Etiket arşivi: Arap

Kürt Vatandaşlarımıza Düşmanlık

“Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!”
* * *
Kürdçülük, Türkçülük vesaire gibi menfi milliyet fikri, İslâmiyet Milliyetini parçalamak için hâriçten içimize sokulmuş öldürücü bir zehirdir.

 

KüRT VATANDAŞLARIMIZA DüŞMANLIK..
.. Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.
İşte o dindaşlara adavet ise; dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ana dokunur. İslâmiyet ve Kur’ana karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harab etmek; hamiyet değil, hamakattır!
* * *
Ey Türk kardeş! Bilhâssa sen dikkat et!
Senin milliyetin İslâmiyetle imtizac etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil..
Dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).
* * *
Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
* * *
“Dil, din bir ise; millet birdir.”
Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil; belki dil, din, vatan münasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zâten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.
* * *
Bediüzzaman: O vilayat-i şarkiye Âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünki ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir.
* *
Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdir. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk’e hakikî kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.
* *
Hattâ bu hususta size bir hakikatli bir misal vereyim:
Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.
Sonra aynı talebe tali’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben simdi râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuşsun. Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyetine çevirdim.
* *
işte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatına uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.
Bediüzzaman Said Nursî

Arapların Risale-i Nur’a Hayranlıkları

Geçen sene ilk kez tanıştılar Nurlarla. “Nedir bu kitaplar?” dediklerinde“Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir” dedik.

Arapların Kur’an’a olan düşkünlükleri malum… Kaldırım taşlarında minikler babalarına, amcalarına Kur’an ezberi dinletirler. Okullarda her sene en az bir cüz ezber yaptırılır. En ufak müşküllerinin cevabını Kur’an’da ararlar. Kur’an’ın tefsiri deyince hemen ilgilerini çekmişti Risale-i Nur fakat zamanla durum değişti.

Önce Risale-i Nur’a bakış açılarının artık ilk duydukları gibi sadece Kur’an’ın tefsiri noktasında olmadığını ve kainata bakışlarının dahi bir tuhaf olduğunu söylüyordu her birisi… Esasında değişen bir şey yoktu elbette. Yine Risale-i Nur Kur’an tefsiri ve yine kainat eski kainattı. Fakat Kur’an’ın alıştıkları gibi tefsiri değildi bu kez okudukları.

Börtü böcek daha önce söylemediklerini söylüyordu sanki. Denizin dalgası bir yerlerden müjde getirmenin heyecanı ile kendini taşa vuruyordu… Hani dili olsa da konuşsa deriz ya, artık kainat dile gelmişti, konuşuyordu. Hatta bir mektup gibiydi. Sanki:“Oku beni! Aradığını, özlemini çektiğini öğreneceksin, O bende saklı!” diye sessiz çığlıklar atıyordu.

Bunlar benim değil, Risale-i Nur’la geçen sene tanışan Suriyeli, Yemenli, Suudi kardeşlerimin kelamları. İlk günlerde bana “Said Nursi kim?”diye sormuşlardı. Onlara kendi dillerince Üstadımızın kim olduğunu anlatan bir yazı hazırlayana kadar bulmuşlardı bile. Ertesi gün heyecanla “Şam’a da gelmiş!” diye haber veriyorlardı bana.

Kurban bayramıydı… Hem bayramlaşma hem tanışma günü olsun dedik. Türk kardeşlerimiz ile Arap kardeşlerimizin tanıştığı o gün hakikaten bayram olmuştu bizler için. Onların gözlerindeki hayran bakışları unutmak mümkün değil. Suriyeli bir teyze bir an mahzunlaşarak şöyle fısıldamıştı kulağıma:

“Siz çok iyisiniz. Keşke biz de böyle olabilsek.”

“Siz de bizimlesiniz, beraberiz…” dedik. Gözleri yaşardı.

Suudi Arabistan’da hanımlar araba kullanamaz. Bu sebeple ulaşım ciddi bir sıkıntıdır bizler için. Suriyeli bir kardeşimizi derse getirirken ihtiyar babası:

“Madem onlar Risale-i Nur için ev açmışlar. Ben de seni herşeye rağmen götürürüm”demişti. Duyunca çok duygulanmıştık.

 

Dersanemizi dersaneleri biliyorlar şimdi. Dilleri döndüğünce “We are going dırsane” diyorlar. Zaman zaman manileri çıkıp derse gelemedikleri vakit bir sonraki hafta “Bu kitapları çok özledim”diyerek hasretlerini dile getiriyorlar.

 

Şimdi onların deyimiyle “dırsanemiz”de birlikte bulaşık yıkıyor, birlikte ders yapıyoruz.

Bazen birden duruveriyor ders yapan kardeş. Gözü takılıyor dersanemizin güzel halısına ve düşünüyor bir an…

Sonra:

“Said Nursi ne kadar akıllı bir insanmış. Siyah fare ile beyaz fareyi nasıl gece ile gündüze misal vermiş… Subhanallah!” diyerek Sekizinci Sözü tefekküre dalıyorlar topluca. Onları uzaktan izlemek ise bizim için ayrı bir tefekkür oluyor.

 

Dersimiz bitip ayrılık vakti gelince ise Risale-i Nur’la tanıştıkları için ne kadar mutlu ve nasipli olduklarını vazgeçmeden her hafta paylaşıyorlar bizimle… Ve vazgeçmeden her hafta dualarla vedalaşıyorlar.

Ne büyük bir saadet!

Dünyada bundan daha keyifli bir şey var mı ola?

Ayşenur KAHVECİ-Risale Haber