullah ne güzel demiş:  “Artık sual sormaktan vazgeçtim şimdi aldığım cevapları idrak ile meşgulüm”.

Evet hak ehli güzel der zira güzel görür güzel bakar. Öyle ki baktığı eğer kainat kitabı ise soracak suali de kalmaz zira bu kitapta bütün sorulabilecek sualler eksiksiz olarak sorulmuş ve aynı kitapta eksiksiz olarak cevaplar verilmiş. Şimdi bize okuyacak göz lazım anlayacak pak ve temiz bir akıl lazım ki anlamlı bir hayatta anlamsız yaşamımızdan kurtulup bize yüklenen büyük vazife ve anlamları gereğince yaşayabilelim. Yoksa şu geniş evrende bir damlada boğulacağız yahut o damlayı okyanus ile buluşturup derya olacağız..  Boğulmak istemiyoruz derya olmak istiyoruz diyorsanız o deryaya ulaşacak gayretleri de göstermelisiniz.

Bu yazımızı yazmaya vesile olan okurlarım gönül dostlarım oldu. Zira öyle bir sual soruyorlar ki değil kendi adlarına belki bütün insanlık namına soruyorlar. Fakat her sual bir cevap getirmez hatta bazı sualler ki sual değildir sual zannedilir zira o sual zannedilen cümle esasında yanlış bir cümleden ibarettir. Yani sual düzeltildiğinde cevapta ortaya çıkacaktır.

İki iki daha neden sekiz yapar diye sorulduğunda bu sualin cevabı ehli akılca malumdur ki bu sual yanlıştır önce suali düzeltmek gerekir. Zira iki iki daha dört eder, neden sekiz yapar denildiğinde sorulan sualin yanlışlığı meydana çıkar ve soruyu düzeltmek gerekir ve tekrar sordurulur. İki iki daha neden dört yapar diye sorulur. Alınan cevapta ise bu işin matematiğinin böyle olduğu izah edilir. Basit bir misal ile konuya girmek istedim lakin kolay anlaşılsın diye yolu biraz uzun tuttum.

Okurlarımızın çeşitli sualleri içinde bir gönül dostumuzun sorusu aynen şu şekilde geldi.

ALLAH(c.c.) kendi kendini yok edebilir mi?  Ya da başka kişi tarafından yok edilebilinir mi? Ya da zamanla yok olabilir mi?

Evet yanlış soruya doğru cevap verilmez. Önce suali düzeltmek gerekiyor. Zira Allah’ın ilahi isim ve sıfatları özellikleri incelendiğinde görülecektir ki O en güçlü olandır hep var olandır doğmayan doğrulamayandır zamandan ve mekandan münezzehtir acizlik ve çaresizlik ve enerji eksikliği güç zafiyeti onda asla olmaz zira yok olan varlığı ve maddeyi ve manayı ve Kendi kudreti ve gücü ile malum olan her şeyi yaratan var edendir. Ve hepsine bir gaye bir vazife yüklemiştir ki kendini tanıttırsın bildirsin.

Bir kimsenin kendisini yok etmesi yahut başkası tarafından yok edilmesi yada zaman için de yok olabilmesi güçsüzlük çaresizlik zayıflık hiçlik gibi bir çok acizliği ifade eden durumlardır ki Allah ın böyle bir esması yada sıfatı yoktur tam aksine bütün bu eksiklik ve noksanlıklardan tek münezzeh olan Zat-ı Akdesdir ki bizler dualarımızda deriz : Ya Rabbi sen bütün noksanlardan eksikliklerden münezzehsin senden başka ilah yok ki bize imdat etsin aman diliyoruz aman bizi ateşten kurtar. Şimdi sağlıklı ve vücutça tam bir insana soru sorsak neden ayakların kafanda çıkmış. O adam diyecektir ki ey bu suali soran kişi sen mecnunmusun benim başımın üstünde ayak yok ki neden kafanın üstünde ayak çıkmış diye soruyorsun diyecektir ve muhatabının sormuş olduğu sualin yanlışlığını gösterecektir. El hasılMevla ezeli ve ebedidir akıl ve şuur sahibi olarak yarattığı mahlukları olan bizler ise O nu tanımak bilmek ve O nun rızası dairesinde yaşamak için emanetler yüklenmiş kimseleriz. Vazifemiz O nu tanımak ve O na  bihakkın kul olmaktır.

O halde sual şu şekilde düzeltilmelidir.

Allahı nasıl tanımalıyız O nu nasıl bilmeliyiz ve bize yüklediği vazifeleri nasıl idrak edip o vazifelerin gereğini nasıl yerine getirebiliriz? Bunun ise cevabı başta Kuran-ı kerim ve hakikatleri olmak üzere asırlardır yüzlerce tefsir ve iman hakikatlerini neşreden eserlerde verilmiştir ki bu ilimleri marifetullah nevinden tahsil etmeye bir ömür kendimizi vermeliyiz.

Birde vahid-i kıyasi meselesi vardır ki kul kendisi Mevlasını tanıdıkça üveysel karaninin münacatındaolduğu gibi şöyle demeye başlar

İlahi Sen benim Rabbimsin bende Senin kulunum

İlahi Sen benim yaratıcımsın bende Senin yarattığınım

İlahi Sen bana rızık verensin bende Rızka muhtaç olanım

İlahi Sen Şifa verensin bende hasta olanım

İlahi Sen güçlü olansın ben ise çok güçsüz olanım

İlahi Sen cömert olansın ben ise çok cimriyim

İlahi Sen hiç ölmeyen Bakisin ben ise ölümlüyüm fani olanım..

İlahi ben çok aciz olanım Sen çok Kudretli olansın..

..Şeklinde kul sürekli Rabbini tanır.. yine o kul kendindeki acizliği gördükçe nihayetsiz bir Kudreti tanıyacak bu kıyasın neticesinde haddini bilecek ve haddini aşmadan kul olarak yaşama gayreti içinde bulunacak ve daima af ve mağfiret dilencisi olacaktır. Mesele bu kadar bedihi ve açık olduğundan daha yazmıyorum.

Başka bir okurumuz gönül dostumuzun suali ise :

Bir insan Rabbini diğer kullardan kıskanabilir mi? Sadece benim Rabbim olsaydı diye düşünebilir mi? En sevdiği kul ben değilim diye endişeye düşüp diğer kullardan önde olmaya çalışabilir mi?

Evet kıskanmak başlı başına ele alınması gereken konulardandır. Zira kıskanmak güzel bir haslet değildir. Hatta ehli hakkın ifadesi ile bir mikroptur hastalıktır. Efendim kişi sevdiğini başkalarından kıskanmayacak mı? Kişi sevdiğini başkalarından gelecek tehlikelere karşı gözetleyip kollayabilir bu kıskanmak değil sevdiğine değer vermek onun üzerine titremek demektir ki ne kadar güzeldir. Eğer sevildiğini görse kıskanmak değil takdir edilesi bir durumdur. Zira mümin olmanın alametlerinden biride insanların o müslümanı Peygamber aleyhisselamın ahlakı ile ahlaklanmış görüp onu sevmesidir zaten İslamiyetin esası bu sevgi hakikatı üzerine kurulmuştur.

Kıskançlık hastalığına insan elhamdulillah eksikliği nedeni ile yakalanır yani şükürsüzlüğü nedeni ile kıskançlık hastalığına müptela olur ve ilk olarak kendi kendini bitirmeye başlar.

Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi Bediüzzamanın şifai reçetesine istinaden, insan kendinden daha yükseklerde gördüklerine değil kendinden daha aşağıdakilere bakmasıdır. Sakın yanlış anlaşılmasın aşağıda olmak yada yükseklerde olmak övmek yada yermek için değildir. Mesela sen tek gözünün görmemesi neticesinde iki gözü olanlara bakıp şikayette bulunmamalısın zira iki gözüde görmeyenler var onlarda iki gözümüz yok diye tek gözlülere bakıp şekva etmemeli zira gözü görmemekle beraber kulağıda işitmeyen nice insan var.. Sofrasındaki yemeğe burun kıvıran bir insan günlerce aç kalanı düşünmeli haline şükretmeli onlara dua ve imkanı nispetinde yardımda etmeli. İşte bu noktadan bakmayan bir insan gözünü minare başına dikip onda varda bende niye yok demeye başlar o minareye zahiren çıksa da çabuk düşer hem çok zarar görür.

Hem insanın manevi ve uhrevi manalarda kıskanması boştur. Zira Allahın hazinesi sonsuzdur Zatının da sonsuzluğu mutlaktır.. Sonsuzluğu her şeye her şeyi ile yeterdir hem her şeyi ile kuşatmıştır demektir.

Hem insan kendinde olmayan ve hak etmediği ücretini de ödemediği bir şey içinde hak dava etmesi başka bir hastalık demektir. Mesela nasıl ki bir meclise davet edildin ev sahibi misafirlerinden bazısına altın kalem, bazısına gümüş kalem, bazısına bakır, bazısına tahta, bazısına plastik kalemler hediye etti. Bu durumda senin olmayan bir şey sana verildi sende yok olan bir şey sana hediye edildi. Şimdi senin hakkın değil ki diyesin bana tahta kalem verdin öbürüne altın, en fazla diyeceğin teşekkür etmek ve ev sahibinin takdirini takdir etmektir. İşte belki o zaman ev sahibi sendende memnun olup hırs yapmadığını kıskançlık etmediğini görüp sana da cömertliğinden ikram eder altın bir kalem hediye eder belki altından daha kıymettar bir sözü verir..

El hasıl İnsan kendi kendine ait değildir aksine onda ne varsa hepsi kısa bir süreliğine verilmiş emanet edilmiş ve hesabı istenilecek maddi ve manevi cihazlardır.. O halde insanın kendisine ait olmayan emaneten verilen duygu ve hisleri ile sanki kendisinin mülküymüş gibi hak dava etmesi kendisini ve vazifesini ve ne için yaratıldığını bilmemesi demektir ki marifetullah dersleri ile önce ben kimim nerden geldim nereye gidiyorum neciyim suallerine cevap bulup yaşaması gerekmektedir.

Eğer ki Mevlası katında en çok sevilen kul yada kullardan olmak ister ise takva kapısı açıktır yani günahlardan kaçarak helallere sarılarak farzlar ile sünnetleri harmanlayarak yaşarsa bu O nun rızasını kazanmak için çaba göstermek demektir işte o zaman Mevlanın sevdiği bir kul olma yolunda adım atmış demektir. Ve ortada kıskanmasını gerektirecek hiç bir şey kalmaz hatta bu hastalığından kendini kurtardığı gibi bu hastalığa müptela olanlarıda kurtarmaya başlar.

Yoksa secdeleri azaltarak hatta hiç secde etmeyerek tenhalarda Mevlasını unutarak O nu anmayarak anlatmayarak hem yaşamının her anında O ndan gafil olarak dese, hadi Allahım ben senin en sevdiği kullardan olmak istiyorum insan ancak bu durumda kendini kandırır ve aldatır ve o sevgiye talip olmadığının ancak bir söylemden ibaret olduğunu  gösterir.

Hem Mevlanın tüm hazinelerinin kapıları açıktır Rahmeti nihayetsizdir. Kulluk ile Mevlasını çok sevebilir Mevlasınada kendisini çok sevdirebilir. O nun mülkünden bir mülk olduğunu idrak ettiğinde esasında kıskanacak kadar bir hakkının bulunmadığınıda zira kendisine ait hiçbir şeyi olmadığını anlamış demektir. Emaneti emin bir kul olup sahibine teslim eden bir kul olduğunda sonsuzluğun sahibinde sonsuz bir nimet ile sonsuz bir surette saadetler içinde sevgisi ile yaşayacaktır..

 

Vesselam..

Süleyman Yasin AKDENİZ

 

‘Allah Kerim’

Günlük konuşmalarımız esnasında sıkça kullandığımız, ama anlamının ne olduğunu düşünmediğimiz kelimeler vardır. Sadece bir dil alışkanlığındandır onları kullanırız. Hele bunların arasında öyleleri vardır ki, gerçekten de üzerinde uzun uzun, derin derin düşünmeyi hak ederler. Mesela ‘Allah Kerim’ deriz. Ne demektir Allah Kerim, pek düşünmeyiz. Oysa, onun anlamına inmek, söylemek kadar kolay değildir.
Düşünüyorum da, kullandığımız kelimelerin tam olarak ne ifade ettiğini araştırsak ne kadar da çok şey öğrenmiş olacağız. Hayatımız nasıl da renklenecek.. Ben işe ‘Allah Kerim’den başladım ve böyle söylerken ne ifade ettiğimi anlamaya çalıştım. Gerçekten de çok şey öğrendim ve hayatım renklendi..
‘Kerim’, kelime olarak ‘Kerem’ sıfatına sahip olan, şerefli ve izzetli, cömert ve ikram sahibi gibi anlamlara geliyor. Cenab-ı Hakk’ın bir ismi olarak da ‘Kerim’ bağışı bol olan, cömertliği daimi olan ve bir karşılık gözetmeden, dilediği her varlığa ihsan eden demektir. Allahın bütün varlıklara yaptığı sonsuz ikramlar herkes tarafından bilinir. Su, hava gibi çeşitli nimetlerden bütün canlıları (karşılıksız olarak) faydalandıran Allah, böylece kereminin sonsuz örneklerini göstermektedir.
Öğrendiğime göre, Osmalılarda ‘Allah Kerim’ mekânları diye bilinen yerler varmış. Buralarda ‘Kerim’ isminin mânâsına uygun olarak, hiçbir karşılık beklemeden ihtiyaç sahiplerine ikramlarda bulunulurmuş. Açlar doyurulur, fakirler giydirilir, sığınacak bir yeri olmayanlar, sığındırılırmış. Bu mekanların giderleri ise, hem devlet, hem de halk tarafından yine hiçbir karşılık beklemeden tedarik ediliyormuş. Böylece, Allah Kerim’dir diyenler, ‘Allah Kerim mekânları’nda dualarının karşılığını bulmuş olurlarmış. Ne kadar güzel değil mi? Bence Allah Kerim mekânlarını yeniden canlandırmamız gerekiyor. Neden olmasın ki? Allah Kerim!
Betül Kondu / Zafer Dergisi