Etiket arşivi: Azerbaycan

500 Bilim Adamı İstanbul’da Nübüvveti Konuşacak

risale-i nur nubuvvet sempozyumu 2013

22-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek olan “Nübüvvet” konulu 10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna dünyanın birçok ülkesinden bilim adamları geliyor.

İtalya, Somali, Brunei, Güney Afrika, Suriye, Mısır, Irak, Cezayir, Fas, Tunus, Kırgızistan, Rusya, Burkino Faso, Uganda,  Nijer, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Ürdün, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Filistin, Malezya, ABD, Almanya, İngiltere, Avustralya, Romanya, Endonezya, Sudan, Azerbaycan, Malezya, Singapur, Filipinler, Lübnan, Moritanya, Kırım, Türkiye ve daha birçok ülkeden, 13 ü bayan 83 ü erkek toplam 96 tebliğci, 300 ün üzerinde gözlemci katılıyor. Ayrıca gözlemci olarak da 50 kadar bayan akademisyen geliyor.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Hakikat Arayışında Nübüvvetin Rolü: Risale-i Nur Perspektifi” konulu sempozyum için gelen bilim adamları Peygamberlerin insanlığın yolunu aydınlatmada üstlendikleri ilahi vazifenin önemine dikkat çektiler.

ÜRDÜN , Ehl-i Beyt Üniversitesinden Prof. Dr. Ziyad Halil Al Daghamin :

RİSALE-İ NUR NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİNİ EN GÜZEL DELİLLERLE AÇIKLIYOR

Sempozyuma Ürdünden katılan  Prof.Dr. Daghamin tebliğinde Risale-i Nur’un kâinat kitabının tarifini ele aldığını bununla birlikte kâinatın varılması gereken maksatlarından Allah’a imanı, Tevhidi, Ahiret’e imanı, nübüvvetin gerekliliğini, peygamberlere imanı ve insanın şükür’e erişmesini en güzel delillerle açıkladığını ifade etti.

Bedizzaman Said Nursi’nin nübüvvet konusuna bakışı hakkında dünyanın farklı ülkelerinde bulunan akademisyenlerin görüşleri şöyle;

PEYGAMBER SÜNNETİ BÜTÜN DERTLERE ÇARE

Nübüvvet sempozyumuna Cezayirden katılan Prof. Dr. Rabah Dafrur, tebliğinde şu görüşlere yer verdi:

“Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin Sünnetinin insanın bütün hayatının bütün yönlerini şümullü bir şekilde ele aldığını ve bütün problemlerine çözüm getirerek bütün dert ve hastalıklarına çare olduğu tasavvurundadır. O; Sünnetin desturlarının ruhi, aklı, kalbi ve sosyal bütün hastalılara en güzel ilaç olduğunu ispat eder.”

GÖRDÜĞÜMÜZ GÜZELLİKLER YARATICININ GÜZELLİĞİNİN GÖLGELERİNİN GÖLGELERİDİR

 Yıldız Teknik Üniversitesinden  Rasim Soylu etrafımızdaki güzelliklerin kemal sahibi bir yaratıcıdan geldiğini belirterek tebliğinde şunları kaydetti.

“Bediüzzaman sevdiğimiz şeylerde gördüğümüz güzellik ve mükemmelliğin, sonsuz güzellik ve kemal sahibi bir yaratıcının güzelliğinin çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesi, hatta gölgenin gölgesi olduğunu söyler.”

ABD Trinity Enstitüsünden Robert Owens Scott tebliğinde Bediüzzaman’ın bakış açısından peygamberliği kalema aldı.

‘‘Said Nursi egemenlik, istismar ve şiddet sistemlerine yol açan saptırmalara peygamberliği bir siper olarak görmektedir. Said Nursi’ye göre peygamberler lider ve eğitimcilerdir. Onların rolleri insanları İlahi irade doğrultusunda bir düzene getirmektir.’’

İNSANLIĞIN NÜBÜVVETE OLAN İHTİYACI YERYÜZÜNÜN GÜNEŞE OLAN İHTİYACI GİBİDİR

Sempozyuma Hindistan Jamia Millia Islamia Üniversitesinden katılan öğretim görevlisi Prof. Dr. Iqtidar Mohammad Khan tebliğ metninde Bediüzzaman’ın diğer İslam filozofları gibi karmaşık bir dil yerine kolay ve anlaşılır bir dil kullandığını kaydetti.

Khan ayrıca tebliğ metninde Kur’an’ın temel gayelerini ele alarak şunları kaydetti.

‘‘Bediüzzaman’ın nübüvvet hakkındaki görüşleri, diğer İslam filozoflarının görüşlerine kıyasla oldukça nettir. Kur’an’ın mesajını ve nübüvveti anlatırken diğer İslam filozoflarının kullanıldığı karmaşık dilin aksine kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır. Üstad Bediüzzaman “Kur’an’ın temel gayeleri dörttür; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet” der. Buradan da anlaşılacağı üzere nübüvvet Nursi’nin fikir ve eserlerinde önemli bir yere sahiptir. Nursi, insanlığın nübüvvete olan ihtiyacını yeryüzünün güneşe olan ihtiyacına benzetir. Çünkü peygamberler insanlığın önderleridirler.’’

BÜTÜN PEYGAMBERLER AYNI MESAJI VERMİŞTİR: YARATICI BİRDİR VE TEKDİR

ABD Virjinya İlahiyat Okulundan Nübüvvet sempozyumuna katılan Prof. Dr. David Scott tebliğ metninde şu önemli konuları ele aldı:

‘‘Allah’ın tüm peygamberlerinin insanlığa bildirdiği esas mesaj, Yaratıcının birliğidir. Bütün peygamberler aynı mesajı vermiştir: Yaratıcı birdir ve tektir. Bu mesaj hayatın özüdür. Bu, post modern insanlarla iletişime geçerken yararlanılacak en önemli husustur çünkü bu gibi insanlar hayatın manasını ararlar. Ve mana ve birlik temelde birbirleriyle bağlantılıdır.’’

 

NÜBÜVVET TARİHİN ŞAH DAMARINA HAYAT VE CANLILIK VERDİ

Mısır Zegazig Üniversitesinden tebliğ metnini sunan Usama Abul Abbas Şahvan kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren şeyin tanımını şöyle yapmaktadır.

‘‘Nübüvvet Bediüzzaman’ın fikrinde çökmek üzere olan zamanı ayakta tutan, yükselten ve ona direnç kazandıran bir güç, kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren, aydınlatan ışıltılı, parlak,  nurani canlı bir kandır.’’

ÜSTAD NURSİ AKLÎ DELİLLERLE NÜBÜVVETİ İSPAT ETTİ

10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna Suudi Arabistan Kral Halid Üniversitesi’nden katılan Prof. Dr. Ali Bin Hüseyin Musa tebliğ metninde Nübüvvetin ispatını kalema aldı.

Üstad Nursi aklî delillerle nübüvveti ispat etti. Bu konuya daha önce âlimler böyle yaklaşmamıştı. Beşeri hayatta birçok ilim vardır; tıp, astronomi gibi ve sair mevcut ilimler. İnsanın bu ilimleri öğrenmeden bilmesi çok zordur. Yani bir rehberden öğrenme olmadan mümkün değildir. Vahiy yoluyla Allah öğretti. O zaman bilim, vahiy ile olur.

Prof. Dr. Musa nübüvvetin Hz. Muhammed (s.a.v)’in yüksek ahlakı, güzel nitelikleri ve onun kişisel özellikleriyle ispat edileceğini üzerinde vurgu yaptı.

Nübüvvet sadece mucizelerden ibaret değildir. Kişisel örnekler ile nübüvvet ispat edilebilir. Yani Hz. Peygamberin yüksek ahlakı, eşsiz kişisel durumu, güzel nitelikleri, iyi davranışları, nübüvvetin doğru olduğunun delillerinden birkaç tanesidir. Üstat şöyle diyor:

“Zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-yı gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.”

SEMPOZYUMA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN HAYATTAKİ TALEBELERİ DE KATILACAK

Sempozyumun açılış oturumu 22 Eylül Pazar günü saat 10:00’da Ataköy Sinan Erdem Spor Kompleksi’nde yapılacak.

Sempozyumun oturumları ise 23 ve 24 Eylül günlerinde Yeşilköy Wow Hotel Convention Center salonlarında devam edecek.

Üç gün sürecek olan Uluslararası Sempozyum boyunca, dünyanın dört bir yanından gönderilen 400 tebliğ arasından seçilen 96 tebliğ sunulacak ve müzakere edilecek. Nübüvvet sempozyumuna Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri de katılacak.

Sempozyuma 40’ın üzerinde ülkeden gelen akademisyenler tebliğleriyle katılıyor.

www.nubuvvetsempozyumu.com

İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI
Kalenderhane Mah. Cüce Çeşmesi Sok. No:6 Vefa Fatih / 34134/  İstanbul
Tel :90212 527 8181 Fax:90212 527 8080
Web site: www.iikv.org     E-mail: iikv@iikv.org

Risale-i Nur Okuduk Sünni-Şii Mescidi Birleşti

Moskova’da iman ve Kur’an hizmetleriyle ilgilenen Azerbaycan’lı Talih Abdullah’la konuştuk. Risale-i Nur’la tanışma hikayesini anlatan Talih Abdullah’ın resmini Rusya’da zaman zaman meydana gelen bazı olumsuz uygulamalar nedeniyle yayınlamıyoruz.

Sizi tanıyabilir miyiz? 

26 yaşındayım. Azerbaycan’lıyım. Son yedi aya yakındır Moskova’da Lobnia’da dershanede kalıyoruz. Moskova’ya yirmi kilometre bir şehir. Üç yıla yakın açılmış o dershane.

DURMADAN SORULAR SORUYORDUM 

Risale-i Nur’ları ilk defa nasıl tanıdınız, nerede duydunuz? 

İlk defa Azerbaycan’da 2003 yılında, Allah razı olsun bir kardeş vasıtasıyla tanıdım. Ben daha yeni başlamıştım namaza, Risale-i Nurları tanımadan önce de namazlarımı kılardım. Ama içimde bir eksiklik vardı. Yani namazı taklidi kılıyordum. Büyüklerden gördüğüm şekilde kılıyordum. O ara bir kardeş vardı. Ben ona durmadan sorular soruyordum. O da bana “Bir yer var. Seni inşallah götüreceğim oraya. Sorularının cevabını alırsın” diyordu. Hakikaten bir süre sonra beraber dershaneye gittik. Çok güzeldi Elhamdülillah. Soru sormadım ama orada okudukları yetti bana. Dersten sonra o ağabeye, “Buraya ne zaman gelirsen, beni de mutlaka getir” dedim. Elhamdülillah o günden sonra hep derslere gittim.

 Daha sonra üniversiteye girdim. Azerbaycan’ın Şamaha şehrinde oluyor bunlar. Ben oralıyım.

Üniversitede Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Bitirdikten sonra Arabistan’a gitmek istiyordum. Gidip Mekke’de beş-altı ay kadar kalmak istiyordum. Bölümüm Arap Dili olduğundan, hem dilimi biraz daha geliştirmek için, hem de Mekke’de bulunur bolca tavaf ederim, ibadet ederim diyordum. Hem çok hasretliydim. Çok uğraştım gitmek için. Ama parayı denk getiremedim.

Bir müddet para biriktirdikten sonra, bu defa da pasaport istediler. Onu da hallettim. Bir de askerlik sorunu vardı. O da mani oldu biraz. Bir müddet o uzattı işi. Onu da halledince, bu defa hac mevsimi yeni bitmişti, bir ay kadar izin vermiyorlar Umreye, o nedenle bekledim. Derken bir ay oldu üç ay. Benden değil, devletlerarası problem oldu. Üç ay boyunca ben her gün arıyorum, onlar diyor “Yarın ara.” Bakü’deki dini idareyi arıyorum tabi. Üç ay bittikten sonra dediler, “Tamam, gel, al vizeyi.” Ben de gittim, param da hazır, pasaport da hazır. O esnada bir ağabey aradı beni. Benim gideceğimi duymuş. Dedi ki, “ Bekle. Pazartesi beraber verelim parayı. Birlikte gideriz.” Arkadaş olduğu için aynı turda olmak istemiş. “Tamam” dedim.

Arkadaşınız Nur Talebesi miydi?

Evet. Zaten ben dershanede kalıyordum artık. Hırdalan dershanesi var Bakü’ye yakın, orada kalıyordum. Arkadaş arayınca, “Tamam, benim için fark etmez. Zaten iki gün var” dedim. İki gün daha bekledik. Arkadaşla beraber pazartesi günü gittik pasaportları ve parayı vermek için. Bu defa dediler ki, “Kontenjan doldu. Size yer yok.” “Ne zaman boşalır?” “En azından bir ay sonra arayacaksınız” dediler. O an düşündüm bir ay nasıl geçecek? Çok uzun oldu bana. Çok üzüldüm, “Allah Allah ne kadar perişan oldum…” dedim. Geri dönerken, yolda bir arkadaşa rastladık adı Yusuf, onu da aldık arabaya. Dedim, “Yusuf, gidelim mi Rusya’ya?” Biraz da üzüntülüyüm ya, madem Mekke olmadı, Rusya’ya gidelim diye düşünüyorum. Demek ki bir hayır varmış. O da, “Hadi gidelim” dedi. Yusuf da Azeri ama Rusya’da da bulunmuş bir müddet. Aynı yaştaydık.

Beraber ağabeylerle meşveret ettik, “Nereye gidelim?” diye. Bir tarihi şehir var, oraya gitmek istiyoruz. Ama ağabeylerle istişare edince, “Moskova şu an çok ihtiyaç duyulan bir yer” dediler. Dershaneler var, cemaat var ama bir vakıf yok. “En iyisi oraya gidin” dediler. “Tamam” dedik. Hemen biletleri aldık. İki üç gün sonra gideceğiz. Bir de ben Umreye yazılmak isterken sormuştum görevliye, “Ne zaman gidiyorlar Mekke’ye?” diye. “Haftasonu” demişti. Aynı haftasonuna ben Moskova bileti almışım. Tevafuk oldu. Cumartesi gidiyoruz inşallah öğleden sonra Moskova’ya. Ben o gün kuşluk zamanı biraz uyudum. Yolculuk olacak, yorgun düşmeyeyim diye. Moskova’ya 2500 km mesafe var çünkü.

NUR’U BIRAKIP, ZULMETE GİDİYORUM

Neyle gidiyorsunuz? 

Uçakla gideceğiz. İki buçuk saat sürecek. Neyse ben yattım. Yatarken düşündüm ki, “Subhanallah ben eğer Cuma günü vize almış olsaydım. Bu gün tam Moskova’da değil de Mekke’de olacaktım. Akşam Kabe’yi tavaf ediyor olacaktım” diye. Çok üzülmüşüm yani. Ama tahmin edemezsiniz. Tam aksi istikamete gidiyorum. “Nur’u bırakıp, zulmete gidiyorum” sanki. Çünkü dünyada küfrün en yoğun olduğu yer Moskova. En sıkıntılı bölgelerden biri, Mekke’nin tam tersi… Böyle düşüne düşüne uyumuşum.

Bir rüya gördüm o sırada. Görüyorum ki, “Uykudayım. Uykudan uyanmışım. Bir odadayım. Diyorum burası neresi acaba? Perdeyi kaldırıyorum. Bakıyorum ki Allah Allah tam Kabe’nin önündeyim. Pencereden elli metre uzakta Kabe… Ama çok kalabalık. Herkes tavaf ediyor. ‘Fesubhanallah’ diyorum. Ne güzel. Ama ben Moskova’da olduğumu, dershanede olduğumu biliyorum rüyada.

Yani sanki Moskova’ya gitmişim de dershane de uyanıyorum. Allah Allah diyorum, Kabe tam dershanenin önündeymiş. Ben Kabe’yi Mekke’de arıyordum. Yani sanki buradan Mekke’ye gitmek lazım Kabe’yi görmek için. Ama Kabe buradaymış meğerse dershanenin önünde diyorum rüyada. Hem bu dershanede kalırım hizmet ederim, hem de ara sıra gider Kabe’de tavaf ederim Elhamdülillah diye düşünüyorum. Ve bekliyorum ki rüyada, o kalabalık biraz sakinleşsin de gidip en yakından tavaf edebileyim. Benimle gelen o arkadaş Yusuf da orada. Kâbe’nin önünde durmuş. Bir arkadaş da var yanında. Ağlayarak, ihlasla dua ediyorlar. O da burada. Ne güzel oldu ya dedim. Şimdi o kadar seviniyorum ki. Elhamdülillah, iyi ki gelmişim Moskova’ya diyorum.

O sırada arkadaş telefon etmiş çıkalım diye. Böylece telefon sesiyle uyandım. Uyandığımda artık o üzüntüden hiç eser kalmamıştı. O an bana, “Hadi Kabe’ye gidiyorsun” dense belki gitmem yani. Çünkü rüya bana çok teselli ve sevinç vermişti. Öylece atladık uçağa, Moskova’ya gittik. Dershaneye girdim ki, aynı rüyamda gördüğüm oda…

 Daha önce orayı görmemiştiniz değil mi?

 Yok. İlk kez gidiyorum. “Fesubhanallah” dedim. “Aynı oda.” Bir mutfak, bir de küçük oda. Bu kadar. O zaman anladım ki, Cenab-ı Hak, bize “Devam edin, ben de sizin yanınızdayım” diyor. Bunu İsmail ağabey Sungur ağabey’e anlattı. Sungur ağabey şaşırdı, rüyayı tabir ederken dedi ki, “Demek ki bizler, bu dershane-i Nuriye’de kaldığımız zaman, bu hizmetlerle iştigal ettiğimiz zaman, Cenab-ı hak bize tıpkı Kabe’de tavaf eder gibi sevaplar yazıyor inşallah.” Elhamdülillah bizi şevklendirdi.

Rüyayı göreli çok olmadı öyleyse? 

Evet. Yedi-sekiz ay kadar önce gördüm. 

Moskova’ya gitmeden önce 2003 yılında Risalelerle tanıştım dediniz. O süre içinde neler yaptınız?

Azerbaycan’ın en iyi üniversitesinde Arap Dili ve Edebiyatı okudum. Önce on ay kadar bir kurs almıştım. Hazırlık kursu. İlk orada tanıştırdılar beni. Namaz falan derken, son ay tam başladım risale derslerine gitmeye. Kafkas Üniversitesine kaydoldum. Daha dersler başlamamıştı. O sırada tanıdım risaleleri. Hırdalan şehrinde evimiz vardı. Dershane de neredeyse iki yüz, üç yüz metre uzakta. Ben yarı evde, yarı dershanede kaldım. Babam taksi şoförü olduğu için, annem geceleri yalnız kalırdı. Geç gelirdi babam. Ben o zaman evde kalırdım. Geri kalan haftanın iki üç günü dershanede kalırdım. Bu böyle devam etti okul bitene kadar. Okul bitti. Moskova’ya gidene kadar dershanede kaldım bir yıl.

 Moskova’ya ilk gittiğinizde neler yaşadınız? Neler hissettiniz? 

İlk gittiğimde çok heyecanlıydım. Birçok tevafuk yaşadım. İlk Moskova’ya gittiğimde uçakta çok üşüdüm. Çok titriyordum, hastalandım. Hastalanınca içtiğim bir ilaç vardı. Birkaç tane içince hemen iyileşirdim. Moskova’ya indim. Yolda gidiyoruz. O ilacı bulup almak istiyorum. Bizi götüren şoför kardeşe, “Eczaneye gidelim, ilaç alalım” demek istiyorum. Araya başka konu giriyor, unutuyorum söylemeyi. Birkaç defa böyle hatırladım ama unuttum. Başka bir dershaneye gidiyoruz önce. Orada Fahrettin ağabey var. O da Azeri… Moskova’da eski vakıflardan… Onun arabasına bindik, o götürüyor bizi. Aynı hal gene hâsıl oldu. Birkaç sefer eczaneyi söylemek istedim ama unuttum. Beş-on sefer böyle oldu belki. Sonra benim kalacağım dershaneye gelince içerde hatırladım. “Neden almadım” diye hayıflandım. Çok hastayım ama hem üşüyorum.

Orada bir çekmece vardı. Çekmeceyi açtım, baktım ki aynen aradığım ilaçtan ve aynı benim istediğim miktarda. Baş harfi F ile başlayan ilaç çekmecede duruyor. Beş adet, birisi almış koymuş oraya… Ben uçakta, “Acaba o ilaçtan Moskova’da da var mıdır? Bulabilir miyim?” diye düşünüyordum. “Elhamdülillah ne güzel oldu. Biri bırakmış oraya, al demiş” dedim.

Moskova’da derse gelen Rus var mı?

Var. Çok var ama. Her derste yedi, sekiz, on milletten insan var. Kırgız, Kazak, Tatar, Pakistanlı hepsi var…

Türkiye’yi, cemaati nasıl buldunuz? 

Elhamdülillah. Çok şevkimizi arttırdılar.

Abdullah Yeğin ağabeyle görüştünüz. Sonra Hüsnü bayram ve Mehmet Fırıncı ağabeyleri gördünüz. Bu konuda şanslısınız maşallah…

Evet ağabey. Birçok yöreden cemaatin bir araya gelmesi çok güzel. Sungur ağabeyleri, Abdullah Yeğin ağabeyleri bir arada görünce, onlardan Üstadla ilgili hatıraları dinleyince sanki Üstad’ı görüyormuş gibi hissediyor insan.

Kendinizi yabancı hissettiniz mi? 

Hayır, hayır kesinlikle hissetmedim. Hatta burası Azerbaycan’dan daha samimi geldi bana.

Bundan sonra hedefleriniz nedir?

Moskova’nın Lobnia şehrinde hizmetlere devam etmeyi düşünüyorum. Buradan önce Bakü’ye gideceğim, sonra da Lobnia’ya geri döneceğim inşallah. Orada vakıflığa devam edeceğim.

RİSALE-İ NUR OKUDUK SUNNİ-Şİİ MESCİD BİRLEŞTİ

Lobnia şehrinde genelde hangi milletten insanlar var?

Rus çok fazla yok. Genelde Azeri. Şehirde Rus çok ama hizmet eden ağabeyler hep Azeri… Her derste en az yirmi kişi oluyor. Haftada dört kez ders oluyor. Mesela bir pazar dersiyle ilgili hatıramı anlatayım. İlk pazar dersine karar verildi. Düşünüyoruz “Nerede yapalım?” diye. Bir cami var orada. Cami değil de mescid diyelim. Küçük bir mescid. Hatta konteynırın içini mescid yapmışlar. Hemen yanında bir konteynır daha var. O da şia mezhebine ait ibadet yeri. Yani Şia ve Sünni cemaatlerinin ibadet yeri yan yana… Dedik ki, “İlk dersi gidip orada okuyalım.”

Ben ve bir arkadaş beraber gittik. Namazı kıldık. Kısa bir ders oldu. Kimse de yok zaten. Meyve Risalesinden on beş, yirmi dakika kadar okuduk. Fatiha verdik. Dua ettik. Ayrıldık.

Biz ayrılınca, orada Şialarla Sünniler bir toplantı yapmışlar. Demişler ki, “Biz acaba neden iki ayrı mescitte namaz kılıyoruz. Bunları birleştirelim. Tek mescitte namaz kılalım. Biraz da tamir edelim. Tek yerde kılalım. Neden ayrıyız?” Oradakiler de “Evet ya neden ayrı kılıyoruz?” diyerek mescidleri birleştirmişler. Bunu da ilan etmişler. Şimdi bir arada tek mescidde kılıyorlar namazı.

İkinci derste, yani bir sonraki hafta, gidip baktık ki, çok güzel tamir olmuş. Aradaki paravanı kaldırmışlar. Beraber namaz kılıyorlar. Risale-i Nur’un kerameti bu. Orada okunmasının hatırına belki de Cenab-ı Hak ihsan etti.

PUTİN DE BENİ ÇAĞIRSAYDI RİSALE-İ NUR DERSİNİ BIRAKMAZDIM

Ailenizin inanç durumu nasıl? 

Annem ve babam Sünniydiler. Ama namaz kılmıyorduk. Ben Sünni ne demektir daha sonra anladım. Risale-i Nurlar sayesinde anladım. Duymuştum Sünni, Şia gibi şeyler ama bilmiyordum. Sadece nenem kılardı namazı.

 Şimdi aileniz de namaz kılıyor mu? 

Evet kılıyorlar elhamdülillah. Evimize Risale-i Nurlar girdikten sonra, ilk önce ablam başladı namaza. Daha sonra annem, sonra babam, şimdi de kardeşim başladı. Şimdi dua ediyorum. Bir kız kardeşim var. O da başlasın diye. Biz beşimiz kılıyoruz elhamdülillah. Her hafta ders oluyor evimizde.

Bir hususu daha belirteyim. Rusya’da Moskova’da bulunan eskiden orada yaşayan Azeriler çok susamışlar iman hakikatlerine. Mesela bir gün bir yere gittim. Ders okuyoruz. Okurken biri dersi kesiyordu. Daha doğrusu çay vardı önümüzde. Biri geçiyordu oradan. “Bana da çay verin” dedi. Geldi oturdu. Ama durmuyor yerinde. Dersin maneviyatını bozuyor. Sohbet ediyor, konuşuyor… Kırk, kırkbeş yaşlarında birisi… Ben dersi okumaya başladım biraz. Meyve Risalesinden, herhalde üçüncü meyveden okuyorum.

Önce kulak vermeye başladı. Biraz sonra baktım tamamen sustu. Telefonu çalınca tuşa bastı. Sonra da tamamen kapatıp cebine koydu. İşadamı olduğu için çok mühim işleri oluyormuş. Durdu. Dinledi. Ders bitti. Biz namaza hazırlanıyoruz. Namaza kalkarken, “Kusura bakmayın, hakkınızı helal edin. Çok mühim işleriniz vardı. Burada sizi oyaladım” dedim adama. “Yok” dedi adam. “Vallahi Putin gibi on tane adam gelseydi, beni çağırsaydı. Deseydi, ‘Gel seninle çok mühim işim var. Ben onlara, ‘Siz bekleyiniz. Bizim burada daha mühim bir işimiz var’ diyecektim” dedi. Adam ilk dersten böyle etkilendi. Sonra “Ben orada ders var” dedim. Zaten konteynırın sahibi de, bizimle ilgisi var, bizi tanıyor. Biz gittikten sonra o işadamı her zaman geliyormuş. “Onlar geldi mi, gelecek mi?” diyormuş. Beni de görünce diyor “Gene gelecek misiniz?” Dersimiz on-onbeş dakika sürmüştü ama adam çok etkilenmiş. Fesubhanallah adam bambaşka biri oldu yani. Elhamdülillah çok böyle tevafuklu olaylar oluyor. Bizim de şevkimizi artırıyor…

RisaleHaber.com

Azerbaycan’dan bir hoş sada (devamı)

(Yazının başlangıcı için : http://www.nurnet.org/azerbaycandan-bir-hos-sada-guzel-bir-hatira/)

Ayşe dedi ki: “Eşim dersane açmayı çok severdi.”

Yine tahmin ettiğiniz şaşkınlığı yaşadım, yani bu şişe açmak gibi bir şey değil ki, koca dersane.. hem de Azerbaycan gibi yeni Rus esaretinden çıkmış bir yerde.. Anar Abi bütün maaşını dersane kirası ve ihtiyaçları için harcarmış, evine ancak geçinecek kadar bir şey ayırıyormuş. Lojmanda kaldıkları dönemde gidip şehirde bir ev tutmuş, orayı dersane yapmış. Lakin elde avuçta para yok, dolayısıyla eşya alamamış içine. Ne yapıyormuş..? Ders günü –askeri denetime takılmamak için- gün doğmadan önce evindeki halı, tüp, bardak vb. eşyayı arabasına atıp dersaneye götürüyor, gece ders bittikten sonra da, karanlıkta eşyaları evine geri getiriyormuş. Ayşe gayet normal bir üslupla: “Bana da 1 termos çay bırakırdı” dedi..

(Eğirdir yolundaki elmalıklarını geçtik, Barla yoluna döndük, ova aşağıda kaldı..ama ovadan haberimiz olamayacak bir alemdeyiz. Ölçü, tartı, muvazene, normal gibi kavramlarım sallandı. Sadece ihlası görebiliyor, anlayabiliyor, arada da Allah içeren bir sözcük ağzımızdan çıkarsa tepki verebiliyorum..)

Sonra Anar Abi istifa edip kendini tamamen hizmete vermek istemiş. Lojmandan çıkıp çeşitli şehirlerde 5-6 tane dersane açmış. Bu sırada geçimlerini Ayşe’nin ailesi desteklemiş çünkü Anar Abi’nin devletten aldığı para tamamıyla hizmete sarf ediliyormuş. Bir de Ayşe dedi ki: “Biz kanaate alışmışız”, hali de öyle anlatıyordu.

Anar Abi hanımlar için de bir ders başlatılması için eşini ikna etmeye çalışmış. Ayşe de hiç risale okumamış olduğu için çok çekinmiş, kabul etmek istememiş. O zaman Anar Abi eşine ilk 4 sözü ezberletmek suretiyle onu ders okuyacak hale hazırlamış. “Her hafta bir konu oku, kardeşlere de dağıt. Belirlediğimiz yerleri derste okuyun.” diyerek Ayşe’nin ilk derslere başlamasına ve hanım derslerine vesile olmuş. Ayşe dedi ki: “Eşim çok az bir zamanda çok insana ulaşabilirdi, etrafına insanları toplardı.” Abi, Rusya’ya gittiğinde yamaç paraşütü almış. Onu açınca etrafına bir sürü halk toplanmış. -Daha evvel halkın hiç görmedikleri bir şey, yokluk zamanı- O da bu vesileyle nurları onlara aktarma zemini yakalamış.

Daha sonra şehirleri gezip dersane açma ile meşgul olmuş hep, ama cemaat içinde bazı sıkıntılar zuhur edip fazla tanınan bir insan olunca bundan rahatsız olmuş ve İran’a gitmeye niyetlenmiş. 3 defa İran’da ev tutma teşebbüsleri olmuş ama muvaffak olunamamış. Dördüncüsünde Cenab-ı Hakk kapıyı açmış ve İran’a taşınmışlar. Ayşe dedim: “3 kere gitmişsiniz olmamış, neden 4.ye ısrar ettiniz?”  dedi ki: “Eşim bir kapıya 100 kere gidip çevrilsen bile 101.defa yine gideceksin” derdi, bu Peygamberimiz(ASM)’ın sünnetidir..

En son İran’dan vizelerini uzatmak için Azerbaycan’a dönerken malum kazayı(!) geçiriyorlar. Boş otobüs 3 defa üzerlerine doğru direksiyon kırıyor. Abi ne kadar arabasını kaçırsa da kaza vuku buluyor ve kazadan az zaman önce söylediği şehadet mertebesine mazhar oluyor. Ayşe “Eşim cennet yaşı 33te vefat etti” dedi. Teselli vermeye çalıştım, “Burada sizi bıraktı cennette inşallah rövanşını alacaksınız“ dedim. Ayşe durdu, sakince “Ama ben onun ahireti için artık telaş etmiyorum” dedi. “Zaten sürekli hizmetlerde olduğu için, gider 3-4 ay belki 1 sene gelmediği olurdu, yokluğuna da alışmıştım. Şimdi eski bir evimiz var, onu yıktırıp 2 katlı ev yaptıracağız, üstü dersane, altı bizim olacak inşallah. Allah hizmetten ayırmasın.” dedi.

Artık kelimeler tükendi, sağ tarafımızda Eğirdir gölü, kuşlara bakarak Barla’ya girdik. Akşam merhum Bayram Abi’nin vefakar eşi Nuriye Abla ile hep beraber  sohbet edilirken çocukları soruldu. 9 yaşında Muhammed, 10 yaşında Nurseven isminde 2 evladı var bu kahraman kardeşimizin.

Muhammed 5 yaşından beri babasıyla dersanelerde kaldığı için evde kalmak istemiyormuş. İlla ki dersanede kalacak. “Dersanede kalırsam okula da giderim, öğretmenimin dediğini de yaparım” diyormuş. Ama yaşı küçük olduğu için ağabeyler dersanede kalmasına müsaade etmemişler. Muhammed demiş ki: “Babam sağken kalıyordum da, babam ölünce mi küçüldüm..?” mücahit fıtratlı Muhammed’den böyle bir sözü de işittik, içimden “Anar Abi’nin oğlu anca böyle olur” dedim. Nurseven, kız, ise okula gidiyormuş, çok baskıya rağmen başörtüsünü açmamış. O da dersanede kalmak için annesini çok zorluyormuş. Şimdi canım kardeşim Ayşe ve iki evladı Azerbaycan’ın bir şehrinde Allah rızası yolunda hizmete devam ediyorlar..

Hassaten Ayşe ve evladlarını duadan unutmayalım.  Allah razı olsun.

Nâbi

www.Nurnet.org

Azerbaycan’dan bir hoş sada, güzel bir hatıra..

12.10.2010

Isparta

(Bismillah..) Dün sabah, 9. Bediüzzaman sempozyumu için Türkiye’ye gelen birkaç Azerî hanım kardeşimizle Barla’ya gittik. İsimlerini vermemem konusunda söz aldıkları için açık yazamıyorum -Ayşe Fatma, Meryem diyeceğim- ama dualarınızda ind-i İlahî’de gayet mübeyyin olan bu kardeşlerimizi unutmamanızı rica ederim.

Yolda Ayşe kardeş ile yaptığımız sohbetimizi aktarmak istiyorum.

Sabah  9.15’te İzmirli ve Azerî misafirlerimizle birlikte Barla yoluna çıktık. Bir müddet geçtikten sonra  tanışma  niyetiyle Ayşe kardeşle konuşmaya başladım. Gözleri cam gibi parlayan ve ruhundaki sürur yüzüne de yansıyan bu kardeşe klasik sorular sordum. Azerbaycan’ın neresindesiniz, dersleri nasıl yapıyorsunuz, dersanede kimler kalıyor, cemaat fazla mı vb. sorular.. Sonra Ayşe’ye eşinin Nur talebesi olup olmadığını sordum. Eşi vasıtasıyla nurları tanıdığını ve “3 ay önce eşinin şehit olduğunu” söyledi. Algılayamadım.. Karşımda müferrah ve mesrur gülümseyen bu genç hanımın eşinin 3 ay önce vefat ettiğini anlayamadım.. İnsan ister istemez müteessir oluyor, Ayşe : “Üzüldün mü?” dedi.

“Evet” dedim, tesellici yoldaş olmak istedim ama nafile, o kadar mukavemeti bulamadım kendimde. Ayşe müftehirane: “Ben üzülmüyorum, eşinin şehit olması herkese nasip olmaz” dedi. Ben hala Ayşe’nin hangi boyutta konuştuğunu algılayamıyordum, üzerinden 24 saat geçmesine rağmen hala aynı durumdayım. Ayşe ihlasla yoğrulmuş bir ruh; nasıl ki hayatı Allah için yaşamış, ölümü de Allah için olan eşi ve ondan öğrendiği bu keskin ihlasa dayalı bir insanlık seviyesinde yaşıyordu. O anda otobüs, Eğirdir elmalıkları, seyahat hepsi gözümden silindi ve Ayşe’nin nurlu sesiyle onun çıktığı yüksek alemde sohbete devam ettik. İnsan nur kardeşinden gelen muazzam inikas ile ruhen uruc ediyor, yükseliyor, elhamdülillah. O sabah bu seyahati lutfeden Rabbim’e çok şükrettim. Gayet sıradan başlayan seyahatimiz çok başka bir mecraya doğru, otobüsle beraber ilerliyordu.

Sonra eşiyle geçirdikleri hayat ve hizmet maceralarını anlatmaya başladı.

Eşi Anar Ağabey (Anar, Allah’ı zikreder manasında imiş)Azerî ordusunda Askerî Pilotluk yapmış. Okulda iken bir vesileyle namaz kılmaya başlamış ama komutanları hep Rus ve ateist oldukları için çok sıkıntı çektirmişler. Ayşe de 13-14 yaşlarında iken “namaz”ı merak etmiş. Ne olduğunu bilmeden araştırmış bir müddet. Aile büyüklerinden birinin namaz kıldığını öğrenmiş ve ona danışmış. Azerbaycan’da Şia uygulamaları yaygın olduğu için 3 vakit bir namaz öğretmişler, bir de namaz kılarken başının örtülü olması gerektiğini.. Ayşe de ruhunun ihtiyacıyla bu şekilde namaza başlamış.

Okulu bitirmesiyle Anar Abide evlilik niyeti olmuş. Lakin yaşadıkları şehirde tek namaz kılan hanım Ayşe ve tek namaz kılan bey de Anar Abi imiş. “Namaz kılmayanla evlenilmez” diyerek (ikisi de birbirini hiç görmeden) evliliğe karar vermişler. (Ayşe 18, Anar Abi 22 yaşında.)

Evlendikten 1 ay sonra Çeçenistan’dan savaş haberi gelmiş. Anar Abi “Müslüman kardeşlerim öldürülürken ben nasıl evimde otururum” diyerek Çeçenistan’a gitmek istediğini söylemiş. Bütün ailesi çok kızmış, “Madem savaşa gidecektin, halkın kızını niye aldın?”diye azarlamışlar ama nafile.  Anar Abi, kararını vermiş ama eşinden gitmek için izin istemiş.  “İzin verir misin?” diye, kahraman kardeşimiz Ayşe de “Hayat senin, nasıl istersen öyle yap” diyerek tam teslimiyetle karşılamış.

Bu sırada Anar Abi Risale-i Nurları tanımış. Ona risaleleri tanıtan Türk abi “Çeçenistan’a gidip insanların dünya hayatını kurtaracağına Risale-i Nurlarla insanların ebedî hayatlarını kurtar.” demiş. Anar Abiye de bu daha makul gelmiş ve bundan sonraki ömrünü hizmete tam manasıyla vermeye niyet etmiş.

Azerbaycan’da abinin vazifesinden ötürü askerî lojmanda yaşıyorlarmış ve İslamî yönden çok sıkı denetim altındalarmış. Diğer subayların da kışlanın herhangi bir yerinde namaz kılmasına izin yokmuş. Anar Abi kendi gibi namaz kılan diğer subaylar için evini mescid yapmış. Nasıl..?

Ayşe, eşi evden çıkar çıkmaz kendini odasına kilitliyor, evin kapısını açık bırakıyor. Böylece hangi saat olursa olsun ev daima subayların namaz kılmaları için müsait oluyor. Fırsatını bulan subay da gelip vazife-i ubudiyetini yapıyor. Ayşe dedim, “Bir ihtiyacın olunca ne yapıyordun, odandan hiç mi çıkmıyordun?”. “Eşim öğlen geliyordu, o evden çıkmadan bütün ihtiyaçlarımı karşılayıp tekrar odama dönüyordum” dedi. Bu şekilde Ayşe’nin evi 1 sene mescid olarak kullanılmış. Anar Abi bu sürede de boş durmuyor, Nurları etrafındaki  insanlara anlatmaya, neşretmeye çalışıyormuş.

(Devamı bir sonraki yazıda inşallah. Şehit abimizin şirin yavruları Muhammed ve Nurseven için hassaten dua bekliyoruz..)

Nâbi

www.NurNet.org