Etiket arşivi: ayetler

Âhiret Pazarının En Kârlı Günleri

“Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.” (Şûra, 40:20)

Son derece çarpıcı bir karşılaştırma, hayatın gerçeklerinden birini gözlerimizin önüne seriyor:

Dünya hayatını isteyen, istediğinden bir kısmına kavuşur; âhiret kazancını isteyene ise, istediğinden fazlası verilir.

Ayrıca, dünyayı isteyenin âhiretten bir nasibi yok, ama âhireti isteyenin dünyadan da nasibi var.

Hiç şüphesiz, bu durum, Yüce Allah’ın kullarına olan ikram isteğini gösteriyor ve keremine nihayet bulunmadığına apaçık bir delil teşkil ediyor.

Eğer O kullarının dünya hayatına ait arzularını doyasıya cevaplandıracak olsaydı, bu sınırlı bir ikram olurdu. Çünkü dünya hayatının imkânları pek dar, süresi de pek kısadır. Fakat O, kullarının önüne bir sonsuzluk yurdunun kapısını açmış, o kapının ardında bitip tükenmek bilmeyen nimetlerini dizmiş, kullarını oraya çağırmaktadır.

İnsanın bir kısacık dünya hayatındaki çalışmasına karşılık ona ebedî bir hayatın mutluluğunu bağışlamak, elbette ki pek büyük bir ikramdır. Bu ödül dünya hayatı seviyesindeki nimetlerden ibaret kalsaydı bile, sırf ebedî oluşuyla “Biz onun kazancını arttırırız” sözünü haklı çıkarmaya yeterdi.

Fakat Yüce Allah lütfunu bu kadarla bırakmamış, çağrısına kulak vererek âhiret kazancına talip olan kullarının kazancını bire on arttırmayı vaad etmiştir.[1]

Kötülüklerin silinmesi ise bir başka kazançtır. Onun da bir tevbe, bir istiğfar, iyilikler vasıtasıyla kötülükleri giderme, şefaat, mağfiret gibi pek çok vesileleri vardır. Bu sayede kulların defterindeki zarar hanesi küçülerek bir muazzam kazanç artışına dönüşür.

Bu kadarla da kalmaz. Bire on karşılık, İlâhî ödüllerin tabanıdır. Bir başka âyet, mallarını Allah yolunda harcayanlar için bire yedi yüz misli mükâfat vaad eder.[2] Zor şartlar altında yapılan hizmet ve ibadetler, mübarek geceler gibi fırsatlar ise, âhiret kazancını baş döndürücü hızlarla arttıran vesilelerdir. Öyle zamanlarda dakikalar günlere, günler aylara dönüşür. Meselâ bir Kadir Gecesinde seksen yıllık bir ömrün kazancı devşirilir.

Bu dünyada başa gelen sıkıntılar, hastalıklar, hattâ kabul edilmemiş dualar bile, âhiret kazancını isteyen bir kul için kazanç kapısıdır. Kıyamet gününde defterini eline alan kul, onların muazzam bir kâra dönüştüğünü görür.

Âhiret kazancının nasıl arttığı, asıl Cennetten içeri girdikten sonra görülecek birşeydir! Çünkü iman edip güzel işler yapan kullar için orada hazırlanmış nimetler akıllardan geçecek, hayallere sığacak, tasavvur olunabilecek şeyler değildir. Kul, bu dünyada iken, Rabbinin ona vaad ettiği Cennet bahçelerini, köşklerini, ırmaklarını, yiyecek ve içeceklerini hayal eder, onlara kavuşmayı umar. Fakat Cennete adımını attığı anda görür ki, orada kavuştuğu şey ile burada hayal ettiği şey arasında dünyalar kadar fark vardır. O içten bir niyetle âhiret kazancını istemiş, Rabbi ise onun kazancını arttırdıkça arttırmıştır.

…Ve, bütün bu kazançların tümünü birden gölgede bırakacak asıl büyük kazanç:

Allah’ın hoşnutluğu.

Ve Allah’ın cemali.

Rablerinin lütfuyla bütün sıkıntılardan kurtulmuş, hayallerinden geçmeyen lütuflara erişmiş, sonsuzluk yurdunda bir muhteşem mülke kavuşmuş olan kullar, bütün bunların üstünde, bir de Rablerinin rızasıyla müjdelenirler.

Rablerini görmek ise, onlara tüm Cennet nimetlerini birden unutturacak en büyük ödüldür:

Cennet ehli Cennete girdikten sonra, bir nida edici onlara şöyle seslenir: “Allah’ın size bir sözü vardı; şimdi onu yerine getirmek istiyor.”

Onlar derler ki: “Bizi ateşten kurtarıp Cennete sokmakla Allah yüzümüzü ak etmedi mi?”

Derken Allah perdeyi kaldırır. Allah’a yemin olsun ki, onlar için, Allah’a bakmaktan daha sevimli hiçbir şey yoktur.[3]

Ümit Şimşek

[Âyetler ve İbretler’den]

Dipnotları

[1] En’âm Sûresi, 6:160.

[2] Bakara Sûresi, 2:261.

[3] Tirmizî, Tefsir 10:10; Müslim, İman: 297; İbni Mâce, Mukaddime: 13.

Kur’an ve Güzellik

Bediüzzaman Kur’an ‘ın beyanında güzel bir selaset bulur. Selaset akıcılık demektir. (Sözler)

“Kulleinictimaatülinsüvelcinnüalaenyatübimisli hazelKur’an laayütuna bimislihi velevkanebadühümlibadin zahira” “De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (İsrâ Sûresi: 88.) Yukardaki ayetin meali budur.

Bediüzzaman buna güzel kelimesini idhal ederek kendi vechindeki manayı izah eder. “O sûretin bir vechi şudur ki: Yani, Kur’ân’dan tereşşuh etmeyen ve Kur’ân’ın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur’ân’ı tanzîr edemez benzerini yapamaz, demektir. Hem, edememiş ki, gösterilmiyor.”

Eserlerinin güzelliği de kendine ait değil Kur’an‘a aittir. “Kur’ân’ın hakaik-i i’câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’ân’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi.” Madem böyledir; hakaik-i Kur’ân’ın güzelliği namına, Sözler namındaki aynalarının güzelliklerini ve o aynadarlığa terettüp eden inâyât-ı İlâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.Elhasıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’âniyenin lemeâtındandır(Barla L)

Bediüzzaman Kur’an‘ın üslubundaki güzelliklere işaret eder. Kur’ân’ın üslubunun o kadar acîb bir cemiyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine alan bahr-i muhît-i Kur’ânîyi(Kur’an ın çevreleyici denizini) içine alır; birtek âyet, o sûrenin hazînesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır. İşte şu, i’câzkârâne îcâzdan(insanı acze düşüren özetleme) büyük bir lûtf-u irşâddır ve güzel bir teshîldir. Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabâvetinden veya başka esbâba binâen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar, Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre, birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet, birer kısa sûre makamına geçer. Hattâ, Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmele’de münderîc olduğuna, ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate bürhan ise, ehl-i tahkikin icmâıdır.

Meselâ,”Ve min ayatihi halkıssemavatı velardı vehtilafi elsinetiküm ve elvaniküm “Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir. (Rum Sûresi: 22.)

Evet, bir sanatlı ve hikmetli yaratan yaratıcıya şehâdet eden alemin sayfalarının birinci derecesi, semâvât ve arzın yaratılışlarının aslıdır; sonra gökleri yıldızlarıyla süsleme ile zeminin canlılarla şenlendirilmesi, sonra güneş ve ayın teshîriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilâf ve deverânı içindeki işlerinin zinciridir. Daha gele gele tâ kesretin en ziyâde intişâr ettiği mahâl olan sîmâların ve seslerin hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar; mâdem ki, en ziyâde intizamdan uzak ve tesadüfün karışmasına mâruz olan ferdlerin sîmâlarındaki teşahhusâtta, farklılığa hayret verici bir hikmetli bir intizam bulunsa, üzerinde gayet san’atkâr bir Hakîmin kalemi işlediği gösterilse, elbette intizamları görünür olan sâir sayfalar kendi kendine anlaşılır; Nakkaşını gösterir.

Hem mâdem, koca semâvât ve arzın yaratılışın aslında sanat eseri ve hikmet görünüyor; elbette kâinat sarayının binâsında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle koyan bir Sâniin sâir eczâlarında sanat eseri , hikmetinin nakşı pekçok görünür. İşte şu âyet, gizliyi gösterir açık hala getirir, açık görüneni de gizleyerek , gayet güzel bir az sözle çok şey söylemiş, yapmış olur. “(Sözler)Bediüzzaman Kur’an’ın güzelliklerini anlatırken Rum suresindeki ayetin muhitini çizer , ayetin ana hatlarını verdiği güzelliğin arasını doldurur, harika anlatımlar ve tasvirler gerçekleştirir. Ayet’in göklerin ve yerin yaratılışları, renklerin ve seslerin farklılığı gibi üç şeyinin arasını yaptığı güzel anlatımlarla harika bir tefsir yapar, işin hakikatını anlatır.

İşte Bediüzzaman’ın açtığı ve tafsil ettiği bu hakikatı Kur’an gizliyi açık ve açığı gizli olarak anlatımla az sözle çok şey ifade etmiştir. İşte açma gizleme, gizleme açmalar ve Bediüzzaman’ın ayette ana hatları söylenmiş bu hakikatleri güzelce tafsil etmesi hepsi gayet icazlı bir güzelliktir. Burada güzellik yine farklı bir yönden anlatılmıştır.

Bediüzzaman’ın güzel kelimesi ile yaptığı estetik değerlendirmeler farklılık arzeder.Kur’an’ın bir suresi kainatı içine alan Kur’an’ın ihatalı okyanusunu manasına dahil eder. Bir ayette bütün bir Kur’anı yansıtan hakikatler, durumlar vardır. Bu camiiyyettir, çok büyük muhtevanın küçük bir metne dahil edilmesidir onda özetlenmesidir, birtek ayet bir sürenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır. Bu birbiri içinde olmak bir güzelliktir, simetri , geometri, matematik gibi kolay bir güzellik değildir. Bunu Bediüzzaman i’cazkarane icaz olarak tanımlar.Mucizelik gösteren bir özetleme , bu Allah’a has anlatım mucizesidir, bunun yanında Bediüzzaman bu durumu “lutf-ı irşad” ve ”güzel bir teshil” kolaylaştırma olarak niteler. İzah eder, Allah’ın insanlara yön göstermesini bu kolaylığını ve lutfunu.

Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabâvetinden veya başka esbâba binâen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar, Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre, birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet, birer kısa sûre makamına geçer. Hattâ, Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmele’de münderîc olduğuna, ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate bürhan ise, ehl-i tahkikin icmâıdır.”(Sözler)

Kur’ân, kâh olur Allahın yarattıklarını bir tertiple zikreder, sonra o mahlûkat içinde bir nizam, düzen , bir mîzan, bir denge olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle güyâ bir şeffâfiyet, bir parlaklık veriyor ki, sonra o ayna-misâl tertibinden, cilvesi bulunan Allah’ın isimlerini gösteriyor. Güyâ o anlatılan mahluklar, kelimelerdir; şu esmâ, onun mânâları, yahut o meyvelerin çekirdekleri, yahut hulâsalarıdırlar. Mucizat-ı Kur’aniye’nin İkinci Ziya‘sında sekiz ayet nakleden Bediüzzaman, “dünyanın dünyaya bakan yüzünün çirkinliğini, ahirete bakan yüzünün ise güzelliğini anlatır. İşte Kur’ân’ın baştan başa kâinata müteveccih olan âyâtı şu esâsa göre gider, hakikat-i dünyayı olduğu gibi açar gösterir, çirkin dünyayı ne kadar çirkin olduğunu göstermekle beşerin yüzünü ondan çevirtir, Sânie bakan güzel dünyanın güzel yüzünü gösterir, beşerin gözünü ona diktirir, hakiki hikmeti ders verir, kâinat kitâbının mânâlarını tâlim eder. Hurufât ve nukuşlarına az bakar; sarhoş felsefe gibi, çirkine âşık olup, mânâyı unutturup, hurufâtın nukuşuyla insanların vaktini mâlâyâniyâtta sarf ettirmiyor.”(sözler) Bediüzzaman güzel kelimesini birkaç defa tekrar ettiği cümleler kurmaktan özel bir haz duyar. Bu kelimeye ruhsal bir yakınlığı vardır.

Kur’an her şeye güzel bakar. “Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; “Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor” der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.“ (Sözler)

Kur’an ile ilgili ifadelerini de kur’an güzelleştirmiştir, “”Kur’ân’ın hakaik-i i’câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’ân’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi.” Madem böyledir; hakaik-i Kur’ân’ın güzelliği namına, Sözler namındaki aynalarının güzelliklerini ve o aynadarlığa terettüp eden inâyât-ı İlâhiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir.”(Mektubat)

Edebi eserlerden farklıdır Kur’an “Kur’ân’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kàbil-i temyizdir.” (Mesnevi)

Önceki mukaddes kitapların güzelliklerini almış bir kitaptır.“Zira Kur’an, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tadil ve tekmil edicidir.( İ. icaz )

Prof. Dr. Himmet UÇ