Etiket arşivi: birlik

Ötekileştirmemek, kaba ve sert olmamak

İslamiyete hizmet etmek her İslami STK’nin, cemaatin temel misyon ve vizyonudur. Bu gayeyle teşekkül etmiş olan birçok STK mevcuttur. Bu dün de böyleydi bugün de böyle ve dünyanın ömrü kaldıysa yarın da böyle olacaktır. Mazimiz nice salih ve saliha zevatı meyve vermiştir. “Her asra birer birer bakacağız. Bak nasıl her asır, o Şems-i Hidayet’ten aldıkları feyz ile çiçek açmışlar! Ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bistamî, Şah-ı Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.”[1]

“O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükûmetin, senelerce ağır bir esaret ve koyu bir istibdadı tahtında olmaksızın, Kur’an ve İslâmiyet’e hakkıyla ve hâlis bir surette hizmet etmişlerdi.” [2]

İslamiyete hizmet eden ve ettiğini gördüğümüz hizmet hareketlerinde/STK’larda temelde 4 şeye bakmamız lazım. Kitab ve Sünnet ve İcma‘ ve Kıyas olan anasır-ı erbaa-i İslâmiye…”[3]

Bu 4 temel kavram İslamiyet’in menbaı, kaynağıdır.[4] Hizmetler bu 4 temel kaynağa ne kadar yakınsa o kadar istikametlidir. Ne kadar uzaksa o kadar da İslamiyet’ten uzaktır.

Pazara, manava gittiğimizde bile neredeyse tüm pazarı gezdikten sonra en uygun ve kaliteli olan ürünü seçmeye gayret ederiz. En edna, sıradan bir şeyi seçerken bile hassas davranmaya dikkat ederken, iki hayatımızı etkileyecek olan bir hizmetle alakadar olmak veya sempati-antipati duyarken hiç hassas davranmamak insanı en azından ahirette pişman edebilir.

Bu vb. sebepler müvacehesinde “tenkıs-i gayr ile kemalat izhar edilmez” kaidesince bizim gibi düşünmeyen veya kendimizi ve hizmetimizi başka hizmetlerden, mesleklerden, meşreplerden üstün veya daha iyi görebiliriz. Bu son derece normaldir. Ama bizim bir yerde bulunmamız başka yerlerin eksik ve aksayan yönlerini sürekli nazara vermek, 

“bak onlar öyle, şöyle, böyle” diyerek hem kendimizi abesle iştigal eder hem de müntesibi olduğumuz yerde başkalarına kin, öfke, iğbirar aşılarız. “Adavete muhabbet”[5] ederek zarara ve taassuba hizmetten başka bir şeye hizmet edilemez. Bağnaz ve katı kalpli insanların İslamiyet’e hizmet ettiğine tarih şahit olmamıştır. Bunu Kelam-ı Kadim, Furkan-ı Hakimde İşte Allah’dan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Hâlbuki kaba, katı kalbli olsaydın, elbette (onlar) etrâfından dağılırlardı[6] şeklinde görebiliyoruz. Demek ki, bağnazlık, kaba ve sert tutum ve davranışlar ve ifadeler insanların muhabbeti yerine adavetine ve uzaklaşmalarına sebep olmaktadır.

Bu ayet-i celile Uhud Savaşı sonrası nüzul ediyor. Mağlubiyetle neticelenen bir harp sonrası tahmin edersiniz ki moraller bozulmuş, galibiyetten mağlubiyete dönülmüş, Hz. Peygamber (asv) yaralanmış, nice sahabe şehid olmuş. Böyle bir tablo ortamında nüzul eden ayette ise, “sert, kaba davranma” buyuruluyor. Çok enteresan bir durum. Netice ne olursa olsun daima anlayış ve nezakete vurgu yapılıyor. Uhud’da Okçular tepesini terk eden o ashabın kimler olduğunu kimse bilmedi ve kimse kimseyi “senin yüzünden oldu” diye asla suçlamadı.

Hizmet edenlere düşen ve yakışan tutum ve tavır nasıl olmalı?

Ehl-i sünnet ve-l cemaat içerisinde hangi meslekte ve meşrepte hizmet ediyorsa, 4 temel kaynaktan beslenmesi ve kaynakların kurumasına değil değerini izhara çalışması sebebiyle taktir ve teşvik edilmelidir.

Tatvil-i kelam etmemek için kısa kesiyorum.

“Nur talebeleri de iman ve İslâmiyet’e Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet için hayatlarını dahi çekinmeden veriyor ve süflî menfaat peşinde değildirler.” [7]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Sözler ( 240 )

[2] Sözler ( 769 )

[3] Muhakemat ( 83 )

[4] İslam ilmihali

[5] Asar-ı Bediiyye (373)

[6] Al-i imran s. 159. Ayet meali

[7] Asa-yı Musa ( 250 )

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Hiç adam yok mu piyasada?

Hiç adam yok mu piyasada?

Toplum hayatından bahsedebilmek için insandan bahsetmek gereklidir. Toplumsal hayatın temel öğesi insandır. İnsan ve insanlık tarihinde her hadise insanı maddi ve manevi olarak etkilemektedir. İnsanın istidat ve kabiliyetlerine bakıldığında farklı fıtratlar ve anlayışlar karşımıza çıkmaktadır.

Manevi hizmetlerde, siyasette, gündelik hayatın içinde çok defa karşılaşırız “o adam sıkıntılı, o da adam mı” vb lafı güzaflarla. Her insanın farklı mizaç ve efkarı olması sebebiyle kendisi gibi düşünmeyen kimse/stk’ler hakkında çok çabuk karalama ve tahkir yoluna gidilmektedir.

“Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat, yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur…

Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır…”[1]

Kendi bilgisinin mutlak doğruluğuna inanan insan, “benim bilgim, düşüncem ve harekatım tek yoldur” gibi anlayış hem insanın özel hayatında hem de toplum hayatında güvensizlik, öfke, kin, kırgınlık ve bunların ortak neticesi olarak yalnızlık kaçınılmaz sonuçtur.

Kimsenin kimseyi (kendisi gibi düşünmeyeler hariç) beğenmediği ve toplumda/piyasada hiç adamın olmadığı ileri sürülen bir zaman dilimini yudumluyoruz. Kendimiz gibi düşünen insanların yalanlarını avuç avuç içerken, bizim gibi düşünmeyen kimselerin doğrularına müstağni kalıp yok gibi tutum sergilemekteyiz. Halbuki doğru her yerde doğrudur. Altın çamura düşmekle değer kaybetmez, malum. Böyle bir ortamda bir kısım insanlar diğer kısmı, diğer kısımlar başka kısmı tezyif, tekfir, tecrid ederek toplumda/piyasada hiç adam/insan yok gibi bir mana veriyor. Bu zamana kadar bunu çok gördüm. Aynı stk içinde farklı hizmet dallarında içinde aktif hizmet edenler “Haa o mu evet, ama o çok sakat birisi, bırak onu” vb gibi çok defa duydum, duymaktayım ve duyacağım da.

Neden mi? İşte 4 temel sebebi şunlar;

1- Adavete muhabbet.

2- Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

3- Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

4- Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.”[2]

İnsanlar, hakikatten, lübden, manadan, enfüsten uzaklaştıkça zahirle alakadar olur ve enfüsü terk etmesi sebebiyle muhabbet yerine adavet sahibi olur. Kendisince bahaneler, sebepler türeterek adavete muhabbet destanı yazar bir hale gelir.

Mezkur sebepler müvacehesinde hassaten ehl-i imanla hangi hususlarda ittifak edeceğini bilmez bir hale gelir ve sadece kendisi gibi düşünenlere muhabbet besler.

Kendi efkar ve efalinin mutlak ve kesin doğru olduğunu düşünmesi sebebiyle ben merkezli hareket tarzını ortaya çıkartarak başkalarına istibdat uygular. İstibadın en beteri, şirredi de manevi istibdattır. Manevi müstebidler ise, “istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar.”[3]

“Bu sırra binaen pek çok adam meyl-ül ağalık ve meyl-ül âmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta’nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder.[4]

Piyasada adamın olmamasının sebeplerinden birisi de her şeyi kendi menfaatine göre değerlendirmesidir insanın. Aslında çok adam var piyasada/toplumda ama kendi değer ölçülerine uymayanı insanın tezyif etmesi, başka taraflarında aynı şekilde tezyifi sebebiyle o onun aleyhine bu onun aleyhine çalışması sebebiyle hiç kimse yok gibi bir algı yönetimi yapılıyor ve manevi sahalarda hizmet iddia edenler kendi ayaklarına sıkıyorlar. Bade harabil basra bu dediğimi anlayacaklardır.

İhlas ve Uhuvvet Risalelerini adeta yalamış yutmuş insanların farklı gruplarda hizmet eden ağabey ve kardeşleriyle hatta kendi grubunda farklı düşünenlerle bile aynı yerde diz kırıp oturamaması çay içememesi bu vb. sebeplerdendir.

Çare-i necat:

-Adavete muhabbetten vazgeçilmeli.

-Ehl-i iman ile muhabbet vesilelerini öğrenmeli ve ortak paydayı genişletmenin yolları öğrenilmeli, araştırılmalı.

-Ben bilirim tarzında ki düşünce ve hareketlerden sakınılmalı, kaçınılmalı.

-Şahsi kemalat ve menfaat yerine toplumsal menfaatler göz önüne alınarak hareket edilmeli. Bu sayede hem müstakim insanlar çoğalır hem de toplumdaki manevi seviye yükselir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur.” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim! Bana yardım ediniz. Mes’elemiz çok naziktir.”[5]

Bahtiyar o kimsedir ki, hakkı hak bilir ve intisap eder, batılı batıl bilip içtinab eder. Hak ve hakikatı hasmının elinde de görse taktir eder hakikati ketmetmez, taktir eder.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

1)Hizmet Rehberi (90)
2)Hutbe-i Şamiye (20)
3)Hutbe-i Şamiye (88)
4)Muhakemat (53)
5)Şualar (498)

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

İhlas ve Uhuvvet Ezanı Okunuyor !

    “Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” [1]

Bu müfritane irtibat meselesi çok zaman insanın karşısında çıkıyor. Külliyatta üstadımız ifrat ve terfritten bizleri uzak tutmak için telkinleri varken sadece bu irtibat meselesinde tavsiyede ve teşvikte bulunuyor. Demek ki bunda farklı bir sır var. Sanki o sır cemaatin  vahdetini, ittihadını, tesanüdünü ve hareket tarzını bir tutmak olarak düşünüyorum. Her meşrebimiz kendi arasında irtibat kurmuş haldedir zaten. Hatta ders grupları vs. de bu irtibatı sağlamak için bu irtibat meselesini devam ettiriyorlar. İstişare, birkaç kişi arasında, meşveret daha geniş katılımla, şûra ise, meşveret heyetlerinin bir araya gelmesiyle teşkil ediyor zaten.

Bir ev dersinde düşünün ki on on beş kişi olsun. Düzenli olarak devam eden derse birisi gelmediği zaman bu grup müdavimlerince falan derse gelmedi denilip aranılıp sorulması belki sonradan tamiri mümkün olmayan meseleleri önleyecektir. İnsanın olduğu her yerde potansiyel olarak sıkıntı olması muhtemeldir ki, realitede de öyledir. Nerede insan varsa mizaç ve anlayış farkı gibi sebepler tahtında ister istemez aynı ders halkasında da sıkıntılar çıkıyor. Belki biri birisini yanlış anlaması veya istemediği beğenmediği bir durum karşısında uzaklaşmayı tercih edebiliyor. Böyle olunca takip edilen dersler yavaştan aksamaya başlayıp sonra da tamamen kesilebiliyor. Neticede tesanüd bozuluyor ve  hizmette aksamalar oluyor. Bunun altını eşelediğimizde ise karşımıza çok sebepler çıkıyor.

Az önce yazdığım gibi mizaç ve anlayış farkı temel sebebi oluştururken, üstadımızın tesis ettiği hizmette hizmetin metodunu üstaddan almamak da başka bir sebeptir. Belki de ilk sebep budur. Üstadımızın sarih emirlerine  muhalif kararlar alarak hizmet edilmesi halinde bu daire dışına çıkmaya sebep olmaktadır. Buna bir misal vereyim, anlamadığım ilgi alanıma girmeyen bir şeydir futbol. Ama misal vermek için kullanacağım.

Düşünün ki, futbolun belli kuralları vardır. Gol, korner, tac . . . gibi. Belirli bir sınırı var yani. Şimdi bir oyuncu sahada istediği gibi hareket edemez. Çizilmiş olan kurallar dairesinde oynamasına izin verilir, Aksi taktirde saha dışına alınarak oyuna devam etmesine izin verilmez. Dünyada olan her şeyin kuralı kaidesi olduğu nettir. Bunun aksini kimse iddia edemez.

Küçük geçici bir mesele de bile belirli kaideler olduğunu görüpte islamiyette veya özel nurculukta kaide olmadığını kendi indi anlayışına göre hareket edilebileceğini ileri sürmek maskaralıktan maada bir şey değildir. Sadece bir eğlence bir zaman geçirme, oyalanmak gibidir. Ahirette pişmanlık verecek olan.

Buradan çıkarılabilecek çok şey olduğu bedihidir. Bu kadar sarih bir şeyi kimse inkar etmiyor zaten. Sadece yeni tarzlar yeni anlayışlar ve dünyaya uyarlanmış versiyonlar karşımıza çıkıyor. Malumdur ki yeni bir şeyler ihdas etmek yolunda yürüyen birisi bu yolunu esasatı tahkim etmek gayesinde yaparsa ve ruh-u aliyi rencide etmeden kimse buna itiraz etmez. Taktir ve tebrik de edebilir. Ama yeni ihdas edilen şeyler esasattan uzak düşerse o insan ve yaptıkları da esasattan uzak düşecek ve kırmızı kartla daire haricine çıkacaktır. Futbolda kırmızı kart cezalısı birisi birkaç maç ceza alıp sahadan uzak kalırken, manevi meselelerde kırmızı kart alan birisi/meşrebin de manevi olarak yaptığı tahribi bu dünyada ölçecek bir bir sistem bulunmuyor. Manevi bir ihtar olmazsa tabiki.

Üstadımızın ahirzaman ümmetine çok kısa bir formülle bizzat kendisi de iş üzerinde bizlere eğitim veriyor.  Peki nedir bu formül dersek bakın ne diyor: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyükbir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.”[2] Demek ki ahirzamanda en kısa yol, ihlasmış. Yani yapılan işte Allah’ın rızasını gözetmek. Bu olmayınca, yani ihlassızlık olunca karşımıza Allaha aşık(!) peygambere ve ashabına düşman abur cubur insanlar çıkıyor. Veya meslek başka meşreb başka insanlar. .

Bütün bunlara mani olmak için müfritane irtibat levhasını üstadımız karşımıza dikiyor. Müfritane irtibat olunca vahdet, tesanüd, muhabbet, uhuvvet hasıl oluyor ki bunların temelinde de ihlas vardır. Şayet müfritane irtibat yoksa tam bir ihlas olmadığından alarm çalıyor ama kimseler işitmiyor demektir. Cemaatte vahdeti sağlamak için çalan alarmları duyanlardan üstadımızın, hayatta kalan son varisi/vekili olan Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabeyimiz de bir müddettir istanbul’da medresesinin kapılarını herkese açarak “Ey Nurcular! Gelin bir olalım, vahdeti bulalım.” Nevinden ilanatla dersler yapıyor.

Ve bu derslerde ihlas ve uhuvvet risaleleri okunuyor. Dikkat edersek tam temel mevzular. Birisi hislerimizi birisi de aramızdaki muamelelerin dersi. Katılımcısı sürekli artan bu dersler nur talebeleri arasında da vahdeti sağlamaya ortak bir program nevinden hoş manalara vesile oluyor. Bence bu dersler nurculukta ifrat ve tefritten de muhafaza ediyor. Müstakim nur meşrebini tesis ve teşkil ediyor.

Evvelce hemen her meşreb kendi arasında bir nam ile okuma yaparken son varis/vekil bu okumaları ihlas ve uhuvvet dersleriyle taçlandırıyor. Bu sebeple vakti saati müsaid olan abilerimi, kardeşlerimi bu okumalara mümkün olduğu kadar katılmasını tavsiye ediyorum. Tabiki oraya gidip, hiç kimseyle tanışmadan, kaynaşmadan gelmek büyük bir kabahat olarak addediyorum. Çünkü müfritane irtibat kendi meşrebimizle sınırlı değil.

Mazide yaşanan hadiseleri devam ettirmek ise manevi bir kan davasıdır ve bunları devam ettirmek nurlardan istifadeye set çekmektedir. Her ay düzenli olarak yapılan ihlas ve uhuvvet derslerine katılan kimseleri tebrik edip ediyorum. Gidemeyen ama gönlü o derste olanlar da taktire şayandır. Ortak bir his ve duygu atmosferi teşkil edilmesi de belki semanın sakinlerince de tebrik ediliyordur.

Bu yazım ile son varis/vekil ağabeyimizin okuduğu tesanüd ezanında saflarda yer alabilmek ümidiyle herkesi davet ediyorum.

Bahtiyardır ki, sırat-ı müstakimde kalır,

Bedbahttır ki, sırat-ı müstakimde kalmayıp ifrat ve tefrite sapar.

Bahtiyarlardan olabilmek duasıyla

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak Linki : NurdanHaber

Hizmet Bir Bütünlüktür

Hizmet Bir Bütünlüktür

“Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar.”[1]

Hizmet-i Nuriye bir bütünlük içerisindedir. İmani esaslar temelidir. Çeşitli fikir akımlarının yani izm’lerin hava uçuçtuğu bir devirde izm’siz bir hareket teşkil ettirerek sadece fikirde kalan felsefi izm’lerden uzak ve izm’leri çürütüp bertaraf eden aşırılıklarda yani ifrat ve tefritten uzak tutup insanları dengede tutmaktadır. Risale-i Nur, insanı dengede tutarken hem kendi bütünlüğünü hem de insanın bütünlüğünü bozmadan yapmaktadır. Bir kısmını inkar, bir kısmını kabul gibi bir şey söz konusu değildir, bir bütünlük içerisindedir. İmani mevzular, Lahikalar, Müdafaalar olmak üzere üç ayak üzerine tesis edilmiştir.

Bunların herbirisi tüm dönemin özelliklerini ihtiva etmektedir. Yani her bir  eserde üç said dönemlerinin iz düşümleri mevduttur. Sadece bir veya iki dönemi kabul edip geri kalan dönemleri ve eserlerini kabul etmemek, okumamak, önemsememek ise istikametten çıkmaya ve kafa fenerine göre hareket etmeye sebep olur. Lahikalar ve müdafaaları kabul etmemek, önemsememek sadece imani bahisleri tercih ve kabul etmek ise buna girmektedir. Çünkü birisi sadece Sözler, lemalar, mektubat, şualar, mesnevi, i. İ’caz’ı kabul edip gerisi kabul etmese ve tüm mesaisini bunları anlamaya teksif etse belki bu kitaplardaki mevaizi massebip manen terakki edebilir. Ama lahikaları düstur yapmazsa çok defa aldanır ve çevresindekileri aldatır. Çünkü elinde bir metod bulunmuyor.

Metod, şablon olmayınca da kafa fenerinin yakıp, onun ışığına göre hareket edecek ve imani bahsileri nurlardan, usul’e taalluk eden şeyleri başka yerlerden alarak, meslek başka meşrep başka nev zuhur bir şey ortaya koyacaktır. Belki parmak ısırtacak kadar ilmi/malumatı olacak ama yaptığı hareketi çocuk bile yapmaz nurculuk namına diye hareketlerde bulunacaktır. Üstadın, üç said devresinde telif edilen eserler basamak gibidir. Tefsir mukaddimesi Muhakemat ve İşarat’ü-l i’caz ile başlayıp aynı dönemlerde te’lif edilen ve Asar-ı Bediyye ismiyle cem edilip neşredilen bu içtimai eserler ve devamında Sözler, Lem’alar, Mektubat ve Şualar ile devam edip yavaş yavaş üçüncü Said devresine giden süreçte Lahikalarla artık bir hareket haline gelmiştir.

Şimdi farz edelim ki, birisi birinci ve üçüncü said dönemlerini görmezden gelse ve o döneme bakan eseri ve meseleleri reddetse, elbette bu hizmetin kudsiyeti ve şahs-ı manevisi bir mühlet sonra belli şartlar tahtında iddetini tamamlayıp, tokatlamaya başlayacaktır. Ama bunun bir mühleti var, bu iddet dolunca netice kaçınılmazdır. Bu sebeple imhal edilen müddet dolmadan evvel, inattan vazgeçip, tavsiye ve üstündeki akrebi gösterip söyleyene kulak verip dinlese ve eski fikirlerini tashih edip, o fikirleri benimseyenlere de ulaşıp onları da tashih edip istikamete getirmesi elzemdir.

Hizmetin imani esaslarını ders veren eserler baş gibidir, ameli düsturlar göz gibidir. İmani bir meseleyi tam anlamasa ve reddetmese ve kabul etse bundan mesul olmaz. Ama usule bakan şeylerde olan gaflet, ihanet ve dalalet ise tamiri mümkün olmayan şeylere de sebep olur. Bu sebeple harekatımızda azami dikkat etmek elzemdir. Her hareketimizde Lem’alarda mezkur mehazdaki “dikkat!” ikazını dimağımızın her yerine nakşetmeliyiz. Ne mutlu hizmette dengeyi bulana. .  

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1]Mektubat ( 100 )

Kaynak: NurdanHaber 

 

www.NurNet.Org

Hizmet Zemininde Sıkıntı Varsa

Hizmet Zemininde Sıkıntı Varsa

Sosyolojik olarak insan, toplumsal bir varlıktır. İnsanı toplumdan ayrı düşünmek imkansızdır. Çünkü insan maddi ve manevi hayatını idame ettirmesi elzemdir.

İnsanın olduğu yerde, insanlar sayısınca farklı karakter ve mizaç sahipleri yadsınamaz bir gerçektir. Tek tip dayatma usulü olan şeyler ise daima kırgınlıklara ve zımni adavete ve inşikaka sebebiyet vermiştir.

Merhum Bayram Yüksel ağabey (r.h.), bulunduğu son hizmet zemini olan Isparta’da hizmette herkesi fıtratına göre istihdam ederek manevi Medrese’t-üz Zehra olan Isparta ve havalisinde hizmet-i nuriyenin inkişafına mühim bir  sebep olmuştur. Bayram ağabeyin bu metodu tüm hizmet zeminlerinde tatbik edilmesiyle inkişafa sebep olacaktır.

Bazı hizmet zeminlerinde sanki bir fabrikadan çıkan malzemeler gibi herkesin tek tip olmasını isteyip, farklı olanları hazmedememek gibi sıkıntıları görüyoruz. Bu insan fıtratına ters olan bir şeydir. Çünkü insanlar tek tip karakterde yaratılmamıştır. Tek tip yapmaya kalkışmak insanın fıtratına müdahale etmek demektir ki, helakete sebeptir. Tek tip yapmaya çalışmanın nice misalinden birkaç misal, “hamsi de balıktır, balina da balıktır” deyip ikisini de Karadeniz’e koyacak olursak Karadeniz’de balık kalmayacaktır. Saksıda büyüyen küçük ev ağaçlarına yapılan muamele çınar ağacına yapılamaz. Eğer yapılırsa çınar saksıyı parçalar.

“Medar-ı niza’ bir mes’ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.” [1] 

Hizmet zeminlerinde çeşitli sebepler tahtında var olan sıkıntıların konuşulmaması, bastırılması veya içe atılması sebebiyle konuşulmakla hallolacak olan meseleler dal budak sarıp, zamanında küçük meclislerde konuşulmadığından sonraları açıktan açığa çok geniş ortamlarda konuşulur ve gıybet, iftira yağmuruna dönüşebilir.

Bu hal hemen her hizmet zemininde olmaktadır. Çünkü insanın olduğu yerde fikri ve pratikte farklılıklar olacaktır.

Gruplaşmalar da zaten bu sebeple olmuyor mu? Bir şekilde olmuş olan nizalar, kavgalar, hır-gürler kendisi gibi düşünenlerin gruplaşmasıyla devam ettiriliyor. Tabir-i caizse manevi kan davaları oluyor. Sonra da buna bir kılıf giydirilip, metod farkı vs şeyler deniyor. Aslında metod farkı diye bir şey yok mazideki hır-gürün farklı namlarla devam ettirilmesi. Yeni nesle ihtilaf aşılamak nur talebesinin işi değildir. Onu zaten ehl-i dalalet de yapmakta.

Bizler ittifaki ve ittihadi noktaları nazara vererek nur talebelesi olmaya gayret etmeliyiz. Grubumuzun, meşrebimizin adamı olmaya değil.

Sıkıntılı olan noktaları, meseleleri de uygun zaman ve zeminde konuşmalıyız. Zamanında yapılacak küçük bir mükaleme ilerde olacak çok büyük zararlara mani olabilir. Zamanı geçtikten sonra yapılacak müzakerelerin ise münakaşalara dönemesi kaçınılmazdır.

Risale-i Nur hizmetinin selameti için,
-zamanında meselelerin hallolması için konuşmak,
-çok sıkı tutmamak,
-tek tip anlayış ve dayatmalardan uzak durmak,
-fıtrata göre istihdam,
-insanların hürriyetini tahdid etmemek,
-istibdaddan uzak durmak,
-ittihad ve ittifaki noktaları nazara vermek,
-grupçuluk, meşrepçilik aşılamamak,
-hizmetin düsturlarıyla hareket etmek,
-şahsi mülahazaları hizmet düsturlarının üzerine çıkartmamak,
-Risale-i Nur Hizmetinde kitabi ve ayniyetçi olmak,
-Meşveretlere ehemmiyet vermek,
-Meşveret namında komite istibdadı yapmamak,
-Kudsi kelamları alet ederek kavramların işini boşaltmamak,
-Herkesi olduğu makamda göstermek,
-Riyakarane işlerden uzak durmak,
-Ehl-i bida ve dalaletin zırvalarına zaman ayırmamak,
-Günlük okumaları ihmal etmeyip, arttırmaya çalışmak,
-Yeni insanlara ulaşmak için gayret etmek,
-Müzakere ve mütalaalarda bulunmak,
-Diğer meşreplerle sıkı irtibatta olup, tenkis etmemek,
-Üstadımızın derslerinden alınan hakikatları ketmetmemek ve halimizle yaşamak,
-hizmette bizden eski olanlara hürmet etmek gibi kaidelere dikkat edilmesiyle hizmette muvaffakiyet olacaktır.

Çünkü bu “dünya dâr-ül hikmet” [2] olması sebebiyle “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.” [3]

Allah’ın davasında ittihat etmek, rahmet-i ilahiyenin celbine sebep olacaktır.

“Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin!. Şûra kuvvet bulsun!. Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet Hüda’ya tâbi olanların üstüne olsun. Âmîn…” [4]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Kastamonu Lahikası (234)
[2] Sözler (113)
[3] Tarihçe-i Hayat (58)
[4] Tarihçe-i Hayat (101)

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org