Etiket arşivi: beyin

Ahirette Hesap Bilinçaltıyla mı Verilecek!

1934 yılıydı. Kanadalı nörolog Wilder Penfield az sonra gireceği bir beyin ameliyatı için son hazırlıklarını da tamamlamıştı. Operasyon sırasında epileptik kadın hastasının duyma ve konuşma yetilerinden sorumlu temporal korteksinden bir parça alınacaktı. Ameliyat başlamadan önce hastaya sınırlı uyuşturma (lokal anestezi) uygulandı. Dolayısıyla bilinci yerindeydi, ancak operasyonun uygulanacağı bölgede acı hissetmeyecekti. Dr. Penfield epilepsi ameliyatları konusunda oldukça deneyimliydi. Hastalar bu ameliyat sırasında doktorla konuşabiliyor, sorduğu soruları yanıtlayabiliyorlardı. İlginç olansa, böylesi bir diyalogun beynin yalnızca bu bölgesi operasyon geçiriyorken gerçekleşebilmesiydi. Doktor, bu beyin bölgesinin niçin bu denli “özel” olabileceği konusunda her geçen gün daha da fazla kafa yormaya başlamıştı.

beyinBeyinde temporal kortekse uygulanacak elektriksel bir uyarım hastaların geçmişteki sıradan olayları en ince detaylarına kadar yeniden yaşamasını tetikliyordu.

Ameliyat başladığında, Dr. Penfield’i oldukça şaşırtan bir gelişme yaşandı. Kadın hastası, beyin ameliyatı masasında bebeğini doğurduğu ana geri dönmüş olduğunu iddia ediyordu. Öyle ki, bu bir anıyı hatırlama gibi değildi. O anı yeniden yaşamıştı, tüm o duygusal patlamaları, acıları ve duyusal hisleriyle birlikte. 

 Yine Penfield’in 1957’deki bir araştırmasında da bir kadının beynine elektrotlar yerleştiriliyor ve kadın çok küçük bir çocukken olan doğum günü partisiyle ilgili her şeyi yeniden yaşıyormuş gibi hatırlar. (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/beyin.htm)

Penfield’ın bu araştırmaları her şeyin tüm detaylarına kadar beyne (bilinçaltına) kaydedildiğini göstermektedir. Günümüz doktorlarından da ameliyat sonrası narkozdan insanların kiminin gülerek, kiminin kızarak, kiminin zikir yaparak uyandıklarını duyarız. Yine sarhoşların, sinirlilik anlarında insanların avazı çıktığı kadar bağırmaları, argo kelimeler kullanmaları kişinin bilincinin devre dışı kaldığını ve bilinçaltındaki duygu ve düşünceleri ortaya koymaktadır.

Bunlar aslında insanoğlunun öbür dünyada vereceği hesabın “Nasıllığı” hakkında da bilgi vermektedir. Eğer bilincimiz devre dışı kalıp işimiz bilinçaltına kaldığı takdirde ahirette de hesabımızın ne kadar zor geçeceğini göstermektedir.

Bilincin devre dışı kalacağı hesap günü için Enes b. Mâlik diyor ki:

“Bir gün biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. Resulullah güldü ve: “Neden güldüğümü biliyor musunuz?” dedi. “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedik. Resulullah dedi ki: “Kulun Rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul diyecek ki “Ey Rabbim, sen bana zulmetmekten beni beri kılmamış mıydın?” Allah “Evet beri kılmıştım.” diyecek. Kul, “Ben kendi aleyhime benim dışımda birinin şahitlik etmesine izin vermem.” diyecek. Allah ise: “Senin aleyhine bizzat kendi şahitliğin ve Kiramen Kâtibin meleklerinin şahitliği kâfidir.” diyecek ve onun ağzını mühürleyecektir. O kişinin organlarına: “Konuş” denecek organları da yaptığı işleri anlatacaktır. Sonra kişiye konuşma izni verilecek o da organlarına: “Kahrolun, ezilin. Ben sizi savunuyordum.” diyecektir. (Taberi Tefsiri 7/57-58).

Cenab-ı Hakk şöyle bu konuda buyurmaktadır:

“Biz o gün insan sınıflarından her birini önderleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (amel defteri), sağından verilirse, onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır.” (İsrâ,71). “Ve o gün ona, şimdi oku kitabını denecek, bu gün hesap görücü olarak sen, sana yetersin artık.” (İsrâ,14)“Yüce Allah, kula bu gün şahit olarak nefsin ve şahitler olarak Kiramen Kâtibin melekleri kâfidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır.” (Müslim’den et-Tâc, V, 372). “O gün onların ağızlarını mühürleriz. İşleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahadet eder.” (Yasin, 65).

Kaynak: Çocuklara Allah ve Namazı Bilinçaltıyla Sevdirebilmek, M. Emin Karabacak, Ensar Yayınlar, 2015.

Çocuk & Aile

Organlar da Konuşur!

Artık dayanamıyorum, dedi göz. Günde altı-yedi saat TV seyrediyor. TV’den gelen radyasyon retina tabakamdaki koni hücrelerini mahvetti. Ya kirpiklerim, yıkanmadığından mikroplarla doldu, arpacık hastalığına teslim oldum.

Kulak lâfa girdi.

Ya ben? Şehrin gürültüsü gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım, orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı.

Direnecek gücüm kalmadı.

Kısık kısık öksürükler akciğerlerin homurtusu duyuldu:

Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. İncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim, soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum, boğulmak üzereyim.

Yanık kokuları sala sala deri geldi:

Ah kardeşlerim, ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum, neredeyse kansere yakalanacağım.

Dil söylenmeye başladı:

Yedikleri, içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan, bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük.

Kokuyoruz.

Kaşına kaşına ayaklar lafa girdi:

Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek, bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.

Beyin konuşmalara katıldı:

Tefekkür için, Yaratan’ı (cc) bulmak, tanımak için, O’nun rahmetini, şefkatini, güzelliğini ve diğer isimlerini, kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana, düzenbazlığa, kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.

En sonunda kalp, manevi boyutuyla birlikte, ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:

Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin.

Ben manevi yönümle, sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı, Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim.Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman, gövdesi sevgi, meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala, mülke, cismani zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddi boyutumda ise, yanlış beslenme, sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı, artık yaşamak istemiyorum.

Bütün organlar ayaklanmıştı, sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi. Arkadaşlar, koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini, sütünü veren koyundan, bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya, fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevi işlemden geçirip elma, incir, üzüm yapan ağaçlara, bir lamba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar, karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli, haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.

Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.

Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur, kul olduğunu hatırlar. Müslümanca yaşayıp tövbe eder.

Evet, bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez, ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.

Yüce Allah utandırmasın.

Ayşegül Aygün

Aklın sınırlarında kaybolan bilim adamları!

Op. Dr. Kemal Tekden, ilahi vahiyden yoksun olan bilim adamlarının dünyayı kıyamete götürdüğünü savundu. Tekden, “Bilim adamları da filozofların yaptığı gibi ‘Akılla her şeyi çözebiliriz’ sanıyorlar. Ama hiçbir şeyi çözemiyorlar. Sadece akıl ve gözlemle bir yerlere ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Ama Allah’ın önlerine koyduğu normlar var. Adeta nirengi noktaları. Yol gösterici taşlar. Bunları bilmeyince mutlaka sapkınlığa düşüyorlar. Bilim insanlara çok büyük faydalar getirirken diğer yandan da zararlar açıyor.” dedi.

Moral FM’de Sabah Gündemi programına katılan Tekden Grup Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Kemal Tekden, İnsanın Sırrı kitabını neden yazdığını anlatarak akılın sınırlarında kaybolan bilim adamlarının insanları nasıl bir felakete götürdüğünü anlattı. 20 yıldır bu alanda yaptığı çalışma ve verdiği konferanslar sonucunda kitabının olgunlaştığını belirten Op. Dr. Kemal Tekden, insanı bütün yönleriyle ele alırken görüşlerini dinler, felsefî görüşler ve bilimsel gelişmelerle desteklediğini vurguladı.

Şu anda beyin üzerine bütün dünya çalışıyor. Bilim adamları ‘Şu anda beyin hakkında söylediklerimizi gelecek sene inkâr edebiliriz’ diyorlar. Bütün organların beyinde bir merkezi var. İlginç bir şeydir. Bunları idare eden merkez bulunamadı.” ifadesini kullanan Kemal Tekden, “Bizim gibi düşünmediği için bilim adamları ‘Beyin üstü bir güç var. Biz daha tespit edemedik’ diyor. Tabii bu bize göre ruhtur.“ diye konuştu.

Tekden, açıklamalarına şöyle devam etti: “Bilim adamlarının söyledikleri bir söz vardı: Beyin bilgisayara benzer. Ama şimdi bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Dünyanın en büyük beyin cerrahı olan Prof. Gazi Yaşargil diyor ki; Bilgisayar iki boyutludur. Beyin ise on bir boyutludur. Biz bunun sadece dört boyutunu; onu da kısmen biliyoruz, diyor.

Beyin üzerine ne kadar çalışırsak çalışalım beynin fonksiyonlarını öğrenecek değiliz. Buradan şu noktaya gelebiliriz. Bilim çok büyük çalışmalar yapıyor ama bir noktada yanlış yapıyorlar. Filozofların yaptığı gibi ‘Akılla her şeyi çözebiliriz’ sanıyorlar. Ama hiçbir şeyi çözemiyorlar. Filozofların birçoğu intihar etmiştir. Mesela Nietzsche. Psikoza girip intihar etmiştir. Üstün zekâlı dahi insanlar intihar ediyor. Neden? Hayatlarında bir şey eksik: Vahiy.

Burada bilim adamları ve filozoflarda sadece aklı ve gözlemle bir yere ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Ama Allah’ın önlerine koyduğu normlar var. Adeta nirengi noktaları. Yol gösterici taşlar. Bunları bilmeyince mutlaka sapkınlığa düşüyorlar. Bilim insanlara çok büyük faydalar getirirken diğer yandan zararlar açıyor.”

İnsanlar için üç türlü konuşa biçimi olduğunu belirten Tekden, “Eğer siz gönlü devreye sokmazsanız insanlık dışı bir duruma düşüyorsunuz.” diyerek şunları kaydetti: “O yüzden ben gençlere şunu tavsiye ediyorum. Üç türlü konuşma vardır. Birincisi insanın duyduğu her şeyi anlatırsa bu gıybettir, dedikodudur. Lanetlenmiştir bizim inancımızda. İkincisi akıl süzgecinden geçirirsiniz. Akılı bir söz olur. Güzeldir, faydalıdır ama bir şeyi eksiktir.

Üçüncüsü ise gönülden de kalpten de geçirmek gerekir. İnancın, aşkın merkezi olan gönülden de geçirmeniz lazım. O zaman inanılan bir söz olur. Heyecan verir insanlara. Yol açar ufuk sahibi yapar. Şimdi gönül o kadar geniştir. İnsanı yücelten ruha ait bir gönüldür. Nefis, insanı aşağılara çeker. Nefs-i Emmâre dediğimiz durum insanı insanlıktan çıkarır.

Batılılar bunlardan bir iki hal yukarı çıkabilmek için çok gayret gösteriyor. İslam dünyasını, İslam Fikriyatını atlayarak Uzak Doğu’ya gidiyor. Maneviyat boşluğunu yok etmek için. Yoga, Raiki gibi bir şeyler öğrenerek kendilerini metafizik dünyaya açmaya çalışıyorlar. Oysa İslam’da bunun çok ötesi var.

Burda bizim hatamızda var. Onların da önyargıları var. Önyargı akıl tutulmasına neden oluyor. Burada bizimde hatamız. İslam’ı tam olarak anlatamıyoruz. İslam’ı en üst seviyede anlatacak bilim adamları ve fikir adamları ortaya çıkaramıyoruz Batı’ya veya Dünya’nın farklı ülkelerine. “

Moralhaber.Net

Temizliğe Beyninizden Başlayın

Yüce Rabbimiz Tevbe Sûresi 108. âyet-i kerimede; “Allah, arınmak isteyenleri sever.” buyurmaktadır.

Beden temizliği, ruh temizliği, elbise temizliği, zihin temizliği… Her açıdan temizlik… Boy abdesti, namaz abdesti, namaz ibadeti, oruç, hac, zekât; her biri ayrı bir arınma ve paklanma ameliyesi…

Kur’ân okumaya, hayatı yaşamaya başlarken dikkat ve özenle anlamaya, fikretmeye yönelmek ve ruhu yönlendirmek…

Mü’minin çok önemli özelliklerinden birisi temizlik…

Vicdanın dört ana parçasından biri olan zihnin asıl gâyesi ve hedefi, Allah’ı bilmek ve tanımaktır.

Bunun içindir ki, insanı daima Allah’a ulaştıran vesileler, yollar ve o yollardaki tehlikeleri aşmak adına gereken bilgileri elde etme, o bilgileri hayata geçirme iradesini kullanabilecek malumatla beslenmesi ve zenginleşmesi gerekir.

Ne var ki, bir arşiv görüntüsü sergileyen zihnimiz, çoğu zaman sakat düşüncelerin, yanlış kabullerin ve saplantıların kıskacında sakat bir görüntü sergilemekte ve bâtıl inançların saldırısına maruz kalmaktadır.

Gerçek anlamıyla Allah’ı bilme ve tanıma kabiliyyetinden yoksun bir zihin; çirkin görüntü, kötü söz, kaba davranış, yanlış algı ve ön yargılı bakışla onun kirlenmesine sebebiyet verir.

Şeytan, Oklarını bazı kesimlere daha fazla yöneltmekte ve tahribata oradan başlamaktadır.

Bu gün okullarımızdaki eğitim-öğretimin çıtası düşerken, buna paralel olarak ahlâkî yozlaşma ve manevî kayıplar da o nispette artmaktadır.

Ey omuzlarında ağır sorumluluklar taşıyan meslektaşlarım, edipler, eğitimciler, gönlünüz nasıl elverir birilerini memnun edeceğim diye Allah’ı küstürmeye? Ne hakkınız var körpe dimağları zehirlemeye, zihinlerini bulandırmaya, kendi öz kültürlerinden uzaklaştırmaya? Ne Avrupalı, ne Asyalı, ikisinin arasında şaşkın bir vaziyette zaman kaybetmekteki çıkarınız nedir?

Her fikre ve giyinme tarzına saygılı olması gereken bir eğitimci düşünün. Başı örtülü olduğu için belirli gün ve haftalar çerçevesinde düzenlemek istediği bir programda kabiliyetli  bir öğrenciye, başı örtülü olduğu için sunuculuk görevi vermeyerek ayrımcılık yapmaya, ırkçılık gibi iflah olmayan bir hastalığa yol vermeye ne hakkı var?

Hele de bu gibi ayrımcı ve ırkçı davranışlara pirim veren, göz yuman yöneticiler yok mu, bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler acaba?  Böyle bir okulun sorumluluk makamını paylaşmış olanlara yüce Rabbimiz tarafından, “Benim koyduğum kutsal değerlere ve emirlerime saygısızlık yapanlara neden göz yumdunuz?” gibi sorulara ne cevap verecekler?

Ellerinde imkân ve fırsat olup da, bir kısım kesimlere şirin gözükmek için, kendisine teslim edilen müslüman evlatlarını heder edenler, yakalarını  mahşer gününde bu masum yavruların ellerinden nasıl kurtaracaklar?

Süfyanizmi ayakta tutmak için zahiren dindar gözüken insanların, yüce olan Hakkın hâtırını kırıp halkın hatırına inançlarını rüşvet verenlerin iflâhı hiç mümkün olur mu?

İnandığı halde, bir kandili, bir On Muharremi kutlamaktan korkan bir kurum müdürünün, bizim değerlerimizle hiç de alakası olmayan kadınlar gününde, sırf yaranma ve kimliğini gizleme çabası bağlamında çiçek ve pastalarla gönül alma gayretkeşliği nasıl izah edilebilir?

İdeolojik saplantı içerisinde zihnî takıntılardan kendini kurtaramamış bir eğitimcinin topluma kazandıracağı bir şey olmasa gerek.

Hâla eski kalıntıların esaretinden kendisini kurtaramamış o iflah olmaz kafalardan ne bu millete ve ne de gelecek nesle bir hayır dokunmaz. Yaptıkları tahribat şer ve küfür hesabına geçtiğinden, boyunlarına dolanacak, yaptıklarından dolayı yüzleri kızaracaktır.

Önce zihin temizliği… Zihinler temiz olmadan, davranışlar, fiiller, sözler, icraatlar temiz olamaz.

Zihin, öncelikle günahlar, hatalar, yanlış algılar, yanlış yönlendirmeler ve kötülüklerle kirlenir. İşlenen her bir günah, her yanlış yönlendirme ve her kötülük o kişide  mutlaka bir iz bırakır. Ve alt kademelere de yansır.  İnsan ilk merhalede böyle bir zihin kirlenmesinin farkına varmamış olsa da, zamanla onun görüntüleri; okulunda, iş yerinde, kurumunda ve en önemlisi de gönlünde ve duygularında yer etmeye başlar. Böyle bir kirlenme, hayırlı ve faydalı işlere devam etme arzusunu kırar, sadece ve sadece rantı ve makamını düşünür. Böylece sâlih amellere karşı süreklilik isteğini azaltır ve beş-on kuruş uğruna gençliğin geleceğini heba etmekten çekinmeden maneviyatta kör olan gözlere iyi görünmek ister.

Evet, günümüzün insanları böylesine zihin kirliliği gibi bir ârızaya mâruzlar ve bu yönüyle de bahtsız sayılırlar.

Maddî göz, maneviyat âleminde kördür. Biz; ancak kalbimizle varlığı anlamlandırabilecek şekilde açık seçik görebiliriz. Hiç bir anlam göz ile görülmez.

Bugün, günlük hayatta zihin kirlenmesine maruz kaldığımız bir gerçektir. İşte bu zihin kirlenmeleri dinî hayatımızı etkiliyor, hayal kirlenmesine neden oluyor.

Kalbimizle ve Kur’ânî bakışla hayatımızı rotasına sokabiliriz.

Basiret Gözü”, kalbin, aklın ve gözün ulaşamayacağı uzaklıklara, gerçeklere ulaşır.

Ey yöneticiler, öğretmenler, kalbinizi fuzûlî ve boş işlerle yormayın. Okulunuzu, size emanet edilen öğrencilerinizi, salonlarınızı, programlarınızı, enerjinizi, etkinliklerinizi, tiyatrolarınızı, hasılı tüm faaliyetlerinizi Allah ve Resulüne, onların nurlu hakikatlerine teslim ediniz.

Yoksa vebaliniz büyük, hesabınız azimdir!

İsmail Aksoy

Ruh ve Güneş İlişkisi

Ruh insanda bir özellik olarak görülen, kütlesiz bir enerjidir. Güneş, söndükten ancak sekiz dakika sonra kaybolur. Işığı dünyaya, saniyede 300.000 km hızla gelir. Onun dışındaki farklı bir enerji türü de ruhtur. Ruh, zaman ve mekan kavramından uzaktır. Güneş bu anlamda yarı nurani diyebileceğimiz bir özelliğe sahipken ruh, tam anlamıyla nuranidir; hiçbir maddesel kayda-zaman kaydı da dahil-tabii değildir. Oysa foton enerjisi, kütlesi olmasa da ve çok minimal düzeyde kalsa da, güneş zaman ve mekandan kopuk değildir.

İnsan beynindeki bir bölge, evrendeki dalgalarla etkileşen bir özellik göstermektedir. Her enstrümanın bağımsız olduğu bir orkestrada orkestra şefinin bulunması halinde bütün enstrümanlar, şefin komutlarıyla çalar. Mesela, ayrı üç gitar çalınıp, üçü de aynı sesi verdiğinde bu üçünün osülasyonu birbiriyle örtüşür ve büyük bir ses ortaya çıkar. Ama gitarlardan birisi farklı bir ses verdiği zaman orkestradaki ahenge uymadığı için onun sesi, diğerlerinin arasında sırıtacaktır.

İnsan beyninde de evrendeki salınım ve titreşim vardır. O titreşimle buluştuğumuzda, beynimiz adeta Yaratıcıya ulaşır. Hayatın anlamını kavramaya çalışan insanın beyinde Yaratıcının beklentisine uygun olan osilasyon üretimini başarmak için, evrendeki akılla ortak bir etkileşime girmesi gerekir. Dindar insanlar, bunu başarmışlardır. Beyinde evrendeki dalgalarla etkileşen bölge, aslında ruh denilen akıllı bir enerjinin, evrendeki akılla etkileşime girmesi sonucunda, bir anlamda otonom yani kendi başına çalışan, yemek, içmek, üremek ve korunmak için yaşayan bir varlığın ötesine geçerek, bir bütünün parçasına dönüştüğünü gösterir. Bu, insanın kendisini güvende ve rahat hissetmesine yardımcı olur.

İnsan, Yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.

Nevzat Tarhan