Etiket arşivi: avrupa

İslam dininin, 11 Eylül zaferi

İngiltere İçişleri Bakanı Jackoi Smith’e göre, İngiltere’de her yıl 50 bin İngiliz İslam dinine giriyor.

Bakan, 11 Eylül 2001 olaylarından beri toplam 400 bin İngilizin Müslüman olduğunu söyledi.

İngiltere’de iki milyondan fazla Müslüman olduğunu ve Hıristiyanlıktan sonra ikinci din haline geldiğini bildiren İngiliz bakan, aynı zamanda Müslümanların ihtiyacını karşılayacak bir İslam Üniversitesi kurulması gerektiğini söylüyor.

İslam dininin Avrupa’da yayılma hızı, Avrupalı politikacıları, dini liderleri, araştırmacıları ve basını şaşırtıyor. Avrupalıların İslam dinine girmeleri 11 Eylül olaylarından sonra akılları hayrette bırakacak şekilde bir ivme kazandı.

Araştırmacılar, bunun başlıca sebebinin Batı toplumundaki dini ve kültürel değerlerin erozyona uğraması sonucu, İslam’ın daha kapsamlı ve doyurucu olması; sağlam sosyal ve aile yapısını sunmasına bağlıyorlar.

ABD’nin saygın dergilerinden olan Time dergisi geçenlerde yayınladığı bir raporunda, Batı’da yüzlerce caminin yapıldığını ve artık Avrupa şehirlerinin çoğunda günde beş kez ‘ezan’ duyulmaya başlandığını yazdı.

Geçenlerde yayınlanan BM raporuna göre Avrupa’da 21 milyon Müslüman yaşıyor. Ancak, Avrupa Müslüman Azınlıklar Yönetim Kurulu Başkanı Dr Mahmud Sıddık Said bu sayının 50 milyon olabileceğini söylüyor.

Avrupa’da Müslüman sayısının artması ile birlikte, cami ve İslam merkezlerinin de sayısı hızla artıyor.

1963’de İngiltere’de sadece 13 cami bulunuyordu. Şimdi ise 600 cami ve 1400 İslam organizasyonları var.

6 milyon Müslümanın yaşadığı Fransa’da 1300 cami ve İslam merkezi ile 600 civarında İslam organizasyonu bulunuyor.

Almanya’da 4 milyon Müslüman yaşıyor. 1400 cami ve İslam merkezi var.

İtalya’da ise 1 milyon Müslüman yaşıyor ve 450 cami ve İslam merkezi var. Roma’da 30 milyon dolara mal olacak büyük bir cami yapılıyor.

Kanada’da İslam dinine giren Kanadalı sayısı 1991 ile 2001 arasında yüzde 130 arttı.

İsviçre’de de 11 Eylül olayından sonra 6 bin Hıristiyan Müslüman oldu.

San Diego Üniversitesi’nde çalışan araştırmacı Jan Wax, 2020 yılına kadar her dört Avrupalı’dan birinin Müslüman olacağını söylüyor.

Yine araştırmalara göre, yakın bir zamanda Müslümanların Avrupa işgücünün yüzde 20’sini oluşturacağı ve Avrupa’nın siyasi geleceğini etkileyeceği belirtiliyor.

En çarpıcı haberi ise İtalyan The Journal dergisi veriyor. Önümüzdeki 200 yıl içinde bütün Avrupa’nın İslam dinine gireceğini ve İslam’ın tek din olacağını yazıyor.

sorularlaislamiyet.com

Japonya’da Hakikatı Arayanlar

Son Japonya depremi bizlere Risâle-i Nûr’daki Japonlarla ilgili bahisleri derhatır ettirdi. Risâle-i Nûr eserlerinde Japonlarla ilgili mevzûlar vardır. Bunlardan biri Nokta Risâlesi’ndeki “Müstemî (dinleyen), müteharrî-i hakikat (hakikati araştıran) bir Japondur”1 ifâdesidir.

Bu Risâlede Bedîüzzamân Japonları dinleme makâmında, hakîkati araştıran olarak ta’rîf eder. Hakîkaten Japonlar bu sıfata lâyıktırlar. Hatta Bedîüzzamân “Kesb-i medeniyette Japonlara iktidâ bize lâzımdır.2 demekte ve hakîkatleri, doğruları ve gerçekleri araştırmada Japonlara uymamızı tavsiye etmektedir. Çünkü Avrupa’dan mehâsin-i medeniyeti (medeniyetin güzelliklerini) almakla berâber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhâfaza ettiler.”3 diyerek Japonların, medeniyetin güzelliklerini alırken kendi âdetlerini ve kültürlerini muhâfaza ettiklerini belirtir.

Yine Risâle-i Nûr satırları arasında görüyoruz ki, bir Japon Başkomutanı İstanbul ulemâsına bazı suâller soruyor ve bu suâllere Bedîüzzamân cevaplar veriyor ve bu cevaplar Beşinci Şuâ’nın te’lîfine mukaddeme oluyor. Şöyle ki; “Bundan kırk sene evvel ve Hürriyetten bir sene evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın Başkumandanı, İslâm ulemâsından dinî bazı suâller sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münâsebetle suâl ettiler.4

Hatta Muhâkemât’ta Japonlar’ın sordukları soruların ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. “Onlardan bir suâl: ‘Bizi, kendisine îmân etmeye çağırdığınız Allah’ın varlığına delâlet eden açık delil nedir? Mahlûkat neden yaratılmıştır? Yoktan mı? Maddeden mi? Yoksa onun zâtından mı? Ve diğer şüpheli sorular…’” gibi sorulan sorulara Bedîüzzamân, ilgili eserinde cevaplar vermiştir. Bu sorulardan da anlaşılıyor ki, Japonlar hakîkaten müteharrî-i hakîkat konumundadırlar. Bu sebepledir ki Avrupa’dan mehâsin-i medeniyeti aldılar ve terakkî ettiler. Dünyanın en ileri teknolojisine ve terakkîsine ulaştılar. Ancak noksan olan bir şeyler var ki, İlâhî ihtâr ile mânevî cihete sevk olunuyorlar. Muhâkemât’ta Allah’ın varlığına dair açık delilleri soruyorlar. Ancak ekser olarak, Allah’ın kâinattaki tevhid delillerine gerekli yönelmeyi yapamamış olacaklar ki İlâhî musîbetlerle, o cihete sevk olunuyorlar. Belki de, bu musîbetlerle Yüce Allah onlara aczlerini ve fakrlarını yakînen hissettirerek kalb ve rûhlarını ihtizâza getirip yüzlerini ve özlerini şu fânî dünyadan kendisine çevirmeyi irade etmektedir.

Japonlar teknoloji ve terakkîde dünya devletlerinin ilk sırasında yer alıyorlar. Ancak burada çok önemli ve tehlikeli bir durum olduğunu fark ediyoruz. On Dördüncü Söz’ün Hâtimesi’nde çok önemli ve ilginç bir açıklama dikkatimizi çekiyor. Şöyle ki: “Nasıl ki bir gün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün ziyneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle, büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler.”5 Burada geçen Allah’ın emri altında ve O’nun emrine âmâde olan zemin, beşerin sapıtmış, şirke bulaşmış, Cenâb-ı Hakk’ın dışında olanlardan yardım, medet umar hale gelmiş konumu ve teknolojik eserleri ile şükürsüz bir hâle düçâr olmuştur. Bu hâl o kadar ileri gitmiştir ki, yaptıkları eserler ile gurûra giriyor ve yapılan yolların, köprülerin en şiddetli depremlere bile dayanabileceği iddiâsında bulunabiliyorlar.

Kobe depremi öncesinde “Bu köprüleri ve üst geçitleri on iki şiddetinde deprem bile yıkamaz” iddiâ ve gururlarını Allah yerle bir ederek onlara ihtâr edip göstermişti. Hem “Zelzele gibi vâkı’alar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesâdüf oyuncağı değiller”6dir. Belki “küre-i arzın, benî Âdemden, bahusus ehl-i îmândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mânevîyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi mevtâlûd hâdisat-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gâyesiz, tesadüfî zannederek, bütün musîbetzedelerin elîm zâyi’âtını bedelsiz, hebâen mensûr gösterip müthiş bir ye’se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle, ehl-i îmânın fâni malını sadaka hükmüne çevirip ibkâ etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günâhlara kefarettir.” 7

Belki de en önemli noktalardan bir tanesi şu olabilir: Artık yaşlı zeminimiz kıyamet öncesi, ölümün keşif kolları nev’înden ön ihtârlarla Allah’ın emri ile beşerin bütün bütün yoldan çıkmaması, maddî ve mânevî bir kıyametin arzın ecel-i fıtrîsinden evvel başına gelmemesi için son ikazlar yapılmaktadır. Yüce Allah, bütün insanlığa şöyle bir ders veriyor olmalıdır: Ey nev-i beşer, aklınızı başınıza alınız! Sizin enâniyetiniz ve gurûrunuz olan şirk-âlûd ve şükürsüz âsâr-ı beşeriyeniz sizi kurtaramaz. Siz onlara güvenmeyiniz ve onları güçlü görmeyiniz. Esâs güç ve kudret sahibi Benim. Sizin güçlü ve kuvvetli gördüğünüz ve çokça güvendiğiniz esbâb olan âsâr-ı beşeriyenizi silip süpürürüm. Benim kudretimin önünde onlar dayanamaz ve onları yıkar yok ederim.

Depremden sonra oluşan tsunami dalgalarının her yeri sürükleyip götürdüğü görüntülerini görünce, yüce Rabbimizin güç ve kudretinin sonsuzluğu gözler önüne serilmiş oluyor. Böylece musîbet nev-i beşere hakîkî bir nâsih ve uyarıcı vazîfesini yapmaya devam ediyor.

Japonlar soğukkanlı ve müteharrî-i hakîkat konumunda insanlardır. Dinlemeyi, öğrenmeyi, araştırmayı ve güzel şeyleri almayı severler. Öyleyse kâinatta en büyük hakîkat îmân olduğuna göre, Japonlar bu en büyük hakikate öncelikle Allah’a îmân cihetiyle kavuşmalıdır. Belki de fıtratlarındaki müteharrî-i hakîkat meylini bu yönde istimâl ettirmek için Rabbimiz onlara musîbet veriyor. Zira “hayat musîbetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netice verir, tekemmül eder, vazîfe-i hayatiyeyi yapar.” 8 “Öyle de, çok zâhirî musîbetler var ki, İlâhî birer ihtâr, birer îkazdır.” 9 “Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevî huzur vermektir.”10

Elhâsıl: “Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukûş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir sûrette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umûmiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazîfelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musîbetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalarla, o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyiç eder. Mâhiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisânla değil, belki herbir âzânın lisânıyla bir ilticâ’, bir istimdâd vaziyetini verir. Güya insan o ârızalarla, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukadderât-ı hayatını yazar, esmâ-i İlâhiyeye bir ilânnâme yapar ve bir kasîde-i manzûme-i Sübhâniye hükmüne geçip, vazîfe-i fıtratını ifâ eder.” 11

Baki ÇİMİÇ / Yeni Asya

Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, 2006, s: 384.
2- Eski Said Eserleri, 2009, s: 175.
3- Eski Said Eserleri, 2009, s: 175.
4- Şuâlar, 2005, s: 562.
5- Sözler, 2004, s: 227.
6- Sözler, 2004, s: 227.
7- Sözler, 2004, s: 227.
8- Lem’alar, 2005, s: 23.
9- Lem’alar, 2005, s: 27.
10- Lem’alar, 2005, s: 27.
11- Lem’alar, 2005, s: 30-31


Avrupa Hakkında Bazı Sosyolojik Tespitler

Bediüzzaman’ın, Avrupa’nın Hıristiyanlık’tan tasaffî ederek İslâma yaklaşmasıyla ilgili öngörüsünün delillerini sunmaya devam ediyoruz: Bugün Avrupa, Müslümanlar da dahil herkese sosyal devlet yüzünü gösteriyor. İşsizlere geçinecek kadar maaş veriyor. Her türlü haklardan yararlandırıyor.

İslâm devletinin özelliklerinden birisi adalettir. Bugün, Türkiye bile, adalet konusunda AB, yani AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine) müracaat ediyor.

Bütün bu gelişmeler, AB’nin “hak ve hürriyetler projesi” olduğunu göstermiyor mu?

Batı “Lâ ilâhe illallah” demeye başlamıştı, artık “Muhammedü’r-resûlullah” demeye de başladı. Bediüzzaman, bir eserinde, “Âhirzamanda Hz. İsa’nın (as) din-i hakikisi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek” 1 der.

1984 yılında Avrupa’nın 114 kilisesi toplanıyor ve Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik kriterlerine uyup uymadığı tartışılıyor; bunun için öne sürdükleri altı kriterin aynen Hz. Muhammed’de de (asm) bulunduğu görülüyor. Sonunda 114 kilise, müştereken Hz. Muhammed’in (asm) “peygamber” olduğunu açıklıyor.

David A. Barrett tarafından 2001 yılında yayınlanan “Dünya Hıristiyan Ansiklopedisi”nde (World Christian Encyclopedia) 2025 yılında Müslümanların toplam sayısının 1.784.875.653’e (yani dünya nüfusunun yüzde 22.8’ine) yükseleceği tahmin ediliyor. 2050 yılında ise bu rakam 2 milyarın üstüne çıkarak 2.229.281.610’a (yani dünya nüfusunun yüzde 25’ine) yükseliyor. Kimbilir belki de Kur’ânî ifadeyle söyleyecek olursak insanlık İslâmiyet’e “fevc fevc” akın edecektir. 2

Yine Bediüzzaman’ın tesbitiyle; “Hıristiyanlık ya intifâ veya ıstıfâ edecek”, yani sönüp gidecek, İslâmiyete teslim-i silâh edecektir.

Kiliselere pek itibar eden yok. Ateistler veya agnostikler (din ile ilgilenmezciler) çoğunlukta. Artık kiliseler, “gönüllü kültür kuruluşu” olarak çalışıyor. Hasta, göçmen, bakıma muhtaçların yararına işler yapıyor.

Müslümanlar, dinsizlik ve ahlâksızlık karşısında, Hıristiyanların hakikî dindar rûhânî ve misyonerleriyle ittifak edecek.

İşte bu hakikat de apaçık görülüyor. Avrupalılar, uyuşturucu gibi madde bağımlılığına karşı birlikte çalışıyor ve tedbirler üretiyorlar. Müslümanları kiliselere dâvet edip konuşmalar yaptırıyorlar. Risâle-i Nur, bazı okullara ve kiliselere girdi. Zaten pek çok kilise, eğlence ve iş yeri olmaktansa, “Hiç olmazsa mabed olarak kalsın, ibadethane olsun!” diye Müslümanlara veriliyor. Öte yandan ibadet edenlere inanılmaz saygı gösteriliyor. Zira, bu değerler tamamen bittiğinden, inanılmaz çarpıcı geliyor onlara.

Ali Ferşadoğlu

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 111.

2- Umut Yavuz, Yeni Asya, 21.2.2009.

saidnursi.de

Uyan ey alem-i İslam!

Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyet’e maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehâdetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur’ân’a yönel ve o­nu anlamaya, okumaya ve o­nu anlatacak, o­nun bu zamanda bir mû’cize-i mânevîsi olan Nur Risâlelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da o­nun mânâsını neşretsin; lisân-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insâniyetin vasıta-i saadeti olursun.

Ey asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları!

Uyanınız! Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat’iyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur’ân’ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakkî olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve o­nu, hâl ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.

Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakikatte yine İslâmın malı olan fen ve san’atı, nur-u tevhid içinde yoğurarak, Kur’ân’ın bahsettiği tefekkür ve mânâ-yı harfî nazarıyla, yani o­nun san’atkârı ve ustası namıyla o­nlara bakmalı ve “Saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakâik-i imaniye ve Kur’âniye mecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!” demeli ve dedirmeliyiz.

Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi sefâhet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyâsı altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, İnşaallah.

Bediüzzaman

Lûgatçe:
müteveccih: Yönelmiş, dönmüş.
hâdim: Hizmet eden.
nâşir: Neşreden, yayan, dağıtan.
mû’cize-i mânevî: Manevî mû’cize, mânâyla ilgili mû’cize.
mütalâa: Okuma.
lisan: Dil.
etvar: Tavırlar.
neşr: Yayma, dağıtma, saçma.
lisân-ı hâl: Hal dili, beden dili.
vasıta-i saadet: Mutluluk vasıtası.
mevki-i muallâ: En yüce mevki, yüce makam.
ihraz: Birşey kazanma, elde etme.
fecr-i sâdık: Gerçek aydınlık, sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan beyaz aydınlık.
intibah: Uyanma.
münevver: Nurlu, aydın.
tekemmül: Olgunlaşma, kemâle doğru gitme.
medeniyet-i insaniye: İnsanların gayreti, çalışmasıyla oluşan medeniyet.
terakkî: Yükselme, ilerleme.
medeniyet-i İslâmiye: İslâm medeniyeti.
nur-u tevhid: Tevhid nûru.
mânâ-yı harfî: Birşeyin Yaratıcısına bakan, o­nu târif eden ve tanıtan mânâsı.
saadet-i ebediye ve sermediye: Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
hakâik-i imaniye ve Kur’âniye: Kur’ân ve iman hakikatleri.
cihangir: Savaşçı, savaş kahramanı.
gaflet: Nefsine uyarak Allah`ı ve emirlerini unutmak.
mecrâ: Suyun aktığı yol, kanal.
sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
şehvet-i medeniye: Medeniyetin kazandırdığı nefse ait geçici meyil ve arzular.
selâmet: Tehlike, korku ve kötülüklerden kurtulma.
ittihad: Birleşme.
rezalet-i medeniye: Medeniyetin sebep olduğu rezillikler.
hakikat-i İslâmiye: İslâmiyet hakikatı, gerçeği.

Avrupa İslâm’dan Neden Korkuyor ?

Avrupa ile İslâm âleminin münâsebetleri gün geçtikçe artmaktadır. Ancak her zemin ve zamanda “eşitlik“den “hukuk devleti“nden ve “hak ve hürriyetler“den bahseden Avrupalılar, bu münasebetlerden rahatsız görünmektedirler. Bunun en önemli sebebi, din ve kültür meselesi olduğunu da çekinmeden söylüyorlar.

Önemle ifade edelim ki, bugün Avrupa’da bir fikir ve ideoloji fetreti söz konusudur. Dinlerine en mutassıp olan Katoliklerin % 80’i dahi, kendi dinlerinin muharref i’tikad esaslarına inanmamaktadır. Gençlik tamamen başıboşdur ve gençliği bekleyen tuzakların başında, komunizm, sefâhate ve uyuşturucu ibtilası gibi insanlığın düşmanı sayılan tehlikeler gelmektedir.

Bu belâlara karşı hristiyanlık âleminin akıllı kısmı, İslâm âlemiyle müşterek düşmana karşı ittifakdan başka çare görmemektedirler. Bu yazımızda konunun bazı önemli noktalarını vuzuha kavuşturmak istiyoruz.

I- HAKİKİ HRİSTİYANLIK İSLÂMİYETE MUHALİF DEĞİLDİR

Hristiyanların İslâm’dan korkmaları, bilgisizlikten ve menfi propagandalardan kaynaklanmaktadır. Rahip Lelong’un “İslâm ve Batı” isimli eserindeki şu cümlesi de bu kanaatimizi teyid etmektedir: “Bilgisizlik yüzünden korku doğuyor, İslâm’dan ürkülüyor. Avrupa ve Amerika’da İslâm’ın zenginlikleri yeterince bilinmiyor….”. Halbuki Kur’ân, hakiki hristiyanlık ile İslâm’ın arasında temelde bir farklılık bulunmadığını ifade ediyor. Mü’minleri tarif ederken “Onlar, sana ve senden önceki peygamberlere inzal olunan kitaplara iman ederler” ifadesini kullanıyor ve bu ifadeyle ehl-i kitabı İslâm’a davet ediyor, şöyle ki:

Ey insanlar! Kur’ân’a iman ettiğiniz gibi diğer mukaddes kitaplara da iman ediniz. Çünkü Kur’ân, onların doğruluklarına delil ve şahiddir. Ve ey ehl-i kitap! Geçmiş peygamber ve kitaplara iman ettiğiniz gibi, Hz. Muhammed ve Kur’ân’a da iman ediniz. Zira iman edip İslâmiyet’i kabul etmekte sizin için bir zorluk yoktur. Bu, size ağır gelmesin.

Zira Kur’ân, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak inanç esaslarınızı ikmal ediniz ve muharref olan dini hükümlerinizi düzeltiniz diye size teklif ediyor. Zira Kur’ân, eski mukaddes kitapların bütün güzelliklerini câmi’dir; onların temel esaslarını ta’dil ve tekmil etmiştir. Sadece zaman ve zeminin değişmesiyle tebeddül eden fer’i mevzularda farklı hükümler tesis etmiştir. Bunda, akli ve mantıki olmayan bir cihet yoktur.

Zira dört mevsimde yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlar değiştiği gibi, bir insanın değişik hayat devrelerinde de, talim ve terbiyesi farklı olur. Aynı şekilde insanlığın farklı devrelerinde, bazı fer’i hükümlerin değişmesi kaçınılmazdır. Kur’ân, diğer dinlerin temel esaslarını değil, sadece fer’i hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi demiştir.

II- HRİSTİYANLIK, YA SÖNECEKTİR YA DA İSLÂM’LA BİRLEŞECEKTİR

Yukarda zikredilen hakikatler karşısında şunu ifade edelim ki, bugün hristiyanlık iflasın eşiğindedir. İslâm’a düşmanlığı sürdürürlerse, hristiyanlık, mevcut menfi cereyanlar karşısında dayanamayacaktır. İslâm ile barışıp, bazı muharref ve bâtıl inançlarından sıyrılırsa hem kendi hayatiyetini bir manada devam ettirecek ve hem de beşeriyetin saadetini teminde katkısı olacaktır.

Bu noktada papazlara büyük görev düşmektedir. Dünyevi menfaatleri ve siyasi hırsları için, beşerin saadetini tehlikeye, sokmamalıdırlar. Zira onlar da biliyorlar ki, İslâmiyetin esasları gerçek hristiyanlığa zıt değildir ve İncil’de müjdelenen “Fâreklit” de, Hz. Muhammed’dir. Kur’ân, bazı papazların hakkı bildikleri halde, dünyevi menfaati için gizlemelerini şiddetle kınamış ve tarih nazarında o papazlar rezil duruma düşmüşlerdir. Günümüzdekilere ibret olsun diye bu konuyu biraz daha yakından görelim:

Kur’ân’ın üçüncü suresi olan Al-i İmran’ın önemli bir kısmının nüzul sebebi, Necran’dan gelen bir hristiyan hey’et ile Resulüllah’ın münazarasıdır. Şöyle ki:

Hz. Peygamber’e Necran’dan mürahhas olarak “vefd-i Necran” diye bilinen 60 kişilik bir hey’et gelir. İçlerinde Abdülmesih ve Ebu Hârise İbn-i Alkame isimli baş piskoposlar da bulunmaktadır. Bunlar, Bizans İmparatorlarının tazim ve ikrâmda bulundukları hristiyan âlimlerdir. Ebu Hârise’nin kardeşi Kürz de hey’etin içinde bulunmaktadır. Bir hafta kadar Medine’de kalmışlar ve devamlı Resulüllah ile münâzaralarda bulunmuşlardır.

Hepsinde de mahcup ve mağlup olunca, Resülüllah Kur’ân’ın emri ile onları ibtihâle yani açıktan mülââneye, lâ’netleşmeye davet etmiştir. Kur’ân’ın daveti şöyledir: “Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, bir araya gelelim. Sonra da Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun diye duâ ve niyaz edelim.”

Bu teklifi duyan Nasara hey’eti “Bize müsaade et teklifini görüşelim” dediler. Kendi aralarında vardıkları karar ise şu oldu: Anladığınız gibi Hz. Peygamber gerçekten peygamberdir. İsa hakkındaki sorularımızı ne güzel halletti. Bilirsiniz ki, herhangi bir kavim, bir peygamber ile mülââneye kalkışırsa, büyüğü küçüğü mahvolur. Kökü kazınır. Madem ki, dinimizde kalmak istiyoruz, musâlaha edelim.

Ancak baş piskopos Ebu Hârise’nin kardeşi Kürz müslüman olmuş. Hatta anlattığına göre, yolda Ebu Hârise’nin katırı bir hayvanlık etmiş, Kürz de “Ta’sen lil-eb’ad: uzaktaki yani Hz. Muhammed helâk olsun” demiş. Ebu Hârise ise, “Hayır, anan kahrolsun” deyince sebebini sormuş ve verdiği cevap da şu olmuştur: Vallahi o bizim beklediğimiz peygamberdir.

Bu cevap üzerine Kürz, “O halde neden iman etmiyoruz?” deyince, cevaben “Çünkü şu krallar, bize servetler verdiler, şimdi buna iman etsek hepsini elimizden alırlar?” demiş. Kur’ân da böylesi rezillerin halini şöyle tasvir eylemiş: “Insanlara, kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, davarlar ve ekinler gibi hoşlarına giden dünyevi şeylerin sevgisi bezendi. Halbuki bunlar, dünya hayatının geçici metâ’ıdırlar. Akibet güzelliği ise Allah katındadır.

III-AVRUPA’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Tarihten ibret almayan Avrupa’lılar ve onların yukarda anlatılan Ebu Hârise’ye benzeyen papazları, aynı cehâlet ve inatlarını sürdürüyorlar. Türkiye’deki bazı benzerleri gibi, hele, hukuk ve hürriyetten her zaman ve zeminde dem vurdukları halde, mesele İslâm’a ve müslümana gelince, istibdad havarisi kesiliyorlar. İtalya’nın büyük yayın organlarından olan Lasamda’daki şu haberi aynen nakledip, İtalya’da bulunan yerli ve yabancı müslümanlar hakkında yapılan gizli bir toplantıyı aynen yansıtmak istiyoruz.

Bu toplantıda alınan kararlar, maalesef, aslen İtalyan olan Prof.Dr. Michele Tridente hakkında aynen tatbik edilmiş ve insan hakları havarisi kesilen Avrupalılar, bu İtalyan müslümana bakınız neler yapmışlardır. Kendi dilinden dinleyelim:

“Bari, 13 Şubat 1989, Rektör Prof. Dr. Halil CİN Selçuk Üniversitesi KONYA-TÜRKİYE

Çok Aziz Dost ve Değerli Rektör,

26.1.1989 tarihli zarif mektubunuza gecikerek cevap veriyorum. Çünkü burada kâfirler bana öldürücü darbeyi vurmak için uğraşıyorlar. Allah yardım edip önlemezse, çok büyük bir ihtimalle yaşamak istediğim Türkiye’ye göç etmeye mecbur kalacağım. İslâm Sanat ve Mimarisi doktorası tevcih ederek bana verdiğiniz şeref için en derin teşekkürlerimi ifade edecek kelime bulamıyorum. Doktora diplomamı dost Prof. Mandel’den aldım.

Bu mücadelede yapayalnız kaldım. Özellikle paralarını avuç avuç altınlar halinde sadece yatları için değil aynı zamanda İslâm davası için de harcama imkânına sahip bulunan müslüman kardeşler tarafından yalnız bırakıldım. Çok açıktır ki, onlardan asla kaybolan fonlara katkılarını değil, ancâk kredi (ödünç) istedim. Netice itibarıyla uğrunda her çeşit aşağılama ve tehlikeye maruz kaldığım bu yalnız ve çetin cihatta sizin bana göstermiş olduğunuz manevî destek tek mükâfat oldu.

Allah daima himayesini sizin ve muhteşem ilim ve ışık merkezi Konya ve aynı şekilde Büyük Mevlânâ’mız üzerinde tutsun. Sizi, ailenizi, Konya Üniversitesini ve Mevlânâ esprisinin mevcudiyetinden ve ışığından yararlanan Konya’nın imtiyazlı halkını din kardeşliği hislerimle kucaklıyorum.

Yakında görüşmek üzere.

Dostunuz Mühendis Prof. Dr. Michele Tridente”

Netice olarak, Avrupalılar ve bizdeki Avrupa maskeliler iyi bilsinler ki, hristiyanlık ya intifâ ya istifa edecektir; yani ya sönecek ya da bâtıl inançlardan arınıp İslâm’la birleşecektir. Akıl ve fennin hükmettiği istikbalde, hâkim, hükümlerini ak­la ve fenne tesbit ettiren Kur’ân olacaktır. Biz, komunizm ve benzeri insanlık düşmanı belâlara karşı, dindar ve samimi hris­tiyanlarla dahi ittifaka taraftarız. Hakkı gizlemeye boşu bo­şuna uğraşan papazları ise insafa davet ediyor ve İslâm’dan korkmayın diyoruz.

IV- İSLÂMİYET PİSKOPOSLARI MEŞGUL EDİYOR

VATİKAN: Kapalı kapılar arkasında ve büyük bir gizlilik içerisinde “İtalyan Piskoposlar Konferansı”nda nazik bir konu tartışılıyor; İtalya’daki Müslüman varlığı. Çeşitli değerlendirmelere göre ülkemizde 200.000 ile yarım milyon arasında müslüman vardır ve bunların büyük bir çoğunluğu dışarıdan gelmiştir. Arap Yarımadası’nda çıkan “Khaleei Times” gazetesine göre 10.000 İtalyan İslâm Dinine geçmiştir.

Bu artış fazla olmasa da devamlıdır. Öyle ki, Roma Camisi’nin dışında, Bari’nin hemen yanı başında, Casamassima’da, 53 yaşındaki sonradan müslüman olmuş Michele TRİDENTE’nin girişimleri ile bir İslâm Merkezi doğmaktadır. Bu merkezde, bir kongre merkezi, bir matbaa, bir astronomi rasathanesi, bir tıp merkezi, bir mezarlık ve bir medrese bulunmaktadır. TRİDENTE mühendistir ve Uygulamalı çevrebilim dalında üniversite doçentidir. Kendisine İslâm Üniversitesi tarafından da ödül verilmiştir. TRİDENTE sonradan müslüman olan ünlü Fransız Roger Garaudy’nin İtalya’daki bir eşidir. TRİDENTE’nin girişimi, “Mezzahma”nın ülkemize girişinin bir sembolü, bir işaretidir.

İslâm Dini’nin yayılışı İtalya’da ve dışarıda Kilise için bir problem teşkil etmektedir. Bunun içindir ki, yarın Roma Konferansı kapalı kapılar arkasında yapılacaktır. Uzmanların raporlarından başka Monsenyör Giovanni Innocenzo’nun da konuşması öngörülmüştür. Libya’da bulunan Vicario Apostolico doa Kaddafi rejimi ile güç ilişkilerden söz edecektir.

Genelde çoğunluğu müslüman olan ülkeler katolikler için nazik yerlerdir. Bunların en önemlisi Suudi Arabistan’dır. Burada yaşayan yüz bin kadar hristiyan rahipsizdir. İslâm’ın kutsal yerlerinin bekçileri olan Suudi Arabistan yetkilileri en küçük bir diyaloğa yanaşmamaktadırlar.

Kongreye katılanlardan Vatikan mensubu Monsenyör Vittorio lanari Mussolini’nin şu sözlerini hatırlatmaktadır: “Eğer müslümanlar Mekke’de bir kilisenin açılmasını kabul ederlerse Roma’da bir cami açılabilir”; “fakat dini kimliğimizin korunması ticari bir mantıkla bağdaşamaz”.

Rüşdi olayından başka, büyük göçlerle İslâm yalnız İtalya için değil, Avrupa için de bir problemdir. Federal Almanya’da 2 milyon civarında, İngiltere’de 1,5 milyon, Fransa’da 2 milyon, Hollanda’da 300 bin müslüman vardır.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz