Etiket arşivi: başarı

İşlerimizde Başarılı Olmanın Sırrı

İnsan olarak fıtratımız her şeyin mükemmeline odaklanmıştır. İnsan bir şeyi yapacağı zaman en mükemmelini tahayyül ederek işe başlar. Zaten mükemmel bir şeyi tasavvur etmezse işe de koyulmaz. Dimağımızın giriş kapısı ve ilk mertebesi olan tahayyül[1] biriminde bu zamana kadar alakadar olduğumuz her şeyin stoklandığı ve mevcut olduğu bir depo suretinde ve bizimle beraber her an malzemesi de artmaktadır.

Tahayyül ve Tasavvur birimlerine her şey malzeme olmaktadır. Haram helal, caiz mekruh, iyi kötü… Bu mertebelerde ahlak mefhumu olmadığı için zaten bu iyi-kötü gibi bir tabir bulunmamaktadır.

Yapmış olduğumuz işlerde başarılı ve mükemmel olmak için Âdetullah kanunlarına uymamız gerekir ki neticede istediğimiz gibi mükemmel olsun.

• “Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile aşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevab-ı red verecektir. Cereyan-ı umumî ise, muhalif harekette bulunanları adem-âbâd hiçahiçe atacaktır.”[2]

• “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullah’a tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.”[3]

• “Saltanat-ı rububiyetin âdetullah namı altında ve küllî iradelerin mümessilleri olan umumî ve küllî kanunları..”[4]

Bir işi baştan savarak yapmakla mükemmel yapmak arasında çok büyük fark söz konusudur. Yapmak adına yapılan işler yük, sıkıntı getirirken severek yapılan ve mükemmellik hedeflenerek yapılan işlerdeyse şevk, gayret ve ceht vardır. Bu sebeple bir şeyi başarmak ile yapmak arasında fark yok gibi görünse de, niyet ve nazar açısından bakıldığında büyük bir fark olduğunu işin içinde olanlar görmektedir. İşin kötü tarafı baştan savanlar diğer insanlara da yük olmaktadır.

Hem mükemmele odaklanmak işlerimizden haz ve lezzet almamıza sebep olacak hem de o işte yeni incelikler keşfederek meleke kazanarak o işe yeni bir şevk ve heyecan verebilir konuma da gelebiliriz.

Alelade yaparak da hem kendimizi hem kabiliyet ve istidatlarımızı hem de yaptığımız işleri köreltir ülfetle hem hal oluruz.

Bu sebeple takım arkadaşlarımızın, hizmet arkadaşlarımızın da işlerini severek yapmaya çalışmaları için onların heyecanını uyandırıp meseleye daha ciddi olarak bakmalarını sağlamalıyız. Çünkü sathi, yüzeysel olarak yapılan işler bir süre sonra tıkanacak ve herkesin emeğini zayi edecektir.

Mükemmellik için işlerin inceliklerini bilmek ve öğretmek temel şarttır. İnceliklerini, esrarını öğrenmek ve öğretmek de işimizde bizleri daha da başarılı kılacaktır.

İşimizin incelikleriyse Âdetullahtan geçmektedir. Başarı bir saraysa Âdetullah o sarayın kapısıdır. Başarı bir kapıysa Âdetullah o kapının kilididir.

Selam ve selamet Âdetullah kanunlarına uyanlara olsun. Ne mutlu Âdetullah kanunlarına muvafık hareket edenlere.

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Bkz: Sözler (701)
[2]Muhakemat (152)
[3] Divan-ı Harb-i Örfi (55)
[4] Şualar (31)

Gençlerle bir sohbet

Sevgili gençler…

Hayat sosyal medya aracılığıyla sağa-sola düzen vermekten ibaret değil!..

Sınıf geçmekten, üniversite sınavı kazanmaktan, iyi not almaktan, a, b ve c şıkları arasında dolaşmaktan ibaret de değildir.

Hayatın bütünü, her safhası bir sınavdır. Bunlardan bazılarını kazanacaksınız, bazılarını kaybedeceksiniz.

Asıl başarıyı kaybettiklerinize yanmamakta, kazandıklarınıza kanmamakta arayın! Dikkat edin: Başarılar da başarısızlıklar gibi kalleştir! Hepsi gelir geçer. 

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada”dır. Esas olan hayattan geriye hoş bir sada bırakabilmektir.

Bu işin özündeki sır, dengeli bir hayat yaşamaktır. Her anlamda olgunluk ise hayatı ayrıntılarıyla kavramak anlamına gelir. 

Başarıdan dolayı şımarmayan, başarısızlıktan dolayı da paniğe kapılmayan insan, olgun insandır. Siz olgunluğa talip olun. 

Sevgili gençler, hayatı daha anlamlı kılan birkaç şey var:

1. Allah’a ve indirdiklerine şuur plânında inanmak,

2. Kalıcı hedef sahibi olmak,

3. Hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamak,

4. Zamanı iyi değerlendirmek,

5. Okumak, araştırmak, baktığını görmeyi bilmek,

6. Sevgiyi sevmek,

7. Her şartta elden geleni yapmak.

Allah’a ve indirdiklerine şuur planında inanmak insanı güçlü kılar. Gerçekten inanan insan olaylar karşısında yılmaz, yıkılmaz. Çalışır, çabalar, ama buna rağmen üstesinden gelemediği problemler karşısında “Tevekkeltü Alellah”tevekkülü içinde Yaradanına sığınıp dünyayı sırtında taşımaktan kurtulur.

Bu hem “kul” olmanın gereğidir, hem de moral verir: Başarıdan şımarmamak, başarısızlık karşısında yıkılmamak için de inanç lâzımdır.

Gelelim şimdi kalıcı hedef sahibi olmaya:

Osman Gazi’nin hedefi devlet olmaktı, hedefine kilitlendi ve devlet oldu…

Fatih’in hedefi Bizans’ı İstanbul yapmaktı, hedefine kilitlendi ve istediğine ulaştı.

Yavuz’un hedefi İttihadı İslâmı(İslam birliği) sağlamaktı. Halifeliği aldı, birliği kurdu.

Peki, sizin hedefiniz nedir?..

Hedefiniz nerededir?..

Ona nasıl ulaşacaksınız?..

Şunu asla unutmayın: Hem hedefiniz meşru olmalıdır, hem de sizi hedefe ulaştıracak vasıtalar: Aksi takdirde handikaba düşer, kendi kendinizi harcarsınız.

Tüm hayallerinizi dünya hayatıyla sınırlamayın. Ebediyet için yaratılmış ve cennet vadedilmiş insanın, dünya ile kendini sınırlaması doğru olmaz. Hedefiniz hem dünyayı kuşatmalı, hem de dünya ötesine taşmalı. O zaman hedefiniz ebedileşirken, siz âbideleşirsiniz.

Fani hedeflerde varlık aramayın. Kendinize sonsuzluğu hedef seçin: Sonsuzlukta kâinatı keşfedeceksiniz. Kâinattaki mükemmel nizamda da o nizamın nâzımını, yani Allah’ı bulacaksınız: “Dünya ötesi hedef belirleme” derken, kastettiğim buydu.

Birkaç sene sonra bazılarınız memleketin yönetiminde söz sahibi olacaksınız…

Ama siz, bazı büyüklerinizin dediği gibi, bu yüzden önemli değilsiniz…

Yönetici olmasanız da önemlisiniz, üniversiteyi kazanamasanız, bitiremeseniz de önemlisiniz, sınıfınızı geçemeseniz de önemlisiniz, başarılı olamasanız da önemlisiniz… 

Çünkü sizler bizim çocuklarımızsınız; sizi çok seviyoruz! 

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Kişisel gelişim ve başarı

Bir dostumu ziyarete gittiğimde gördüm ki, kitaplığının yarısını “kişisel gelişim”ve “başarı” kitapları teşkil ediyor. Daha önceki ziyaretlerimde aynı kitaplığın kültür-sanat kitapları ağırlıklı olduğunu bildiğim için, değişikliğin sebebini sordum.

“Şimdi herkes bunları okuyor” dedi, “başarılı olmayı öğrenmemiz lâzım.”

Gerçekten de son yıllarda herkes çok fazla başarıdan ve kişisel gelişimden söz ediyor (seminerler, kurslar, radyo-televizyon programları, kitaplar)… 

Bu konuda yazılmış kitaplar yok satıyor. O kadar ki, yalnız bu konuda yayın yapan yayınevleri kuruldu (başarılı olmak iyi de, bu salt konuya kilitlenerek olacak iş mi? Öncelikle temel kültürünüz ve birikiminiz olacak, detayları kavramış bulunacaksınız, konunuzda uzmanlaşacaksınız, her şartta diri durmasını bileceksiniz, v.s.)

Başarılı olmayı çok düşündüğümüz belli, ama acaba başarılı olmanın anlamını hiç düşündük mü? Nedir ki “başarı?..” 

Servete ve şöhrete kavuşmaksa, bunlar dünya hayatıyla sınırlı (fani) şeyler. Dünya hayatı ile sınırlı başarıların sadece geçici bir tadı var. Bittiği yerde yine elem başlar. Bediüzzaman’ın deyişiyle “Zeval-ı lezzet (lezzetin bitişi) elemdir.”

İnsan genel müdür ya da bakan olduğunda “başarılı” sayılır mı?

Soru şu: Başarı, herhangi bir yolla yüksek bir makama gelmek mi, yoksa gelinen makamın hakkını vermek midir?

Yani fen lisesi yahut üniversite sınavını kazanmak başarının göstergesi olmayabilir…

Hatta bakan-Başbakan filan olmak da başarının göstergesi değildir. “Başarı” ile “beceri” arasında kesin bir ilişki var.

Bugün mesleğinin en iyisi olan bir ressam vaktiyle üniversiteye girememişti…

Bugün parmakla gösterilen fotoğraf sanatçısı kaç kez sınıfta kalmıştı…

Bugünün en iyi romancılarından biri ortaokulu bile bitirememişti…

Şehirde parmakla gösterilen oto tamircisi ilkokul diplomasını dışarıdan almıştı…

Bunlar bugün kendi branşlarında başarılı insanlar.

Oysa ressam üniversiteye giremediğinde, fotoğraf sanatçısı sınıfta kaldığında, romancı ortaokulu bitiremediğinde, oto tamircisi ilkokulu kırdığında anneleri-babaları başta olmak üzere tüm çevre tarafından “başarısız” ilân edilmişler, hatta belki “adam olmaz” diye aşağılanmışlardı.

Şimdi gelin “adam olmak”la “başarılı olmak” arasında bir münasebet arayalım…

Varsayalım ki, başardık, şöhrete ve servete kavuştuk: Başarı insanı “adam gibi adam” yapar mı?

“Adam gibi adam” derken, insanları seven, işçisinin alın teri kurumadan ücretini ödeyen, etrafında aç komşu bırakmayan, ulaştığı imkânları saçıp savurmak yerine paylaşan “insan”ı kastediyorum.

Hepimiz biliyoruz ki, şöhrete ve servete kavuşan insan -çoğu dindarlar dâhil-maalesef, hızla değişiyor. Ne kendini tanıyor, ne başkalarını. Muhtaçlara yardım etmek şöyle dursun, “zekât” gibi zorunlu yardımları bile “kazanırken yanımda mıydı?” anlayışı içinde reddediyor.

Nice şöhret-servet sahibi “başarılı” örnekler var ki, daha çok kazanmak için kendinden güçsüzlerin emeğine ve yüreğine basıyor…

Demek ki başarı insanı “adam gibi adam” yapmıyor.

İkinci soru: Başarı mutluluk getiriyor mu? Mutsuz ama başarılı pek çok insan başarı ile mutluluk arasında doğrudan bir bağlantı bulunmadığının kanıtıdır.

Ve üçüncü soru: Dünyevi başarıların sonunda cennet var mı?.

Hayır, başarının getireceği servetin şımarıklığa ve isyanıyla cennet yerine cehenneme yakınlaşmak daha kolay gözüküyor.

Şu halde dünyevi başarılara bu kadar kilitlenmenin ne anlamı kalıyor?

Asıl başarı zeval bulmayan, lezzeti (tadı) geçici (fani) olmayan başarıdır…

Bu da “kulluk şuuru”na ulaşmakla olur.

Yavuz Bahadıroğlu – Yeni Akit

Başarmak Ama Neyi?

Kelime ve kavramların anlam dünyamızdaki karşılıkları insana dair önemli ipuçları taşır. Kendimizi ifade ederken, şahit olduğumuz olayların bizdeki izdüşümlerinden bahsederken veya hayata dair meselelere yaklaşımımızı paylaşırken hep kelimelere başvururuz. Aynı kelimelerle konuşuruz belki ama o kelimelere yüklediğimiz anlam farklı olabilir. Bu da dünya üzerinde var olan milyarlarca insan benzerimiz içinden kelimelerimizle sıyrılma ve bizi biz kılan anlam dünyamızın farkını böylece ortaya koymuş olmanın bir yoludur aslında.
Hayatın hızla ve sürekli değişerek aktığı günümüzde, farklılıklara vurgu yapılıyor gibi bir görüntü hâkim. Oysa küreselleşmenin ve sanal iletişim ağlarının yaygın kullanımı neticesinde duygu ve düşüncelerin kolayca manipüle edildiği bir dönemden geçmekteyiz.

Mesela hayata öncelikle başarı, kariyer, mutluluk, zenginlik, güzellik pencerelerinden bak(tır)ılmakta, tüm çabalar bunların gerçekleştirilmesi yönünde sarf edilmekte… 
Herkesin aynı şeylere daha fazlasıyla sahip olmak için mücadele ettiği bir hayatı düşünelim. 
Sürekli rekabet ve kazanma hırsıyla hareket eden insan kalabalıklarının yaşadığı bir dünyada kardeşlik ve dayanışma gibi insani değerlerin gün be gün eriyip gitmesi kaçınılmaz olacaktır. Nitekim bugün hepimizin gözü önünde vuku bulan pek çok insanlık dramı böyle bir zihniyetin yansımaları değil midir?
Kendi medeniyet dünyamızın önce bize, bizler vasıtasıyla da insanlığa kazandırmayı amaçladığı hayata ve insana dair farklı bir okuma imkânı var halbuki.
Bize düşen böyle bir okuma çabası ile günümüzde geçer akçe kabul edilen kelime veya kavramlar üzerine yeniden düşünmek ve “eskimeyen yeni” diyebileceğimiz kadim değerlerin hayat bulmasına katkıda bulunmak olmalıdır.
Hayatı anlamlı kıldığı düşünülen ve çocuk yetişkin demeden herkese hedef olarak gösterilen başarı kavramı, özellikle de bu kavram üzerinden şekillenen ebeveyn-çocuk ilişkisini ele alalım mesela. Ancak bakış açımızı hayatı bir bütün olarak kucaklayan ve bize öteleri her daim hesaba katma hassasiyeti ile hareket eden fertler olma terbiyesi veren kadim medeniyetimiz şekillendirmiş olsun. Bu aynı zamanda modern dünyanın insanı anlamaktan uzak sığ anlayışlarının düşünce dünyamıza vurduğu prangalarından kurtuluşu getirecektir.
Bir çocuğumuzun dünyaya geleceğini öğrendiğimiz an ne kadar özel ve değerlidir değil mi? 
Yüzünü görmediğimiz, hiçbir özelliğinden haberdar olmadığımız halde sırf varlıkları ile hayatımıza ne de güzel bir tat ve heyecan kattıklarını hatırlamayanımız yoktur herhalde. Bundan sonra bizim için yeni bir dönem başlamıştır ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Onların hayırla ve sağlıkla dünyaya gelmeleri için dualar eder, bunun için gerekenleri yapma hususunda azami özen gösteririz. Yavrularımız içimizde halden hale çevrilerek büyürler. Biz de onların sevgisini büyütürüz yüreğimizde.
Vakit erdiğinde kucağa alınan bir bebeğin saf ve tertemiz varlığı ailesine tarifsiz bir sevinç yaşatır. Onlar ötelerden bir hediye. Yaradan’ın insanoğluna güveninin bir ifadesi, en değerli emaneti. Şu gel geç dünyamıza Cennet kokuları taşıyan masum yavrular. Bu nedenle çocukların varlığı bizatihi güzel ve kıymetli. Onlar yarınlarımız. Onlar umutlarımız. İyi yetişmeleri ve yarınlara iyi hazırlanmalarını istememiz bu yüzden. Bu yüzden onlar için hayal kurmalarımız ve gerçekleşmesi için çaba sarf etmelerimiz…
Geleceğe hazırlanma söz konusu olduğunda karşımıza sınavlar çıkıyor ister istemez. Çocuklarımızın başarı ölçeği olarak kabul edilen ve hayatlarına yön veren sınavlar…
Daha sene başında ailelerin gündemine oturan bu sınavlar çocuklarımızın eğitim öğretim hayatları boyunca peşlerini bırakmayacak olan sınavlardan birer sınavdır aslında.
Çocukları için her şeyin daha iyi olmasını isteyen ailelerin bu konudaki hassasiyetlerini anlamak bir dereceye kadar mümkün. Sınav stresini yıl boyunca hep birlikte yaşıyor belki de pek çok aile…
Nasıl yaşanırsa yaşansın bu süreç bir şekilde geçip gidecek halbuki. Yeni sorumluluk ve sorunlarla yüklü süreçlere yerini bırakarak… Peki tüm bunların halledilmesi ile işimiz bitecek mi sanki? Tabi ki hayır. Çünkü hayat sürekli akmaya devam edecek yeni sorularla, yeni imtihanlarla.
İşte bu nedenle uzun soluklu hayat yürüyüşünde asıl başarı, karşımıza çıkabilecek her türlü zorluk ve engellere, zaman zaman yaşanabilecek başarısızlıklara rağmen yürüme azim ve gayreti taşıyabilmektir herhalde.
Çocukların bunu öğrenmesinin yolu da aile desteği ve örnekliğinden geçiyor. Çocuklarımızın en çok ontolojik/varoluşsal değerlilik duygusunu hissetmeye ihtiyaçları var. Toplumun dayattığı başarı veya başka değer şartına bağlanmadan aileleri tarafından sevildiklerini, anlaşıldıklarını ve onlarla güvende olduklarını hissetmeye.
Ebeveynler olarak zaman zaman hafızalarımızı yoklamamız gerekiyor. Neyin asıl ve önemli olduğunu hatırlamak için. Malum “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Onların bir zamanlar tek başına varlıklarıyla hayatımıza tat kattıklarını unutuyoruz mesela. Yine en ufak ateşlenmelerinde uykusuz geçirdiğimiz gecelerde onların hangi okula gideceği hangi mesleği seçeceği soruları değil, sağlıkla ve hayırlısıyla büyüdüğü günleri görmekti öncelikli meselemiz. İlerde kaç yabancı dil öğreneceği veya yabancı dil sınavında kaç yanlış cevabı olduğunun önemi var mıydı, dilinden ilk kez “anne” veya “baba” sözcükleri döküldüğünde duyduğumuz sevincin yanında?
Yine sormak lazım. Ebeveyn-çocuk iletişiminin koptuğu ya da birbirlerini anlayışsızlıkla itham ettikleri bir ortamda birkaç dil biliyor olmak ne anlam ifade eder ki? 
Matematik sorularını eksiksiz çözmesiyle övündüğümüz çocuğumuzun hâlihazırda ve yetişkinlik döneminde hayatın önüne koyduğu problemleri çözme noktasında gerekli iç donanımı edinip edinmediğini de dert ediniyor muyuz acaba? Sorular uzar gider.
Hâsılı kelam yüksek notlar üzerinden yapılmış bir başarı tanımı olabilir. Ancak kendi medeniyet perspektifimizden hareketle hayatın her alanına dair sözümüz olduğunun farkındaysak “şimdi yeni şeyler söylemek lazım”: Ebeveynler çocuklarının akademik başarıları kadar iç dünyalarının dengeli bir şekilde inşasını da dert edinmeli. İki yönlü bu çabanın gösterilmesinde ve sonuç alınmasında ailenin desteği çok önemli. Öyleyse her iki alana da yatırım yapılmalı.
Şunu hep hatırda tutalım. Sevgi, bilgi, sabır ve anlayışla harmanlanan bir okul ve aile atmosferinde yetişen çocuklar, gerek okul sınavlarında gerekse başlı başına bir sınav alanı olan hayatın içinde gösterdikleri her başarı hem ebeveynleri hem de öğretmenleri için büyük bir mutluluk ve övünç kaynağı olacaktır.
Ayten Yadigâr
Zafer Dergisi

Bugün ‘insan’ kalmaya bak

Başarı kitapları kandırıyor bizi. Açlığımızın yönünü değiştiriyorlar. Kur’an’ın istediği öyle birşey değil. Onların sonuç odaklı ‘başarı’ anlayışları, Kur’an’ın nazarında başarıdan sayılmıyor. İzzetli bir duruş lazım bize. Vahye göre hüner; içinde itikadî çelişkiler olmayan bir hayat yaşamak, ne pahasına olursa olsun dünyayı kazanmak değil. Her gün okuduğun Fatiha’da dilediğin istikamet (sırata’l-mustakîm) bu. Hani o sapmışlarda bulunmayan özelliğin senin. Hariçte kalmanı sağlayan şey ‘dâllîn’ güruhundan.

Meyveleri hemen istemek acelecilik. Süreci anlamama belirtisi. Burası imtihan dairesi. Sınanıyoruz. Sınanmak, içinde mutluluk garantisi olmayan bir süreçtir. Mutluluk, ödülle gelir. İmtihan sana en fazla huzuru vadeder. Eğer dersine çalışmışsan. Çelişkisiz bir hayat yaşamak istiyorsan, sonuçlara odaklanmamalısın. Sonuçlar Allah’ın hikmet elinde. Süreçle olmalı işin. Bugünün hakkını vermelisin ve yarın… Yarın ancak yarına uyandığında işin olmalı.

“(…) vazifemiz hizmettir; vazife-i ilahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak…” bahsi ne hikmetli ders saklıyor bağrında. Bırak kemiyet/nicelik; hayali, dünyanın dışına çıkmamışlara kalsın. Eğer ahireti istiyorsan, sürecin nasıl yaşandığına konsantre ol. Kavgan keyfiyet/nitelik üzerine olsun. Bugün üzerine olsun.

“Dünyanın ‘yarın’ı harika olacak!” diye şu anı savsaklama. Hep böyle kandırıyorlar bizi. Ütopyalarla çukurlarına çekiyorlar. Sırf galip gelenlerden olmak için bugün başka, yarın başka eksenlerde yürümek karaktersizliğin karakteridir. Yarın, takdir-i ilahidir. Hikmeti iktiza ederse, verir. Etmezse, vermez. Sen bugün ‘insan’ oluşunun hakkını ver. ‘Yarın sultan olurum’a bakma. Bazen Bedir gibi şenlik olur hayat, bazen Uhud gibi hüzün. Yine de kılıcını alıp gidersin. Cihaddan kaçanlara bak. Kur’an onları nasıl anlatıyor? Her defasında muhtemel sonuçlarla kandırmaya çalışıyorlar o kaçkınlar, müminleri:

İçlerinden bir takımı: ‘Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün’ demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: ‘Evlerimiz düşmana açıktır’ diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.” Ama Allah onlara diyor ki: “De ki: ‘Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.‘”

Bunlar da yetmezse, Hz. İsa peygamberim örnek olsun sana. Hani iblis ona, daha bir çocukken demişti: “Madem herşey Allah’ın elinde. Buna o kadar inanıyorsun. O zaman at kendini şu uçurumdan! Eğer Allah varsa, birşey olmasına izin vermez. Atlamıyorsan, imanın eksik demek.”

İsa’nın (a.s.) buna cevabı ne güzel olmuştu: “Allah, kulunu değişik hallere sokarak onu sınayabilir. ‘Ben böyle yaptım. Senden de şunu bekliyorum’ diyebilir. Fakat kulun haddi değildir ki, ‘Ben böyle yaparsam, sen de şöyle yaparsın!’ deyip Allah’ı sınayabilsin.”

Ütopya düşleriyle bugünden vazgeçirmeler, bugünün günahlarını yarının husul-u meşkuk zaferleriyle soslayıp yedirmeler, yine aynı iblisin oyunu değil mi?O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Ben bu ayeti okuyunca, sanki vahiy bana şöyle diyor: Kur’an, yani içinde şüphe/çelişki bulunmayan o istikamet kitabı; ancak hayatını takva’ya adayanlara yol gösterebilir. Takva nedir peki? Takva istikamettir. İstikametin hatrına başka yollardan sakınarak yaşamaktır.

Sonrakiler için öncekilerden vazgeçmez ehl-i takva. Yaşam amacı sürecin hakkını vermek olanların ahlakıdır. Bu yüzden yine Kur’an der: “Akıbet takva sahiplerinindir.” Demez: “Akıbet galip gelenlerindir.” Çünkü yine vahiy öğretir ki bize: Dünyevî anlamda bugün galip gelenlerden pekçoğu, ahiret nokta-yı nazarında mağluptur. “Yarınlar bizim!” diye bağıranların çoğu, bugünü bedel vermekle, asl-ı imtihanı anlamadıklarını göstermişlerdir.

İşte bu yüzden köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek ahlakında olanlar birşey alamaz Kur’an’dan. Kur’an’ın dersi onlara göre değil. Başta dedim: Başarı kitapları kandırıyor bizi. Yüzümüzü Kur’anî olandan dünyevî olana çeviriyorlar. Bugünün hakkını vermek noktasında elbette onlardan bir hisse alabiliriz. Ama sonuçlara odaklılık, bu bizim tevekkül anlayışımızın ayrıldığı yer. Hem hatamız da değil bu; dik duruşumuz, izzetimiz, istikametimiz.

Bugünün hakkını verip, eğilmeyip bükülmeyip, yarın hatırlatıldığında “Allah kerimdir!” demek, yani esnememek, duruşunu bozmamak; müminliğin şiarıdır, aptallığın değil. Şimdi anladın mı: Sırtında odun taşıyan ihtiyar neden Hatem-i Taî’den daha merttir? Ve neden mümin, ‘elinden ve dilinden emin olunan’dır. Elinden ve dilinden emin olunmak bir istikamet belirtisidir çünkü. Sağı solu belli olmazlardan, eylem/söylem uyuşmazlığı yaşayanlanlardan, söz verip de tutmayanlardan olmadığını gösterir. Hasılı; bugün ‘insan’ kalmaya bak arkadaşım, senin işin bugünle.

Ahmet Ay / cocukaile.net