Etiket arşivi: anne baba

Hayatın Çekilmezliği

Toplum tarafından titizlik hastalığı olarak bilinen Saplantı-Zorlantı, psikolojide; “Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu” olarak ifade edilmektedir.

Obsesif, istenmeden bilince gelen ve sürekli tekrarlanan saplantılı düşünceler iken kompulsif, istenmeyen düşünceleri kovmak için yinelenerek yapılan hareketlerdir. Başka bir ifadeyle kişinin iradesi dışında olan ve engelleyemediği düşünce yoğunluğudur.

Kişinin bu davranışı istem dışı bir olaydır. Kişi düşüncesinin saçma olduğunu bilmesine rağmen bunu engelleyemez. Engellemeye çalıştıkça, istenmeyen düşünceler daha şiddetli olarak gelir. Bunun sonucunda ise kişi rahatlama adına istenmeyen hareketleri yapar.

Genellikle 18-25 yaşlarında belirgin olarak kendini gösteren bu hastalık tedavi edilmediği zaman ileri yaşlarda etkisini artırarak devam ettirir.

Titizlik hastalığı kültürden kültüre değişkenlik göstermekle beraber bizim kültürümüzde daha çok kadınlarda görülmektedir. Yaşam tarzlarından dolayı şehirde yaşayan kadınlarda kırsal kesimde yaşayan kadınlara göre daha fazla görülmektedir. Yine bu hastalık, sosyoekonomik ve sosyokültürel seviyesi yüksek ailelerle, “günahtır”, “ayıptır” kelimelerini fazla kullanan ailelerde daha fazla görülmektedir.

En çok görülen saplantılı düşünceler

Ocağı, kapıyı, pencereyi kapattım mı? Kapıyı, arabayı kilitledim mi? (En küçük bir ağrıda) kanser miyim? Bunların yanında namazın rekâtlarını karıştırma, abdest alırken uzuvları fazla yıkama düşüncesi, olumsuz düşünceler için sürekli tövbe tövbe deme, tabela ve araba plakalarını okuma, apartmanların kaç kat olduğunu sayma gibi davranışları sayabiliriz.

Zorlantılı hareketler

En küçük su sıçratmalarında üzerini değiştirme, gelen misafirden sonra evi baştan aşağı temizleme, simetriye aşırı önem verme adına eşyaları belirli düzene göre yerleştirme, düzelttikleri bozulur diye kimseye dokundurtmama, kapı kolları, para gibi insanların ortak kullandıkları şeylere dokununca elleri aşırı şekilde yıkama, banyoda belli sayıda sabunlanmadan çıkamama, abdest uzuvlarını sünnet olandan fazla yıkama gibi hareketleri sayabiliriz.

Titiz İnsanların En Belirgin Özellikleri

Titiz insanlar, ilişkilerinde kuralcı ve kusursuzluk adına aşırı kontrolcüdürler. Konuşmalarında sözcükleri seçerek konuşma ve ayrıntıcılık belirgindir. Düzgün ve kibar konuşurlar ve insanlara saygılıdırlar.

Simetriye önem vermekle beraber yaptıkları işlerde hata olur korkusuyla işleri tekrar tekrar gözden geçirme, ileride lazım olur diye bir şeyleri biriktirme davranışları görülür.

Elleri kirli olmadığı halde defalarca yıkama,  banyodan bir saatten önce çıkamama gibi özellikleri vardır.

Eve kimse gelmese de temiz olan evi, her sabah defalarca silip süpürme, aradığı şeyi bulamama korkusuna bağlı olarak her şeyin yerli yerinde olmasını isteme ve evdeki eşyalara kimsenin dokunmasına izin vermeme gibi davranışlara sahiptirler.

Gördüğü her arabanın plakasını okumaya çalışma, apartmanların kaç kat olduğunu sayma, levhaları okumaktan kendini alamama gibi davranışları bulunmaktadır.

Titizlik Hastalığının Kaynaklanma Nedenleri?

Titizlik hastalığının tam olarak bilinmese de titizliğin oluşmasında iki önemli sebebin olduğu düşünülmektedir. Bunlardan biri annenin titizliğini çocuk eğitiminde de kullanması ikincisi ise yanlış tuvalet eğitimi.

Mükemmeliyetçi ve kuralcı anne babanın çocukları bu hastalığa daha yatkın olmaktadır. Yani çocuk bu konuda anne babasını model almaktadır. “Lütfen”siz konuşturmama, “misiniz, musunuz” dışında cümle kurdurtmama, en küçük ıslaklıkta ve kirlenmede üzerini çıkarttırma, her şey için el yıkatma gibi davranışlarla sürekli karşı karşıya kalan çocuk, bu davranışları kendisi de farkında olmadan içselleştirecektir.

Anne babaların, çocuklarının tuvalet eğitimine erken yaşta başlamaları, çocuğun tuvalet eğitiminde onlara katı davranmaları ve onlara sık sık ceza uygulamaları bu hastalığa yol açar. Aileler çocuklara tuvalet eğitimini verirken uygun zamanı beklemek yerine çocukla inatlaşmaya girerler.

Anne kendince uygun bir zamanda, çocuğu, tuvaletini yapması için tuvalete götürür. Fakat çocuk o anda ihtiyacı olmadığı için tuvaletini yapamaz. Tuvaletini yapmayan çocuğa anne kızar. Daha sonra ihtiyacı gelip de annesinden korkan çocuk bu sefer de altına yapar. Bunu gören anne çocuğa, bu sefer daha şiddetli olarak, tekrar kızar. İkilem içinde kalan çocuk ne yapacağını şaşırır.

İkilem içinde kalan ve bağımsızlık davranışları pekiştirmesi gereken çocuk, cezalardan ve aşırı kontrolcü ailelerden dolayı ayrı bir kimlik geliştiremezler. Böyle aileler, çocuklarının yaptıkları her şeyin doğruluğundan da sürekli şüphelenirler. Yine mükemmeliyetçi anne babaların empoze ettiği katı düzen ve disiplin içinde çocuk kendisini onlara göre değerlendirip onlara göre yaşar.

Çocuklukta öğretilen ya da öğrenilen bu tür davranışlar bir hastalığa dönüşerek kendini, daha çok ergenlikte ve gençlik çağında göstermeye başlamaktadır.

Titizlik Hastalığı Nasıl Yenilebilir?

Çocukluktan itibaren öğrenilerek kazanılan bu olumsuz davranışlar, yine uzman gözetiminde ilaç ve terapi ile terk edilebilir.

Kişi olumsuz davranışı bırakma ve olumlu davranışı kazanmak için öncelikle kendisinde sıkıntı oluşturan düşünce ve davranışlarının bir listesini çıkarmalı. Bu liste, kişiyi en az rahatsız edenden başlayarak en çok rahatsız edene doğru sıralanır.

Kişi, kendini en az rahatsız edenden başlayarak bırakma çalışmaları yapar. Belirli aralıklarla o davranışı bırakmasını sağlamak kişideki diğer rahatsızlıklar için hem bir geri bildirim hem de bir pekiştireç olur.

Elini her seferinde yirmi kez yıkıyorsa zamanla on dokuz, on sekiz, on yedi, on altı… şeklinde istenilen seviyeye getirilebilir. Bu davranış, kişinin titizlik hastalığıyla yüzleşebilmeyi öğrenmesidir.

Kişi hastalığına neden olan davranışını yapmamayı veya bir kısmını terk etmeyi öğrenir. Tetikleyici durumla defalarca yüz yüze gelen kişi buna karşı durmayı öğrenir. Kişi, başına olumsuzluk gelmediğini ve anksiyetesinin azaldığını görünce bir rahatlama hisseder. Bu da kişide bir geribildirim oluşturur.

Bunun yanında bunaltının artmasını isteyerek daha çok o hareketi yapma çalışması istenebilir. “Ocağı kapattım mı, kapıyı kilitledim mi?” sorusu aklına gelen kişinin ocağın ve kapının kapalı olup olmadığına defalarca bakması istenerek, bıktırma yöntemi uygulanabilir.

Sonuçta kişinin bu davranışı bırakma konusunda istekli olması gerekir. Bunun için de üzerine düşen görevi fazlasıyla yapmalıdır. Aşırılığı halinde uzmandan yardım alınmalıdır.

Mehmet Emin Karabacak

Çocukların Camiye Getirilmesi

Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığımız, küçük çocukların camiye getirilmesi mevzuu üzerinde beyanatlarla ve hazırlattığı vaazlarla ısrarla durmaktadır. Ancak bu mevzua her yönüyle dikkati çekmeyi yapmaması sebebiyle, bilhassa camilerimizin çok dolu olduğu mübarek gecelerde cemaatle farz namazları ve Ramazan’da teravih namazları kılınırken, bazı küçük çocukların cami adabına çok aykırı hallerinden rahatsızlık duyan cemaatle diğerleri arasında çok sert tartışmalar olabilmektedir.            
Bunun bir sebebi de, küçük çocukların camiye getirilmesi mevzuundaki ısrar ve tavsiyelerinde Diyanet İşleri Başkanlığının bu mevzua bütün yönleriyle değil, sadece bir yönüyle bakmasıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, küçük çocuklarını camiye getirecek olan yakınlarının camide nasıl davranmaları hususunda çocuklarını eğitmeyi ve camide kendi kontrolleri altında bulundurmayı ihmal etmemelerinin de söylenilmesi gerekmektedir.
30 Nisan 2018 tarihini 1 Mayıs 2018 tarihine bağlayan gece, İslâm dininde yılın en mühim gecelerinden biri olan “Berat Kandili” gecesiydi. Tüm yurtta bu sebeple, yatsı namazında camiler cemaatle doldu. O gece gitmiş olduğum camiye küçük çocuklarıyla birlikte gelenlerden bazılarının daha önce çocuklarına cami adâbı mevzuunda gerekli eğitimi vermiş ve onları kendi kontrolları altında tutmuş oldukları görülürken, bazıları ise sanki çocuk parkına eğlenmeye götürmüş gibi çocuklarını camiye getirdiklerinden, onların cemaatle farz namazı kılınırken yaptıkları sebebiyle, cemaat içinde  sert tartışmalar tekrar yaşandı.  
“Cami adâbına uymak” da mühim bir mevzudur ve bunun üzerinde halkımızı çeşitli yönleriyle dinî irşad faaliyetine – yaklaşan Ramazan ayı vesilesiyle de- ihtiyaç bulunmaktadır. Bir misal olarak, “Sorularla İslamiyet” adlı web sitesinde, küçük çocukların camiye getirilmesi mevzuunda sorulan bir suale verilen cevapta şunlar söylenilmektedir:
Bu mevzuda Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud’un bize aktardığı şu hadisler konumuza ışık tutmaktadır: 

“Hz. Peygamber(a.s.m), bazen Zeyneb’in kızı Ümame omzunda olduğu halde namaz kılardı. (Bir rivayette öğle ve ikindi namazlarında cemaate namaz kıldırırken Ümame omzundaydı. Rükûa vardığında onu omzundan indirir, kalkınca tekrar omzuna alırdı” (bk. Şevkânî, Neylu’l-Evtar, I-II/422-423).

Yine İmam Ahmed’in rivayetine göre: Hz. Peygamber bazen yatsı namazını kılarken yanında getirdiği Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onu bırakmaz, secdeye vardığında sırtına binerlerdi. Efendimiz kalkarken onları yavaşça yere bırakırdı. Yine secdeye vardığında tekrar sırtına binerlerdi. Namaz boyu bu böyle devam ederdi. (bk. a.g.y.)

Fıkıh kitaplarımızda, çocuklarla delilerin camileri pisleyecekleri endişesiyle onların camiye girmelerinin caiz olup olmadığı hakkında, âlimler farklı görüş beyan etmişler. 

Hanefi âlimlerine göre, camiyi pislemeleri ihtimali yüksek olduğu durumlarda, çocuklar ve delilerin camiye girmeleri tahrimen mekruhtur. Bu ihtimal yüksek değilse, tenzihen mekruhtur. 

Malikilere göre de, camiyi pislemeleri ihtimali yüksek olduğu durumlarda veya –sözden anlamaz bir şekilde- camide gürültü yapar, oynarlarsa, girmeleri haramdır, böyle bir durum yoksa caizdir.

Şafiiler de yaklaşık aynı görüşteler. Onlara göre, mümeyyiz (iyiyi kötüyü farkeden) çocukların camiye girmelerinde bir sakınca yoktur. Mümeyyiz olmayanların -aynı endişeden dolayı- girmeleri haramdır.

Hanbelilere göre ise, mümeyyiz olmayan çocukların sebepsiz camiye götürülmeleri mekruhtur. Fakat okuma-yazma öğrenmek gibi bir ihtiyaçtan dolayı, çocuk ve hatta delilerin de camiye girmelerinde bir sakınca yoktur. (bk. el-Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, I/288). 

Mümeyyiz; iyiyi, kötüyü fark eden, söz dinleyen çocuk demektir. Yaklaşık 6-7 yaşındakiler, zihinsel bir problemleri yoksa, mümeyyiz olurlar. Hadislerde çocuklara namaz öğretme yaşının 6-7 olarak tespit edilmesi de bu mümeyyizlik vasfının o yaşlarda geliştiği içindir. Bugün artık altı yaşındakiler okula gidiyorlar.

Çocukların 6 yaşına geldiklerinde namaza yönlendirilmesi, on üç yaşına geldiklerinde ise, daha duyarlı bir şekilde yönlendirilmesi gerektiğine dair hadisler vardır. (bk. Gazali, İhya, II/217, Şevkânî, Neylu’l-Ev tar, I-II/287-88). 

Cemaat halinde namaz kılarken erkek, kadın ve çocukların ne şekilde namaza duracakları da Peygamber Efendimiz tarafından öğretilmiş ve bu uygulama da günümüze kadar korunarak gelmiştir. Cemaat halinde namaz kılınırken ilk önce erkekler, sonra çocuklar, daha sonra da en arkada kadınlar saf yaparlar. Bu ise, saadet asrında çocukların camiye gittiğinin açık belgesidir.

Bu fiilî uygulamanın esasları da kaynaklarımızda mevcuttur. Bu konuda birçok hadisi misal olarak verebiliriz: 

a. Peygamber Efendimiz toplu namaz kılarken safların ne şekilde olacağını bizzat kendisi belirlemiştir: “Namaz kılarken benim arkamda ilk safta erkekler, sonra onların arkasına duranlar sonra onların arkasına duranlar” (Müslim, Salat, 122; Ebu Davut, Salat, 96; Tirmizi, Mevakit, 54) 

Âlimlerin cumhuruna göre, bu hadis-i şerif, ilk safta erkeklerin, sonra varsa çocukların, en arkaya da kadınların saf yaparak namaz kılmalarını emretmiştir. (İbn Recep, Fethu’l-Barî, VI/132- el-Mektebetu’i-Şamile).

b. Bir diğer hadiste Allah Resulü namaz kıldırırken kendisinin arkasına erkekleri, onların arkasına çocukları, çocukların arkasına da kadınları saf yaparak namaz kıldırdığı, rivayet edilmiştir. (Taberanî, Mucemul-Kebir, 3/291; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/34).

c. Bir rivayete göre Hz. Peygamber(a.s.m) şöyle buyurdu: “Ben bazen durduğum namazı uzatarak kıldırmak istediğim halde, çocuk ağlamasını duyduğum için, annesi rahatsız olmasın diye namazı kısa kesiyorum” (bk. Buharî, Ezan, 65; Müslim, salat, 191). Demek ki kadınlar çocuklarıyla bile sabah namazına geliyordu. 

Fıkıh kaynaklarında, bırakın çocukların camiye gitmesini, işin ehli, aklını kullanabilecek bir seviyeyi yakalamış çocukların imamlık yapıp yapmayacağı konusunda önemli bilgilere yer verilmiştir. İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre, Şafii âlimleri buna cevaz vermişler. Hanefi âlimleri ise, farzlarda değil, -teravih gibi- sünnet/nafile namazlar için caiz görmüşlerdir. (bk. Nevevî, Mecmu, IV/248-249).

Caiz görenlerin bir delili şu hadistir: Amr b. Seleme anlatıyor: “Ben Hz. Peygamber devrinde daha yedi yaşında iken imamlık yaptım” (a.g.y.).

İmamlık yapacak çocukta aranan şart: onun bilgi bakımından işin ehli ve aklını kullanabilecek bir düzeyde olmasıdır. Bunun farklı kimselerde farklı bir tezahürü olduğunu söyleyen âlimlere göre, bu şart bazılarında 6-7 yaşlarında ortaya çıktığı halde, bazılarında on yaşlarında bazılarında ise daha sonraki yaşlarda ortaya çıkabilir. (a.g.y.).

Şunu belirtmeliyiz ki, çocukların dini terbiyeleri başta anne-baba olmak üzere bütün toplumun omzundadır. Çocuk yaşta vermesi gereken dini eğitimi vermeyen anne-babanın sorumluluğu büyüktür. Büyüdükten sonra, kendisine verilmeyen eğitimden dolayı yapacağı suçlara onlar da ortak olur. Çünkü,
bir şeye sebep olan onu yapmış gibidir. Tersi de öyledir: onların verdiği eğitim sayesinde çocuklarının kazandığı sevaplara onlar da ortaktır. 

Kendilerine düşen görevlerini yerine getirdikten sonra, çocukları daha sonra şeytana uyar kötülük yaparsa, elbette onlar artık sorumlu değiller. Âyette belirtildiği üzere
“Kimse başkasının günah yükünü yüklenmez/başkasının suçundan dolayı sorumlu tutulmaz.”

Her çocuğun mizacı ayrıdır. Farklı terbiye yöntemine ihtiyaç duyabilir. Ancak genel olarak şu hususlara dikkat edilse iyi olur.

Ödüllendirme metodu çocuk için çok önemlidir.

Camideki cemaati rahatsız etmemeleri için özel tavsiyelerde bulunulmalıdır.

Hem maddî hem manevî açıdan camiyi kirletmemeleri için gereken önlemler alınmalı ve öğütler verilmelidir.

Söz gelimi, İslam’ın kendilerine tanıdığı haklarını bilmeli ve o yerlerin sınırını aşmamalıdır. 

Örneğin, ön safta asla yer almamalıdır. Özellikle yaşlı insanlar daha fazla rahatsız olurlar.

Çocuklarıyla beraber gelen babalar, çocukları kendi saflarında değil, kendileri çocuklarının saflarında durmalıdır.

Hocalarımız tarafından cemaat de bu konuda eğitilmeli: Çocukları ufak bir söz, bir olumsuz davranışla incitmek, hayat boyu onları dinden soğutabileceğini akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu takdirde onların vebalinin hesabını da düşünülmelidir
 
Prof.Dr.Mustafa Nutku
(Kaynak: Sorularla İslamiyet)

Belleri Bükülmeyen Kızlar

Kızını okuyup kariyer yapması için elinden gelenin fazlasıyla yapan bir anne, yıllar sonra acıda olsa bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Kızımın okuması için her şeyi yapmışım ama kızımın evliliği ve anneliği için hiçbir şey yapmamışım.”

Rabbimiz tarafından en güzel şekilde yaratılan insanoğlu, dünyaya gönderiliş gayesinin başında Rabbine kul olmak gelir. İnsanoğlu bir taraftan Rabbine kulluk vazifesini yerine getirirken bir taraftan da çocuklarını Rabbine kul olacak şekilde terbiye etmesi gerekir.

Rabbimizin emirleri doğrultusundaçocukları,  iki cihanda da mesrur olacak şekilde yetiştirmek anne babaların en başta gelen sorumlulukları arasında yer almaktadır.Bunun için “…Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden…”(Bakara 2/24)çocuklarıkorumakanne babaların verecekleri terbiyeye bağlıdır.

Misyon Farkı

Rabbimizin çocuklar için öngördüğü misyon ile günümüz anne babaların çocuklar için öngördüğü misyon arasında özellikle de kız çocuklarında ciddi anlamda farklılıklar bulunmaktadır.

Rabbimiz kız çocuklarını, yetişkinlikte yüklenecekleri eş ve annelik görevlerine uygun duygularla donatarak yaratmıştır. Bu duyguların başında şefkat, merhamet, sevgi, bağlılık gelmektedir. Günümüz de ise kız çocuklarını fıtrata uygun duygularla yetiştirmek bir yana erkek çocuğu gibi yetiştirilmektedir.

Bir eş ve anne adayı için olmazsa olmazların başında gelen bu duygular, anne babaları tarafından ikinci plana atılmakta hatta hiç dikkate dahi alın(a)mamaktadır.  Buna birde günümüz mesleklerin rekabetçi bir düzene dayanmasını hesaba katarsak zaten temelinde sağlam olmayan bu duygular iş hayatında iyice körelecektir.

Duyguları körelen kızlar, meslek sahibi olup evlendiklerinde çocuklarına bu duyguları göstermekte sıkıntılar yaşayacaklardır. Rabbimiz tarafından ihsan edilen bu duygular eğer meslek ve kariyer adına köreltilmemiş olsaydı anne kokusuna hasret bu çocuklar daha üç, altı, dokuz aylık olmadan bakıcılara ve kreşlere bırakılmazdı. Kreş sayılarının günümüz de bu kadar artmasının başka izahı da yoktur.

Erkek Gibi Yetiştirilen Kızlar

Günümüz anne babaları kız çocuklarını kız, erkek çocuklarını da erkek gibi yetiştirememektedirler.  Bu da kız çocuklarını erkek gibi davranmaya, erkeklerinde kız gibi duygusallaşmalarına neden olmaktadır. Her haliyle fıtratına uygun yetiştirilemeyen bu çocuklar, sağlıklı bir kişilik geliştiremeyeceklerdir.

Kadınlarda olması gereken duygusallık erkeğe, erkekte bulunması gereken cesaret kadınlarda daha fazla olduğu zaman dengeler altüst olmaktadır. Bırakalım kızlar duygusal, erkeklerde cesaret sahibi olsunlar. Her çocuğu fıtratına uygun olarak yetiştirilsin ki kızlar kız gibi erkekler erkek gibi olsunlar.

Anaokullarına bakıyoruz kız çocukları erkek gibi konuşmakta erkek gibi davranmaktadırlar. Erkek çocuklarına dahi yakıştıramayacağımız birçok şeyleri kız çocukları çok rahat yapmaktadırlar.

İlkokullarda da durum bundan farklı değil. Bu durumu bir öğretmen arkadaş şöyle anlatmaktadır: “Eskiden sınıfında kız öğrenci çoksa ses çok olurdu. Erkek çoksa yaramazlık çok olurdu. Günümüzde ise ikisi de birbirine karıştı. Sınıfınızda kız ya da erkek çocuğunun fazla olması durum değiştirmiyor. Kişilik ve davranış olarak birbirlerinden farkları kalmadı. Kızlar erkek gibi yaramazlık yapmaktalar erkekler de kızlar gibi çok konuşmaktadırlar.”

Ortaokul ve liseye devam eden kız çocukların durumları da hiç iç açıcı değil. Ağızları erkek ağzı gibi ve gün geçtikçe de bozulmaktadır. Hiç kimseye yakıştıramadığımız sözleri rahatlıkla söyleyebilmektedirler. Konuşmaları ciddiyetten uzak ve ağızlarını da eğip bükerek konuşmaktadırlar. Toplum içinde birçoğunun ağzında sigara, yüksek sesle, lanlılunlu, küfürlü konuşmaktadırlar. Evde, ev işi yap(tırıl)madıkları için belleri bükülmüyor.  Yolda önüne bakarak yürümesi gereken kızlar, köy ağası gibi yürümektedirler.

Evlerde de durum dışardan farklı değil. Bu çocuklar; anne babaları eve girdiği zaman toparlanmak bir yana istifini dahi bozmamaktadırlar. Anne babalarıyla konuşurken arkadaşlarıyla konuşur gibi konuşmaktadırlar. En küçük uyarı ve ikazlarda arkadaşıma tepki verir gibi tafralar yapmaktadırlar. Eğitim sadece akademik başarı üzerine yapılınca bu durumlarda kaçınılmaz olacaktır.

Annelerinin “Ayak İzlerini” Takip Edecek Kızlar

Anne yengeç yavrusuna sormuş: “Evladım neden dik yürümüyorsun?”

Yavru yengeç: “Anne ben seni hiç dik yürürken görmedim ki…” demiş.

Kız çocukları yaratılışları gereği süslü ve renkli giyinmeyi severler. Eskiden anneler kız çocukların bu özelliklerini dikkate alırlar fakat abartıya kaçmazlardı. Ancak günümüz anneleri bunu fazlasıyla abartmaktadır.

Daha küçük yaştan itibaren çocukların bilinçaltlarına; güzel olmalısın, marka takılmalısın ki toplum içinde havan olsun mesajı verilmektedir. Bu mesajları alan çocuklarda herkese kendini beğendirme psikolojisi içine girmektedir.Toplum içinde kişinin değerini özellikle marka belirleyeceğini düşünen çocuklarda marka takıntısı başlayacaktır.

Anaokullarına bakıyoruz anneler kız çocuklarını şık ve marka giydirme yarışına girdiklerini görüyoruz. Hal böyle olunca anaokulu çocukları kendi aralarında “Senin ayakkabıyın markası ne, nerden giyiniyorsunuz?” konuşmalarına tanık oluyoruz. Hal böyle olunca anneler; marka bağımlısı kompleksli çocuklar yetiştirmektedirler.

Gerçi evlerde annelerin giyinmede önceliği marka olunca, çocuklar arasında bu tür konuşmalarda doğal olacaktır. Malum eskiden annelerin gardıroplarında sadece giyecekleri kadar giysileri vardı. Giymediklerini de de ihtiyaç sahiplerine verirlerdi.

Oysa günümüzde annelerin gardıropları butik dükkânı gibi koyacak yer bulamamaktadırlar. Her ayakkabıya uygun çanta, manto, başörtü… bulunmaktadır. Giymediklerini de ihtiyaç sahibi birine vermek yerine bir gün giyerim ya da vermeye kıyamadıkları için vermemektedirler.

Gardıroplar ağzına kadar dolu olunca günümüz anneleri dışarıya çıkmadan en az yarım saat aynanın karşısında nasıl güzel olabilirim kaygısı içinde geçirmektedirler. Evde eşinin yanında üst başına dikkat etmeyen bu anneler, dışarı çıkarken defileye gider gibi giyinmektedirler. Model böyle olunca ister istemez kız çocukları annelerinin“ayak izlerini”takip edecektir. (Devam Edecek)

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Sevgiyi Sevmek Zorundayız

Yüce Yaratıcı kendisini unutanı, kendi haline bırakıyor. Bir Batılı düşünürün ifadesiyle, ALLAH’ tan uzaklaşan insan, bizzat kendisinden uzaklaştı. Allah’tan uzaklaşmak, insanlıktan uzaklaşmak anlamına geldi. Bu şekilde kendisinden uzaklaşan insanlar, artık insanlar gibi konuşamıyorlar ama, hayvanlar gibi havlaşıyorlar. Madde itibariyle çok zenginleşen insanlar, yüreklerini fakirliğe teslim etmiş bulunuyorlar. Hep biriktirmek ve daha fazlasına sahip olmak uğruna, hatır gönül dinlemiyen insan, en yakınlarını bile uzaklaştırdı. En çok ihtiyaç duyduğu zamanda bile bulamayacağı kadar uzaklaştırdı. Şimdi Batılı zenginler, önemli bir hastalık geçirdiklerinde, tehlikeli bir ameliyat yaşadıklarında çok seviniyorlar. Çünkü ancak o zamanlarda, yakınlarının sevgisini ve bir parça da olsa şefkatini görebiliyorlar. Maddeci medeniyet insanı sevgi yetimi ve şefkat öksüzü haline getirmiştir.

İşte bu zihniyetin en hayırlı sonucu, çok kullanışlı ve lüks huzur evleri açmaktır. Çünkü maddeci insanın kendisi gibi çıkarlarından ve beden rahatından başka değer tanımıyan nesli, anne ve babası da dahil kimseyle birşey paylaşmak istemiyor.

Bu sebeble, Batılı bir pedagog şöyle diyor:

“Çocuklarınıza iyi bakın ve çok iyi bir eğitim verin. Çünkü onlar gelecekte sizin hangi huzurevinde kalacağınıza karar verecek kişilerdir.”

Demek oluyor ki, bugünkü maddeci medeniyetin yetiştirdiği en hayırlı evlat, ebeveynini en iyi bir huzurevine götürüp bırakandır. Bu anlayış artık bizim ülkemizde de yerleşmeye başlamıştır. Hem de varlıklı insanlar huzurevi köşelerine atıp ziyaretine aylarca, yıllarca gelmediği anne babasını huzursuz etmektedir.
Bütün bunlar günümüz dünyasında çölleşen yüreklerin feryadı sayılmalıdır.

Bu kötü gelenek, yürek zengini insanlar tarafından kırılmalıdır. Bu insanlar artık Batı dünyasında giderek azalmaktadır. Dolayısıyla da bu noktada Müslümanlara görev düşmektedir.

Hala Allah ve ahiret imanı ile yüreklerinde insanı bir taraf kalmış olan Müslümanlar’a çok büyük bir vebal ve ağır bir görevdir bu… Eğer yeryüzünde sevgi yaşayacaksa, yani insan, insan olması itibariyle, yaşamaya değer bir hayatı yaşayacaksa, MÜSLÜMAN yüreğine ihtiyaç vardır. Bu yürek, Allah’a imanla yücelmiştir. O’NA TEVEKKÜL VE TESLİMİYETLE güçlenmiştir. Yaptığı iyiliklerin dünyada değilse bile, ahirette işe yarayacağını bilen, bu sebeble de kötülük görse dahi, iyilikten vazgeçmeyen bir yürektir. Bütün mahlukatı Allah’ın ayali bilen, varlığa hizmet etmenin Allah’a kulluk olduğunu idrak etmiş bir yürektir.

Yani yaratılmışı YARATAN’dan ötürü seven bir anlayış…

Vehbi Vakkasoğlu

Kadın Olmayı Sevmek-2

Bir yazının ya da eğitimin ardından konunun hemen “ Peki ne yapacağız?” a bağlanmasına çok alıştım. Zaten bu ülkede insanlar da her defasında başkalarının çözümlerini uygulamaya alışmışlar ne yazık ki… Kendi probleminin çözümünü bulma yoluna girmek uzun ve yorucu oluyor pek çok kimse için. Ama başkasının çözümü de eğreti durunca iç dünyalarında, bu sefer daha yorgun ve çaresizce başka çözümlere yöneliyorlar.

Bunu anlayabiliyorum. Sorunları hemen çözüme kavuşturmak ve var olan problemi çözmek istiyor insanlar. Lakin bir problemin kaynağını bulmadan onu çözebilmenin ne derece zor olduğunun farkındayım artık. Ve kendimi ne kadar net ifade etmek istesem de, bir yerde hep eksik kalan kısım olacağının da farkındayım.

Bu sebeple bir yazı dizisi olarak düşündüğüm Kadın Olmayı Sevmek yazılarının ilkini algımızdaki erkek, kadın ekseninde tutmaya çalıştım. Zira kadın ve erkek dendiğinde algısındakilerin farkında olmayanlar, mış gibi cümlelere ikna olmak konusunda zorlanmıyorlar. Halbuki içsel yönelişe sıra geldiğinde zorlanabilmek bu yüzden çok daha mümkün.

Bunun yanında ebeveynlik miras bırakılarak devam eden bir sistem. Kendi algılarıyla henüz yüzleşmeyenler, çarpraşık ve nefret geliştiren algılarının neticelerini kendinden sonraki kuşağa da aktarıyorlar. Bizim kadın ve erkek diye sadece kendi ilişkimiz ekseninde yaşadığımız haller, çocukların gözünde nasıl anlam buluyor sorusunu soramadığımız için, yorgun bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

Ayrıca zihnin ilişkilendirmek gibi bir işleyişi vardır. Zihninde ilişkilendirdiği erkek ve kadın anlamlarının, duyduğu ve gördüğü şeylerle uyumlu olması o ilişikliği devam ettirmesi açısından diretmesine de sebep olan unsurlar haline gelebiliyor. İnsanların değişime direnmeleri biraz da bu yüzden zaten.

O yüzden adım adım bir yol izlemek niyetindeyim. Bunun yanında elbette öneriler geliştireceğim. Ama tıpkı bir rahatsızlıkta doktora gittikten hemen ardından iyileşme nasıl mümkün değilse ve teşhis için önce tahlillere ihtiyaç varsa, bu yüzleşmelerde de benzer bir şeye ihtiyaç var. Sorularımız ve vereceğimiz cevaplar iç dünyanın tahlilleri ve röntgenleri olacaktır diye düşünüyorum.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra ikinci bölüme geçebilirim sanırım ;

Hepimiz Anne ve Babalarımızın Korkularıyız

Çocuk ve dünya tasavvurumuz anne ve babalarımızdan miras aldığımız şeyler demiştim. Dünyanın güvenilmez ve tekin olmayan bir yer olduğunu düşündüğümüzde elbette bu algımıza hizmet eden şeyler yapmaya devam ederiz.

Doğan Cüceloğlu bunu korku toplumu olarak nitelendiriyor. Korktuğumuz için, karşımızdakini zaptetmek, aşırı sınırlandırmak getirmek, ödüle ve cezaya başvurmaktan geri durmayız. Çünkü bıraktığımız andan itibaren işlerin kontrolümüzden çıkacağını ve her şeyin karma karışık olacağına inanırız. “Kızını rahat bırakırsan ya davulcuya, ya zurnayıcıya” yargısı da zaten temelini bu eksen üzerine bina eder.

Çocuk yetiştirmek uzun vadeli bir süreç olduğu için, şimdiki zamandaki hallerle bütünü değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Ama anne ve babalar şimdiki zamanda yaşadıkları bütün korkuları çocuklarının gelecek zamanlarına da taşıyorlar.

Artık erkek çocukları içinde de benzer kaygılar yaşanmaya başlasa da, kız çocuğu yetiştiren anne ve babalar için ergenlik döneminden itibaren, kaygılı ve korku dolu zamanlar başlamış demektir. Ve kızların, yoldan çıkmasından, başlarını öne eğmesinden  o kadar korkarlar ki, bunu diğer cinsin ne kadar kötü ve güvenilmez olduğu tohumlarını ekerek yapmayı tercih ederler. Bütün erkekler, istismarcı, güvenilmez, sapık, eziyet eden birine dönüşür kızların gözünde. Ve kadın olmayı tüm bu kötülüklerin arasında, enkaz altında kalmış hissiyle hissetmeye çalışırlar.

Halbuki, değer dediğimiz şey, güvensiz ve karşı cinsi kötüleyen cümlelerle değil, bizzat biz de var olan haliyle geçer karşı tarafa. Eşimize, oğlumuza/kızımıza davranış biçimiyle şekillenir. “Ekonomik özgürlüğüm olsaydı bu adamı bir dakika çekmezdim” ile “Sana güveniyorum ama dışarıya güvenmiyorum” aynı bakış açısından besleniyor. Belki de kendinde oluşturulan algının yansımasını, çocuğuna aktarıyor anne baba.

Bu sebeple aslında anne ve babalarımızın – fark edemedikleri- korkularının sonucunda oluştu tüm bu olumsuz yargılarımız. Bu yargıların destekleyiciliği hususunda da örnek bulunmazsa, şehir efsanelerine dönmüş şeyleri paylaşmaktan da çekinmedikleri için büyük tabloda yapılan tahribat gözükmüyor ne yazık ki.

İşte bu yüzden, anne babalarının korkularının üzerimize ne kadar yapıştığına bakıp, benzer korkuları kendi çocuklarımıza aktarıp aktarmadığımıza dikkat etmemiz lazım.

Yoksa elin oğlu/kızı olduğunda kötü gözükenin, eşimiz olduğunda biricik olması ve bir kız çocuğunun sürekli karşıdakinden korkarak kendini sevmesi mümkün olmuyor.

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net