Etiket arşivi: besmele

Deistler rahmete inanmazlar mı?

Müzeyyin‘ olan Allah varlığı nasıl süslüyor? Sadece renkle, kokuyla, tatla mı? Hayır. Allah varlığı en çok ‘hayatla’ süslüyor. Nereye baksanız onun boy vermeye, varolmaya, ortaya çıkmaya çalıştığını görüyorsunuz. Tatlı bir yaramazlıkla her yerdeler. Her taşın altından, buldukları her toprak parçasından, buzdolabında uzun süre beklemiş yemekten, hatta çöplerin içinden fışkırıyorlar. Evet, biz, yani canlılar (ve özellikle de insan) kainatın en güzel süsleriyiz. Baklavanın üstündeki fıstıklar, dondurmanın üzerindeki çikolata sosu, pastanın üzerindeki krema, örtülere işlenmiş nakış, biziz.

Süsleme/tezyin öyle birşeydir ki, her ne yaparsan yap, en sonunda yaparsın onu. (Pasta bitmeden süslenmez.) İnsanın dünyaya gelenlerin sonuncusu olması, ahirinin kıyamete bağlanması, bizim de evren pastasının süsü olduğumuzu gösteriyor. Lakin karıştırmayalım: Pasta bizimle güzel ama (hâşâ) Ustası bize mecbur değil. Kemalin ‘tamamlayıcı’ parçasıyız ama Usta’nın ‘mecburiyeti’ değiliz. Samed olan O. Yani, herşey ona muhtaçken hiçbir şeye muhtaç olmayan, O. Dolayısıyla kıymetimiz bize ikram ediliyor.

Mürşidim de bir yerde işte bu nakışlar hakkında diyor: “Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder, gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı zâtiyesine âyinedarlık eder.”

Daha kibirli zamanlarımda, yani ilkgençlik dönemimde, böyle bir varlık algısını kabullenmek tahttan düşmüş krala benzetirdi beni. Neden? Çünkü öyle olduğumu düşünmek istemezdim. İnsan ‘bağlayıcı’ veya ‘olmazsa olmaz’ olmadığını duyduğunda epey bir sarsılıyor. Öyle olduğu hissettirildikçe de huzuru artıyor. Özellikle âşıklar bu sözümü iyi anlarlar.

Kabullenmemiz lazım: ‘Olmasa da olur’ olmak ‘kendisinden daha güzel birşeyde varolma’nın güzelliğini bilmeyenler için ölümden de beterdir. Bu yüzden evladı için yaşamayı anne olmayan bir kadın anlayamaz. (Âşık bir kadının eşinden duymak istediği söz ‘Sen benim herşeyimsin’sinken sıra oğluna geldiğinde dediği şudur: ‘Yeter ki sen mutlu ol!’) Yahut da sahabilerin Aleyhissalatuvesselam için sıkça söyledikleri “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah!” sözünü… Çünkü bu bir tür varlık sırrına eriştir. Asıl varolması gerekenin sen olmadığını kabul, adına varolduğunun ellerine kendini teslimdir, İslam‘dır. Annen ve baban değildir seni asıl vareden. Seni vareden Allah‘tır. Resul de ancak ondan dolayı kıymetlidir.

Ne diyordum? Ha, hatırladım, önceleri bu ikincil konuma iniş beni epey bir rahatsız ederdi/etti. Ne yani? ‘Olmasa da olur’ isem hakikaten bir zaman gelecek de olmayacak mıydım? O kadar önemsiz miydim? Vazgeçilebilir miydim? İnsana ‘olmasa da olur’ olduğuna inanmak, yani Samed olanın yalnızca Allah olduğuna inanmak, böylesi bir sebepten zor geliyor. Sanıyor ki, ‘olmasa da olurluğunu’ kabul aynı zamanda ‘olmayacağını’ da kabuldür. Bu, Allah’ın rahmetini unutup, sadece Samediyetine bakan bir aklın düşebileceği bir çukurdur. Bu korkuyu aşabilmekse onun Rahman ve Rahim olduğunu hatırlamakla mümkündür. Ve Kur’an-ı Hakîm 113 sûresine bu isimleri hatırlatarak başlar.

Bence ‘besmele‘nin böylesi bir fonksiyonu da var: Yani, Rahman ve Rahim isimlerini unuttuğumuz anda, Allah hakkında tefekkürümüzde bir yeis/ümitsizlik hâkim olmaya başlıyor. Bir karamsarlık. Çünkü yüceliği ‘ilgisizlik’ nedeni sanıyoruz bizler. Allah’ı ‘kendimiz gibi’ sanıyoruz. Onu bilmek için konmuş nakışların peşinden giderken ‘ona dair’ olmakla ‘onun gibi olmak’ arasındaki nüansı yitiriyoruz. Ki insan böyledir. Yüceldikçe(!) çevresindeki insanlara ayırabildiği vakit azalır. Sorunu sınırlarıdır.

Tıpkı Mesnevî-i Nuriye‘de dendiği gibi: “Evet, vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garip ve gülünç şeyler çıkar.” Düşünsenize: O kadar büyük ki. O kadar yüce ki. O kadar muhteşem ki. O kadar… O kadar… O kadar… Kelimelerin anlatmaya kifayet etmediği O, âlemlerin Rabbi, sizi neden kâle alsın? Sizi neden önemsesin? Sizin varlığınızla neden ilgilensin? Deistlerin işin içinden çıkamadığı yer de burası: “Var ama bizimle neden uğraşsın?”

‘Subhanallah’ın ardından gelen ‘Elhamdülillah’ biraz da bu hatırlayışın sevinci gibi geliyor bana. Evet, o Subhaniyet makamında, ama aynı zamanda Rahman ve Rahim. Merhamet etmeyi seviyor. Sizi sevindirmeyi seviyor. Sizin varlığınızı seviyor. Hamdınızı istiyor. Ne diyor Bediüzzaman: “Ebedînin sâdık dostu ebedî olacak.” Böylece yürek Allah’ın yüceliğini tefekkürü içinde yalnızlık korkusundan kurtuluyor.

Kanaatimce: Vahidiyet içindeki Ehadiyeti bize en net gösteren iki isim Rahman ve Rahimdir. Onları pek severiz. Doğrudan Allah’ın bize olan ilgisini anımsattığı için. Çünkü onlar olmasaydı Cenab-ı Hakkın büyüklüğünü bilmek, tıpkı deistlerin yanlış inancında olduğu gibi, aramızdaki mesafeyi arttıracaktı. Şimdi ise yalnız azaltıyor. Hem O kendisinin bize yakınlığını dahi bu ‘merhametli ilgisiyle’ anlatıyor: “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”

Ahmet AY – risalehaber.com

Biz dahi başta onunla mı başlarız?

“Bismillah her hayrın başıdır.”

Bu cümle Risale-i Nur’un omurga ifadesidir. Felsefi tabirle ‘tractatus’udur. Eksen cümledir. Nüve fikirdir. Öyle ki, Risale-i Nur’un binlerce cümlesini bu sözün ipine dizebiliriz ve Risale-i Nur’un her cümlesine buradan hareketle varabiliriz. Hakikatin her cümlesi bu omurga cümleye bağlanır ve hakikat buradan hareket alır.

Google’a “‘Bismillah her hayrın başıdır’ ne demek?” diye yazarsanız, şöyle bir cevap düşer önünüze: 

“… hayır olmayan şeylere başlarken “besmele” çekilemez. Mesela, bir hırsız yaptığı soyguna “besmele” ile başlayamaz. O halde, insan öyle işler yapmalıdır ki onlara “besmele” ile başlayabilsin; bunlar da ancak hayırlı işlerdir.”

Bu tür bir açıklama yanlış değil ama işi zahirinde bırakıyor, yüzüne hapsediyor.  Gerçeği yüzünden ibaret sanırsak, gerçeğin kalbine giden yol kapanır, özüne varan yürüyüş biter. Risale-i Nur’un kronolojik olmasa da metodolojik başlangıcı olan bu cümle, zahiren anladığımız gibi olsaydı, müellif bir sonraki cümleyi şöyle kurardı: “Biz dahi başta onunla başlarız.” Neredeyse ezbere biliyoruz ki öyle değil o cümle: “Biz dahi başta ona başlarız…”

Yakın geçmişte malum örgüt, elebaşının 70’li yıllardan beri kursağında sakladığı kültürel ihanet hamlesini, gücü ele geçirdiğini sandığı anda, “Risale-i Nur’u sadeleştirme” başlığı altında Risale-i Nur’u sahteleştirmeye ve gözden düşürmeye kalkarak başlatınca, ilk işim, rengini sarıya açtıkları ‘imitasyon Sözler’in ilk cümlelerine bakmak oldu. Tahmin ettiğim üzere ukala projeciler ‘düzeltmişti’ metni. “Biz de onunla başlarız” diye konuşuyordu güya Said Nursi ‘sarı kitaplar”da. Güya Risale-i Nur anlaşılsın diye çırpınan ama aslında Risale-i Nur’u  miadı geçmiş diye paketleyip kendi ‘büyükleri’ne alan açmaya çalışan bu muhteris ve hasudlar, kaderin cilvesine bakın ki, Risale’nin henüz ikinci cümlesinde savruluyor, niyetlerini ele veriyordu. (Belki de Üstad’ın ne yapmak istediğini çok iyi biliyorlardı da, taklidi tahkike yoğuran bu esaslı metni pasifize etmek istiyorlardı. Tek parti döneminde Mevlana’nın Mesnevi’sine de aynı şey, Abdulbaki Gölpınarlı’nın sadeleştirmesi’ ile yapılmış ve Mesnevi-yi Şerif tüm Kur’ânî telmihlerinden arındırılmıştı.) 

Müceddid diye bildiğimiz Said Nursi’nin “Bismillah her hayrın başıdır” sözünü, hem de henüz ilk temel cümlede, öteden beri bilinen anlamıyla, hep söylenegelmiş imasıyla anlıyorsak, ‘müceddid’den, yani ‘yenileyiciden,‘yeni bir şey’ anlamıyoruz demektir.  Böyle anlıyorsak, yazarı ‘müceddid’ biliyoruz ama yazdığını ‘müceddid’/’yenileyici’ saymıyoruz demektir. Yazdığını yorumlarken yazdığında tecdid bulmayı ümit etmiyoruz demektir. (Kabul edelim ki yine de Üstad zahirin hatırını gözeterek iner derine. Batını anlatırken zahire takılanları incitmeyecek bir şefkatle konuşur.)

Şu cümleleri şuraya mıh gibi çakalım:

Bediüzzaman Said Nursi, Sözler’i zaten bilinenleri tekrarlamak için yazmadı. Risale-i Nur’u öteden beri söylenenleri yinelemek için kaleme almadı. Yeni şeyler söylemekti Said Nursi’nin muradı… Yeni şeyler duyacak muhataplar aradı. “Acele ettik kışta geldik…” derken, gelecek baharın kuşaklarından, belki de bizden, umutlandı.

İşte o Said Nursi, “onunla başlıyoruz” değil de, “ona başlıyoruz” demeyi tercih ederken, ne dediğini bilir. Dalgın değildir. Kafası karışık değildir. Türkçesi kıt değildir. Özensiz yazıyor değildir. Şimdiye kadar söylenenleri tekrarlamakla yetinecek de değildir.

Birinci Söz’den başlayarak, muhatabına şu gerçeği hatırlatır Said Nursi. Dile gelen her ayetin bir varoluş karşılığı vardır.  Kur’ân’ı, kâinat kitabının tercümesi olarak okuyacağımız bir dergâha çağırır bizi. Her hecesinde şu gerçeği belletir: “Kevn”de/varoluşta karşılığı olmayan hiçbir şey söylemez Kur’ân. Varoluşsal temeli olmayan hiçbir şeyi dilimize yerleştirmez, ağzımıza koymaz.

Mesela, ben şimdi buraya şunu yazabilirim: “Ben usta bir terziyim.” İnanın, hiç zorlanmadım yazdım bu cümleyi. Hatta bu cümle makalenin en kolay cümlesi oldu diyebilirim. Ne var ki, bende bu cümlenin varoluşsal karşılığı yok. Terzi değilim. Terzi olmayanın terziyim deme hakkı yoktur.

“Terziyim” cümlesini kevnî karşılığı olmadan ağzıma almama razı olmayan Allah, her defasında dilimde olmasını istediği, ‘vird-i zeban’ diye öğrettiği “Bismillah” cümlesinin kevnî karşılığını bende var etmiş olmalı değil midir? Ben “Allah adına…” demesi gereken bir halde olmayayım! Laf olsun diye “Terziyim” dememi istemeyen,  laf olsun diye “Allah adına başlarım…” dememi ister mi hiç? Nerede o varoluşsal/kevnî karşılık?

Birinci Söz, bizi, tam da, o varoluşsal gerçeğimizle tanıştırır, anlayana eşsiz bir iyilik yapar. “Dünya çölü”ndeki konumumuzu açık eder. Hadsiz acz, nihayetsiz fakr içinde olduğumuzu hatırlatır. Hadsiz düşmana ve sınırsız türden engele karşı elimizden bir iş gelmiyordur. Sınırsız ihtiyaç ve isteklerimize karşılık elimizde de bir şey yoktur. İşte bu varoluşsal gerçeğimizi açıklarken, dilimize “Bismillah” demeyi bir ihtiyaç olarak koyar.

Bu dünya çölünde, kendi başına ‘düşmanlar’ına karşı koyamayan, kendi imkânlarıyla temel ihtiyaçlarını karşılamayan insan başına buyruk yaşamayı mı tercih edecektir? Eğer tercihi bu olursa, kendi gerçeği hakkında aldanır. Birinci Söz’de bu aldanış ‘mağrur’ kelimesiyle kodlanır. Yoksa insan aciz ve fakir olduğu gerçeğini kabullenip Bir Başkası adına hareket etmeyi mi tercih edecek? Eğer tercihi bu olursa, kendisini doğru yere koyar, olması gereken yerde olur. Birinci Söz’de bedevi Arap çöllerinde seyahat eden iki adamdan ikincisini  ‘mutevazı’ diye nitelenmesi bu esasa dayanır. (Bu yüzden “tevazua niyet tevazuu bozar” Tevazu biricik gerçek halimizdir zaten; ayrıca tevazu yapmaya gerek duyan, kendini yanlış yerde görüyor demektir. )

Bir parantez daha açayım izninizle.

(Farkında değilizdir belki ama Said Nursi, vahyi anlama çabasındaki aklımıza iki Kur’ân kavramı ‘gurur’ ve’ tevazu’yu adeta yedirir. O ‘iki adam’dan biri olmaya çağırır bizi. Varoluşsal bir tercihin eşiğine getirir. Bu tercihin eşyaya bakışımızı da belirlediğini ima eder. Taş ve ateşin de hal diliyle ‘başlarına buyruk olmadığı’ dersini ‘aza-yı İbrahim [as] ve Asa-yı Mûsa [as] mucizelerinin şimdi ve buradaki yorumu olarak takdim eder. Artık taşa ve ateşe bakışımız dönüşmelidir. Artık, İbrahim Aleyhisselâm’ın hatırına ateşin serin ve selametli olmasına ve Mûsa Aleyhisselâm’ın asâsıyla taşların yumuşamasına dair algımız ebediyen değişmelidir. Demek ki Birinci Söz dersi, taşa her bakışımızda, ateşin yakıcılığını her tadışımızda yenileniyor, yeni baştan başlıyor. Ateş kendi adına mı yakar? Taş kendi başına mı katıdır? Bakın işte, ‘Allah adına…” başlama bilincinin bizi getirdiği bıçak sırtı çıktı ortaya… Ne sadece “Bismillah” deyince biter sınavımız ne İkinci Söz’e geçince geride kalır Birinci Söz dersimiz.)

Deyişimizin hakkını verecek bir oluş bekler bizden Allah. Tıpkı “terziyim” diyenden “terzi olma”yı beklemesi gibi.

“Bismillah” sadece bir işe başlarken söylenip geçilecek bir lafız değildir. Sadece sevap alalım şevkiyle tekrarlanması mecburi olan bir söz değildir. Kendi gerçeğimizin dillendirilmesidir. Biricik hakikatimizin itirafıdır.  Söylenip geçilmez Bismillah. Geride bırakılamaz; hep önümüzde bekleyen bir sınamadır.

“Bismillah” diyerek kendi varlığımızı Allah’ın gerisinde tutarız. Varlığımızın bize ödünç verildiğini hatırlar ve hatırlatırız. Varoluşumuzun çerçevesini çizer, başına buyruk olmadığımızı seslendiririz. Bismillah, hayat tarzımızın özetidir. Varoluşsal bir ‘oruç tutma’dır. Var olunan her alanda var olma hakkını Allah’a teslim etmektir. Eşya üzerindeki tasarrufumuzun kendi adımıza olmadığına, Allah adına olduğuna dair kavlimizi tazelemektir. Ezelî akdi yenilemektir, yeni vesilelerle yeniden yazmaktır.

Eğer bize “Bismillah”ı demek yetseydi , “Bismillah’la başlardık…” Hayır, Bismillah’a başlarız sadece…

Bütün başlamalarımız Bismillah’ın ifade ettiği, “Allah adına” var kılınan varlık alanına girmek içindir. Aciz ve fakir olan insan, hiçbir işini sonuçlandırma kudretine sahip değildir. İnsan bir iş’te iken, her an’ında yeniden başlar; çünkü an’ı an’a ulama yetkisi yoktur. Bir an’dan bir sonraki an’a Allah’ın izniyle geçebilir. Şu an’da da bir sonraki an’da da Allah adına var olabilir. İki an arasında göç ederken Allah’lıdır, Allah’ladır. Bir an’dan bir sonraki an’a varlığını aktarırken Allah’a tutunur. Kendisi de var edilmektedir, içine geçtiği, içinde kaldığı zaman, mekân ve imkân da var edilmektedir. Sadece Var Edenin var etmesiyle an’larda ve mekânlarda bir bütün olarak var olabilir.

En kritik düğümü açma vakti geldi. “Hayır” kelimesini, Risale-i Nur’da ‘vücud’/’varoluş’la denk anlamda kullanır Said Nursî. Kur’ân’a talebe olanın emin olduğu bir gerçeğin izdüşümüdür bu: “Halk-ı şer şer değil, kesb-i şer şerdir!” Âlemde her ne varsa hayırdır. Çünkü var olan her bir şey var edilmektedir. ‘Şey’ dediklerimiz Var Eden’in dilemesinin, yani ‘şae’sinin göstergesidir. Var Edenin her tercihi ise hayırdır, hayırlıdır. Şer bile görünse bir ‘şey’, o şer halk edenin ‘şae’si, dilemesi olduğu için hayırdır. Şer gözükenin var edilmesi değildir şer olan, insan tarafından tercih edilmesidir.

“Bismillah her hayrın başıdır” cümlesinde ‘hayır’ yerine ‘var’ı koyarsak, şöyle anlamaya başlarız: “Allah adına vardır her var olan. Allah adınadır var olan her şeyin varlık sebebi/başlangıcı…”  O halde biz de var olduğumuz her alanda, Allah adına varız. Her varlık alanındaki çabamıza Allah adına başlarız.

“Bismillah” demek, Bismillah’ın kapı olduğu hayat tarzına dâhil olma niyetinin ifşasıdır.

Bu yüzden “Biz dahi hep baştayız…”, “Biz dahi hep başlamalardayız.” “Biz dahi Bismillah’ın ifade ettiği varoluşa adım atmaktayız.”

“Biz dahi başta ona başlarız.”

 

Senai DEMİRCİ – risalehaber.com

Besmele’nin Özellikleri

Besmele, yani Kur’an’ın “BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM” ayeti,  114 defa nazil olmuş bir ayettir. Böyle iken bu ayetin önemini anlatmak için başka söze ihtiyaç var mı? Yok, ama yine de biz, onu anlamaya, anlatmaya devam edeceğiz. Besmelenin sayısız özellik ve güzelliklerinden bazısı:

1-Besmele ile Allah bize, sık sık Rahmaniyyetini ve Rahimiyyetini yani hem dünyada ve hem de ahirette rahmetinin ve merhametinin sonsuzluğunu duyurmakta, biz kullarına da şunu demektedir: Sizin Rabbiniz olan ben, nasıl herkese ve her şeye şefkatli ve merhametli davranıyorsam; siz de herkese ve her şeye merhametle muamele edin.

Nerede, hangi makamda ve hangi meslekte olursanız olun, Rabbinizin rahmet ve merhametinin sonsuz olduğunu unutmayın. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Her zaman ve her yerde Onun adını anarak Ondan yardım isteyin.

2-Besmele her hayrın başı ve her hayırlı işin başlangıcıdır. Başı olmayan bedenden hayır gelmediği gibi, besmelesi olmayan işten de hayır gelmez.
3-Besmele, aynı zamanda gerdek gecesinin zikri ve duasıdır. Eşler, Allah’ın emri, Hz. Peygamber’in sünneti olan evliliğe bu dua ile başlayacaklardır. Çünkü Besmele, şeytana ve zararlılara karşı bir zırh bir korumadır. Hayırlı işlerimize şeytanın müdahelesini ve ortaklığını önler. Onun için Peygamberimiz evlenmiş çiftlere beraber olmadan önce: “Bismillah! Allahım bizi ve çocuğumuzu şeytanın çarpmasından koru!”  şeklinde dua etmelerini  tavsiye etmiştir.
4-Besmele, kulu Allah’a bağlayan kopmaz bir bağdır. Bununla kendini Allah’a bağlayan insan, Allah’ın koruması altına girmiş olur, selamette kalır.
5-Besmele, Allah’ın tükenmez rahmet hazinelerinin iki anahtarından biridir. Diğer anahtarı da Allah’ın rahmet hazinesinin pırlantası olan Hz. Peygambere (sav) okunan salat ve selamdır. Bu, şu demektir: Allah’ın tükenmez rahmet hazinelerine ve o hazinelerin en kıymetli pırlantası olan Hz. Peygamber’e (sav) kavuşmak isteyen Besmelesiz yaşamayacak ve günlük hayatında salat ve selama çok yer verecektir.
6-Besmele, Allah’ın yarattığı eşyayı kullanabilmek için Allah’tan verilmiş bir izin belgesidir. Bu belgeyi kasten almayana eşyayı, kainatı ve içindekileri kullanmak haramdır. Kasten BismillahiAllauekber’iterkeden birinin kestiği kurbanın haram olması gibi. Çünkü o kurban Allah adına kesilmemiştir, çünkü malın hakiki sahibi olan Allah’tan izin alınmamıştır.
7-Besmele İslam nişanıdır.Tanımadığımız insanlardan kimin ağzından gayr-i ihtiyari “BİSMİLLAH” duyulsa bu söz onun Müslüman olduğuna nişan ve işaret olur.
8-Besmele evrendeki her varlığın virdi ve kuvvetidir.Canlı-cansız her şey her an ve her saat hal dilleriyle Bismillah diyorlar. Saman ve ot yiyen akılsız inek süt yapıyorsa o hal diliyle BİSMİLLAH dediği için yapıyor. İki jandarma bir köy halkını ilçeye götürebiliyorsa, arkasında devlet kuvveti olduğu için götürebiliyor. İki jandarmaya bir köyü ilçeye dökme kuvveti devletten geldiği gibi, arıya bal yapma, tavuğa yumurta yapma, toprağa karpuz yapma, ağaca meyve yapma, güneşe ısı ve ışık verme kuvveti de Allah’tan geliyor.
9-Besmele, kulun kalesi, zırhı, şifası ve ilacıdır. Dünya, semm-i katil=öldürücü zehirdir, onun panzehiri, ilacı Besmeledir. Besmeleyi söyleyen dünya ve içindekilerin zehrinden kurtulur.
10-Besmele, Hıristiyan bir köle olan Addas’a yetişen hidayet vesilesidir. Olay şöyle cereyan etmiştir:
Peygamberimiz, Peygamberliğin 10. yılından hicrete kadar geçen süre içinde, başka insanlara ulaşıp davetine devam etmek üzere gözünü Mekke dışına çevirdi. Yanına Zeyd b. Harise’yi alarak Sakif kabilesinin yaşadığı Taif’e gitti. Taif’in ileri gelen bazı önemli kişilerini İslamiyet’e davet etti. Hiç kimse onun çağrısını benimsemediği gibi Hz. Peygamber’i ve Zeyd b. Harise’yi şehrin ayak takımına taşlattılar. Atılan taşlarla ayakları kanayan Rasulullah’ı korumaya çalışan Zeyd’in de başı taşlardan nasibini aldı ve yaralandı.
Taifliler’in maddi ve manevibu eziyeti Hz. Peygamber’in Kureyşli Utbe b. Rebia ve kardeşi Şeybe’nin bağına girmesine kadar devam etti.
Bu zor anlarında Rasulullah Rabbine sığınmış, zayıflığını, aynı zamanda teslimiyetini şu şekilde dile getirmişti: 
“Allahım! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü sadece sana arz ediyorum. Zayıfların, çaresizlerin Rabbi Sensin; benim de Rabbim Sensin. (Kurban olayım Sana!) Beni kime bırakıyorsun? Uzaklara mı, yoksa işime hakim kıldığın düşmana mı?
Allahım! Yeter ki Sen bana kızma, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmayacağım. Fakat senin afiyetin (rahmetin ve esirgeyiciliğin) benim için çok daha kuşatıcı ve kucaklayıcıdır.
Allahım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salaha kavuşturan nuruna sığınırım. Sen razı oluncaya kadar ben, bütün yorulmalara, mihnet ve meşakkatlere katlanacağım. Rızanı diliyorum. Sana sığınıyorum. Bütün kuvet ve kudret Senindir ve sadece Sendendir, Ya Rabbi!”
Bu duadan sonra Rasulullah (sav) başını kaldırmış, kendisini gölgelendiren bir bulutun içinde Cebrail’i görmüş, Cebrail’in:
-İstersen sana bu eziyeti reva görenleri helak edecek melek emrine verilmiştir. Demesine rağmen,
Hz. Peygamber:
-Hayır, istemem; ben, Allah’ın bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a kulluk eden, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler meydana getirmesini arzu ederim, şeklinde cevap vermiştir.
Burada biraz duruyor, şunu söylüyorum: Kim böyle bir eziyete maruz kalır, kime böyle bir imkan ve kuvvet verilir de, kim böylesine azılı düşmanını affeder? 
Biz Müslüman kardeşlerimizi affetmezken, biz düşmanımız azmış gibi Müslüman kardeşlerimizi dışlayıp düşman haline getirirken; bizim Peygamberimiz en azılı düşmanlarını affediyor, onları kazanmayı düşünüyordu. Nerde Peygamber ahlakı ve sünneti, nerde biz? Allah bize Peygamberimizi tanımayı ve yaşamayı nasip eylesin.
Şimdi gelelim kaldığımız yere:
Bu arada bağ sahiplerinin kölesi Addas, Hz. Peygamber’e bir tabak üzüm getirdi. Hz. Peygamber’in, üzümü yemeye başlarken “Bismillah” demesi, Addas’ın dikkatini çekince konuşmaya başladılar. Addas, Ninovalı bir Hıristiyan olduğunu ifade edince Hz. Peygamber Ninova’nın Hz. Yunus’un memleketi olduğunu söyledi. Addas, bunu nerden bildiğini sordu. Rasulullah: “O benim kardeşim ve Allah’ın bir elçisidir. Ben de Allah’ın elçisiyim” deyince konuşmalardan etkilenen Addas orada Müslümanlığı kabul etti.
Hz. Peygamber bir süre dinlendikten sonra Mekke’ye dönmek üzere Taif’ten ayrıldı. Onun Mekke’ye yeniden girebilmesi için himayesine gireceği bir Kureyşli bulması gerekiyordu. Bunun için Hıra dağında beklerken başvurduğu pek çok kimse talebini yerine getirmedi.
(Çünkü Mekke’de müthiş bir korku ve baskı vardı. Hakim yönetim tarafından terör estiriliyordu. İnsaflı olanlar bile Allah’ın peygamberine sahip çıkmaktan korkuyorlardı.)
Nihayet Kureyş’in kollarından Nevfeloğulları’nın reisi Mut‘im b. Adi’nin himayesine girerek Mekke’ye girebildi.
Görülüyor ki Hz. Peygamber, en zor zamanlarda bile hal ve dil ile tebliğden geri durmamıştır. İslamiyet’i daha doğrusu dünya ve ahiret cennetini bize kavuşturması için ne gayretler göstermiş, ne acılara ve meşakkatlere tahammül etmiştir.
ŞİİRİMSİ BİR ANLATIMLA BESMELE
Bismillah her hayrın başı,
Odur Müslüman’ın işi,
Atar şeytanlara taşı,
Söyle canım Besmele’yi.
***
Müslüman’lık nişanıdır,
Hem nişanı, hem şanıdır,
Varlıkların hal dilidir,
Söyle yavrum Besmele’yi.
***
Besmelede Allah adı,
O’dur kainatın tadı,
Görünür her yerde yadı
Söyle gülüm Besmele’yi
***
Ne tükenmez büyük kuvvet,
Ne çok bitmez bir bereket,
İster isen büyük servet,
Söyle kızım Besmele’yi.
***
Şanlı Peygamber söylemiş:
Bismillahsız yapılan iş,
Hayırsız, bereketsizmiş,
Söyle oğlum Besmele’yi
***
Besmele izin belgesi,
Almayana haram olur,
Helal olanların hepsi,
Söyle kuzum Besmele’yi
***
Dünya öldürücü zehir,
Besmele olmuş panzehir,
Böyle söylemiş Büyük Pir
Söyle dilim Besmele’yi.
Sen bir seyyah, dünya, bir çöl
Çölde kolay bulunmaz yol,
Rehberliğine hazır ol
Söyle gönlüm Besmele’yi.
***
Dünya taşlı, dikenli yol,
Eşkıyalar olmuş kol kol,
İster isen emin bir yol,
Söyle tatlım Besmele’yi
***
Çekirdekler ve ağaçlar,
Dağlar taşlar, kurtlar kuşlar
Söyler onu bütün başlar,
Söyle nefsim Besmele’yi
***
Madem her şey bismillah der,
Allah’tan alır ve verir
Allah demeyenler erir,
Söyle dostum Besmele’yi.
***
Allah adına almalı,
Allah adına vermeli,
Bunun en büyük sembolü
Söyle yavrum besmeleyi
***
Her şeyin sahibi Allah
Rahman ve Rahimdir vallah
Her şey O’na muhtaç billah,
Söyle nurum Besmele’yi
***
Varlığın evveli, sonu
Allah’tır; unutma bunu.
Düşürme dilinden O’nu,
Söyle Vehbi Besmeleyi.

Dr. Vehbi Karakaş

Risale Ajans

Besmelenin Sırrını Bu Hadisede Görelim

Saliha bir hanımın cahil ve münafık bir kocası varmış. Bu kadın Bismillahirrahmanirrahim demeden hiçbir iş başlamazmış. Kocası hanımın bu halına kızarak zavallı hanımcağıza yapmadığı zül umu bırakmamış. O Saliha kadın ise kocasının yaptıklarına sabredermiş, ve ıslah olması için  devamlı Allaha dua ederek yalvarırmış.

Kocası başkalarına açıkça söyleyemediği inkârcılığı, çirkinliği yaptığı ile açıkça ortaya çıkıyor.

Bir gün kadına iyice öfkelenmiş. Hanımına daha fazla eziyet  vermek için bir bahane arar ve kendi kendine der. Şuna bir oyun yapayım de görsün onu kim kurtaracak? Kendi kendine söyleniyor. Hanımını çağırdı ve bir kese altın ona verir. Bunu iyice sakla diye sıkı sıkı tenbih eder. Hanım da keseyi alarak gider yatak odasında besmele çekerek sandığı açar ve tekrar besmele çeker sandığın bir yerinde onu yerleştirir. Bunu da kocası nereye koyduğunu gizlice iyi takip eder. Birkaç gün geçtikten sonra, geceleyin, karısı uyurken adam kalkar keseyi alır. Kesedeki altınları boşaltarak keseyi bahçedeki kuyuya atar.

Aradan çok geçmeden adam hanımını çağırıp altınla dolu keseyi ister. “Sana verdiğim altınları getir bakalım” diyor. Hanım hemen yatak odasına koşarak gider. Hanım Bismillahirrahmanirrahim diyerek sandığın kapağını açtı. Kocası da yetişti, fakat ikisi de şaşırdılar. Kocası şaşkınlıktan dona kaldı. Çünkü kuyuya attığı keseyi hanımın elinde ıslak görünce hanımda kocası da  şaşırdılar. Kocası yaptığı hileyi biliyordu ama zavallı hanım keseden su damlayınca çok şaşırdı. Onunla beraber kuru sandık içerisinde sırıl sıklam olan keseye hayret etti sebebini bilemiyordu.

Allah besmele hürmetine hanımı mahcup olmaktan kurtardı. Adam bunu görünce şaşırdı ve hanımından özür dileyerek dedi. Hanım hakkını helal et sana çok zulmettim. Ondan sonra adam istiğfar etti ve ibadetlerine devam eden biri oldu. O günden sonra adam dua ve yakarışlarında şöyle derdi: “Ya Rabbi bana böyle bir hanımla evlenmeye nasip ettiğin için Sana ne kadar şükretsem azdır. Beni hakki ile şükredenlerden eyle diye duada bulunuyordu.”  Saliha hanım ise Şöyle dua ediyordu: “Ya Rabbi sana ne kadar şükretsem azdır kocamı ibadet edenlerden eyledin. Bana yaptığın bu iyiliğe karşı Sana şükürden âcizim de”

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

1-   “Besmele her kitabın anahtarıdır.” (Feyzu’l-Kadir,ııı,191)

2-   “Her mühim iş ki bismillah ile başlanmamıştır, bereketsizdir vesselam.” (Müsned 2/259)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İslam Sembolu olan Besmeleye Bak!

Besmele - BismillahirrahmanirrahimCenab-ı Allah insanı halk edip Kur’an’ı ona talim eden Rahman ismi ile tecelli etmiş, İnsanların efendisi Muhammed Aleyhissalatü Vesellam’ı da Rahmetten lil’alemin olarak göndermiştir.

Kur’an’ı kerimde asıl temel unsur dört hakikattir: Tevhit, Nübüvvet, Haşir ve Adalet’tir.  Bu dört hakikatlerde birçok işaretler var, konu ile alakalı Bediüzzaman şöyle buyurur: “Kur’an’ın eczaları ve kelime ve ayetleri, mecmuuna karşı birer ayna hükmüne geçer, birbirinden in’ikas eder. Güya Kur’an müteselsilen ayet ve cümle ve kelimelerine o maksatların nurunu veriyor. Aynada güneş gibi bazen bir kelime, bir cümle; bir küçük Kur’an’ı gösterir. İşte Kur’an’a mahsus bu nükte, yani cüz, küll gibi aynı maksadı göstermesi maksadıyla Kur’an müşahhas bir fert olduğu halde, çok efradı bulunan bir külli gibi ilm-i mantıkça tarif edilir.” 1

Mesela: Bismillah, Risalet ve tevhide işaret ediyor. “kul” kelimesi Kuran’da mukadderdir. “Bismillah’tan evvel gelmesi de mukadderdir. (Yani zikir edilmediği halde kast edilen mana) ‘Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et.’ Demek besmelede ilahi ve zımni bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan kul” emri risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve talime memur olmazdı. Kezalik, hasrı ifade eden car ve mecrurun takdimi, tevhide imadır.” 2

Dolayısıyla, “Bismillah”  Allah’ın en büyük ismidir.  “Allah”, Rabbimizin Zat’ının adıdır. “Rahman” ismi dünyaya bakar, yardıma, merhamete, rızka muhtaç olan bütün mahlûkatına yardım ve merhamet eder.”Rahim.” ismi ise ahrete bakar, tüm mahlûkatına, ayrı ayrı tecelli eder. Allah ehâd’tir, yani tevhid’i gösterir.

İşte, kâinatın özeti Kur’an, Kur’an’ın özeti de Fatiha, Fatiha’nın özeti ve hulasası da Besmele’dir. Hatta bazı tasavvuf âlimleri “Besmelenin başında yer alan Arapça harfiyle  ‘b‘nin altındaki nokta, Allah’ın birliğini anlattığı için, bu nokta da besmelenin özetidir” demişler. Zaten Kur’anda ne varsa özet olarak geçiyor.

Besmele, İslam’ın nişanı ve sembol kelimesi, Kâinatın özeti ve tercümesidir.

Bediüzzaman, Bismillah için şöyle buyurur: “Bismillah, her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır…  Her şey Cenâb-ı Hakkın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek herbir ağaç “Bismillâh” der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.” 3

Toprağa atılan bir ağacın tohumu toprakta belirli bir sure kaldıktan sonra gelişmeye başlar. Önce toprağa kök salar, filizlenme, çöğür, fidan ve nihayetinde kocaman meyvedar bir ağaç oluncaya kadar belirli dönemlerden geçer. Bu kocaman ağacın tüm hayat programı o ekilen tohumun içinde saklıymış. Deme ki bir tohum İlahi Kudretle büyüyerek kocaman bir ağaç olur, Ağaç küçültülse tohum olur. Şu gördüğümüz kâinat dahi mücessem bir Kuran’dır. Kur’an, büyük kâinat kitabının kelime kelime, harf harf ifadesidir. Dolayısıyla, kâinatın özeti ve tercümesi Kuran’dır, Kur’an’nın özeti de Fatiha’dır,  Fatiha’nın özeti de besmele’dir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

31.8.2013

Alıntı: 1-Emirdağ lahikası mek. 293, 2-İşarat’ül i’caz, Fatiha süresi, 3-.” Sözler, Birinci Söz