Etiket arşivi: Asrı Saadet

Peygamber Çağındaki Sevgiyle..

Aradan 14 asrı kaldırarak… Kendimizi Allah Resûlüne muhatab olan neslin içinde düşündüğümüzde…

Sanki ilk vahyi alıp, tebliğ edeceği ilk insanı ararken bize rastlamışçasına… “Ben Allah’ın elçisiyim. İnsanları Allah’ın tek olduğuna, Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna inanmaya çağırmakla görevlendirildim. Seni inanmaya çağırıyorum” demişçesine… Yani bizi müslüman olmaya çağırmışçasına… İslam’ı bir miras şeklinde devralarak değil, bütün inanç umdeleriyle onunla ilk defa karşılaşırcasına… Bambaşka bir toplum içerisinde, bir inanç tebliğcisinin ilk mü’mini olmaya soyunur gibi… Bütün çileleri Allah Resulü ile tek başına paylaşmaya kendini adarcasına…

Sanki, Erkam’ın evinde, İslam’ın ilk umdelerini bir abı hayat gibi içercesine… Ebû Cehl’in zulmünü tepesinde hissedip buna rağmen “Allah bir. Muhammed O’nun Rasûlü ” diye haykıran dipdiri yüreklere eşlik edercesine… Bilal’i, Ammar’ı, Sümeyye’yi, Yasir’i, Habbab’ı yeniden yaşarcasına… “O’nun ayağına batacak bir diken, gelsin benim yüreğime saplansın” dercesine…

Hicret’te Allah Resülü’nün yatağına ölümü beklemek üzere yatarcasına… O’nunla, sonunu aklına getirmediğin bir yolculuğa çıkarcasına… Evladını, iyalini, malını, mülkünü düşünmeden… İkinin ikincisi olduğun mağarada, yılan deliğine ayağını koyup onun Allah Rasülüne ulaşmasına mani olmak için, bütün zehiri vücudunda yutarcasına…

OLYMPUS DIGITAL CAMERATüm Medine halkı gibi, Allah Rasûlü’nün vüsûlünü üzerlerine bir dolunay şavkıması gibi selamlarcasına…

Bedir’de ilk şehitlik için yarışırcasına… İlk şehid… İnanmaktan öte bir adanış bu. Allah Rasûlünü öz nefsinden daha önde sevmek bu. Can pazarını aşmak bu…

Uhud’da, Huneyn’de, bozgunu görüp Allah Rasûlünün etrafında etten bir duvar teşkil edercesine… Ya da ciğerlerine bir Hind canavarının üşüşeceğini düşünmeden şehitliğin kucağına atılırcasına…

Mirac’ı duyduğunda içine kurt düşmeyip, inancı dünyası karıncalanmayıp “Muhammed söylüyorsa elbette doğrudur” diyerek, teslimiyette hiçbir sınır bırakmayan yüce sahabinin sözünü doğrularcasına…

Allah Rasûlü cihada çağırdığında “Yol uzun, hava sıcak” gibi bahanelere yapışmayıp, fermana can sunarcasına… Herşeyini, İslam’ın cihadı için seferber edip, evde ne bıraktığı sorulduğunda “Allah ve Rasûlü’nün sevgisi” diyecek bir kutlu sevdayı tabiat haline getirircesine…

Ya da, kervanını O'(s.a.) nun buyruğu ile teçhiz edilecek bir mü’min ordusuna vakfedercesine… Bundan ulaşmayı ümid ettiği Rıza-yı Bâriyi, dünyalık hiçbir şeyle değişmeme izzetini gösterircesine…

O’nun geçtiği sokakta bir misk ü amber, O’nun saç telinde mübarek bir hatıra, O’nun elinin başını okşamasında, unutulmaz, doyulmaz bir lezzet, O’nun gülümsemesinde tarif edilmez bir haz… O’nun abdest suyunda kevserden bir damla… evet işte o sevda ile severcesine…

O’nun mescidi yanında dikilen ikinci bir mescidi “Dırar” yeri olarak görürcesine… O’nun her sözünde vahyin ışıltısını bulurcasına… O’nun yanında sesinin, O’nun sesini aşma-ması için gerekirse, evine kapanmayı göze alırcasına… En yüksek ses O’nun sesi olsun, en yüksek çağrı O’nun çağrısı olsun, O’nun tebliğini hiçbir ses gölgelemesin diye varlığını sunarcasına…

Bir günah işlediğinde, onun utancı ile Mahşer’de Allah Rasülünün huzuruna çıkmayı en büyük azab gibi görerek, her türlü cezasına katlanıp onu Allah Rasülüne itiraf eden sahabinin açısını duyarcasına…

… Ve O’nun göç gününü gördüğünde “Kim Muhammed öldü derse, boynunu vururum” gibi bir sevgi çağlayanına düşercesine… Ya da böyle konuşanın yakasına yapışıp “Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki o ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah hayy’dır. Ebedi diridir. Ölmez” diye, Allah Rasûlü’nün sevgisini, O’nun davası ile ebedileştiren bir başka sevgi çağlayanında yıkanırcasına…

Sanki 14 asır dürülmüş de iş başına dönmüş gibi… Bütün insanlar bir meydanda toplanmış da, O’na ümmet olma, O’nun sesine ses vere O’nun sevgisinde sınanma noktasına gelmiş gibi…

Zaman dürülecek ve bütün çağlar bir araya gelecek. İlk asırla nice 14 asırlar -ta Kıyamete kadar- Peygamber çağındaki neslin sevgisiyle sınanacak. Peygamber’in huzurunda. Mahşer’de. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Hatice, Ayşe, Ebû Zerr, Bilal -Allah onlardan razı olsun- ve daha nice gönlü Allah ve Rasülüne bağlılıkla yoğrulmuş sahabi ile yanyana geleceğiz. Bir yanda Ebû Bekir’in sevgisi, bir yanda 14 asır sonra yaşamış, adı müslümanlar içinde geçen filan oğlu filanın sevgisi…

Şüphelerin kemirdiği bir sevgi… Allah Rasûlünün mübarek sözlerini tartışa tartışa yaralanmış bir sevgi… Vahiyle sünnet arasında kıyaslamalar yapacak ve arada değer farkları araştıracak bir cür’eti gösterirken, varıp varıp ilahi vahyin duvarına çarpan ve dağılan bir sevgi..

Oysa vahyin sahibi, vahiyle peygamberin hayatını adeta bütünleştiriyor. Allah sevgisi ile peygambere itaati birbirinin mütemmimi kabul ediyor.(1) O’nun her sözünde vahyin ışığını aramamızı hatırlatıyor.(2) Hatta Allah’la Peygamberin arasında ayrılık gözetmeyi “gerçek bir küfür” olarak niteliyor.(3)

Vahiyde, Allah Rasûlüne sevgiyi sınırlayacak bir nokta dahi yok. Allah Rasülünün sözünde ve hayatında ihmalimize zemin hazırlayacak tek bir harf yok. Aksine O’nun bize sunduğunu almamız, yasakladığından kaçınmamız buyuruluyor.(4) O’nda “güzel bir örnek” bulunduğu belirtiliyor.(5) Hatta Alah Rasülü, insana ilahi bir lütuf gibi takdim ediliyor:

“Allah mü’minlere kendilerinden onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufla bulunmuştur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”(6)

Evet, Peygamber Allah’ın bir lütfudur. İnsana ilahi buyruğu sunan onu arındıran, kitabı ve hikmeti öğreten… Vahyin tesbiti bu. Ve elhak doğru. Âmenna ve saddaknâ.

“Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”(7)

“Kendisine doğru yol açıklandıktan sonra kim peygamberle ayrılığa düşer ve mü’minlerin yolunun dışında bir yol takip ederse onu gittiği yolda bırakırız. Ve cehenneme atarız.”(8)

“Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman O’nun hükmünü Allah’a ve peygambere havale edin. Bu daha hayırlıdır ve netice bakımından da daha güzeldir.”(9)

“Onlar ’emrine uyduk’ derler. Yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir topluluk senin söylediklerinin aksini geceleyin kurarlar. Allah onların geceleyin ne kurduklarını yazar. Onlara aldırma ve Allah’a güven. Allah vekil olarak yeter.”(10)

İşte vahiy bu. Peygamber karşısında insanı, müsbeti ve menfisiyle vahiy böyle yerleştiriyor. O’nun verdiği hükme, O’nun tebliğine içinde en ufak bir “sıkıntı” duymadan uyacak mü’min. Dilleriyle O’na uyduklarını söyleyip şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında başka şeyler kuranlar gibi olmayacak. Bir konuda ihtilafa düştüğünde hükmünü O’ndan soracak. Peygamber’le ayrılığa düşmeyecek…

Peygamber, Allah’ın insanlara rehber olarak seçtiği insandır. Sünnetullah böyle. İnsan yaratılmış, dünyaya gönderilmiş ve ona ilahî bilgi peygamber vasıtasıyla ulaştırılmıştır. Peygamber, diğer adıyla elçidir. Allah katından geleni algılayabilen, ama insanla da teması olan bir varlıktır peygamber ve onu bu yapısıyla Allah “terbiye etmiştir.”(11) Sade insanın, peygamberle Allah arasındaki hukuku, anlatılanın dışında bilmesi mümkün değildir. Vahyi de bütün boyutlarıyla kavraması mümkün değildir. İnsan belki, Allah-melek-Peygamber ve İnsan münasebetinin böyle olmasının zaruretini anlayabilir. Oysa Allah için bu başka türlü de olabilirdi. Bunun ötesi, iman alanıdır. Allah’a ve peygambere iman.

Onun için İslam dairesine iki “kabul’le girilir. İki iman umdesi:

Allah’tan başka ilah olmadığına iman. Muhammed’in onun kulu ve Rasülü olduğuna iman. İnsan önce inanacak. İmanını her türlü şüpheden arındıracak. Allah ile peygamber arasındaki hukuku didiklemeyi bırakacak: İmanın gereği, teslim olmaktır. Bir kere teslim olduktan sonra yapılacak olan “Allah Rasûlünün bize verdiğini almak, yasakladığından da kaçınmaktır.” Allah Teala, peygamberlerine karşı mü’minlerin böyle yapmasını emir buyuruyor çünkü.

Peygamberin verdiğini almanın ölçüsüne gelince… Dinî davranışlarını mı alalım sadece, yoksa onun dünyaya ilişkin davranışları da örnek almaya değer miydi? İnsanın sevdi-ğine karşı böylesine sorularla uğraşması ne kadar da giren geliyor. İmam Ahmed b. Hanbel, Hazreti Peygamber’in nasıl karpuz yediğine dair bir rivayet bulamadığı için ömrü boyunca karpuz yememiş. Hoca Ahmed Yesevi, Hazreti Peygamber 63 yaşında vefa etti diye, kendisine yer altında çukur kazdırıp 63 yaşından sonra o çukurun içinde yaşamış… Bunlar da sevgi ölçüsü… Çağımızın insanı gibi, din ile dünyayı birbirinden ayırmaya şartlandırılmış nesillere bu sevgi ne kadar abartılmış gelirse gelsin sevgi budur… İslam muhaddisleri, Hazreti Peygamber’in hayatından velevki görüp de tebessüm ettiği, sustuğu, yapılmasını yasaklamadığı bir şey olsun, onu tesbit etmek için kıtalar aşmışlar. Deve sırtında veya yaya olarak… Uçaksız, otomobilsiz, vapursuz, trensiz…

Hazreti Peygamber’in hayatından en küçük bir “detayı”, tesbit etmek için… Tıpkı, Hazreti Peygamber traş olurken, saçının veya sakalının bir teli yere düşmesin diye çırpınan sahabi gibi…

Bize düşen, Hazreti Peygamberi, hayatının en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek ve onunla edeblenmektir. Gülmemiz gerekiyorsa, O’nun gülüşüne özenmek.. Uyumak gerekiyorsa, O’nun gibi güzel uykulara niyetlenmek.. Namaz kılarken O’nu, oruç tutarken O’nu, çocuklarla ilgilenirken O’nu anmak. O’nun davranışlarını hatırlamak, yaşamak… 14 asrı dürüp O’nunla bütünleşmek… O’nu, O’nun çağındakiler gibi sevmek. Bir mahşer günü, O’nun sancağı altında toplanabilme tutkusuyla…

Dipnotlar: 1) Ali İmran, 31 2) Necm, 3 3) Nisal50-151 4) Haşr, 7 5) Ahzab, 21 6) Al-i İmran, 164 7) Nisa, 65 8) Nisa.115 9) Nisa, 59 10)Nisa, 81 11) Keşf’ül Hafa I/70
Sahabede Peygamber Sevgisi

İslamı öğretmeleri için bir muallim heyeti isteyen Hüzeyl kabilesi, gönderilen 6 kişilik muallim kafilesini hunharca katletti. İçlerinden Zeyd İbn’ud-Desinne’yi satmak için esir olarak götürmüşlerdi. Babasını öldürdüğüne karşılık olarak öldürmek için onu Safvan ibn-i Ümeyye satın aldı. Öldürmek üzere karşısına diktiği zaman Ebû Süfyan alaylı bir tavırla sordu:

– Sana Allah’ın adını vererek söylüyorum Ya Zeyd, söyle, şimdi senin yerine Muhammed’in elimizde olup onun boynunun vurulmasını ve sen de ailenin yanına dönmeyi istemez miydin?

Zeyd ona şöyle cevab verdi:

– Vallahi ben ailemin yanında iken Muhammed Aleyhissalatü veseslam’ın ayağına bir diken batmasına bile razı olamam!

Ebû Süfyan beyninden vurulmuşçasına haykırdı:

– Muhammed’in ashabının Muhammed’i sevdikleri kadar arkadaşları tarafından sevilen bir kimse görmedim!..

Ahmet Kurt/Zafer Dergisi

Hz. Osman (R.A.) Kimdir?

Hazreti Osman (ra) 580 yılında Taif’de doğdu. Kureyş’in zengin Ümeyye oğulları ailesindendir. Babasının adı Affan’dır. Peygamberimiz (sav)’den 9 yaş küçüktür.

Hazreti Osman (ra)’ın feraset sahibi bir teyzesi vardı, kendisine “Sen bir peygamber kızıyla evleneceksin, ona vahiy gelmeye başladı” dediğinde boş konuşmayan teyzesinin anlattıklarını arkadaşı olan Hazreti Ebu Bekir(ra)’e anlattı. Hazreti Ebubekir (ra) “Teyzen doğru söylemiş, Yâ Osman, sen akıllı adamsın, ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et” deyip beraberce Resûlullah(sav)’ın huzûruna vardılar. Allah Resulu (sav) Hazreti Osman’a;

-Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe davet eder. Sen de bu daveti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.

Hazreti Muhammed(sav)’in yaptığı bu davet üzerine, büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman olmuştur.

Başarılı bir tüccar, giyimi kuşamı seven bir gençti. İlk Müslümanlar’ın genellikle önemsiz kimseler olması yanında, Hazreti Osman(ra) gibi her yönüyle önemli bir kişinin Müslüman olması büyük yankı ve tepki uyandırdı.

Ailesinden, teyzesi ve üvey kız kardeşinden başka kimse müslüman oluşunu desteklememiştir.

Peygamber (sav) gelen vahiy üzerine kızı Rukiye’yi Hazreti Osman(ra)’a nikâhladı. Rukiyye, Bedir savaşından sonra vefât edince (Peygamberimiz (sav) kızının cenazesine yetişememiştir), Peygamberimiz(sav) diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü de Hazreti Osman(ra)’a nikâhladı. Bu bakımdan ona, Peygamberimiz(sav)’in iki kızıyla evlenme nimetine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi manâsına “Zinnûreyn” denilmiştir.

Hazreti Osman (ra), Hazreti Rukiyye hasta olduğu için katılamadığı Bedir savaşı hariç tüm savaşlara katılmıştır.

622 yılında Habeşistan’a göç etmiş, tüm varlığını orada bırakıp Mekke’ye geri gelmiş daha sonrada Medine’ye hicret etmiştir. Medine’de Ebu Talha(ra)’nın yanında kalan Hazreti Osman(ra), Ensardan hiç yardım kabul etmemiştir, kısa sürede kendi evini alan Osman (ra) tüccarlıktaki maharetini göstermiş, daha önce çiftçilik yapan Medine’lilere tüccarlığı öğretmiş, musevilerin elinde olan ticaret müslümanların eline geçmiştir.

644 yılında halife olan Hazreti Osman (ra) 12 yıl gibi uzun bir zaman halifelik yaptı. Dört Büyük Halife’den en uzun süre halifelik yapan Hazreti Osman(ra)’dır.

Halifelik döneminde İslam devleti genişlemiş, Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri onun zamanında feth edilmiştir. Donanma kurmuş, ekonomik reformlar gerçekleştirmiştir. İlk islam parasını basmış, bütün masraflarını karşılayarak Kabe ve Mescidi Nebeviyi genişletmiştir.

Hazreti Ebubekir(ra) zamanında toplatılıp kitap haline geirilen Kur-an’ı Kerim Mushaflarını çoğaltıp önemli merkezlere göndermiştir.

Peygamberimi(sav) kendisine 40 gün komşuluk yapan Hazreti Osman(ra)’ın su şıpırtısını bile duymadığını buyurmuştur.

Hazreti Muhammed sav) kendisinden halifeliği terk etmesini isteyeceklerini fakat halifeliği bırakmamasını tembihlemiş, yrıca kendisini Cennette arşın nurundan yaratılmış bir huinin beklediğini müjdelemiştir.

Hazreti Osman(ra) çok sıkılgan birisidir. Peygamberimiz(sav) evinde yatağında uzanmış vaziyette iken, sırasıyla Hazreti Ebu Bekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) içeri girip müşküllerini halledip çıkmışlardı. Bir müddet sonra Hazreti Osman(ra) kapıyı çalıp içeriye girmek için izin istediğinde Allah Resulu (sav) yatağından kalmış, üzerini toplamış Hazreti Aişe validemiz’e de üzerini toparlamasını emretmişlerdir. Hazreti Osman(ra) müşkülünü halledip çıkınca Hazreti Aişe validemiz Hazreti Osman(ra)’a neden böyle davrandığını sorduğunda Allah Resulu(sav) “Osman(ra) çok utangaçtır, beni öyle gördüğünde müşkilatını söylemeden gideceğinden çekindim” buyurmuşlardır.

Peygamberimiz(sav)kızı Rukiye’ye Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur buyurmuştur.

Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hazreti Osman(ra)’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler. Hazreti Osman(ra) dedi ki:

– Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.

Eshâb-ı kirâm durumu Hazreti Ebû Bekir(ra)’e bildirip dediler ki:

– Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?

Hazreti Ebû Bekir(ra) buyurdu ki:

– Hazreti Osman(ra) Resûlullah(sav)ın damadı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.

Hazreti Ebû Bekir(ra), Hazreti Osman(ra)’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:

– Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.

Hazreti Osman(ra) şu cevabı verdi:

– Evet ey Resûlullah(sav)ın halifesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik.

Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirama bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdi. Hazreti Ebû Bekir(ra) bu işe çok sevinip, Hazreti Osman(ra)’ın alnından öptü.

Hazreti Osman(ra) muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı.

Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi.

Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermiyordu.

Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.

Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hazreti Osman(ra), hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı.

Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hazreti Osman(ra) çok üzüldü. Fakat ne yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullah(sav)ı memnun etmek istiyordu. Yahûdîye dedi ki:

– Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim.

Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün Hazreti Osman(ra) durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hazreti Osman(ra) ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar, sıra Hazreti Osman(ra)’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.

Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu. Yahûdî oyuna geldiğini anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hazreti Osman(ra)’a satmak istedi. Fakat Hazreti Osman(ra) kabûl etmedi. Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hazreti(ra) Osman yine kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz(sav), bu habere çok sevinip Hazreti Osman(ra)’a hayır duâ ettiler.

Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.

Yemenli bir Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı ile Medîne’ye kadar yürüyüp Hazreti Osman(ra)’ın evini kuşattılar âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hazreti Osman(ra) Kur’ân-ı kerîm okuyordu, Muhammet bin Ebubekir, Hazreti Osman(ra)’ın sakalından tutarak: “Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!..” diye bağırdı.

Hazreti Osman(ra), Muhammet bin Ebubekir’in yüzüne bakarak yavaş bir sesle: “Baban bu halini görse, ne kadar utanır, ne kadar üzülürdü…” deyince, Hazreti Ebubekir(ra)’in oğlu utancından kaçtı. Diğer üç suikastçıdan biri kılıcını Hazret Osman(ra)’a sallayarak şehîd etti. Hazreti Osman(ra)’ın kanı, okumakta olduğu Kur’an’ın üzerine sıçradı. Hazreti Osman(ra) Son nefesini verirken şöyle duâ etti:

– Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru! Bunu üç defa tekrarladı.

İsyancılar iki gün Medine’ye egemen oldular. Korkusundan kimse sokağa çıkamıyordu. Hazreti Osman’(ra)ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı. iki gün sonra 12 sahebe gece karanlığında Hazreti Osman (ra)’nın yanına gidebildiler, elbisesi kan içersindeydi beyaz elbisesi beyaz saçı beyaz sakalı kana bulanmıştı o çoktan iftara gitmişti Allah Resulu (sav)in yanındaydı çok özlediği dostların yanındaydı çile bitmişti . Onu yıkamadılar şehitti çünkü elbisesini çıkarmadılar kanla gidecekti hesaba. Medine mahzundu. 83 yaşındaki rahmet bereket insanı tek başına Tebük’ü satın alan adam Allah Resulu(sav)nun Uhud dur bakalım üstünde şehit var dediği adam, garip bir şekilde toprağa verildi. Allah nasip ederde birgün Medine’ye gittiğinizde Hazreti Osman(ra)’ı ziyaret edin, dua edin duasını alın.

Allah bizleri Hazret Osman (ra)’ın şefaatine nail etsin amin…

Çetin Kılıç / Lüleburgaz

www.NurNet.Org

KAYNAKLAR:

1. Kütübü sitte

2. Sevgi Kutupları

3. enfal.de

4. turk.ch

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Zeyd Bin Harise (r.a.) Kimdir?

575 yılında doğmuştur, Peygamber efendimiz(sav)’in azadlı kölesidir,annesi Su’da binti Salebe’dir. Künyesi oğluna nisbetle “Ebû Üsâme’dir.” Yemenli’dir

Kur’ân-ı kerîmde Eshâb-ı kirâm içinde Zeyd’den (r.a.) başka hiçbir kimsenin ismi açıkça zikredilmemiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) ilk îmân edenlerdendir. Hz. Hatice, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’den sonra dördüncü, âzâd olmuş köleler içinde ise ilk müslüman olmakla şereflenmiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) çocuk yaşlarında iken annesi Su’da ile birlikte akrabalarını ziyârete gitmişti. Bu sırada başka bir kabilenin baskınına uğradılar. Zeyd’i esir aldılar. Mekke’ye panayıra getirdiler.Hz. Hatice’nin yeğeni Hâkim bin Hizam, Zeyd’i 400 dirheme satın aldı. halası Hz. Hatice’ye hediye etti. O da Peygamber efendimiz(sav)’e hediye etti. Peygamber efendimiz(sav) onu derhal âzâd ederek yanında alıkoydu. Mûte harbinde şehîd düşene kadar ona hizmet etti.

Peygamber efendimiz(sav) ‘den gördüğü güzel mu’âmeleden dolayı Resûlullah(sav)’ı, babasından ve anasından daha çok seviyor, yanından hiç ayrılmak istemiyordu.

Zeyd’in babası Hârise, kardeşi Ka’b ile birlikte yanına fazla miktarda para alarak Mekke’ye geldi. Mekke’ye varınca Peygamberimiz (sav)’in huzurlarına çıktı ve şöyle dedi:

Köleniz bulunan oğlumuzun kurtulması için ne kadar para istersen onu verelim, serbest bırak, ne olur bu dileğimizi geri çevirme!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):

Zeyd’i çağırıp kendisine durumu bildirelim. O’nu serbest bırakalım. Şayet size gelmeyi tercih ederse sizden herhangi bir para almadan onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse Allah’a yemin ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır.”

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Zeyd’i huzuruna çağırarak kendisine:

Bunları tanıyor musun?”

Evet biri babam, diğeri amcamdır.”

Ey Zeyd sen benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı gördün. Bunlar seni almaya gelmişler. O halde ya beni tercih et, yanımda kal veya onları tercih et, git.”

Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz benim hem amcam, hem de babam makamındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum” dedi.

Babası, kızarak Zeyd’e; “Yazıklar olsun sana, demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun?” dedi

Peygamber efendimiz Zeyd’in kendisine olan bu bağlılığını ve sevgisini görünce onu Kâ’be-i Muazzama’nın duvarında bulunan Hacer-i Esved taşının yanına götürüp oradakilere hitap ederek; “Şahid olunuz Zeyd benim oğlumdur. O bana vâris, ben ona vârisim” buyurdu.

Babası ve amcası bu durumu görünce memleketlerine döndüler. Eshâb-ı kirâm bundan sonra Zeyd’e, Zeyd bin Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) demeye başladılar. Bu hadîseler olduğunda henüz İslâmiyet gelmemişti.

Daha sonra Allahü -teâlânın. Ahzâb sûresinin 5 ve 40. âyetlerindeki: “Evladlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur.” “Muhammed aleyhisselâm sizden hiç bir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir” emirleri ile evlad edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yani “Hârise’nin oğlu Zeyd” (Zeyd bin Hârise) diye çağrılmaya başlandı.

Peygamber efendimiz Zeyd’i Mekke’de Ümmü Eymen’le (r.anha) evlendirdi.Bundan, Eshâbın büyüklerinden Hz. Üsâme doğdu. Daha sonra Peygamber Efendimiz(sav) Zeyd’i halasının kızı Hz. Zeyneb’le evlendirmiş, ancak, eşlerin anlaşamamaları neticesinde boşanmışlardı. Daha sonra Peygamber Efendimiz Zeyneb’le evlenmek suretiyle, Cahiliye devrinden kalma evlatlık anlayışının ortadan kaldırıldığını bizzat göstermiş ve Kur’an-Kerim’de, “… sonra Zeyd o hanımla alakasını kesince biz onu sana nikahladık -ta ki, evlatlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin müminler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah’ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.” (Ahzab 37) şeklinde ifadesini bulmuştur.,

Peygamberler, peygamberlik vazifeleri itibariyle ümmetleri için baba hükmünde olmaları, onlara babalarından daha büyük bir şefkatle ve muhabbetle bakmalarındandır. Yoksa, nesep itibariyle olan babalık değildir. Dolayısıyla peygamberlerin kendi ümmetlerinden olan hanımlarla evlenmelerinde bir sakınca yoktur.

Risale-i Nur’da Yedinci Mektup’ta bu konu izah edilmektedir. Büyük bir idareci kendine tabi olanlara büyük bir şefkat gösterdiği ve bu şekilde yaklaştığı zaman, insanlar kendisine evladından ziyade bir muhabbet ve nazarla bakmaya başlar. Bu durum zamanla baba-evlat ilişkisine benzer bir mahiyet alınca, söz konuşu kişiler arasında bir evliliğin gerçekleşmesi halk arasında kolay kolay kabul görmez. Kur’an-ı Kerim böyle bir düşünceyi ortadan kaldırmak maksadıyla; “Peygamber rahmet-i İlahiye hesabıyla size şefkat eder, pederane muamele eder. Ve risalet namına siz onun evladı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin. Ve sizlere ‘Oğlum’ dese, ahkam-ı şeriat itibariyle siz onun evladı olamazsınız.”

Peygamber efendimiz(sav), Zeyd bin Hârise (r.a.) ile Taif’ten dönerlerken yolda Tâifliler taşa tuttular. Her tarafı an kan revân içinde kaldı. Hz. Zeyd, Peygamberimiz(sav)’i atılan taşlardan korumak için, O’nun önüne, arkasına, sağına soluna geçerek siper oluyordu. Kendisi de bu suretle bir çok yerinden yaralandı.

Daha sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de, Ensârdan Gülsüm bin Hedm’in evinde misafir kaldı, Üseyd bin Hâfız’la din kardeşi oldu.

Zeyd bin Hârise (r.a.) Bedr harbinden Mûte harbine kadar Peygamber efendimizin bulunduğu bütün gazvelere katılmıştır. bir çoğunda kumandanlık ederek, şecaati, kahramanlığı ile örnek olmuştur. . Peygamber Efendimiz, Medine’de kendi yerine onu vekil bırakmakla; kendisine verdiği önemi gösterdiği gibi, idareciliğini, dirayetini tasvip ettiğini, aynı zamanda, makamlara getirilmenin ırkla, soyla değil, takva ile olacağını göstermiş oluyordu.

Hz Aişe validemiz derki; Resulullah(sav) Zeyd’i bir seriyyeye göndermişse mutlaka komutan yapmıştır eğer sağ olsaydı onu yerine halife tayin ederdi.

Bir hadîs-i şerîfte: “Bana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, Benim ve Allah’ın ihsanına mazhar olan kişidir. Bu zât Zeyd’dir.” buyurmuştur.

Resûlullah (s.a.v.) efendimiz bir gün minberde konuşma yapıyorlardı. Birden bire efendimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamış ve konuşmalarım keserek: “İşte Zeyd şehîd oldu!” buyurdular

Hz. Zeyd, 629 yılında Şam bölgesinde “Mûte”de şehîd olmuştur.

Zeyd, beyaz ve güzel idi.

Peygamberimiz(sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyurdular“Cennete baktım. Bir de gördüm ki, Cennet narlarının her biri deve derisinden yapılmış, şişirilen tulum gibi, kuşları, büyük develer gibi iri. Bunların arasındaki bir gence gözüm ilişti. “Sen kimsin?” diye sordum. O da, Zeyd bin Hârise olduğunu söyledi. Sonra baktım ki, Cennette gözlerin görmediği kulakların duymadığı, hatır ve hayâle gelmeyen şeyler vardır

Kuranı kerimde adı geçen Peygamberimiz(sav) tarafından en çok sevilmeye layık olan Zeyd bin Hârise (r.a.)gibi anılmak ve sevilmek duamız olsun Amin…

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1)Hadis Ansiklopedisi

2)Risalei-nur Külliyatı

Abbas bin Abdülmuttalib (R.A.) Kimdir?

Abbas bin Abdülmuttalib (ra) 566 yılında Mekke’de doğmuştur,Künyesi Ebu’l-Fazl’dır, babasının adı Abdulmuttalib, annesinin adı Nuteyle’dir. Hazreti Peygamber(sav)’in amcasıdır. Çocuklukları beraber geçtmiştir.

Akraba ve yakınlarına çok bağlıydı, ne malını, ne gücünü onlardan esirgemezdi, dahi denilecek ölçüde zeki biriydi, beyaz tenli, gür sesli idi.

Ebu Talib(ra) ekonomik sıkıntı çektiği için Peygamber Efendimiz(sav) Hz. Ali’yi, Abbas (ra) yeğeni olan Cafer’i himayesine aldı.

Abbas(ra) Peygamberimiz(sav)’e müşriklerin durumunu bildiren çok haberler göndermiştir. Mekke’liler’in savaş planlarını, Müslümanlar aleyhinde yapılan toplantılara katılarak gerekli gördüğü durumları, Bedir harbine çıkan kureyşlilerin hareket haberini Peygamber Efendimiz(sav)’e bildirmiştir.

İki gurup Bedir’de karşılaşıp savaş başlayınca Allah Resulu(sav) Abbas(ra)’ın öldürülmemesini istemiştir.

Bedir savaşına gelipte müşrik olan kardeşlerini ve babalarını öldürenlere ”amcamı bunun dışında tutun öldürmeyin” demesi Allah Resulu(sav) efendimiz için çok zor bir durumdu.

Bedir’de, Hazreti Abbas(ra) Sahabelerin eline esir düştüğü vakit, fidye istenilmiş.

O da:

-“Param yok.” demiş

Hazreti Resulu Ekrem (sav)

-“Zevcen Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” Hazreti Abbas(ra) tasdik edip,

-“İkimizden başka kimsenin bilmediği bir sırdı”deyip Peygamberimiz(sav)’in bu mucizesi karşısında İslâm olmuş ve fidyeyi ödemiş, bunun üzerine.

Ey Peygamber elinizde bulunan esirlere söyleki; Allah kalplerinizde hayır olduğunu biliyorsa sizden alınandan daha hayırlısını size verecek ve size mağfiret edecektir” (enfal 70)ayeti kerimesi vahy olmuştur.

Peygamber(sav)’e para yardımında bulunup, bazı seferlerine katıldı.

Peygamber Efendimiz(sav), amcası Abbas(ra)’a çok yakın ilgi gösterirdi. Ona, “Kureyş’in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riayet eden kişisi“, mealindeki sözleriyle iltifatlarda bulundu. “İnsanın amcası babası gibidir” şeklindeki sözleriyle saygı gösterirdi.

Hz. Abbas(ra)’a, ikisinden hangisinin büyük olduğunu soranlara; “O benden büyük, ben ise ondan yaşlıyım” karşılığını verirdi. Peygamber Efendimiz(sav), amcası için dualarını da esirgemedi: “Resulu Ekrem(sav), Abbas(ra) ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, ‘mülâet’ denilen bir perde altına alarak üzerlerini örttü. Dedi: Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru!“buyurdu.

Peygamber efendimiz(sav), vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler. Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz. Abbas(ra)’ın fâizi olduğunu bildirdiler.

Peygamber efendimiz(sav)in vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz. Ali(ra), Hz. Abbas(ra) ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar.

Hz. Abbâs(ra) ve oğulları su döküp, Peygamber efendimiz(sav)’i sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali(ra)’ de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah(sav) efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.

Risale-i Nur’da, Hz. Ömer’in (ra) onu vesile yapıp; “Yâ Rab, bu senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver!” mealinde dua ettiği ve yağmurun yağdığı nakledilmektedir

Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı. Hz. Ebû Bekir(ra) ve Hz. Ömer(ra)’in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz. Abbâs(ra)’a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.

Çok zengin idi. Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti.

652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman(ra) kıldırdı. Bakî’ kabristanına defnedildi.

Hz. Abbas’in soyundan gelenler sonradan Abbâsîler devletini kurdular.

Allah’a verdikleri sözde duran iyilerin arasında olan Abbas (ra)’dan razı olsun bizlere şefaatini nasip etsin amin..

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1) Ümmetimin Yıldızları

2) Hadis Külliyatı

3) Risale-i Nur Külliyatı

Ebu Ubeyde Bin Cerrah (R.A) Kimdir?

583 yılında Medine’de tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının adı Abdullah, annesinin adı ise, Ümm-i Ğanem Ümeyye bint-i Câbir’dir. Ailesi Kureyş’e bağlı Beni Haris kabilesine mensuptu. İslam’dan önceki yaşamında Kureyş’te saygı değer bir kişiydi. Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden biriydi asıl ad Amir b. Abdullah b. el-Cerrah’tır. Cerrah ismi dedesinin adıdır. Nesebi, Rasûlullah(sav)’ın nesebiyle dedelerinden Fihr’de birlesir.

Ebû Ubeyde(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in dâvetiyle Resûlullah(sav)’a giderek Müslüman olmuştur. Müslüman olduğunda yirmi yedi yaşında idi. Babası Resulullahın en azılı düşmanı idi. Ubeyde Müslüman olunca babası tarafından hanımıyla birlikte evden kovulmuştur. Ümmetin emini lakabıyla meşhur olmuştur. (Rasûlullah’in bütün ashabı emanet ve adillikte eşittir: ancak bir vasfın her insanda ayni derecede inkişaf etmeyeceği muhakkaktır)

Rasûlullah(sav), “Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en şiddetlisi Ömer, en hayalisi Osman en helâl ve harami bileni, Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur’ân okuyani Übeyy b. Ka’b, en emîni Ebû Ubeyde’dir” buyurmustur.

Hazreti Muhammed(sav)’in yaptığı bütün gazalara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda müşrikler safında yer alan babasını fark edince, onunla karşılaşmamaya oldukça özen göstermiş, fakat babasının ısrarla kendisini takip edip öldürmek istemesi karşısında, zor durumda kalarak istemediği halde onu öldürmüştür.

(Bir insanın iman uğrunda yeri geldiğinde, babasını bile öldürmekten çekinmemesi, aslında yadırganacak bir olay değildir. Fakat bunu, her şeyi maddede değerlendiren, iman ve maneviyattan oldukça uzak yaşayan günümüz nesillerinin idrak ettirmesi zordur.)

Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe îmân edenler, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmezler. O kâfirler ve münafıklar, Müminlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan mü’minleri Cennete, koyacağım.”(Mücâdele sûresi 22.) âyetinin bu vesile ile nazil olduğu rivayet edilir

Hazreti Muhammed(sav) Uhud’un eteklerine doğru çekildiği esnada, O’nu korumak için etrafında halka teşkil eden, on dört cesur sahabi arasında Ebu Ubeyde (ra)’de vardır. Bu savaşta Rasûlullah(sav)’in yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmıştır.

Ebu Ubeyde(ra), uzun boylu, zayıf, hafif sakallı, dişleri seyrek kesici dişleri düşmüş, güzel yüzlü, züht ve takva sahibi, cesur, adaletle hükmeden, itaatkâr, zekî, uysal, uyumlu, merhametli idi.

Takdim edilen makamları bile elinin tersiyle itebilen bir insandı. Hz Aişe’nin ifadesiyle, ashab arasında Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer’den sonra Nebiler Serveri (sas)’nin en çok sevdiği kişi olan Ebu Ubeydedir.

Ebû Ubeyde bin Cerrâh(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer(ra) zamanında cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katıldı ve kumandan olarak yer aldı.

Ayrıca O, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Seyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmuştur.

634 yılında, Humus’ta Roma İmparatoru Heraklius’un muazzam ordusuna karşı Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Surahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanların orduları birleşerek Ecnâdin’de savaştılar. Müslümanlar üç bin şehit vererek burayı fethettiler. Ebû Ubeyde(ra) Hz. Ömer(ra)’in emriyle Humus’a yerleşti.

Yermük savaşında Müslümanlar inançlarıyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye uğrattı.

Habat (ağaç yaprağı) gazvesinde emrindeki 310 sahabeyle birlikte günlerce aç kalmışlar, ağaç kabuğu yiyerek açlıklarını gidermeye çalışmışlardır.

Ebu Ubeyde (ra) mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü.

Bir gün, Resulullah (sav)’ın ardında namazını eda edip sohbetine katılmadan koşa koşa evine gitmesi Peygamberimiz(sav)’in dikkatinden kaçmamıştı.

Yolda karşılaştığı Ebu Ubeyde’ye (ra) sorar;

Ya Ubeyde niçin sohbetimizde bulunmuyorsun namaz biter bitmez gidiyorsun?”

Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulu(sav) giyecek bir tek entarim var hanımımın giyecek bir şeyi yok entarimi çıkarıp ona veriyorum oda namazlarını eda edebiliyor sebebi budur.”

Bu sözler üzerine iki cihan serveri Efendimiz(sav) gözyaşlarını tutamadı.

Sabret Allah yakında sizleri mükâfatlandıracaktır deyip ona entarilerinden birini hediye etmiştir.

Ebu Ubeyde(ra)’nin çadırına giren Hz. Ömer(ra), çadırda kılıç, kalkan ve mızraktan başka bir şey göremeyince, ona niçin evde kullanılabilecek eşyalar almadığını sormuş, Ebu Ubeyde de,

Ey Müminlerin Emiri! Onlar rahat ve rehavetimizi, dünyaya bağlılığımızı artırır” buyurmuş

Hazreti Ömer(ra)’de

Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi” demiştir.

Allah’a hesap vermekten o kadar çok korkardı ki “Bir koç olmayı, sahibim tarafından kesilip etimin yenilmesini, suyumdan da çorba yapılmasını ne kadar isterdim” demiştir.

Ebû Ubeyde(ra), Rasûlullah(sav) ile devamlı birlikte olduğu halde ondan on dört hadis rivayet etmistir, Sünneti yaşamaya daha ziyade önem vermiş, sünneti “anlatma“yi ise başka sahâbîlere bırakmıştır.

Yermuk savaşında önüne konulan soğuk su ve taze ekmek olan sofrayı askerlerimde soğuk su ve taze ekmek yemiyor ben nasıl yerim deyip kaldırtmış, kızgın kumun üzerine oturup askerin yediği sıcak suyu ve kuru ekmeği yemiştir.

Allah Resulu(sav)’ne biat ettiği günden itibaren kendisine tevdi edilen emaneti hakkıyla ifa etmiş bunu için gece gündüz çalışmış, Allah’ın rızası yolundan onu hiçbir güç döndürememiştir.

Anadolu’nun ilk camisi Antakya’da yapılan Habib-i Neccar camisidir. Bu cami, Ebu Ubeyde Bin Cerrah Tarafından 636 yılında inşa edilmiştir. Müslümanlık Anadolu’ya buradan yayılmaya başlamıştır. Hz. İsa’nın Havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar bir inanç abidesi ve Kuran-ı Kerim’de Yasin suresinde övülen bir şehittir.

Ebu Ubeyde 638 yılında elli sekiz yaşında iken seferde vebadan ‘şehit olarak’ vefat etmiştir. Cenaze namazını savaş alanında, yerine vekil olarak bıraktığı, Hz. Muaz b. Cebel kıldırmıştır.

Şerefli bedeni Ürdün’ün Beysin bölgesinde, kendi adıyla anılan köyde bulunmaktadır.

Vefatında hanesinde ancak silah, bir koyun postu ve bir su testisi bulunmuştur.

Allah kendisinden razı olsun bizleri onun şefaatini nasip etsin .Amin..

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1-Hayatüs sahabe

2-Sevgi kutupları

3-Hadis külliyatı