Etiket arşivi: ay

Ay Konuşuyor!

Güneşin etrafında gezegenler, gezegenlerin çevresinde uydular vardır. Ay; semaya asılı ve dünyaya bağlı bir uydu olarak gökyüzünde yerini alır. Bugünkü hesaplamalara göre 4.47 milyar yaşında olduğu düşünülüyor.

Güneş, Dünya ve Yıldızlar gibi Ay da, bizleri kendisini tanımaya davet ediyor. Acaba onu gerçek yönüyle tanıyabilecek miyiz?

* Yahu, bakın kamere. Yıldızlarla denizler, herbiri de kendine mahsus birer lisânla, “Ehlen sehlen, merhaba,” derler. “Hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?” (SÖZLER, Lemaat)

Allah’ın binbir isimleriyle Güneş, Ay, elementler, madenler, bitkiler ve hayvanlar intizam altına alınmışlardır ve hayatın hizmetine sunulmuşlardır. Allah’ın bir ismi de Güneş’i Ve Ay’ı istediği gibi hareket ettiren yani “Musahhiru’ş-Şemsive’l-Kamer” dir. Bu isim; ikilinin özelliklerine, onlara yüklenen görevlere dikkatlerimizi daha çok çekmelidir. Gökyüzü meydanında yıldızlar ordusunun iki komutanı vardır, bunlardan birincisi Güneş ise ikincisi de Ay dır.

*semâvat meydanında, şems ve kamer kumandası altında yıldızlar ordusunu harekete getirmekle, (MEKTUBAT, 20.Mektup)

*Sani-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, (MEKTUBAT, 29.Mektup)

*Musahhiru’ş-Şemsive’l-Kamer isimleri (MEKTUBAT, 29.Mektup)

Ay; şu gökkubbenin tepesine takılmış bir gece lambası olarak durmaktadır. Işığı yoktur, ışığını diğer gezegenler gibi Güneşten alır. Karanlıktır, koyu renkli ve yoğun bir yapısı vardır. Üzerinde dünyadaki gibi herhangi bir hayat izi de bulunamamıştır. Dünya, Güneş ve Ay üçlüsü arasında gayet ince hesaplarla ayarlanmış öyle hareketler vardır ki insanları hayretler içinde bırakır. Ve insanları ”Bunları böyle düzenleyen kim ise, her şeyi yapan da O dur” fikrine götürür. Evrenin ustası kimse Ay ve Güneşin ustası da O dur.

 Ay; kendi ekseni etrafında, dünyanın etrafında ve dünyanın bir uydusu olarak birlikte Güneş’in etrafında döner. Ay’ın kendi ekseni ve Dünya etrafında dönüş süresi eşittir. (29, 5 gün) Bu sebeple Dünya’dan Ay’ın hep aynı yüzü görülür. Güneşin etrafında ise Dünya ile birlikte 365 günde döner.

ayin gorunen yuzu ve gorunmeyen yuzu

ResimKaynak: www.wikipedi.org

Dünyadan bakıldığında Ay’ın bazı evreleri görülür. Yeniay, Hilal, Dolunay, v.b.gibi evreleri vardır. Menzilden menzile daireden daireye pek çok yere uğrar, çeşitli şekiller alır. Hem bir takvim ölçüsü hem de bir gece lambası görevi görür. Ancak Ay’ın binlerce görevleri arasında bu yalnızca bir tanesidir.

* Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayretfezâ, o derece harikadır ki, “Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîre hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan herşeyi yapabilir(MEKTUBAT, 3.Mektup)

*Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtât ve hayvanâtı bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi, o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden (SÖZLER,14.Lemanın 2.makamı)

*Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lâmba (SÖZLER, 22.Söz)

*kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. (LEMALAR, 1.Lema)

*hem bu kainatın sobası olan güneş bir, lambası olan kamer (ŞUALAR, 2.Şua)

*Evet, bir mü’min, güneşi kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs, kameri bir idare lâmbası addedebilir. Bu itibarla şems, kamer, kendisine bir nimet olur. (ŞUALAR,29.Lemadan 2.Bab)

*güneşten, kamerden ve kevkeb-i münirden bütün kainat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşvünema ve hayat buluyor. (E.LAHİKASI,27.Mektubun Lahikasının Zeyli)

* takvimcilik eden kamerden (SÖZLER, 33.Söz)

*Herbir gününe, ayrı bir şekilde bir kameri göstererek, evkatın hesabı için takvimcilik yaptırır (MEKTUBAT, 3.Mektup)

* Ve evkât ve hesâbı bildirecek saat akrebi gibi, kamer dahi dakîk hesablarla azîm hikmetlerle ona takılmış; ve o kamere, başka menzillerde, ayrı seyr ü seyahat verilmiş. (SÖZLER, 33.Söz)

*Mesela: “Ay için de menziller takdir ettik.” Yasin Sûresi: 36:39. “Vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye.” Yunus Sûresi: 10:5.  ayet-i kerimeyle zikredilen fayda, takdir-i kamerin binlerce faydalarından biridir. Yoksa, takdir-i kamer bu faydaya münhasır değildir. Yani, kamer yalnız bu gaye için değildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir. (M.NURİYE, 10.Risale)

*Meselâ, güneşin kendi Halıkının izniyle ve emriyle üç çeşit tecellîsi ve in’ikâsı ve ifâzası var. Birisi çiçeklere, birisi kamere ve seyyârelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in’ikâslarıdır.

….İkincisi, güneşin kamere ve seyyârelere, Fâtır-ı Hakîmin izniyle verdiği nur ve feyizdir. Şu küllî ve geniş feyiz ve nurdan sonra Kamer, o ziyânın gölgesi hükmünde olan nuru güneşten küllî bir sûrette istifade eder. (SÖZLER, 24.Söz)

*Bak, kamer kendi zâtında kesâfetli, zulümâtlıdır; ne ziyâsı var, ne hayatı. (SÖZLER, 24.Söz)

* Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz. (MEKTUBAT, 1.Mektup)

*Kamerin bir menzili var ki, Süreyyâ yıldızlarının dairesidir. Kameri hilâl vaktinde hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder (SÖZLER, 25.Söz)

            Zaman saati akıp gidiyor. Bazı camilerin yüksek minareleriyle saat kulelerinin büyük saatlerinde parlayan akrepler vardır. Gökyüzü kubbesinin büyük saati olan Ay da, farklı hilalleriyle bir akrep gibi zamanı gösteren bir gökcismi olarak ince hesaplarla hareket ettirilmektedir.

*yüksek minâre ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri misillü, kubbe-i semâda kameri zamanın saat-i kübrâsına bir akrep yapmak; mütefâvit çok hilâller sûretinde her geceye güyâ ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak; menzillerinde kemâl-i mîzanla, dakîk hesapla hareket ettirmek; (SÖZLER,32.Söz)

         Kur’an, Yasin suresiyle Ay’ın hareketlerine, geçirdiği evrelere ve ona yüklenen görevlere dikkat çekmiştir.

“Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir.” (Yâsin Sûresi: 39.)

         Ay dolunay zamanında; kendi yörüngesinde Dünyanın etrafında dolaşırken bazen Dünyanın gölgesinde kalır ve ay tutulması meydana gelir. Bu olay yılda iki kez ve Ay’ın düğüm noktalarına yakın olduğu zamanlarda olur. Ve yaklaşık 40 dakika ile 1 saat arasında sürer, sonra bu ilahi olay dünya işleri içindeki insanların dikkatini çekerek sona erer.

* Medâr-ı şems ve kamer tekâtu’ noktaları olan re’s ve zenebde arzın haylûletiyle, bir emr-i İlâhiyle münhasıf olur kamer. (SÖZLER, Lemaat)

12 burcun bulunduğu tutulma dairesi ile ayın gezdiği yörüngenin birbiri üstüne geçmesiyle, o iki daire kesişir iki yay şeklini alır. Geçmiş devirde Astronomlar o 2 yayı büyük 2 yılana benzetmişler, baş kısmına Re’s, kuyruk kısmına Zeneb ismini vermişler. Ay bu yayın baş kısmına, Güneş ise kuyruk kısmına gelince Dünya ikisinin ortasına girer ve Ay tutulur. Bir teşbihle anlatılmak istenen bu olayda Ay, sanki yılanın ağzına girmiş gibidir. Fakat bu ilmi benzetme zamanla unutulmuş, maalesef halk dilinde Ay’ı yutan gerçek bir yılan anlamına da büründürülmüştür.

*derecât-ı şemsiyenin medârı olan “mıntıkatü’l-burûc” tabir ettikleri daire-i azîme, menâzil-i kameriyenin medârı bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki kavise felekiyun uleması, lâtif bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan “tinnîneyn” namını vermişler. İşte, o iki dairenin tekatu’ noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve şems zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca “haylûlet-i arz” vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf olur. Sabık teşbihle, “Kamer tinnînin ağzına girdi” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini almış. (LEMALAR, 14.Lema)

Güneş ve Ay tutulmalarının vakti; Allah’ın büyüklüğünü ilan eden semavi olaylardan ikisidir. İslamda Ay tutulması aynı zamanda Yaratıcıya karşı özel ibadetlerin yapılacağı yani “Husuf namazı” nın kılınacağı özel bir zamandır. Yıl içinde ancak bazı ülkelerden nadiren görülebilen bu özel anı gören bir Müslümanlar için onu kutlamak, yani Rabbini bu vesileyle bir daha anmak önemlidir. Gündüzün, bir anda gece gibi karanlık olması ancak onu yaratanın işi olabilir. Bu olay nedeniyle yüce yaratıcıyı tekrar hatırlamak bir müslümanın görevidir. Yoksa o ibadet, ay tutulmasını sona erdirmek için değildir.

*hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsûf ve husûf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nurânî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını, o vakitte bir nevi ibâdete dâvet eder. Yoksa, o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesâbiyle muayyen olan ay ve güneşin husûf ve küsûflarının inkişafları için değildir. (SÖZLER, 23.Söz)

* kamervârî menzilden menzile, daireden daireye (SÖZLER, 31.Söz)

İslam toplumlarında Ay; ayrıca Ramazan orucunun başlaması ve sonunda Bayramın başlangıcının tesbitinde de bir rol üstlenmiştir. Ama en önemli özelliği Hz.Muhammed’e inanmayanlara karşı bir mucizenin gösterilme aracı olmuştur. İlahi izinle bir gece vaktinde ona işaret eden parmağıyla Peygamberimiz ayı ortadan ikiye ayırmıştır. Bu olay Kamer suresinde de geçmektedir.

* Ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.) nassı ile, şakk-ı kamer gibi (SÖZLER, 31.Söz)

*İnşikak-ı kamer, dâvâ-i nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterildiğinden; hem, ihtilâf-ı metâlî ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mâni esbâbın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir. (SÖZLER,31.Söz)

*arza bağlı, semâya asılı olan kameri bir arzlının işaretiyle iki parça ederek, arzın sekenesine o arzlının risâletine öyle bir mu’cize gösterildi ki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.), kamerin açılmış iki nurânî kanadı gibi (SÖZLER, 31.Söz)

         Ay’ı parmağıyla ikiye ayırmak insanlara Peygamberliğe inandırmak için gösterilen bir mucize ise Mi’raç hadisesi de semayı dolduran meleklerin gözü önünde cereyan eden bir mucizedir.

* Meleklerde Mi’rac, insanlarda Şakk-ı Kamer gibidir (SÖZLER, Lemaat)

*İnşikâk-ı kamer kendi kendine, bâzı esbâba binâen vukû bulmuş, tesâdüfî, tabiî bir hâdise değil ki, âdi ve tabiî kânunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîmi, Resûlünün risâletini tasdik ve dâvâsını tenvir için, hârikulâde olarak o hâdiseyi îkâ etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risâletin iktizâsıyla, hikmet-i Rubûbiyetin istediği insanlara ilzâm-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktizâ etmedikleri, istemedikleri ve dâvâ-i nübüvveti henüz işitmedikleri aktâr-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metâlî haysiyetiyle, bâzı memleketin kameri daha çıkmaması ve bâzılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mâni pekçok esbâbâ binâen, gösterilmemiş. (MEKTUBAT, 19.Mektup)

        Ay, dünyada yaşayanlar için her asırda merak konusu olmuştur. Apollo 11 ile aya ilk kez giden Neil Armstrong 20 Temmuz 1969 da ayak basmıştır. İnsanların bu merakını günü gelince gidereceğine, 1928-30 yılları arasında yazılan 31.Söz de Bediüzzaman 40 yıl önce işaret etmiştir.

* Evet, beşer, kamerdeki hali anlamak için ne kadar merak eder ki; biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düşer. Halbuki, kamer öyle bir Mâlikü’l-Mülkün memleketinde geziyor ki, kamer bir sinek gibi küre-i arzın etrafında pervâz eder (SÖZLER, 31.Söz)

         Ay’dan başka merak edilen bir gezegen de Jüpiter adı verilen Güneş sisteminin en büyük gezegenidir. Şu anda uzaya gönderilen uydularla ondan bilgiler alınmaktadır. Henüz Ay’a gönderilen Astronot gibi insan gönderilmesi söz konusu değildir. Ancak o kadar gezegen varken Jupiter’in Ay ile birlikte örnek gösterilmesi, bu örnekten 40 yıl sonra Ay’a insanın gitmesi ileride Jüpiter’e de insanın indirilebileceğini düşündürmektedir.

*eğer sana denilse, “Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek”; merakın varsa, vereceksin. (MEKTUBAT, 19.Mektup)

*kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair ita-i malümat eden adama, bütün mamelekini ona feda etmeye hazırsın. (M.NURİYE,10.Risale)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

1 Ay Müslümanca!

Blood Foundation(www.muslimforamonth.com) adlı sivil toplum kuruluşu bir ilke imza atarak İslamiyeti, müslüman olmayanlara sevdirmek adına harika bir hizmet yapıyor.

İnsanların 1 ay müslüman gibi yaşamaları için program düzenliyorlar. Program esnasında 5 vakit namaz kılınıyor, oruç tutuluyor, içki ve domuz etinden uzak duruluyor.

Belli sınırda kabul edilen başvurular ile grup oluşturuluyor ve bu grup ile dolu dolu 1 ay geçirilmesi planlanmış.  Ancak çalışma hayatlarından dolayı izin alma problemi olanlar için şimdilik 9 günlük programlar yapılıyor. İleride 1 aylık programların yapılması umuluyor.

Programa katılanlar arasında, Avustralyalı, Hollandalı, Taylantlı, Belçikalı, Amerikalı, İrlandalılar var.

Misafirler ilk önce Eyüp Caminin yanındaki bir konağa yerleştiriliyorlar. Öncelikle islamiyet ile ilgili kısa kısa bilgiler veriliyor. Erkeklere takke, hanımlara da başörtü hediye ediliyor. Burada misafirlere namaz kılmaları öğretiliyor. Program boyunca her gün İslamiyet ile ilgili konular, uzmanları tarafından öğretiliyor.

Organizasyon yöneticileri misafirleri sıkmamak için günde 1 defa namaz kılmayı programlarına koymuşlar. Fakat daha sonra misafirlerden birinin “namaz kılmak çok güzel bir şey, benim

hoşuma gitti, müslümanlar günde 5 defa namaz kılıyorlar, biz niye 1 defa kılıyoruz” gibi bir talepde bulununca, programa 5 vakit namazı da dahil ediyorlar.

Programda teheccüd namazı bile var! Gayri müslimler, kalkıp teheccüd namazını kılıyorlar. Ayrıca programda musiki saati koymuşlar. Musiki saati adı altında namaz tesbihatını yaptırıyorlar.

Ayrıca çeşitli yerlere geziler de oluyor. Edirne Selimiye Camisine gidiliyor, Konya Mevlana hazretlerinin türbesi ziyaret ediliyor.  Konya’da bir de ev ziyareti yapılıyor. Konya’da ehl-i hamiyet bir aile gönüllü olarak, misafirleri evinde ağırlıyor ve bol bol ikramlarda bulunuyor. Böylece turistler islamiyetdeki cömertliği ve müslümanlardaki misafirperverliği bizzat yaşayarak öğrenme fırsatı buluyorlar.

Meşru dairedeki eğlencelere örnek teşkil etmesi açısından, hanımlara kına gecesi, erkeklere de sıla gecesi düzenleniyor.

Program sonunda hayretler içerisinde kalan turistler, İslamiyetin ve müslümanca yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu itiraf ediyorlar. Birisi, “bundan sonra kimse bana İslamiyet aleyhinde konuşamaz” diyor, bir diğeri ise “ben, bu programda Allah ile konuşmayı öğrendim (Kuran-ı Kerim okumaları ile)” diyor.

Bu organizasyon İslamın doğru anlaşılması açısından çok önemli. Eğer biz doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu efalimizle izhar etsek diğer dinlerin tabileri de İslâma dahil olur.

Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!

www.NurNet.org

Ay’da Duyulan Ses

Armstrong asla Müslüman olmadı

Neil Armstrong’u da diğer bütün Apollo astronotlarını da çok yakından tanırım. Çünkü hemen hemen hepsinin Ay yüzeyine iniş eğitimlerini ben verdim. Neil’in Ay’a inişinin üzerinden tam 35 yıl geçti, ancak bugün hem onunla hem de diğer bir çok astronotla kişisel dostluklarım hâlâ devam ediyor. Çünkü biz bir ekip olarak 20’nci yüzyılın en önemli bilimsel atılımını gerçekleştirmenin mutluluğunu paylaştık.

Bu önemli soruyla, beni de yıllardır gerçekten çok rahatsız eden çirkin bir söylentiye parmak bastın sevgili Ali… Sen ve gazeten aracılığıyla hem Türkiyeli kardeşlerime, hem de bu söyleşimizden haberdar olması muhtemel diğer ülkelerden Müslüman okurlara altını çize çize duyurmak istiyorum ki NEIL ARMSTRONG AYDA ASLA “EZAN SESİ” SAYILABİLECEK NİTELİKTE GİZEMLİ BİR SES DUYMAMIŞ VE BİZİM BU GÖRÜŞMEYİ GERÇEKLEŞTİRDİĞİMİZ GÜNE KADAR DA MÜSLÜMAN OLDUĞUNA DAİR HİÇBİR AÇIKLAMA YAPMAMIŞTIR. Üstelik, Müslüman bir bilim insanı olarak, ben onun böyle bir karar almasına hiç de gerek olmadığını düşünüyorum.

Neil şu anda 74 yaşında ve Ohio‘da ailesiyle münzevî bir hayat sürüyor. O benden 8 yaş daha büyüktür. Eğer günün birinde kendi rızasıyla İslâm dinine geçtiğini açıklasaydı, bundan hepimiz derin bir mutluluk duyardık elbette… Evet, tekrar ediyorum, Neil Armstrong ya da herhangi bir Apollo astronotu henüz Müslüman olmadı. Ama onların hepsini tek tek yetiştirip Ay’a güvenle gönderip geri getiren eğitimcileri olarak, ben Faruk El-Baz, annemden doğduğum günden beri Müslümanım! Oldu mu? Acaba bu kanıt onlar için yeterli mi?

Prof. Dr. Faruk El-Baz

Kaynak: Yeni Şafak Gazetesi

Editörün Notu: Zafer Dergisinde yer alan “Ay’da Duyulan Ses” adlı yazıya binaen yayınlanan, aynı adlı yazımızın içeriğini tashih ediyoruz. Sitemizde yayınlanan bu yazıdan sonra yapılan araştırma ve incelenen kaynaklar vesilesiyle, Yeni Şafak gazetesinin yukarıdaki yazısının sıhhatli olduğunu bildirir, kıymetli okuyucularımızın bilgisine sunarız.

Kadınlar erkeklerin tarlası mıdır?

Kısa bir öyküyü paylaşayım. Aya ilk çıkan astronotlardan biri yetmişli yılların başında dünya gezisine çıkar. Gezinin Japonya durağında da, ilköğretim öğrencilerinin hemen yerde duyduğu o bildik sorusuyla karşılaşır: “Ay nasıl bir yer?” Astronot zarif bir tebessümle, babacan bir tavırla cevap verir: “İtiraf etmeliyim ki, orada tavşanlar ve yeşil peynir bulamadım.”

Bu cevap şu anda size ne kadar anlamsız ve ilgisiz geliyorsa, o sırada Japon çocuklarına da o kadar anlamsız ve tuhaf gelmiş olmalı… Oysa aya ilk ayak basan astronota göre bir o kadar açıklayıcı ve yerinde bir cevaptı bu Astronotun bilmediği şuydu: Japon çocuklar ve çocukluklarını Türk kültüründe yaşamış bizler de, astronotun yaşadığı kültürün içinde büyümedik. Amerikan kültüründe, dolunayın, en bariz gözüktüğü anlarda, sol alt tarafındaki lekesi bir tavşana benzetilir ve bu tavşanın da ay üzerinde peynir yediğine dair masallar üretilir ve anlatılır. Astronotun kafasındaki bu imge, Japon çocukların kafasında olmadığı için bir tür anlamsızlık anı yaşanır. Astronot saçmalar, yersiz bir cevap verir.

Oysa, Türkiye’deki bir çocuk sorsaydı bu soruyu, ben de astronot olsaydım, “O kadar da yaşlı değilmiş!” deyiverirdim. Bu cevaba Japon çocukları da Amerikalı çocuklar da şaşırır ve yersiz bulur şüphesiz. Ama ay’ı hep “Ay Dede” diye tanıyan Türk çocukları tebessümle karşılar.

Bunun gibi, kendi dünyamızda yüklediğimiz anlamlar üzerinde kalarak bize sunulan kavramlara muhatap olduğumuzda işte bu kadar yanlış anlarız.

Soru şu: “Kadınlar bizim tarlamız mı?”

Elbette ki öyle… Kur’ân öyle diyor çünkü:“Kadınlarınız sizin için bir tarladır.”[Bakara, 223] Şehirli bir akıl, “tarla” kelimesinin “kadın”la eşitlenmesinde hakaret okur. Şehirli akılla okuduğumuzda “tarla” kelimesini, aklın dile eşlik etmediği, sözün anlama denk gelmediği, bağlamından koparılmış bir okuma yapıyoruz. Böylece, Kur’ân’ın kastettiği anlamı, kendimize kalan deneyim bulaşığı içinde lekeliyoruz, saptırıyoruz. Oysa, tarlanın hakkını bilen, hakkını veren bir çiftçinin tarlasıyla arasındaki ilişkiyi okursak, kadının yüceltildiğini fark ederiz.

Nasıl mı?

Bir çiftçi için tarla;

1. Olduğundan fazlasıdır; hep daha ötesini vaad eder. Göründüğünden büyüktür. Verdiğini katlayarak iade eder.

2. Göründüğünden daha güzeldir; yeter ki taşları temizlensin, ayrık otları kesilsin. Sulansın, güneşe maruz kalsın, toprağı nazlansın, gübresi eksik edilmesin.

3. Ekim ve hasat zamanları olan bir “özne”dir. Vakitlerine riayet edilmelidir. Keyfî davranmaya gelmez.

4. Değer atfedilen ve değerli görülen her şey gibi kesin bir sınırla ayrılır ve sağlam bir çitle korunur. Yabancılardan korunmaya değer, “çok özel ve biricik değer”dir.

5. Yerine ve mevsimine göre, neyin ekileceğini kendisi bilir. Zamanlama konusunda saatlerden daha hassastır.

6. Değerli tohumlardan daha da değerli ürünler çıkaran “değer katıcı” bir değerdir. Emanet edileni zayi etmez, daha değerlisiyle geri verir.

7. Ne zaman, nasıl çapalanacağı iyi bilinmelidir. Yokuşta ise başka türlü, ovada işe başka türlü… Nadasa bırakılacaksa hiç dokunulmamalıdır.

8. Azı çok yapar. Görülmeyeni görünür kılar. Tatsız tuzsuz şeylere tat katar. İçinde saklı nüveleri gelişmiş ve genişlemiş, somutlaşmış ve meyvelenmiş olarak ortaya çıkarır.

Daha da uzatılabilecek bu “ihtimam listesi”nde kurulabilecek her cümlede, çiftçi özne, tarla nesne gibi görülse de, çiftçinin her defasında tarlasına göre konum aldığı görülür. Çiftçinin gözüyle bakılınca, “tarla” göz bebeğidir. Çiftçi tarafına geçince, tarla hep “el üstünde” tutulur. Çiftçinin tarlası küçümsenemez, gözden düşürülemez. “Tarla” değerler üreten bir değerdir.

Vahyin “kadın” tarifinden şimdilik anlayabildiklerim… Her cümlede “tarla” yerine “kadın” konulursa, “işin aslı” anlaşılır.

[Vahyin Binbir Sesi’nden özetlenerek]

Senai Demirci