Etiket arşivi: ayasofya
Ben Ayasofyayım!
Ben Ayasofyayım
Karşımda turistik bir mabed
Fiillerim mavi bir cami.
Gösterişe ve ritüele dönmüş
Tüm ibadetlerim.
Suç ve suçlu bende.
Cehalet mührü vurdu üstüme,
Gayret, ders ve saflık katilleri.
İlim aktı gitti batı sahillerine
Ben bir müzeyim.
Minarelerim dimdik
Ama iki kelime çıkmaz ağzımdan
Karşımda halısı güzel bir zengin
Ben ise abdest kiriyle gezilen
Bir dilenciyim
İmarım kadim
Tabibim İstanbul
Ben ezanla iyileşmiştim
Ama sesi güzel müezzin ile değil
Kuran’ın kölesiyim.
Yedi, yetmiş
Yedi yüz değil
Ben bin dört yüzlük bir şiirim
Ama şair de kalmadı, bensiz
Fatih’in virgülüyüm.
Ben Ayasofyayım
Kitapların yolculuğu bitmişti
Ama nasipsiz bir el bana ilişti
Eski kitaplar tekrar raflarda
Bin sene gerideyim.
Fatih, nerdesin?
Açtığın kapılar hala kilitli.
Açılmaya da korkuyorum aslında
Yedi uyuyan mağarada gibi
Halen ülkemde esirim.
Ben Nebi’nin kelimelerinden
Doğdum, büyüdüm
Gaflet günahıma yenildim
Tövbe ediyorum Allahım!
Aç beni ve yeni müjdelerini.
Ben Ayasofyayım.
Fatih’in virgülü,
Mehdi’nin minberi,
Nebi’nin müjdesi,
Rabbimin terbiyesiyim.
M. Fatih Özbilen
Said Nursi’den Başbakana: Ayasofya’yı Aç Darbeden Kurtul
Üstadın farklı şehirleri ziyaret etmesindeki zahiri sebep, talebelerinin kendi bulundukları şehirlere Üstadı davet etmeleriyle gerçekleşmişti. İstanbul’dan, Ankara’dan, Konya’dan davet ediliyordu. O davetler üzerine dolaşmıştır. Ama Üstad Ankara’ya ayrı bir nedenle geliyor.
Üstadın yapmak istediği şey, Adnan Menderes’e bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu haber vermek bizzat kendisine anlatmaktı. Menderes’e olmasa bile en azından onun yakınlarına durumu anlatmaktı. Hatta Ankara valisine, Başsavcılığa, Müdde-i Umumiyesine (Başsavcılık Makamına) Isparta Milletvekili merhum Tahsin Tola ağabey vasıtasıyla bu haberleri ulaştırmaya çalıştı. Üstad onu Menderes’e, savcılığa gönderdi. Yani bu telaşını bildirmek istiyor. Bir musibetin yaklaşmakta olduğunu haber vermekti niyeti.
O arada davetler de devam ediyor sürekli. İstanbul’dan, Konya’dan çağırıyorlar. Üstad bu davetler üzerine İstanbul’a gitmiş. Daha sonra tekrar Ankara Beyrut Palas’a gelmiş. Birkaç gün kadar kalmış. Yine İstanbul’a gitmiş, Ankara’ya üçüncü defa davet edilmiş. Tabi o sırada İnönü bağırıyor, “Menderes demokrat olan Said Nursi’ye seçim propagandası için bir araba kiralamış. Onunla Said Nursi’yi gezdiriyor” diye türlü iftiralarda bulunuyor. Bu sebeple Menderes hükümeti korktu, çekindi. Ve Üstadın Ankara’ya girmemesi için çabalamaya başladılar. Üstadın Emirdağ’a dönmesini istediler. Karar aldılar. Ve son gelişini Ankara’ya girmeden önce engellediler, o da geri döndü… Tabii çok yanlış bir karar oldu bu onlar için. Üstad gelecek musibetin defedilmesini istiyor.
Üstad Hazretleri ihtilalin gelmekte olduğunu fark ediyor ve onları da uyarmak istiyor. Üstad da 1954’te yazdığı bir mektubu ona da yazıyor. Ülkede birkaç tehlikenin var olduğunu, birkaç partinin olduğunu söylüyor. “İki şey istiyorum, birisi Ayasofya’yı tekrar cami olarak görmek, ikincisi de Risale-i Nurları hükümet eliyle yaymak” diyor. Fakat bunlar olmadı. Menderes Allah rahmet eylesin, kusurlarını affetsin, daha sonra Risale-i Nurlara müdahil oldu. Emniyetin karışmasını engelledi. Ve Risale-i Nurlar açıkça basılmaya başladı.
Ayasofya Konusunda Bilgilendirme!
Ayasofya’nın Cami olmasını anlamsız bulduğunu dile getiren magazin ve spor yazarı Hıncal Uluç, İslam Hukukunda ki bilgisizliğini İstanbul’un fethini Kudüs’ün fethine benzeterek kanıtlamış oldu. Bu konunun gündeme gelmesi üzerine İslam Hukuk Profesörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz şunları söyledi:
İSTANBUL’UN FETHİNİ VE AYASOFYA’NIN CAMİ OLUŞUNU KUDÜS’ÜN FETHİNE BENZETMEK, TAM MANASIYLA İSLAM HUKUKUNU ASLA BİLMEDİĞİNİ İLAN ETMEKTİR
Bu asırda bilen bilmeyen herkes, hele de meşhur olup gazetelerde bir köşe kapınca, ihtisasa saygı göstermeden kalem oynatıyor.
Bunlardan biri de, magazin ve spor yazarı olmasına rağmen Ayasofya’nın neden kilise yahut en azından müze kalmasına kafayı takmış ve buna delil olarak da Kudüs’ün fethini ve Hz. Ömer’in Kudüs’teki kilisede namaz kılmaya müsaade etmeyişini örnek vermiş. Ama nedense Mescid-i Aksa’dan hiç bahsetmemiş.
Bütün Müslümanlar bilmelidir ki:
İslam devletler hukukunun hükümlerine göre, bir memleketin fethi iki şekilde olur ve yapılan muamele de tamamen farklıdır.:
1) Sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitaba ait ma’bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Hicretin 14. yılı. Yani miladi 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasını değiştirmesinin üstünden koskoca dört yıl geçmiş. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in vefatından sonra ise iki yıl…
Hz. Ömer (r.a.) hilafete geleli de henüz iki yıl olmuş. İslam orduları, Suriye, Irak, Filistin ve Mısır cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, aşere-i mübeşşirden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’ın kılıcı Halid b. Velid r.a. komutasında zaferden zafere koşuyor.
Hilafet merkezi nurlu Medine’ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulaşıyor. Fethedilen topraklarda halk İslam kahramanlarını birer kurtarıcı olarak karşılıyor. Çünkü yıllardır Bizanslı valilerin doymak bilmez iştahlarını doyurmağa çalışmaktan bezmiş, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüğe konan vergilerden yelmiş, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde uğradığı haksızlıkların, zulümlerin sona ermesini beklemektedir.
Ve beklenen ilahi yardım gelmiştir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla eşit haklara sahip oluyor. İsterse kendi dininde kalıyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapıyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksızlık yapmıyorlar. Canları, malları, haysiyetleri, seref ve namusları güvence altına alınıyor.
İşte Kudüs şehri, şehir ahalisinin Hz. Ömer’in ve kumandanlarının barış teklifini kabul etmesi üzerine sulh ile fethediliyor. Yukarıda zikrettiğimiz bütün hükümler aynen uygulanıyor. Hatta Osmanlı Devleti de mesela Girit Adası için aynı sulh ile fetih hükümlerini uygulamışlardır.
2) Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslam hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma’bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur.Ayasofya’nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul’daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi.
İstanbul’u Allah’ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fatih Sultan Mehmed,Ayasofya’yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder. Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul’u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul’da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fatih’e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma’bedlerine karşı İstanbul’un sulh yolu ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu manaya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.
Çevresindeki din alimlerine danışan Fatih Sultan Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fatih’in din ve vicdan hürriyetianlayışı oluğunu, Osmanlı Devleti’nin şanlı Şeyhülislamı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvada vuzuha kavuşturmaktadır.
Bu fetvanın aslı aynen şöyledir:
Merhum Sultan Muhammed Han hazretleri, Mahmiye-i İstanbul’uve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir?
El-Cevab: Ma’ruf olan unveten (cebr ile) fetihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delalet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara taifesi el altından Sultan Muhammed Han ile ittifak edüb Tekfur’a nusret etmeyecek olub Sultan Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenais-i kadime hali üzere kalmıştır.” Ketebehu Ebüssuud.
Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. Fatih Sultan Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: İlk umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul etmelidir.
Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslam Hukukunun kuralları gereği, can ve mala asla zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır.
Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fatih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.*
Bu sebeple, Ayasofya, İslam Devletler Hukukunun hükümleri gereği, Fatih tarafından, savaş yoluyla fetih hükümleri uygulanarak Fetih Mescidi adı altında Camiye çevrilmiştir. Bunun kıyamete kadar statüsü cami olarak devam edecektir.
İstanbul’un fethi ile Kudüs’ün fethini kıyaslamaya eskiler kıyas-ı ma’al-farık derler. Şimdiler ne der bilmiyorum.
Böyle bilmeden konuşan bir yazar için bkz, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2014/07/06/halife-omer-burada-namaz-kilmistir-diye
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecma’ul-Enhür Şerhu Mülteka’l-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma’ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd
Ahmet Akgündüz – Ayasofya
Prof Dr Ahmet Akgündüz, Ülke Tv Sıradışı Programında Ayasofya’yı anlattı. 28 MAYIS 2014