Etiket arşivi: anlamak

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

 

İnsan, bazen hedef sapması yaşayabilir veya idealini kaybedebilir. Bu sebeple asla ve kat’a şaşırmaması için daima esasatlarını, düsturlarını kontrol etmelidir. Bu kaidelerden uzaklaşıyor mu yoksa bağlı olarak mı devam ediyor murakabesini yapmalı. 

Tüm İslami hizmetlerde ve amellerde ve niyetlerimizde en temel esas Allah’ın rızası ve ihlas olmalıdır. Tüm hayatımızda bu sağlanamazsa insanın manevi dengesi sarsılır.  

Sonuç olarak ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, [insanda] ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî[yi] de [abd] elde edilmez.”[1]

“Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar.”[2]

“hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.”[3]

“ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün.”[4]

Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.”[5]

Okunan dersler, yapılan mütalaalar istisnasız olarak hepsi bu manalara müteveccihtir. Zaten okunan ve talim edilen şeyler insanı ihlasa, mahviyete götürmüyorsa “Niyet, nazar, mana-i ismi ve harfi” gözden geçirilmelidir. Netice tesanüte, ittihada, ittifaka çıkmıyorsa şayet işler çok vahimdir. Derslerimizde de bu manalar herbir latifemizin burcunda birer sancak olarak sallanmalıdır. Çünkü bunlar heva ve hevese bakan değil bizzat murad-ı ilahi ve Rasulîdir. 

İnsan, katıldığı derslerle, günlük olarak okuduklarıyla manevi olarak şarj olur ve itikad ve amelini daha güzel ve sağlam olarak yapmaya kendinde bir azim hisseder. Bu manada bir araya gelenler birbirine sirayet eder. Sirayet şu anda kâinatta cari olan en kuvvetli ve yaygın olan bir iletişim biçimidir desek haddimizi aşmış olacağımı zannetmiyorum. 

Derslerimiz ilmî ve imanî mevzuların müzakere ve mütalâa sahasıdır. Orada bilen konuşur, konuşan dinlenir; bilmeyen sorar ve bilmediğini öğrenir bu suretle insanın tekemmülatı devam eder. Bir nevi işbaşı eğitimi diyebiliriz buna. Ama illa bilenin okuduğu bir ortam değildir ders rahleleri. Bazen beraber okunur istifade edilir. Bir de illa okunacak ve izah edilecek değildir illa. Çünkü bu izah meselesi bir nevi ilhamdır.

Tüm islami hizmetlerin gayesinin de inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak..”[6] şeklindedir. 

“Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih.. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda..”[7] getirebilir. 

 

Hülâsa: Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anî’dir. O halde Kur’an okundukça o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvi pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.

   Bu kadar maruzatımızla ifade etmek istedim ki:

Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’an’a hizmettir.”[8]

 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (153)
[2] Lem’alar (131)
[3] Lem’alar (152)
[4] Lem’alar (152)
[5] Lem’alar (133)
[6] Sözler (491)
[7] Mesnevi-i Nuriye (91)

[8] İşârât-ül İ’caz (308)

 

www.NurNet.org

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

SAYFALAR ÇEVİRMEK KÜLLİYATLAR DEVİRMEK Mİ.. 

 

Risale-i Nur Külliyatını okumak bir disiplindir. Eser okurken bazı şeyler bizim elimizdedir. Hızlı okuyabilir ve saatte 15-20 sayfa okuyabiliriz biraz daha yavaş okursak 5 sayfaya kadar düşebilir sayfa sayımız.

Fazla sayfa okumak daha fazla istifade gibi görülebilir ilk bakışta. Ne kadar çok sayfa okursam, sayfa çevirirsem o kadar istifade edeceğini düşünmek bir düşünme hatasıdır. Okumayı ve istifade edebilmeyi tek bir formül, tarz, metod, usule bağlanamaz çünkü eğitim, kültür, zekâ, mizaç farklılıkları söz konusudur.

Mesela işitsel bir zihin için sadece okumak, görsel bir zihin için okuyup yorumlamak, dokunsan bir zihin için de şekiller ve temsillerle akla yaklaştırmak gerekir.

İstifadeye sebep olan en önemli kriter insanın kitapla hem hal olduğu süredir. Çevrilen sayfa sayısı değildir.

“Kemmiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.”[1]

Bu hakikate işaret etmektedir. Kendimi misal olarak alayım. Bazen saatte 30 sayfa okurum, bazen 20, bazen de saate en fazla 5 sayfa okurum.

Okuma hızı ile metnin derinliğini kavrama birbirinin aleyhinedir. Hız yükseldikçe kavrama sathîlleşir. Araba olarak düşünürsek hız, direksiyon hakimiyeti ve dikkatte odaklanmayı azaltır.

Risale-i Nur gibi çok geniş ve derin manaları ihtiva eden bir eseri, güya “çok okumuş” olabilmek, külliyatlar devirip, sayfalar çevirmek için hızlı okumaya kalkmak, ülfet ettiği ve öğrendiği zahirî manalarla yetinmek ve sathî kalmaktır ki, bu da gaflete sebep olacaktır. Sayfalar çeviren külliyatlar deviren bir çok kimsenin gaflete dalması ülfetle hemhal olmasının sebebi de budur.

Diğer ve en ehemmiyetli şey nedir dersek şayet hemen akıllarda İhlas, Takva, Sadakat, küliyatın düsturlarına bağlılık olarak ampuller yanacaktır.

Külliyatı okumakta bir de niyet çok önemlidir. Bir şey olmak için okunmamalıdır. İlim ALLAH rızası için tahsil edilmeye çalışılır. Sadece kuru okumakla ilim tahsil edilmez sadece kitap kıraat edilir ki, kıraat de malumata ve sayfalar çevirmeye sebep olur.

Ruhani şifa niyetiyle okumak, uhuvvet ve tesanüd sayesinde veliyy-i kâmil hükmündeki şahs-ı mânevîye kuvvet vermek gibi şeyler de niyetimizde olmalıdır.

Bu gibi esbaba riayet, feyiz alabilmenin ve istifade edebilmenin asıl manevî sebepleridir.

Burada maksadım ne Risale-i Nurlar gazete gibi okusun ne de zikir çeker gibi veya evrad okur gibi okunsun! Amacım tahkikle ve istifadeye sebep olacak verimli okumalar yapmaktır.

Risale-i Nur, ilim içinde imandır ve marifettir. Marifetullah dersleridir.

İşte bu açıdan, notlar alarak ve bazı kısımları yazarak çalışmak ehemmiyetlidir.

“Risale-i Nur’u yazmanın” beş uhrevî faydasından dördüncüsü olan “kalemle ilmi tahsil etmek”[2] maddesi halen de yürürlüktedir.

Malûmdur ki, Rabbimizin birinci emri “Oku!” olmuştur. Devamında aynı emri tekrar etmiş, ama “Alleme bi’l-kalem”[3] kaydını koyarakokumakla yetinilmemesi gerektiğine “ilmin kalemle tahsil edilebileceğine” dikkati çekmiştir.

Hakkı Efendi (rh) hakkında: “Vazifedarane kalemi her gün istimal etmeyenler… hususî isimleriyle has şakirtler dairesi(nden) isimleri muvakkaten tayyedildi”[4] denilerek, yazarak çalışmanın “has talebe” statüsüne yükselten ve bizzat ismiyle duâya mazhar eden bir fazilet olduğu hissettirilmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı ile tahkik ederek meşgul olmak has talebeler dairesine giremeye de sebeptir. Çünkü yazarak ve notlar alarak okumak ve nurlara çalışmak, hiç şüphesiz daha etkili, daha kalıcı ve “talebelik ciddiyetine” daha çok yaraşır.

Külliyatı birkaç defa okuyanların artık düz okumak yerine doğrudan kendi dert- lerine, yani zihnî ve hissî hastalıklarına deva olarak buldukları cümleleri yazmaları ve not almaları, bu şekilde kendilerine hususî hizipler, derlemeler, toplamalar (ajanda) yapmaları fevkalâde faydalıdır.

Çünkü herkesin ihtiyacı, her meseleye aynı şiddette olmaz. Hem bir kez yazmak, üç defa okumaktan evlâdır. Dolayısıyla kalem “talebenin” altıncı parmağı olmalıdır.

Yazma işlemini talebeliğin birinci şartı gibi görenlerin ifratına mukabil, onlara benzeriz korkusuyla kalemi büsbütün bırakmak da tefrit olsa gerektir. “Okuyucu” veya “Yazıcı” gibi isimlendirmelerin lâfzî tanımına takılıp kalmamak gerekir. Belki hem okur, hem de yazar olmak daha iyidir. Göz gibi eli de sevaba sokmak günah değildir!

Zaten asıl talebelik ve yazmak “hayatımız bir kalem, onunla sahife-i a’mâlimize geçecek” şekilde o hakikatleri yaşamaktır. Yazmak da artık neşir için değil, iyice kavramak, hatırda tutmak ve yaşamak içindir.

Bir nur talebesinin maneviyatı kalem ve kitapla ayakta durabilir ancak. Okuruz ve dimağ ve not defterimize yazarız. Bu şekilde gaflet, lakaytlık, ülfet belalarından korunur ve kurtuluruz.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[5]

 

Selam ve dua ile

Muhammmed Numan ÖZEL

[1] Mektubat ( 44 )
[2] Lemalar (167)
[3] Alak 96/1-5.
[4] Barla Lahikası (372)
[5] Sözler ( 147 )

Risaleleri Müzakere Etmek

Risaleleri Müzakere Etmek

 

Allah, her insanın fıtrat ve mizacını farklı yaratmıştır. Bu sebepten bir kalıp ve tek bir tarz belirleyip, herkesin bu kalıp ve tarza girmesini istemek fıtrata aykırı bir durumdur. Buna riayet etmeyenler adetullah kanunlarına muvafık hareket etmediği için muvaffak olamayıp kısır döngü içerisine gireceği muhakkaktır. Bu yüzden cemaatin genel kaideleri, her mizaç ve fıtratı çatısı altına alacak mahiyette ve ihatada olmalıdır. Şayet insan, bu cemaat içinde kendini veya fıtratını tatmin edemiyor ve bir sıkışmışlık hissediyor ise, tatmin olacağı veya kendi mizacına münasip başka bir meşrebi seçebilir. Böyle yapması kendi inkişafı için daha selametli olacaktır.

Risale-i Nurların mesleği geniş ve ihatalıdır, her mizaçta ve her fıtrattaki insanları çatısı altına alıp tatmin edebilir. Burada önemli olan Risale-i Nurlar dairesinde, kendi mizaç ve fıtratına uygun olan cemaati ya da meşrebi bulmaktır. Tabi bu ilk başta zordur ve biraz zaman alacaktır. Veya insan takip ettiği yerin derslerine devam edecek fakat farklı meşreplerdeki güzellikleri alıp kendine veya meşrebine tatbik ederek daha da keyfiyetli bir ortam teşekkül ettirebilir.

Lakin bazı insanlar bu ihata ve genişliği göremediği veya tatbik edemediği veya mizacını asıl ve esas zannettiği için, meşrebini ve tarzını Risale-i Nurlar ile aynı görüyor, buna uyulması gerektiğini, aksi takdirde Nur dairesinden çıkacağını söyleyerek, taassubane hareket edebiliyorlar. Bu da cemaat içinde ihtilaf ve sıkıntılara sebebiyet vermekle taklidin kapısını açarak keyfiyeti bozmaya sebep oluyor. Hâlbuki geniş ve ihata ile bakılabilse, her insan aynı çatı altında gayet güzel tatmin olup, hizmetini devam ettirebilir.

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de talebelerini istidat ve mizaçlarına göre istihdam etmiş asla tek tip bir anlayış otaya koymamıştır.

Risale-i Nurları anlamanın ve güzelce talim etmenin en önemli metotlarından birisi; “mütalaalı ve müzakereli dersler”dir. Böyle dersler, hakikatlerin dimağlara ve kalplere nakşetmesinde önemli bir metottur. Bu sebeple mütalaalı ve müzakereli derslere çokça iştirak etmek, ilim noktasından çok önemlidir. Kısa zaman içerisinde büyük mesafeler kat edilebilir.

Müzakere; bir meseleyi başkası ile paylaşmaktır. Aynı meseleyi birden fazla kişi arasındaki fikir teatisidir.

Müzakere, tıpkı şu misal gibidir. Ağır bir yükü kaldıramadığımız zaman başkasının bize destek verip yükümüze el atması gibidir.

Müzakerede anlamak istediğimiz ve tek başımıza anlamaktan aciz kaldığımız mesele/meseleleri başka akıllarla beraber olup efkar-ı muhtelifenin kuvvetiyle meselemizin etrafını sarmaya başlamak gayretidir. Yani usul ve füru meselelerini tatbik etmektir.

Müzakere, başkalarının zaman teksif ettiği meselelerde iştirak-ı mesai ederek zamandan tasarruf ederek başkasının ilminden, emeğinden istifade ederek tasarrufta bulunmaktır.

Risalelerden herhangi birini elimize alarak okuyup ne anladığımızı ifade ederek, meselenin âlemimizde, dimağımızda muhkemlemiş oluruz.

Kendi başımıza okuyup idrak etmeye gayretine mütalaa denir, bu faaliyeti başkası ile okuyup anlamaya çalışmaya ise müzakere veya müdavele-i efkâr olarak tabir edilir.

Mütaalaya tesir eden sebepler ise, eğitim, öğretim, okuma oranı, kafa yorma, dertlenmek, mantık, muhakeme, tefekkür, müzakere ve mütalaadaki muhatapların keyfiyetidir. Bunlar idraki inkişaf ettirerek insanın tekemmülü geliştirir.

Ademe müncer bir surette, yani tembelce otururken veya okuduğunun idrakinde olmadan yapılan kalitesiz okumalarla manalar idrak edilemez, anlaşılamaz. Mananın idraki için emek, çaba, gayret ve mücadele gerekiyor.

Risale-i Nur’un anlaşılmasında da böyledir. Risale-i Nur’a vakit ayırıp okumaz, üzerinde mütalaa ve müzakere yapmazsak Risale-i Nur’un manaları bize açılmaz.

Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in harika bir dirayet tefsiridir. Böyle kıymetli eser külliyatından istifade etmek büyük bir nimettir, bir ayrıcalıktır, bahtiyarlıktır.

Başkalarına anlatmak için değil, kendi nefsimize hitap ederek okumak.

• Az da olsa her gün okumak.

• Bilinmeyen kelimelerle ilgili lügat çalışması yapmak. Bir insan her ay bir risalenin kelimelerini çıkararak okusa, bir yıl gibi bir sürede çok mesafe alabilir.

• Çevremizde Nur dersleri yapılıyorsa düzenli olarak takip etmek, yapılmıyorsa da ve ihtisasımız varsa başlatmak.

• Mütaala ve müzakereye gitmeden önce belirli olan mevzu üzerine atıflarını bularak hazırlık yapmak.

• “Ya Rabbi, bu eserleri anlamayı ve yaşamayı nasip eyle.” şeklinde dualar etmek.

• Günlük okumalar yaparken sesli okumak, bu hem okuyuşu düzgünleştirir, hem telaffuzu güzelleştirir.

• Ayrıca sessiz olarak da yoğun bir şekilde okumak gerekir.

Okuduğumuzu başkalarıyla paylaşmak önemlidir. Çünkü insan, anlatırken başkasına aktarırken daha fazla istifade eder. İlim, paylaşıldıkça artar ve bereketlenir.

• Başlangıçta anlamasak da çok okumak, sonraki okuyuşlarda ise anlama ağırlıklı okumak daha faydalı olacaktır. Başta perdeli gittikçe inkişaf ettiği bir hakikattir.

• Cevşen, Hizb-ül Kur’an ve Tesbihat gibi evradları okumanın Risale-i Nur’dan istifadeye ve feyz almaya büyük faydası vardır. Bunlar insanın ulvi latifelerini geliştirir.

Kitap sıralaması olarak da tavsiye edilen;

Önce imani bir bahis, ardından bir lahika şeklinde olabilir. Sözler, Tarihçe-i Hayat; Mektubat, Kastamonu Lâhikası; Lem’alar, Emirdağ Lâhikası; Şualar, Barla Lâhikası; Mesnevi-i Nuriye, Sikke-i Tasdik-i Gaybi; Asa-yı Musa, İşarâtü’l-İ’caz, Muhâkemat şeklinde sıralanabilir.

Bunların dışında da farklı okuma metodları şüphesiz ki vardır. Artık herkes kendi istidadı ve fıtratına muvafık olan metotlara göre Risale-i Nur eserlerine müteveccih olmalı.

Evimizde, işyerimizde, arkadaş ortamlarında istifade ettiğimiz mebhasları tekrar etmeliyiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Risaleler nasıl okunmalı? Üstad’ın “…Gazete gibi okumayınız.” tavsiyesini nasıl anlamalıyız?

Risaleler nasıl okunmalı? Üstad’ın “…Gazete gibi okumayınız.” tavsiyesini nasıl anlamalıyız?

Bilindiği gibi Nur Risaleleri ne sadece akla, ne de yalnız kalbe hitap etmeyip her ikisinin de hissesini verir. Bazı risaleler, Üstad’ın da ifadesiyle “akıldan ziyade kalbe nazırdır.” Bazıları da bunun aksi mahiyettedir.

“Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a’saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.”(1)

Okumada esas olan ihlastır, ihlasla okunan bir dersten kalp mutlaka hissesini alır. Aklın hissesi ise o dersin anlaşılması nispetinde ziyadeleşir.

Nurlarda ele alınan konular büyük ekseriyetle marifetullahla ilgilidir; ibadetle ilgilidir; diğer iman hakikatleriyle ilgilidir. Marifetullahın sonu yoktur. Allah Resulünün (asv) mi’raçta rüyet ile taltif edildiği anda söylediği,

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni hakkıyla, tam bir marifet ile tanıyamadım.”

cümlesi, bu sahanın sonsuzluğunun en güzel ifadesidir. Bu hakikatin ışığında, Nur Risalelerini şevk ile, ihlasla, tefekkürle ve dakik bir nazarla okumak, üstünkörü geçmemek gerekir.

Üstad’ın önemli bir tavsiyesini de bu vesileyle hatırlayalım: “Gazete gibi okumamak.”

Bilindiği gibi, gazete okuyan kişi önce haber başlıklarına şöyle bir bakıp geçer, daha sonra önemli gördüğü haberlerin ayrıntılarına iner. Gazetenin tamamını okusa bile ertesi gün, aynı şeyleri değil farklı haberleri izler.

Gazeteyi okuduğumuzda ondaki her şeye vakıf oluruz. Onu tekrar okumamız gerekmez.

Nurlar ise öyle değildir. Her okudukça marifetimizde inkişaf olacak, ama biz Allah Resulünün (asv) o mübarek kelamını hatırlayarak, elde ettiğiniz marifetin yeterli olmadığını bilecek ve okumaya devam edeceğiz.

Üstadımız bir risalesinde, “her yerde bir küçük bir medrese-i Nuriye açılmasını” tavsiye ederken şu gerekçeyi de ekler:

“Çünkü herkes her meselesini anlamaz, fakat hissesiz de kalmaz.”(2)

Bundan da anlaşılacağı gibi, Nurları birlikte ve mütalaa ederek okuduğumuzda aklımızın hissesi daha da artacaktır.

Nurların okunmasında belli bir metot olmamakla birlikte, genelde kabul gören tarz, “sıra ile birkaç kez külliyatı devretmek, daha sonra her gün yine belli bir miktar sıra ile okumaya devam ederken, öte yandan konularda derinleşmeye çalışmaktır.”

Allah Resulünün (asv) şu hadis-i şerifi Nurların okunmasında da temel kaidedir:

“Amelin hayırlısı, az da olsa, devamlı olanıdır.”

Genel bir kaide olarak şunu söyleyebiliriz: Her kelime üzerinde fazlaca durmadan Külliyatı, “kendini kaptırarak ve hafif bir sesle” okumakta kalbin hissesi daha fazla olur. Kelimeler, cümleler üzerinde müzakereli olarak okunduğunda ise aklın hissesi daha fazla olur. Bize her ikisi de gerekli olduğundan “her iki tarzı da birlikte yürütmek en faydalısıdır.” kanaatindeyim.

Bir Nur talebesi, hem binlerce günahın insana hücum ettiği bu fitne asrında, bu marifetullah dersleriyle kendini korumak, hem bütün dünyada nurları okuyanlarla bir manevî rabıta kurmak, hem de neşrini bir dava olarak benimsediği bu hakikatlerin ulviyetini yeniden hatırlamak ve onları muhtaçlara ulaştırmak için, yeni bir şevk kazanmak üzere bu eserleri her fırsatta okur. Özellikle namazlardan sonra okunması bir âdet haline gelmiştir. İbadet ortamında, Rabbine ibadet ve dua ettikten sonra bu hakikatlerin birkaç dakika olsun okunması, sözünü ettiğimiz manaları daha da kuvvetlendirir.

Bu konuda az da olsa muhatap olduğumuz bir soru var: Nurları okumak mı daha önemlidir, yazmak mı?

Bir Nur talebesi için en önemli mesele nurlardaki hakikatlere güzel, parlak ve berrak bir ayna olmaktır. Tâ ki, bu hakikatlerin başka kişilere de ulaşmasında örnek ve rehber olabilsin. Üstadımızın,

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki Küre-i Arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler.”(3)

ifadeleri çok önemlidir. Bu gayeye okuyarak da erilse, yazarak da kavuşulsa sonuç değişmez. Ancak şu var ki, nurları okumanın yasak olduğu, Üstatla temas edenlerin bile hapislere, sürgünlere sevk edildikleri o müthiş zamanda, en büyük hizmet nurları yazmak ve neşrine öylece çalışmak idi. Teksir makinesiyle çoğaltma dönemini, Üstadımız Risale-i Nur’un bayramı olarak ilan etmiş ve teksir makinesini binler kâlem ile neşir yapmaya benzetmişti. Bugün, Rabbimize hadsiz şükürler olsun, Nur Risaleleri her dilde rahatlıkla basılmakta ve muhtaçlara ulaştırılmaktadır. Artık yazma, o zulüm dönemindeki tarihî önemini kaybetmiştir. Ancak, Osmanlıca eserleri okuyabilenlerin, eserleri Osmanlıcasından okumaları, yazıya özel bir merakı olanların da yazmaları nurlardan istifadelerinin artmasına sebep olabilir. Bu özel bir durumdur, genel tarz, Nurları okumak, yaşamak ve neşrine çalışmaktır.

Şunu da önemle ifade etmek isterim: Hizmetimizin her sahasında meşveret ve şura esastır. Nurları okunma tarzının da yetkili kişilerden teşekkül edecek bir şurada enine boyuna tartışılmasının en verimli şekli ortaya koyacağına inanıyorum.

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.

(2) bk. Şualar, Yedinci Şua (Ayetü’l-Kübra)

(3) bk. Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı.

Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editör

 

www.NurNet.org

Tenkid Edenlerin Eli Yetişmediği için..

“Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: “Tuh, ne kadar çirkindir” der. O güzelin güzelliğini nefyeder.

Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [1]

Malumdur ki insan on sekiz bin alemin kapısıdır. Bu sebeple insan tek düze giden monoton (tek ses) bir hayatı ve hayat anlayışı felsefesi olması münkün değildir. Monoton bir hayat yaşıyorum sözü ise gerçek bir söz değildir. Bu sözü söyleyen kimselerin aslında iç aleminde pırtınalar kopuyor demektir. Bunu kendisine itiraf etmese de edemese de veya farkında olmasa da bu böyledir. Çünkü insan aleminde tek düzen üzerine teşbihte hata olması otoban gibi bir şey yoktur.

İnsan iniş çıkışlarla çalkanan bir haleti vardır. Halık-ı K
ainat olan Rabbimiz Allahımızın esmalarının insanda tecelli etmesine göre insan haleti teşekkül eder. Bu hallerin toplamıyla haley ne neticede Siret teşekkül eder. “emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-
bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.” [2]
rabbimizin bizde celali ve cemali olmak üzere tecellilerine göre de bizim haletimiz değişmektedir. Üzüntü, keder, daralmak, ümitsizlik.. gibi haletler bu celali isimlerin tecellileridir. Neşe, sevinç, mutluluk.. gibi hisler ise cemali esmanın tecellisidir.

İnsanın böyle çetrefilli bir hayat var. Bu hayat içerisinde öneml bir yerini ise maneviyat tutar. Maneviyatta farklı usuller, tarzlar, m
etodlar tatbik edilir. Bu tatbikatta herkes bir derece muvaffak olur. Netice de farklı islami tebliğ metodları tezahür eder. Kimi aklen, kimi kalben..

Risale-i Nurun metodu ise aklın ve kalbin imtizacı iledir. Bu sebepledir ki tasavvuf ehli ve felsefeciler Risale-i Nurun hizmet tarzını tam olarak bir statü veremezler. Çünkü akıl + kalb = Risale-i Nur Hizmet metodunu teşkil eder. Sermayesi sadece kalb veya akıl olanlar bu denklemi çözmekte zorlanırlar. “azîm mana ve büyük hakikat, kasır-ül fehm olanlarca..”[3] Risale-i Nur Külliyatı gibi bir hizmet metodunun sistematiğini çözmekte sorunlar yaşamaktalar. Lakin Risale-i Nur Külliyatı okuyucuları ve talebeleri“nazarları o dereceye çıkmayanlara ve kasır-ün nazar olanlara, derecelerine göre birer basamakta o müezzin-i a’zamı gösteriyorlar..” [4] bu vesilelik ile aklı veya kalbi bu hakikatleri derk edebiliyor. Yoksa “Akıl ona yol bulamaz.” [5] çünkü bilmediği veya bildiğini zannettiği meselelerde farklı izahlar ve ikna ilzam tarzını gösteriyor.

Risale-i Nur Külliyatını bilmeyen veya üstün körü bakanlar ise “maatteessüf kasır-un nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor.” [6]neticesinde ise imanını tahkim edip kuvvetlendirecek eserlerden uzak kalarak kendisi zarar eder. Bir de anlaşılmaz muğlak gibi gösterip kendi eserleri satılsın isterler. Hatta “Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.” [7] bu vakıa az değildir.

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır.. [8] bu sebeple Ehl-i Sünnet itikad ve amelini muhafaza ve müdafaa eden kim olursa olsun onu çürütmek yerine onu kuvvetlendirip müntesiplerini de ona teşvik lazımdır. Çünkü orasının itikaden ve amelen salabetli sağlam olması demek toplumsa olarak ehl-i sünnetin diri ve iri olmasına sebeptir. Aman onu birak bize gel bizimki cici o ise eheh gibisinden davranışlar ehl-i hamiyete yakışmayan bağnaz ve taassup taşıyan ve müstebidane davranışlar sergileyen kimselerin işidir.

Risale-i Nur Külliyatı da Türkiye’nin en zor zamanlarında Manevi Cihat sahasına atılmış ve 1750 defa amhkeme görmüş ve beraatler almış olup dünya hukuk tarihinde eşi benzeri olmayan bir hadise tahakkuk etmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı okuyanlarına ve okudukça insanın dar olan havsalasını genişleterek “Dar nazarlı, kasır fikirli ve muhakemesiz akıllı, esbabperest insanın nazarını vahdaniyet-i İlahiyenin delillerine çevirip, güzel bir temsil üzerinde “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh” der, tevhidi isbat eder.”[9] bu suretle Risale-i Nur Külliyatı metodolojisi teşekkül eder.

“Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.”

“Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum.” [10]

Anlaşılmıyor! gibi bir tabir ise mantıkça da aklende yanlış bir cümledir. Çünkü bir kaç kişinin anlayamaması başlangıçta normal bir şeydir. Anlaşılmıyor yerine ben anlamıyorum deyip kendi acizliğini itiraf etmek gerekir. Yoksa sen anlamdın diye anlaşılmaz, anlaşılmıyor demek akıl tutulmasından öte bir şey değildir. “bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [11] meselesi gibi olur.

“Risale-i Nur, sair kitablara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. [12]

“Dünyada çok kitablar vardır ve o kitabları okumuşsunuzdur. Okuduğunuz kitabların hepsini de anladınız mı? Alâküllihal anlayamadığınız mes’eleler çoktur.” [13]

“.. herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var; fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir.” [14]

“Ey ihvan! Risale-i Nur’un bütün cüzlerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnız birini dinlemeye, okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tevfik verirse, imanını kurtaracak hakikatları onda bulur. Çünki her cüz’ün diğerleri ile manen irtibatları vardır. Okuyana ve dinleyenlere sırran diyorlar ki: Bu okuduğun kitabda bizdeki hakikatların da uçları, kokuları, işaretleri var.

Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir. Bulur ve bilebilirsin.” [15]

“En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes her Hakikattan hissesini alabilir. Çünki Hakikatlarda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.” [16]

Burada ifade ettiğim ve edemediğim nice sebeplerle Risale-i Nur Külliyatına ilişmek yeni bir hadise değil. Mezkur sebepler ve kıskançlık, anlayamamak, taassub, bağnazlık, rekabet.. gibi sebeplerle tarih bize gösterdi ki “çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık ve anladık ki: Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar. [17]

O halde hangi meslek ü meşreb olursa olsun Risale-i Nur Külliyatına ilişmemek veya nazarlardan düşürtmeye yani kıymetsiz gibi göstermek çabası yerine akıllı olup nurlardan istifade etmeye çalışmaları daha akıllı ve mantıklı bir iş olacaktır.

“Eskiden beri lafz ve mana, üslûb ve muhteva bakımından, edibler ve şâirler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûb ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, manayı ifadeye feda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.” [18] şimdi birisi çıksa şairane kafa ile Risale-i Nur Külliyatını anlayamadığını söylese “şiirde, hayal hükmettiği için hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir.” [19] şairane bir kafanın Risale-i Nur’u anlaması biraz müşkildir. Çünkü zihinde hayal hükmeder. Yani tahayyül dimağa hakim olmuştur. “şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar.”[20]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Sözler ( 68 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 8 )

[3] Sözler ( 411 )

[4] Mektubat ( 337 )

[5] Sözler ( 245 )

[6] Lem’alar ( 85 )

[7] Mektubat ( 426 )

[8] Lem’alar ( 87 )

[9] Lem’alar ( 394 )

[10] Barla Lahikası ( 56 )

[11] Sözler ( 68 )

[12] Şualar ( 60 )

[13] Barla Lahikası ( 146 )

[14] Barla Lahikası ( 146 )

[15] Barla Lahikası ( 306 )

[16] Barla Lahikası ( 320 )

[17] Lem’alar ( 260 )

[18] Asa-yı Musa ( 269 )

[19] Barla Lahikası ( 334 )

[20] Mektubat ( 269 )

www.NurNet.Org