Önceki haftalarda: “Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) ‘Medresetüz Zehra’ Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; ‘Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)’ isimli kitap çalışmamızda; Bilimsel Bilim yerine geçilmesini teklif ettiğimiz İslâmî Bilim’in anlaşılması için, ikisi arasındaki farkların netleşmesi gerektiği; bu sebepten çalışmamızın 3 bölüm hâlinde uzun bir özetini yapmamızın faydalı olacağı kanaatindeyiz” demiştik. Şimdi 3. ve son bölüme başlıyoruz.
Geçen haftaki yazımızda: “Zamansız ve mekânsız ve sonsuz olduğu için,b iz sonlularca algılanamaz olan Allah’ın “Zât”ı; yoksa varlık ve sıfat, icraat ve eser, isim ve fiilleri değil! Yani Rabbimiz’in varlık ve isim – sıfatları ve bunların etki ve delil – ispatları, gaybî ve gizli ve algılanamaz değil! Bu delil – ispatlar; şuhudî ve alenî, zahir ve somut, bu ân ve mekânda! Bu fiil ve sonuçlarını manevî duyularımızla olduğu kadar; fiziksel / maddî duyularımızla da görüyor, algılıyoruz yani! Gözlem ve deney, araştırma ve inceleme, ölçme ve sınıflandırma yapacağımız şeyler de işte Rabbimiz’in bu fiil ve eserleri; yoksa (haşa!) “Zât”ı değil!… demiş ve şöyle bağlamıştık:
Tıpkı gör(e)mediğimiz ve zaten görmemizin de mümkün olmadığı; Bilimsel olarakta gözlem, deney ve DNA testleri yapamayacağımız geçmiş ata, dede, ninelerimizin varlığını kabul edip, inanmadan (yani bu bilgi ve haberin doğruluk ve kesinliğine emin olmadan) burada olan kendi varlığımızı bile açıklayamamız gibi; Allah olmadan da en küçük bir zerrenin varlık ve hareket ve devamını bile açıklayamayız! Kâinatta, bölünemez en küçük bir ân – mekânı bile sabitleyemeyiz! Kaldı ki Rabbimiz’in delil ve ispat, bürhan ve hüccet, âyet ve şahidleri; geçmiş ata, dede – ninelerimizin delil – ispatlarından çok çok daha fazla! Çünkü O ve fiil ve eserleri, geçmişte değil; her ân / mekân ve mek/ânsızlığa yayılmış veya ihata etmiş!
Önceki hafta verdiğimiz “bilardo topları” örneğinde olduğu gibi; “yağmurunnasıl yağdığını tasvir etmek”te, “yağmurun neden ve niçin ve niye, hangi sebep ve faille yağdığını açıklamak ve nedensellemek” değildir! Çünkü tasvir; olayların nasıl ve hangi sırada ve ne surette olduğunu söylemektir; açıklama ve nedenselleme değildir! Hatta nasıl olduğunun tasviri bile değildir! Bu işleyişin (bu örnekte yağmurun) failsiz ve öznesiz olmasının mümkün olabileceği ve olduğunun delil – ispatı ise hiç değildir! Geçen haftaki yazımızı böyle bitirmiştik, buradan devam edelim.
Nasıl ki aşçının hiç sözünü etmeden, sadece yemeğin tasvirini yaparak, aşçısız yemeğin varlık ve devam sebebini açıklayamaz ve nedenselleyemeyiz. Çünkü aşçı gösterdiğimiz sebep – neden – araçları bile “sebep / neden” yapan, asıl sebep ve fail ve ustadır. Aşçı olmazsa; yer – zaman sırasıyla sebep gösterdiklerimiz, yerinden kalkıp, hareket edemez ve organize olup, “sebep / neden” bile olamaz! Yani Allahû Teâlâ gibi bir fail – sebep – özne – neden – usta – müessir olmadan; cansız nesneler canlı gibi hareket edip, “sebep” rolü ve alet edevat fonksiyonu bile kazanamaz! Yani aşçıdan bahsetmeden, yemeğin neden ve niçin ve niyesini açıklayamayıp, nedenselleyemediğimiz gibi; aslında ve hakikâtte aşçı olmadan yemeğin nasıl olabileceği ve olduğunu bile nasıllayıp, tasvir edemeyiz!
Bilimsel Bilim’in indirgemeci ve analiz / parçalamacı; herşeyi maddede arayıp, maddeye indirgemeye çalışan; manevîyatta kör olup, insan zihnini kesret ve çoklukta, madde ve tesadüfte boğucu bakışından kendimizi kurtararak; bir adım geriye çekilerek resmin bütününe (yani analitik yerine holistik) bakınca, görünen bu. (Geçen haftaki örneğimizde de Ay’dan Dünya’ya bakmıştık.)
Bir nev’i Mi’rac’la çıkıp, resmin bütünü kuşbakışı görmeden, bilmeden; resmin parçası hakkında yapacağımız her gözlem ve tahmin; eksik ve yanlış ve dar (göreceli ve değişken) olmaya mahkûmdur! “Renkler, tatlar, sesler, kokular” gibi hakikât ve varlıklar; hep bütünde’dir, parçasında değil. Kâinatın büyük resmini bilmeyenin; parçasına bölerek, atomlarına ayırması; aslında hakikâtin keşfini değil; kapatılıp, görülmemesini arttırmaktadır. “Bütün’ü bilmeden Parçalayıp – bölme Yöntemi” gerçeğin görülmesine engel olmasa bile; en azından tahrif ve eksiltip, bozmaya sebep olmaktadır…
Bilim; “bu tencere, ocak, bıçak, ateş, soğan; (yani Bilim’in gösterdiği sebep, madde, tabiat, tesadüf, zorunluluk, kanun, kuvvetlerin) bu yemeği yapması mantıklı ve mümkün mü?” sorusunu gündeme bile getirmeden; “evet mümkün ve vaki, zaten olan da bu” anlamına gelen tasvir ve nedensellemeleriyle; “aşçı kim?” sorusunu bile doğmadan öldürmekte, böyle bir merakın doğmasına izin bile vermemektedir! Fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret olmadan kâinatın varlık ve devam ve çalışması mümkün ve vakiymiş gibi yaptığı evren tasvirleri, yani soru daha bizde doğmadan verdiği hazır cevaplarla; bu soru ve merakın zihinde uyanmasına engel olmaktadır!
Başlangıçtaki “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” önvarsayım ve paradigmalarından kaynaklanan bu yorumlarının sonucu olarak; örneğin: Ekmeği ölçülü kesen bıçaktaki eli (yani arkasındaki fail / özneyi) gör(e)medikleri ve buna ihtimâl bile vermeyip, reddettikleri için ve ayrıca “ekmeği ölçülü kesebilmek için ilim – irade – kudret sahibi hayattar bir fail ve özneye ihtiyaç ve zorunluluk yok” iddiasına inandıkları için; ekmeğin kesilmesinin nedeni, bıçağın “hareket”i; bıçağın hareket nedeni olarakta, gene madde’den kaynaklandığına inandıkları bir takım “enerji, kuvvet ve süreçleri” görüyor ve gösteriyorlar!
Yani taş, toprak, demir vs. alet ve malzemelerin, hiç insan eli değmeden bir takım sihirlerle kendi kendine havalanıp, gelip, kesilip, karıştırılıp ve uygun yerlerde birleşip Sultanahmet Camii’ni inşa ettiğine inanmak gibi; evrendeki madde ve zerrelerin, sanki sihirli bir âlemdeymişiz gibi; kendi kendilerine ve bir takım tesadüf – zorunluluk, enerjilerle kendilerinden çok daha kompleks ve bilgili ve “hayat, bilgi” gibi kendilerinde bile olmayan üstün özelliklerde canlılar, uçan seyyareler, yağmur yağdıran bulutlar, içinden çiçek çıkan tohumlar, (şapkadan tavşan çıkması gibi) içinden ağaç çıkan topraklar, kuş çıkan yumurtalar vs. inşa ettiklerine inandırmaya çalışıyor bizi Bilimsel Bilim!
Erzağı, yağmurlama, temizleme sistemleri vs. düşünülmüş ve düşmemek için boşlukta dönerek uçan uzay gemileri; içinde sihirli bir “rüzgâr”la (siz isterseniz buna “fizik – tabiât kuvvet ve enerjileri” deyin daha Bilimsel gözükür!) kendi kendine havalanan testere – bıçaklarla kesilen ağaçlar, doğranan kütükler ve havalanan çivilerle çakılan uçan tahtalar, imâl edilen masa – sandalyeler vs. animasyon gibi bir sürü sihirli ve esrarengiz hâdise! Bir de “Bilim, doğanın büyüsünü bozdu, sırrını çözdü” diyorlar!
Bilim’in zihin ve hayâl dünyamıza çizdiği sahte kâinat kurgu ve ilüzyonuna göre; etrafta çeşitli enerji ve kanunlarla sihirli bir biçimde uçuşan soğan, bıçak, ocaklar; dönen tencere, tavalar; esrarengiz bir biçimde biraraya gelen sandalye, masa, kaşıklar var! Atomlar ve elementler birleşip ağaç oluyor, meyve oluyor, hayvan oluyor, demir oluyor, su oluyor! Başka başka şeylerin inşâsında kullanılıyor! Hayat, şuur, bilgi gibi kendilerinde olmayan özellik ve sıfatlar, parçası oldukları bütünlerde sihirli bir biçimde (yani cüzleri oldukları bütün’ün parçalarına indirgenemez ve mantıkî olarak açıklanamaz ve rasyonalize edilemez bir biçimde); ortaya çıkıyor!…
Çocuğunuza masal okuduğunuz zaman, bilimsel bir kitap alın, oradan okuyun! Burada baraj yapmayı bilen zeki ve şuurlu hayvanlar; plânlama yapan ve güneş ışığından besin – enerji elde etmesini bilip – uygulayan bitkiler; karanlık denizlerde yol alan, son teknoloji ürünü ışıklı denizaltıları; gizli ve sihirli içgüdü ve yönlendiriciler; tesadüf tanrıları; uçan peri atomları ve harikulade inşa ettikleri büyük saraylar; Büyük Patlamalarla ortaya çıkan muhteşem topaçlar ve uzay gemileri göreceksiniz! Bunlar ve daha fazlası büyüklere bu masallarda! Gerçi bu masallar, büyüklerin inanabileceği şekilde tasarlanmış! Ama olsun şimdiden gelecek nesilleri formatlayıp, programlamaya başlamış olursunuz!…
Bütün bu fiilsiz eser, failsiz fiil, ustasız eser ve yazarsız yazı, nakkaşsız nakışların olması ve maddenin özellik ve niteliklerinin yok(luk)tan çıkması Bilimsel Bilim’e göre gayet mümkün! Çünkü ona göre mümkün ki oluyor!Halbuki olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyor ve inanıyoruz! (Mevcut Bilim ve bizdeki alışkanlık ve ülfet, buna sebep oluyor.) Yani “mümkün” tanım kümemizi gene aynı yerden alıyoruz! Yani “mümkün” tanım ve ta’rifimizin delil – ispatı olarak; “Bak mümkün olmasa bu iş / eserler olmazdı” diyerek; gene olanların olmasını gösterme totoloji ve kısır döngüsüne giriyoruz! Halbuki o iş ve eserleri Rabbimiz yaptığı için, bütün bunlar mümkün ve vaki ve vacib olarak meydana geliyor! Fail ve müessir olan Rabbimiz olmasa; eşyanın varlığının değil mümkün ve ihtimâl dahilinde olması; yokluğu zarurî ve vacip olacaktı!…
Bilim, gerçekten zihninin dışında böyle bir evren olup, işlediğine inanıyor! Bu evren ve içindeki maddenin, fail ve müessire ihtiyaç olmadan çalışabileceğine ihtimâl verip, bunu mümkün görüyor! Zorunlu olan aksini, “ihtimâl” olarak bile, hiç değilse teori ve hipotez ve model bazında bile kabul etmiyor! Kendi ateist ve materyalist önvarsayımına duyduğu inanç ve güvenle; eserin fiilsiz veya fiilin failsiz veya ürünün ustasız olduğu ve çalıştığı bir kâinat tevehhüm ve tahayyül, tasavvur ve tasvir ediyor!
Bu zanlarla, mevcudattaki “bilgi (data – information – knowledge)”ın, ateist ve materyalist Bilimsel Filtrelerinden geçerek “bilim (science)”a dönüşen Kâinat Kitabı; Bilim’in gözünde müthiş bir Fizik, Kimya, Matematik, Mühendislik, Elektrik – Elektronik veya Biyoloji Kitabı olabilmekte; fakat her nedense ve nasılsa Âlemlerin Rabbi’nin yazdığı bir Kitap bir türlü olamamaktadır!
“Bilim’in tanımı ve Bilimsel Yöntem olarak ‘kim’ sorusunu sormayacağım; çünkü amaç ve niyetim olayların failsiz ve öznesiz olarak; yani doğal ve fizikî sebeplerle olabileceğini; yani bunların İlâhî değil, tabiî ve doğal hâdiseler olduğunu göstermek ve anlatmak!” Kendi yöntem ve tanım, niyet ve tarafını böyle seçen ve belirleyen Bilim; niyetinin doğal sonucu olarak neyi ararsa onu buluyor; sormadığı sorunun cevabını göremiyor; görse de farketmiyor, farketse de bozuyor! Olaylar Bilim’in prizmasında kırılıp, filtrelenerek; Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek soru ve cevaplar, başka sahte fail ve sebeplerle; hiçbir sebep ve özne bulunamazsa; oluşan açık, görünmez ve herşeye muktedir “tabiât, tesadüf, uzun zaman (evrim), kanun” gibi operasyonel kavram ve soyut süreçlerle kapatılıp, köreltiliyor!
Buradan Bilimsel Makale ve ifadelerde; Sevk-i İlâhî, sevk-i tabiîye; yaratma, oluşmaya; Allah’ın mu’cizesi, doğanın mu’cizesine; Kanun-u İlâhî / Sünnetullah (yani İrade-i İlâhî), Fizik – Tabiat Kanunlarına dönüşüyor. Olay; mevcut kanun, teori veya modellerle açıklanamadığı için öngörülemeyen, hesaplarda çıkmayan istisnaî bir durumsa, “tesadüf” veya “Bilim ileride çözecek” inancına sığınılıyor!
Özet olarak: Eşyaya bakışımızı inşa ederken ve bu gözlemimizi ifade ederken; ya “fail Rabbi ve işleteni var(mış)” veya “yok(muş)” gibi bakılabileceği ve bunun (var–yok’un ortasının olmaması gibi) orta ve objektif bir noktası yok demiştik.
Mes’elâ yeryüzündeki gündüz, ısı – ışık ve aynalarda görünen Güneşler’in kaynağı ve sebebi gökteki tek “azametli” Güneş’in yansımaları olduğu kabul edilmeli. Aksi hâlde bu yansımaların gökteki tek Güneş’le bağlantısı inkâr edilirse; yerdeki her Güneşçik timsalinin, gökteki Güneş’le aynı sıfatlarda ayrı bir Güneş ve etraftaki bu ısı – ışığın kaynak, sebep ve faili olarakta, yerdeki bu Güneşçiklerin olduğuna inanma zarureti hasıl olmaktadır! Yani cansız ve şuursuz eşyada görünen “ilim, irade, hayat, bilinç” gibi ışıkların kaynağı ve doğum yeri bu “aciz” madde ve zerreleri kabul edilmeli! Yani madde denizinin geniş yüzeyinde ve her damlasında görünen bu ısı – ışık ve Güneşçiklerin Rabbimiz’den değil de; madde ve zerrelerinin kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığı mantıksızlığı; delilsiz – ispatsız aksiyom olarak kabul edilmek zorunda kalınmalı!… Veya eşyadaki bu özellik ve sıfatlar, Rabbimiz’in isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahürleri olduğu görülerek, bunun delil – ispatları gösterilmeli. Herşey bulunması gereken noktaya yerleştirilmeli.
Yani tek ve azametli Güneş’i kabul etmemek veya inkâr ve ret için; yani sadece Rabbimiz’e ait olabilecek ve olan mutlak özellik ve sıfatlar; yerdeki madde ve zerrelere dağıtılıp, böylece tek hakikî Rabbimiz’e inanmaktan kaçınırken; aslında ve hakikâtte sayısız zerre ve eşyaya İlâhlık ve İlâhlık Sıfatları vermek ve çarnaçar öyle de inanmak zarureti hasıl olmaktadır! Farkında bile olmadan insan ürünü politeist (çoktanrılı) bir din inşa edilmiş olunmaktadır! “Farkında olunmadan” diyorum, çünkü kâfir ve müşrikler de içine girdikleri durumun farkına varıp, bilselerdi; zaten pişman olup, tevbe – istiğfar eder; yanlıştan dönerlerdi!
Kısaca kâinatta madde – enerjinin varlık ve işleyişini nedensellemek ve nasıllamak (tasvir) için; tüm inanç ve inançsızlıklara eşit ve uzak mes’âfede konumlanıp, tarafsız gözlem ve ifadeler kurabileceğimiz bir gözlem noktası veya eşyada agnostik olmamıza izin verdiği nötr ve renksiz alanlar yok! Bu konuda kurulabilecek nötr, yani inanç ve değer’den bağımsız ve ayrı bir cümle yapısı ve ifade biçimi yok! Başta dil ve mantığın yapısı izin vermez buna! Çünkü fiil fâilsiz; eser müessirsiz; isim müsemmasız; sıfat mevsufsuz ve san’ât san’atkârsız olamaz!
Elhasıl Bilim; kâinattaki “ilim, irade, kudret, güzellik, denge, ölçü, adalet, koruma, doyurma, temizleme” gibi fiil, isim ve sıfat ve kanun – hakikâtlerin sahibi ve faili olan Rabbimiz’i kabul etmekten, hiç değilse önvarsaymaktan, yani “var(mış)” gibi yapmaktan kaçındığı ve “yok(muş)” gibiyi varsaydığı için; sadece Rabbimiz’in olabilecek ve olan eşyadaki fiil, kuvvet, sıfat, özellik ve neden – sonuç, eserlerinin; gene maddenin kendi zâtında içkin, kendi tabiat ve özelliğinden kaynaklandığını kabul etmek zorunda kalıyor. Bu zorundalık sebebiyle; “madde–enerji + tabiat + tesadüf–zorundalık + hareket–süreç + uzun zaman (evrim)’in bütün bu işleri yapmasının mümkün olduğuna ve zaten olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olduğu” totoloji ve kısır döngüsüne inanmak zorunda kalıyor ve bütün bu zorundalıklarının sonucu olarak; gözlem – deney, teori ve bilimsel ifadelerini de bu inançlarına göre şekillendiriyor!
Yani gözsüz – kulaksız eşyanın kabul etmeyip, bilâkis acziyetiyle reddettiği İlâhlık Sıfatlarını, eşyaya verme politeizminin dava ve savunuculuğunu yapmakta ve bunun farkına bile var(a)mamakta Bilimsel Bilim! Tıpkı eski putperestlerin; “putların maddesine tapmadıkları, bunlarda bazı mukaddes ve kutsal özellikler bulunduğu veya Âlemlerin Rabbi’nin dünyadaki işleri bu putlar gibi vasıta / sebeplerle düzenlediği ve bu putlar vasıtasıyla onlarla iletişime geçtiği” küfür ve şirki gibi!…
Evet putperestler de Allah’a inanıyordu, fakat kafalarında yonttukları bir antropomorfik (insan özelinde yaratılmışa benzeyen) İlâh’a Allah ismi vermiş ona inanıyor, yani kafalarındaki Allah tasavvuruna tapıyorlardı! Yani salt Allah’ın varlığına inanmaları, onları kâfir ve müşrik olmaktan çıkarmıyordu; çünkü gerçek ve reel Allah’a iman etmiyorlardı! (İnkâr etmemek ayrı, kabul etmek ayrı, iman etmek çok daha ayrı mes’elesi.) Yeri gelmişken; ateistler de kafalarında şuradan buradan okuyup şekillendirdikleri ve hayata bakıp tasvir ettikleri bir ilâh tasavvuru çiziyorlar zihinlerinde, sonra realitede olmayan bu Zihnî Tanrıyı inkâr ediyorlar!
Sonuç olarak: Bilimsel Bilim eliyle tutamadığı, gözüyle görmediği ve kavrayamadığı, yani zekâsını ve sınırlarını ve yöntemini aşan bazı soyut ve manevî şeyleri kabul etmediği için; hatta (herşeyi madde–enerjiye indirgemeye ve öyle açıklamaya çalışması ve bu konuda net ve emin ifadeler kullanmasından da anlaşılabileceği gibi) bunu reddettiği için; yani“kâinattaki fiillerin faili ve öznesi, eserlerin müessir ve ustası var(mış)”ı kabul etmediği için; “yok(muş)”u doğru kabul etmek ve bu önvarsayımı doğruymuş gibi “failsiz ve öznesiz” Bilimsel İfadeler kullanmakta ve ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi, başlangıçtaki önvarsayım / inançlarının kendilerini zorunlu olarak bu yola sevketmesiyle; Rabbimiz’e ait isim – sıfatların, madde’den nedensellenip, doğduğu ve kaynaklandığına inanmaktadır.
Yani mevcut Bilim, ancak putperest ve müşrik, ateist ve materyalist insanların kullanabileceği dil ve argümanlarla hareket etmekte! Bunun sonucu olarak; Higgs Bozonu, Holografik Evren, Sonsuz (yani yaratılmamış veya sonsuz sayıda yaratılan) Paralel Evrenler, Sicim Kuramları, Çoklu Boyutlar, Boşluk Enerjisi, elhasıl Bilim’in keşfedip, bulduğu her “neden (sebep)” veya olmasını varsaydığı “herşey”; Rabbimiz’le aramıza bir perde sebep, uzaklığı arttıran bir mes’âfe daha eklemekten daha ileriye gidememekte!
Bu yazımızla birlikte özetleri bitirdik. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı hepimize mübarek olur ve olsun inşâallah.
Ayhan Küflüoğlu
www.metabilgi.org
www.metabilim.org
www.islamibilim.org