Etiket arşivi: Bediüzzaman özel

Said-i Nursi Dün Sabah Urfa’da Vefat Etti

image

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri vefatını o zamanın gazeteleri manşetlerine böyle taşıdı.

Hüradam Gazetesi (29 Mart 1960 Salı)
* Yüksek alim, yılmaz mücahid, eşsiz kahraman, Hz. Said-i Nursi hakkın rahmetine kavuştu.
* Hazretin ölümü İslâm alemini mateme bürüdü.
* Bediüzzaman Türk milletinin hizmetinde idi.
* Urfa’da Hz. Bediüzzaman’a yapulan cenaze töreni pek muhteşem oldu. (Hüradam 05 Mart 1960 Salı)
* Onbinlerce halkın elleri üstünde, göz yaşları arasında Hz. İbrahim Dergahındaki ebedi makberine tevdi edildi.

Akşam Gazetesi (24 Mart 1960 Cuma)
* Nurcuların itirazına rağmen Said-i Nursi dün defnedildi.
* Tıbbı mahsur yüzünden Valilik defni yarına bırakmadı.
* Tereke Hakimi Said-i Nursinin eşyalarına 551 lira 50 kuruş değer biçti.
* S. Nursi defnedildi.

Mücadele Gazetesi (24 Mart 1960) 
* Said-i Nursi vefat etti.

Hür Söz Gazetesi (26 Mart 1960)
* Bediüzzaman Said-i Nursi Perşembe günü vefat etti.

Yeni Ocak
* Saidi Nursi öldü.

Milliyet Gazetesi
* Said-i Kürdi dün sabah Urfa’da vefat etti.
Çaykara

Yeni Sabah Gazetesi
* Said-i Nursi dün sabah Urfa’da öldü.

Yeni Urfa Gazetesi
* İslam Aleminin büyük kaybı.

Tercüman Gazetesi
* Said-i Nursi dün sabah Urfa’da öldü.
* Nurcu başının ölümü, müridleri arasında teessür uyandırdı.

Akşam Gazetesi
* Geziye çıkan Said-i Nursi dün Urfada öldü.

Vatan Gazetesi
* Said-i Nursi gezisinin yarısında dün öldü.

Hürriyet Gazetesi
* Saidi Nursi öldü.

Said Nursî’nin Defnedildiği yer: HALİLÜRRAHMAN DERGÂHI

Bir rivayet ve bir hatıra

Bediüzzaman Said Nursi’nin tabutu, Şanlıurfa Ulu Camiinden Halilürrahman Dergahına kadar eller üstünde, parmaklar üstünde, başlar üstünde Dergâha getirilip oradaki iki kubbeli lâhde defnedildi.

Bu iki kubbeli türbe hakkında Urfa’da dolaşan rivayetlere göre Şeyh Müslim isimli bir zat 1954 yılında Dergâhı tamir ettirdiği sırada, ayrıca kendisi için de bu iki kubbeli yeri yaptırıyor.

Sonra rüya âleminde ona şöyle deniliyor: “Sen kendine başka bir yer yaptır. Buranın sahibi vardır. Buraya o gelecektir.

Rüyada bu emir kendisine iki defa tekrar ediliyor. Bu rüya üzerine Şeyh Müslim burasını boş bırakıp kendisine umumî mezarlıkta bir yer hazırlattırıyor.

İşte Bediüzzaman Said Nursî, Dergâhtaki bu kabre defnediliyor.

Molla Abdülhamid Efendi’yi cenazesine çağırıyor.
Bediüzzaman Said Nursi’nin cenazesini yıkayan Urfa’nın büyük ve tanınmış âlimlerinden Molla Abdülhamid Efendi bir hatırasını şöyle anlatıyor:
Kadıoğlu Camiinde itikafta idim. Gece rüyamda Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini gördüm. Bana ‘Ben vefat edeceğim. Benim cenazemde bulunup beni yıkayacaksın’ diye emretti. Ben de cevaben, ‘Ya Üstad! Şu anda dinen itikaftan çıkmama cevaz yoktur. Nasıl çıkabilirim’ dedim.

Bunun üzerine Hazret-i Üstad:
“Mülteka’l-Ebhur’un (Fıkıh Kitabı) filân sahifesinde vardır. Oraya bak” dedi.

“Sabahleyin uyandım. Rüyamın heyecanı içinde hemen kitaba baktım. Hakikaten aynen dediği gibi çıktı. Ben de itikaftan çıkarak cenazesini yıkamak şerefine nail oldum.”

Bediüzzaman Said Nursi’nin Cenaze Namazı ve Defni

Cenazenin kaldırılışı
(24 Mart 1960 Perşembe)

Cenaze, Cuma günü kaldırılacakken bilâhare fazla tehacüm olmaması ve emniyet mülahazasıyla Perşembe günü ikindiden sonra kaldırılmasına karar verildi.

Urfa Valisi Şerafeddin Atak, Halilürrahman Camiinde kabrini
hazırlattı.

Cenaze namazı, Vali, Belediye Reisi ve onbinlerce insanın iştirakiyle Ulu Camide kılındı.

Okullar tatil gibi, dükkânlar kapalı. Sokaklarda kimse yoktu. Herkes cenazeye iştirak etmişti.

Ulu Camiden Dergâha kadar olan bir buçuk kilometrelik yol iki saatte alınabildi.

Bediüzzaman’ın tabutu eller üstünde, parmaklar üstünde, başlar üstünde Dergâha getirilip oradaki iki kubbeli lâhde defnedildi…

Aziz Üstadım!

Senin bizi terk etmenin üzerinden 55 yıl geçti. Bizler seni yaşarken göremedik, bazılarımız daha dünyaya gelmemişti, bazılarımız da benim gibi çocuktu o zamanlar. Hem o günlerde sen zaten ziyaretçilerle görüşmüyordun ki. Çok nadiren görüştüklerinin de gidiş dönüş yol masraflarını onlara ödüyordun. Bugün bütün talebelerinle görüşsen, aynı kaideyi uygulasan onlara paran da yetmez ki.

 “Ehl-i hakikatin sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevi radyo hükmünde biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-i Kur’aniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur.”  diyordun ya, bu yüzden seninle aramızdaki irtibat hiç kopmadı, Sen alem-i ervahta, bizler, alem-i şahadet’teyiz ama,  aramızda ki ”müfritane irtibat” yine eserlerin sayesinde imani bağlarla devam ediyor.

Aziz Üstadım! Talebelerin çoğaldı, dünyanın dört bir tarafına dağıldılar, Risale-i Nur’lar bugün 50 den fazla dile çevrildi. Sen1925 yılında Van’daki Medresenden ve talebelerinden koparılarak getirildiğin Burdur, Isparta, Barla, Kastamonu ve Emirdağ’dan bugünleri görüp öyle yazıyordun, her çileye bugünler için katlanıyordun, “ Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” diyordun ama, kızma Üstadım! bizler ancak şimdi anlayabiliyoruz. Bizim akıl fenerimiz yakınları görüyor, uzaklara bakamıyor ki. Ama bizler senin fenerinin ışığıyla elde ettiğimiz talebelikle iftihar ediyoruz. Sen bizi kardeş, talebe kabul ettin ya, o bizlere yeter.

Aziz Üstadım! Sen,” Risale-i Nurlar Kur’anın malıdır” diyordun, onları Diyanet işleri başkanlığı bassın diye ta o zamanlar Ahmed Hamdi Akseki’ye talebelerini göndermiştin ya, o isteğin bugünlerde kabul oldu. Onun halefi Diyanet işleri başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez beyefendi, hükümetin kararlı desteğiyle ” İşarat-ül İcaz” isimli kitabını bastırdı, ardından diğerleri de gelecek diye müjdeler verdi. Bu bizler için de çok önemliydi. 28 yıl seni sürgünden sürgüne gönderenler, 163. Madde ile seni ve talebelerini hukuksuz yere hapislere attıranlar gitmiş, çoktan toprak olmuş, çürümüşler, şimdilerde tanıyanları bile kalmamışken Risale-i Nurlar’ın devlet eliyle bastırılması, “Devlet-millet barışması” adına ne güzel bir örnek oldu değil mi?

Aziz Üstadım! Senin Risale-i Nurlarla hem dilimizi bozmak isteyenlere karşı dilimizi, hem de dinimizi koruduğunu yeni anladık. Talebelerin dimdik ayakta kaldılar, dillerini de dinlerini de korudular. Osmanlı Türkçesiyle de bağlarımız kopmadı. Kur’an öğrenmenin yasak olduğu yıllarda “Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek” dir diyerek eserlerini çok uzun yıllar Arap harfleriyle elle yazdırdın, zaman geldi teksirle bastırdın, 1956 yılından sonra da yeni nesilleri Risale-i Nurlardan mahrum etmemek adına yeni harflerle onların hepsini bastırmaya izin verdin.

Aziz üstadım! Sen Risale-i Nurlar’ın sadeleştirmesine sağlığında karşıydın. Sen hakkını helal etmedin için, sana rağmen senin eserlerine sadeleştirme zulmünü yapanlar, halkın çoğunluğunun demokratik yolla seçtiği siyasetçileri ve siyaseti başka ülkelerden idare etmeye kalkışınca, anlamsız bir savaş başlattılar. Ateşi söndürmek için çok talebelerin eski günlerin hatırına araya girdiler, ama kimselere dinletemediler. Görüşme talepleri kabul görmedi. Sen, bir defa daha haklı çıktın ..husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz.” demiştin ama, onlar seni anlamak istemediler. Sen şahsını, hayatın boyunca hep geri plana çekip Risale-i Nurlar’ı ön plana getirdin, kitap eksenli, Kur’an eksenli iman hizmetini esas yaptın ve her zaman tek aklı değil, meşvereti, şahs-ı maneviyi önerdin talebelerine. Kendinle özel görüşmeye sınırlar koydun, zahmete gerek yok Risale-i Nurları okuyun dedin. Şimdi bunun ne demek olduğunu daha iyi anladık. Keşke oradaki samimi kardeşlerimiz de anlasa, akıllarını ve iradelerini esir vermekten, kendilerini çoban ile koyun ikilemine girmekten kurtarsalar, yine Risale-i Nurlara dönseler, onun hizmet prensiplerini esas alsalar… Sen çok şefkatlisin Üstadım, hayatında sana zulmedenlere bile hiç beddua etmedin, oradaki samimi kardeşlerimiz için bir seferlik dua etsen kabul olur inşallah, belki kurtulurlar. Kurtulmak istemezlerse, kendileri bilir artık.

Aziz Üstadım! Sen aramızda iken bugünleri görüp sanki öyle yazıyordun, şimdi de oradan bakıp ben bunları yazdım ama sizler beni anlayamadınız demiyorsun, demezsin de. Ve bizleri asla utandırmazsın. Mesela 1910 yılında Tiflis’de Şeyh San’an tepesinde Rus polisiyle konuşurken,”Niye böyle dikkatle bakıyorsun sorusuna “Medresemin planını yapıyorum” deyince seni o zaman ne o Rus polisi anladı ne de bizler anladık, ta ki Tiflis’te 1991 yılında Risale-i Nur dershanesi açılıncaya kadar.

Bugün Rusya’dan, Tayland’a, Afrika’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya ve Kanada’ya kadar her yerde Nur dershanelerin, talebelerin var. Hani Sen üç dilde eğitim vermesini istediğin, din ilimleriyle pozitif ilimlerin birlikte okutulacağı “Medreset’üz Zehra” Üniversitesi, 2.Abdülhamid’ten istediğin ama 1913 de Sultan Reşat’ın gayretiyle Van/Edremit’te temelleri atılan o Üniversitenin devamı, 1.Dünya savaşı çıkınca olmamıştı. Daha sonra Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1922 de sürdürdüğün azmine rağmen, yine nasip olmamıştı. Bugün Türkiye’nin her ilinde, Üniversitelerde okuyan binlerce genç, onun manasını yerine getiren Nur dershanelerinde kalıyorlar. Hem oralarda Risale-i Nurları okuyarak din dersi alıyorlar hem de Üniversitelerde pozitif ilimleri okuyorlar. Her yeni açılan dershaneden benden önce senin haberin olur ya, ben yine de söylemiş olayım.

Aziz Üstadım! . Sen, bir gün insanoğlunun Ay’a ineceğini bizlere gizli bir şekilde haber verdin. Aynen Kur’an’daki gib,i sen de bu müjdeyi eserlerinin satırları içinde sakladın, bizim bulmamızı istedin, ama bizler bu misalleri anlamadık ki. Ta 20 Temmuz 1969 da N.Armstrong bize 380 bin km uzaklıkta olan Ay’a ilk ayak basan kişi olarak karşımıza çıkıncaya kadar.

Sen Sözler’de,  Mektubat’ta ve Mesnevi-i Nuriye’de “ Evet, beşer, Kamerdeki hali anlamak için ne kadar merak eder ki; biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düşer.”

“eğer sana denilse, “Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek”; merakın varsa, vereceksin.”

*Kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair ita-i malumat eden adama, bütün mamelekini ona feda etmeye hazırsın.  “ diye yazdın, ama bizler anlamadık.

Aziz Üstadım! Sen bir müjde daha veriyorsun, birisi gelecek Müşteri’den (Jüpiter, Erendiz) sana ne var ne yok, haber getirecek, diyorsun. 1972 de gönderilen ilk uydudan sonra da çeşitli uydular fırlattılar, oradan bazı haberler geldi ama henüz insanlar oraya ayak basamadılar. Çünkü o gezegenin Dünya’ya uzaklığı 620 milyon km, yüzey sıcaklığı ise -147 °C kadar. Müşteri, gaz bir gezegen olduğundan bilim dünyası henüz oraya gidip gelecek ve yüzeyine inip Ay’daki gibi gezinti yapacak şartlara ulaşamadı.  Ama ben inanıyorum ki burada da bize gizli bir müjde var, zamanı gelince oraya gidilecek, oradan birileri haberler getirecek, ama ben göremeyeceğim herhalde.

Aziz Üstadım! Senden affımı diliyorum, sana bu mektubu yazarken Risale-i Nurlardaki kelimelerle yazmadım, bu mektup herkese açık olacağından, gençler de okusun anlasınlar ki Risale-i Nurlar’ı okuyanlar hem geçmişle bağlarını korurlar, kültürlerini muhafaza ederler, dinlerini öğrenerek yaşarlar, hem de şimdiki nesillerle iletişimlerini devam ettirirler. Çünkü onların kelime dağarcığı çok geniştir, öyle 300-500 kelime ile konuşup yazmazlar ki.

Aziz Üstadım! Bizi talebeliğine kabul ettiğin için Allah(C.C) senden razı olsun. Yarın mahşerde de Peygamberimizin sancağı altında seninle birlikte talebelerin olarak toplanmak ümidiyle, alem-i ervahtaki bütün kardeşlerimize, başta Peygamberimiz olmak üzere bütün Peygamberlere, evliyalara, asfiyalara ve anneme babama sizin aracılığınızla eğer kabul ederseniz selamlarımı göndermek isterim.

Aziz Üstadım! Benim de buralarda çok vaktim kalmadı, yaşım 64, emr-i hak ne gün gelir bilinmez. “Rüyada bir hitabe”de yazdığın  “Hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bir “ziya gördüm.” sözlerinle ve  “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!” diye davet edildiğin o meclis var ya, yine öyle meclislere katıldığında beni de bir defa olsun “o, Benim talebem” diye yanında götürür müsün? Hani talebelerin çok ya, şimdiden adımı yazdırmak için izin istedim de. Ama yine de sen bilirsen, münasip ve layık görürsen, götürürsün belki Üstadım…

Öğrenmeye hala muhtaç, kusurlu 47 yıldır devamlı talebeniz

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Abdülmecid Nursî’nin Said Nursi’ye yazdığı şiir

Büyük bir din âimi olan Abdülmecid Nursî (Ünlükul) kardeşi ve Üstadı olan Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatından sonra şu şiiri yazmıştı:

EYYÛHEL ÜSTAD !

Kutlu olsun, mutlu olsun sana şu âli makam.
Bu makam oldu sana elbette berden ve selâm.

Öksüz kalan nurcuların, ağlar-Öter her subh u şam.
Okur sana yetimlerin, binler dua, binler selâm.

Her zaman yâd-ı cemilindir, bezm-i vird-i zeban,
Kalb senindir, dil senindir, dildesin sen her zaman.

Urfa’nın topraklarında değildir salar-ı yemin.
Pek sıcak nurcuların kalbindedir serdar-ı yemin.

Sana olsun binler selâmlar… Bizim ey rehberimiz!
Bizleri unutma ey âlicenab Önderimiz.

Noktasız kaldı gözü, tersine döndü feleği,
Ankara radyosu yaydı, en kara bir haberi.
Kalbi deldi, ruhu ezdi, yaktı yıktı her yeri…

Ey mezarcı! O makamda bize de kaz bir
mezar.
Olalım nazik Said’in komşusu leyl ü nehar.

Ey mezarcı! Göm bizi de şu Said’in kabrine.
Firkatin dayanamaz, nurcu olanlar kahrine.

Katılsın zerratımız, âlem-i berzahda kezâ.
Sarılsın birbiriyle ruhlar ilâ yevm-il-cezâ.
Dar-ı dünyada Said’i bizden ettinse cüdâ,
Dar-ı âhirde beraberce haşret ey Hüdâ!

Dünkü hal oldu hayal, geçti visal, geldi zeval,
Bizleri Üstadımızla haşret, Yâ Zülcelâl!

Konya, Nisan 1960

 

Yine kardeşi Abdülmecid Nursî, Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatına şu mısralarıyla da tarih düşürmüştür:

Nurs’ta (1) doğdum Nuriye (2) den,
Nuru (3) yaydım her yerde;
Nura (4) kavuştum birden,
Yattım Nur (5) lar içinde.

Bu beş Nur’un içinde Ölüm tarihi vardır. (1) Nursta…. 325
(2) Nuriye…… 271
(3) Nuru…….. 266
(4) Nura…….. 261
(5) Nur………. 256
+_______
Toplamda… 1379  (1960)

 

Yine edip bir zat da yazdığı bir şiirinde onun vefat yılı olan 1379 (1960)’a tarih düşürmüştü:

Meryem ismetine sahip Said’i,
Şakiler ugrattı her ibtilâya.
Yüz otuza bâliğ Nurlar âsârı,
Yaşar armağandır, bağlı mânaya
Taht-ı Türk İslâmın kalbinde sabit,
Said baş eğmez zulme, ednâya.
Mücevher tarihte misafir olsun,
Şanımıza, Hatem-ül-Enbiya’ya (*)

Kalender Asri, Hilal, Nisan-Mayis 1960.

(*) Son mısra ebced hesabına vurulduğu zaman Bediüzzaman Said Nursî’nin Ölüm tarihi olan 1379 çıkar.