Etiket arşivi: cami

BEDİÜZZAMAN’IN ÂLEMİNDE AYASOFYA CAMİİ

Ayasofya Camii ve onun açılması için sarf edilen çabalar, gayretler, çalışmalar içinde maalesef bir Dâvâ haline gelen Ayasofya meselesinde ismi az zikredilen, lakin bu dâvânın mümessili olan bir kişi vardır ki, o da Üstâd Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’dir.

Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatının her safhasında bu dâvâyı güttüğü görülmektedir. Bunu bizzat eserlerinde görmek mümkündür.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin âleminde Ayasofya’nın yerinin ne olduğu konusu üzerine ne kadar yazılırsa yazılsın azdır, yetersizdir. Bu dâvâ uğruna çaba sarf eden bir mücâhid-i âlî cenabı anlatmak ve bunu anlatmaya çalışmayı bir vazife addederek bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.
Öncelikle neden Bediüzzaman Hazretleri’nin neden isminin bu meselede fazla bilinmediği ile başlayalım. Kısaca görülen şudur ki; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri Ayasofya’nın edebiyatını yapmadı, dâvâsını bizzat yaşadı. Hayatı ile fiilî hüsn-ü misal oldu. Lâkin halk, Ayasofya’nın edebiyatını yapanları daha çok tanırken bu dâvâyı ilk başlardan itibaren sahiplenen ve bu konuda çalışan Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni göremedi.
Bir diğer sebep ise; Bu konuda Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin görüşleri insanlara ulaştırılamadı.
Ve birçok sebep sayılabilir ama biz onları saymaktan ziyade mevzuya girerek Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Ayasofya misyonunu bir derecede olsa i̇zaha çalışmak istiyoruz.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Gözünde Ayasofya Nedir?
«Bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Camii…» (1) der, Şualar eserinde. Ayasofya, sadece bir camiden ibaret değildir; taştan ibaret bir bina değil, bir özdür aslında.
Sünuhat eserinde ise Ayasofya için şöyle der; “Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir bina…” (2) Çok orijinal ve yerinde bir tabir. Evet, aynen öyledir. Ayasofya Camii, ‘milyarlara değer mukaddes bir binadır.
Asar-ı Bedîiyye eserinde ise Ayasofya bahsi ile ilgili şunlar geçmektedir; “Şayet bir adam hakka sadakat namına onun kâfirane zulmüne karşı hıyânet etse, Ayasofya’ya iltica etse; milyarlara değer o mukaddes binayı harab eder.” (3)
Burada da ‘milyarlara değer o mukaddes bina’ diye vasıflandırılmıştır, Ayasofya Camii.
Ayasofya konusu ile ilgili Selahattin Çelebi Ağabey’in anlattığı bir hatıra ise şöyledir;
«“Üstad’ı ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. ‘Keçeli, keçeli’ diye güldü. Sonra birden ciddileşerek ‘Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.’ dedi.» (4)
Burada Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin kullandığı şu kelimeler çok mühimdir;
“Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.”
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin i̇stikbale dair verdiği bir çok haber Allah’ın izn û inayetiyle vukua gelmiştir. Ve “Elbette tekrar camiye çevrilecektir” şeklinde Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin verdiği müjde de Elhamdülillah vukua gelmiştir.
Aynı zamanda «Sonra gider Ayasofya gibi gayet muazzam bir camiye, Cuma gününde dâhil olur.» (5) şeklindeki ifadelerine mutabık olarak da 10 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya Camii’nin açılması kararı alınıp, 24 Temmuz 2020 Cuma günü ilk Cuma Namazı kılınarak “Sonra gider Ayasofya gibi gayet muazzam bir camiye, Cuma gününde dâhil olur” ifadeleri zahir oluyor.
Şimdi de bazı başlıklar altında Bediüzzaman Hazretleri’nin Ayasofya misyonunu analiz etmeye çalışalım.

Birinci olarak, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri imanî bahislerde muska verirken bile ‘Ayasofya’dan misal vermektedir. Şu yerler bu konumuza örnektir;
«Nasıl ki mesela, Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve sanatına tabi olmazlarsa her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik sanatında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm hem hâkim olmak, yani “Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için baş başa vereceğiz.” diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır.
Öyle de binler defa Ayasofya kubbesinden daha sanatlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, kâinat ustasının emrine tabi olmazlarsa her birine Sâni’-i kâinat’ın evsafı kadar evsaf-ı kemal verilmesi lâzım gelir.
Feyâ Sübhanallah! Zındık maddiyyun gâvurlar bir Vâcibü’l-vücud’u kabul etmediklerinden, zerrat adedince bâtıl âliheleri kabul etmeye mezheplerine göre muztar kalıyorlar. İşte şu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa nihayet derecede bir cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktır.» (6)
Misalde herhangi bir cami değilde özellikle ‘Ayasofya’ Camii vurgusu yapılmıştır. ‘Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve sanatına tabi olmazlarsa her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik sanatında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm hem hâkim olmak’ şeklindeki ifadeler de aynı zamanda bir hakikate işaret eder. O da şudur ki;
II. Selim döneminde (1566-1574) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam 24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Doğu Roma İmparatorluğu dönemine aittir. Bu istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu kısmına) eklemiştir (1577). III. Murat’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde eklenmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Mimar Sinan’a atıf yapması bu hakikate delalet etmektedir.
Bir başka misal ise şudur;
«Mesela, Ayasofya gibi kubbeli bir caminin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallakta durdurması, bir ustaya verilse o vaziyeti onlara kolayca verebilir.
Eğer o vaziyete girmesi, taşlara havale edilse her bir taş umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir. Tâ ki birbirine baş başa verip muallakta durabilsinler. O halde o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak.» (7)
Burada yine bir imanî hakikat anlatılırken, ‘Ayasofya’ misali ile mesele anlatılmıştır. ‘Ayasofya gibi kubbeli bir caminin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallakta durdurması, bir ustaya verilse o vaziyeti onlara kolayca verebilir.’ der Üstâd Bediüzzaman. ‘kubbe’nin ‘muallakta durdurması’ meselesi yine Ayasofya’nın tadilat geçirdiği döneme atıftır.
Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya istinad duvarları eklemesinden itibaren Ayasofya’nın merkezi ve kubbesi hiç çökmemiştir.
Bir başka Ayasofya temelli misal ise şudur;
«Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse her bir zerreye bir uluhiyet lâzımdır. Mesela, Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor.» (8)
Ayasofya’nın ilk yapılan halinden çok az parçalar kalmıştır. Ayasofya’nın ilk halinden sonra Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine Ayasofya’nın şu anki halinin ilk şekli inşa ettirilmiştir. Bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed Han tarafından camiye dönüştürülmüştür. Fatih Sultan Mehmed Han Ayasofya Vakfiyesinde, Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalmasını istemiş ve Molla Güranî’nin hattıyla Arapça olarak ‘Ayasofya Vakfiyesi’ hazırlanmıştır. 6.5 metre uzunluğunda ve ceylan derisi üzerine yazılması gibi çok hususiyetleri vardır.
24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. Ve 10 Temmuz 2020 tarihindeki kararname ile Ayasofya asliyetine yani camiye çevrilmiştir. 24 Temmuz 2020 Cuma günü de, ilk Cuma Namazı kılınacak ibadetler yapılmaya başlandı.
1935 yılından 2020 yılına kadar müze olarak kalmış olan 2020 yılında cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle tekrar cami statüsünü Elhamdülillah kazanmıştır. Ayasofya Camii’ne mimari bakımdan bakacak olursak, merkezî planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.
Mesnevî-i Nurîye’de geçen mezkûr ifadelerin Abdülkadir Badıllı Tercümesinde ise şu şekilde ifadesi görülmektedir;
“Görmez misin ki; Ayasofya kubbesindeki taşların bâni ve ustası nefy edildiği zaman, o kubbenin her bir taşı Mimar Sinan gibi birer mahir usta kesilmesi lazımdır.” (9)
Burada aynı zamanda ‘Mimar Sinan’ın ‘mahir usta’lığına da işaret edilmiş olup, eğer ki o camiyi yapan bir usta olmaz ise; o kubbenin her bir taşının Mimar Sinan kadar mahir bir usta olması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Tevhidî bir derste bile vereceği misalde ‘Ayasofya’ vurgusu yapmaktadır, Üstâd Bediüzzaman.
Bir başka misal verme konusunda yine ‘Ayasofya’ üzerinden misalini şu şekilde verir Üstâd Bediüzzaman;
“Hem nasıl ki gecede Ayasofya Camiinin tenevvürü ile şiddetli zulümatı arasında bir elektrik düğmesini açmak için iki parmağı tahrik etmek kadar bir zaman vardır.” (10)
Lemaat eserinde vereceği misal de ‘timsali Ayasofya kadardır’ der;
“Bir saattan ki timsali Ayasofya kadardır. Bir sineğin hilkati hayretfezadır filden, o mahluk-u bîfasal.” (11)
İçinde çok güzel müjdeleri de barındıran şu yerler ise bir misal olmaktan da ötedir;
«Mesela Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden, mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup caminin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlence-perest seyircileri bulunsa bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur’an’dan bir aşır okusa o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.» (12)
Yukarıda geçen ‘Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden, mübarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zaman’ denilmektedir. 24 Temmuz 2020 Cuma günü ilk Cuma Namazı ile birlikte Ayasofya yeniden mânevîyatına ve asliyetine döndü. Ve orada saf tutanlar için dikkat edelim ki şöyle diyor; ‘ehl-i fazl ve kemalden, mübarek ve muhterem zatlarla dolu’.
Ve aynı paragrafta geçen şu ifadeler ise ibretamizdir; ‘bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur’ân’dan bir aşır okusa o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar.’ Ayasofya’nın açıldığı 24 Temmuz günü bir adamın cami içine girip ve cemaate dahil olup, güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur’ân’dan bir aşır okuyacağına işaret var. Ve o aşır okuduktan sonra, ehl-i hakikatin nazarları aşır okuyan kişiye döner. Bu hal üzere hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar.
Paragrafın sonunda geçen şu ifadeler ise gayet açık ve nettir; “Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek.” Bir kişinin camiye girip, cemaate dahil olup sonra da Kur’ân’dan bir aşır okuması bazı kimselerin hoşuna gitmeyecek. O bazı kimseler ise [istihracen şunlardır];
1 – ‘haylaz çocuk’ fıtratlı kimseler [veya o kişiler misalde ‘haylaz çocuk’lara benzetilmiş]
2 – ‘serseri mülhidler’ yani başıboş dinsizler
3 – ‘tek tük ecnebiler’ yani Müslüman olmayan kesimin içinden de bir kısmıdır.
Cümlenin sonunda geçen ‘hoşuna gitmeyecek’ tabiri “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.” (13) meâlindeki âyeti akla getiriyor.
Ayasofya’nın ibadete açılıp, cami olması aynı zamanda ‘Küfre karşı İslâm’ın galebesi’ne de işaret eder.
Mesela Rüştü Tafralı Ağabey’in naklettiği şu hatıra konumuza ışık tutmaktadır;
“Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Zübeyir Gündüzalp Ağabey ve diğer Ağabeylere bir gün şöyle demişti;
‘Ayasofya mutlaka açılacak inşaallah. Onun açıldığı gün Masonların Türkiye’de mağlub olduklarını anlayacaksınız.’ ” (14)
Yine bir başka misal de, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri başka cami ismi vermek yerine özellikle ‘Ayasofya’yı misal vermiştir. Şöyle ki;
«Ayasofya gibi kubbeli bir caminin kubbesindeki taşların muallakta durmaları ve o vaziyeti teşkil etmeleri taşlardan istenilse, nihayet derecede suubetli olduğunu ve bir ustadan o vaziyet istenilse, nihayet derecede kolay olduğunu…» (15)
Bir tevhid dersini verirken vereceği misalde bile ‘Ayasofya’ vurgusu yapmaktan geri kalmaz Üstâd Bediüzzaman.

İkinci olarak; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Ayasofya Camii’nde olan hatıralarıdır ki, eserlerinde konuyla ilgili yerler geçmektedir. Ayasofya Camii’nde konuşma yapması, cami çıkışında münazaralar olması ve benzeri birçok anektod mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır;
Bunların başında ‘Ayasofya Camii’nden çıkılıp çayhaneye oturulduğunda’ Üstâd Bediüzzaman Hazretleri i̇le ‘Mısır Camiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi’ arasındaki konuşma gelir;
«Mısır Camiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi, İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek, İstanbul’da bulunan Bedîüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İslâm uleması, Şeyh Bahît’ten bu genç hocanın (Bedîüzzaman’ın) ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahît de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti, Ayasofya Camii’nden çıkılıp çayhaneye oturulduğunda, bunu fırsat telakki eden Şeyh Bahît Efendi, Bedîüzzaman Said Nursî’ye hitaben:
مَا تَقُولُ فٖى حَقِّ الْاَوْرُوبَا وَ الْعُثْمَانِيَّةِ
Yani “Avrupa ve Osmanlı Devleti hakkında ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?” Şeyh Bahît Efendi hazretlerinin bu sualden maksadı, Bedîüzzaman Said Nursî’nin şek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpare-i zekâsını tecrübe etmek değildi. Zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak fikrinde idi.
Buna karşı, Bedîüzzaman’ın verdiği cevap şu oldu:
اِنَّ الْاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِالْاِسْلَامِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِالْاَوْرُوبَائِيَّةِ فَسَتَلِدُ اَيْضًا يَوْمًا مَا
Yani Avrupa bir İslâm devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hamiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır.
Bu cevaba karşı, Şeyh Bahît Hazretleri: “Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatte idim. Fakat bu kadar veciz ve beliğane bir tarzda ifade etmek ancak Bedîüzzaman’a hastır.” demiştir. Nitekim Bedîüzzaman’ın dediği gibi ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş. Bir iki sene sonra Meşrutiyet devrinde, şeair-i İslâmiyeye muhalif çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmekle ve şimdi Avrupa’da, Kur’an’a ve İslâmiyet’e karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc İslâmiyet’i kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.» (16)
Ve hayatını 2 kısma yani Eski Said ve Yeni Said diye ayıran Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said Döneminde “Ayasofya Camii’nde elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam”dır. (17)
Ayasofya Camii, Bedîüzzaman’ın hayatında hep var olmuştur. Ve birçok hatırası vardır o mücâhid-i İslâm’da.
Mesela yine Eski Said döneminde Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Ayasofya’da birçok defa ulemâ ve talebeyi nutuklar vermiştir. Tarihçe-i Hayat eserinde konu ile ilgili şunlar geçmektedir;
«Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddid nutuklar ile şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın, şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki:
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ
Hadîsinin sırrıyla, şeriat âleme gelmiş tâ istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.
Herhangi bir nutuk îrad ettim ise her bir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa bürhan ile ispata hazırım. Ve dedim ki: “Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakikat-i meşrutiyet-i meşruadır.”» (18)
‘Bayezid’de Talebe içtimaı’ diye isimlendirebileceğimiz bir vak’a mevzu bahistir;
«Ferah tiyatrosundaki heyecan, büyük bir patlağın eşiğine gelinmişken, onun müdahalesiyle önlendiği gibi, Bayezid talebe içtima’ında da aynı tarzda hizmeti olmuştur.
Bayezid talebe içtimaı hadisesi şöyle cereyan etmiştir:
Daha önceleri Osmanlı padişahları, ilmiye sınıfını, ya’ni Medrese talebelerini ve ulemayı askere almıyorlarken, ikinci Meşrutiyet’in i’lânından sonra, Harbiye Nezareti; (Milli Savunma Bakanlığı) “Medrese talebelerine tanınan bu imkânın, sû-i istimal edildiği gerekçesiyle; bundan sonra, talebeyi imtihana tabi tutacak, ancak imtihanı kazananlar askere alınmayacak” şeklindeki kararına karşı, medrese talebeleri bir protesto mitingi tertiblediler. Harbiye Nezareti’nin, dolayısıyla İttihad ve Terakki güdümündeki hükûmetin bu kararının şeriata aykırı ve dine karşı bir ta’riz, bir muhalefet olduğunu, mitingde konuşmacılar tarafından nutuklarla ilân edileceği sırada, Bediüzzaman Hazretleri, bu ateşe de yetişiyor ve söz alarak şeriat ile Meşrutiyet’in birbirine zıd şeyler olmadığını, dolayısıyla Harbiye Nezareti’nin bu kararının gayr-ı meşru’ ve dine muhalif bir şey olmadığını söylüyor ve talebeyi teskin edip dağıtmaya muvaffak oluyordu.
Talebenin bu toplantısının 27 şubat 1909 cumartesi günü vaki’ olduğu söylenmektedir.» (19)
Bir de ‘Ayasofya Mevlidi’ ve ‘Ferah Tiyatrosundaki heyecan’lı olay vardır ki, bizzat yerinden okuyalım;
«Kaç defa büyük içtimalarda, heyecanları hissettim. Korktum ki avam-ı nâs, siyasete karışmakla asayişi ihlâl etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lafızlarla heyecanı teskin ettim. Ezcümle: Bayezid’de talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı.» (20)
Bu konuyu izah sadedinde Mufassal Tarihçe-i Hayat eserinde şu bilgiler vardır;
«Bediüzzaman’ın bu ifadesinden anlaşılıyor ki; Beyazıt talebe içtimaında, Ayasofya mevlidinde ve Ferah tiyatrosundaki meşhur konferanstan başka, daha pek çok, büyük-küçük heyecanlı ve tahrikçi toplantılara koşmuş, yetişmiş ve teskin etmiştir. Zât-ı şerifleri o zaman herkes tarafından hürmetle karşılandığı için, nasihatleri te’sir ediyor ve o kalabalık heyecanlı toplantıları dağıtmaya muvaffak oluyordu.» (21)
Konu ile ilgili bir hatıra şu şekildedir;
«(O zamanları idrak etmiş gazeteci, yazar muhterem Râif Ogan’ın bu mevzudaki hatırası şöyledir)
“Bediüzzaman merhumu İkinci Meşrutiyet’te verdiği konferanslarında tanıdım. Mesela bunlardan “Mizancı” Murat Bey şehzadebaşı’nda “Romalıların yükselme ve alçalma devirleri” hakkında konferans veriyordu. Burada İttihâdçılar hadise çıkardı. Murat Bey’i vuracaklardı. Tiyatroyu emniyet mensubları sardı. O hadisede Said-i Nursi çıkıp halkı teskin etti. Yaptığı bir konuşma ile, hadiseyi yatıştırdı. Kim bilir ilerideki hadiseler belki de o gün çıkacaktı. Yaptığı vecîz ve te’sirli nasihatlerle halkı sükûnete çağırdı. Yoksa İttihâdçılar çok ileri gidecekti.
Hazret çok şeci’ bir insandı. Binaenaleyh kendisine i’tiraz olunmayacak bir surette, herkesin hoşuna gidecek bir şekilde konuşmayı bilirdi. İ’tiraza mahal bırakmazdı.» (22)
Bir diğer hatıra ise şudur;
«Yine o günlere yetişmiş Merhum Süleyman Çapanoğlu ise, aynı bu hadiseyi şöyle anlatır:
“Mizan gazetesinin sâhibi ve baş yazarı tarihçi Murat Bey, şehzadebaşı’nda, Ferah tiyatrosunda, İttihad ve Terakkî idaresiyle Roma devletinin mukayesesi için verdiği “Romalıların yükselme ve alçalma sebepleri” adlı konferansında, İttihad ve Terakki’ye karşı giriştiği tenkidler sebebiyle, salonu dolduran İttihadçıların gürültü çıkararak, hakaret ve sövme ile konferansını yarıda bıraktırmaları ve kendisinin tekrar kürsüye çıktığı takdirde tabanca çekilerek mani’ olunacağını bildirmesinden sonra, dinleyicilerin iki grup halinde birbirine girdiği, itişme ve kakışmaların başladığı sırada; birden bire bir yay gibi fırladığı koltuğun üzerinde gür bir ses ile: “Ya Eyyühel Müslimîn!” diye söze başlayarak, salona bir anda hâkim olduktan sonra; konuşma hürriyetine saygı göstermek lâzım geldiğini bir hatibin sözünün kesilmesinin ayıp olduğunu ve terbiye sınırlarının dışına çıkmanın, Meşrutiyet ve Hürriyeti i’lan etmiş bir millet için utanılacak bir hareket olduğunu,
İslâm dininin fikre saygı göstermeyi emrettiğini; sözlerini ayetlere, hadislere isnad ettirerek; İslâm tarihinden örnekler vererek; Hazret-i Muhammed (A.S.M.)’in müşaverelerini ve irşadkâr sözlerini ve hitabelerini şahid tutarak, terbiye ve nezaket dairesinde dağılmalarını tavsiye etti.
O bütün külhanbeyleri, şirretler veya yaygaracılar süt dökmüş kedi gibi dağılması, hâlâ hafızalarda yaşar.” (23)
Ayasofya Mevlidi’nde bizzat bulunan Hafız Ali Rıza Sağman’ın da konu ile ilgili hatırası şöyledir;
«Ayasofya Mevlidi’ni bizzât idrak etmiş meşhur Mevlidhan Hafız Ali Rıza Sağman da şöyle bir hâtırasını kaydetmektedir:
“1909’da Ayasofya Cami-i şerifinde okunan bir mevlidde Musullu meşhur Hafız Osman’ın okuduğu Mevlid ile Bediüzzaman’ın kürsüde, ayakta irad ettiği mev’ize şaheser idi.”
Volkan gazetesi 5 Nisan 1909, sayı: 95, Pazartesi tarih ve numaralı nüshasında, Üstâd’ın öğleden evvele hususi recalarla kürsîye çıktığını ve bir nutk-u beliğ îrad buyurduklarını kaydeder. Aynı gazete o hengamede nutkunu zapt edemediklerini ama bilahare’ kendisinden nutkun bir suretini alıp ileride neşredeceklerini yazmış, lâkin Volkan’ın sonraki sayılarında bu nutuk neşredilmemiştir.
Volkan’ın aynı sayısında mevlid-i şerifi okuyan Musullu meşhur Hafız Osman el-Mevlevî olduğunuda kaydeder.» (24)
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri Ayasofya’dan, mebuslara yani milletvekillerine dahi hitap ermiştir. Bu konu ne kadar biliyor ve gündem oldu? Maalesef çoğu kişinin bundan haberi bile yoktur. Bahsettiğimiz konunun geçtiği satırlara bir de yerinden bakalım;
«Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı –hâşâ ve kellâ– istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım. Lâkin yine korktum ki başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder diye ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Camii’nde mebusana hitaben feryat ettim. Ve söyledim ki:
Meşrutiyeti, meşruiyet unvanı ile telakki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdab-ı şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki namaz sahih ola. Zira hakaik-i meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dava ettim.» (25)
«Bediüzzaman’ın Ayasofya’daki hitabesi elbetteki bu bir iki cümleden ibaret değildir. Fakat hitabesinin özeti ve mevzuunun hülâsası budur.
Ayasofya’da yapılan bu büyük içtima’, elli bin kişiden fazla imiş. Bediüzzaman Hazretleri bu elli bin kişilik cemaata, hem de çeşitli ve muhtelif fikir sahiblerinden ve mütecessis niyetler taşıyan bir sürü insandan müteşekkil bir kalabalığa hitab etti. Herkes pür-dikkat ve huzur ile Üstâdı dinliyordu. Çok açık ve sarih olarak, pervasız ve endişesiz bir şekilde nutkunu okuyordu.
Bazı rivayetlere göre, Bediüzzaman’ın arkadaşlarından bir zât, cami’ giriş kapısına yakın bir yerde oturmuşken, onun pervasız ve celâdetli nutkunun bazı cümlelerinden dehşet almış.. tam o sırada, Bediüzzaman nutkunun burasında “Kabr-i kalbten hakaik çıplak çıkıyor, nâmahrem olanlar nazar etmesin” şeklinde serd-i kelâm etmiştir. Bu ifade, dinleyiciler arasında hafiyecilik yapanlara bir cevab olduğu gibi, sözlerinin şiddet ve celâdetinden dehşet alanlara da, bir çeşit cevab teşkil ediyordu. O cümlenin mânâsı: Kalbin derinliklerinden gerçekler kefensiz bir şekilde, olduğu gibi çıkmaktadırlar. Edebiyat veya kelâm rüşveti gibi perdelere sarılmadan mücerred hakikatlar çıplak olarak zuhur ediyor. Bu hakikatleri hazmedemiyenler veya korku ve telâş içinde dinliyenler dinlemesinler.» (26)
Tarihçe-i Hayat eserinde bir yazıda, Eski Said döneminde Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin hayat sahaları bir mektupta gayet mükemmel anlatılırken şu ifadeler geçmektedir;
«İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi namındaki matbu eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle; 31 Mart Hâdisesi’nde, bir nutuk ile isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi İstiklal Harbi’nde Hutuvat-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı, İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusanın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve yüz elli bin banknot –yüz altmış üç mebusun imzasıyla– medrese ve dârülfünuna tahsisatı kabul ettiren…» (27)
Yukarıda geçen “elli bin” ifadelerini tasdiken burada da “Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren” ifadeleri geçmektedir. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri Ayasofya’da vaaz û nasihat, nutuk ve insanları bilinçlendirmek için çaba sarf etmiştir.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin gençlik yıllarında Ayasofya’da kaldığı olmuştur. Ve oraya gelip Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ne sorular sormuşlardır. Abdurrahman Güzelyazıcı Hoca’nın konuyla ilgili bir hatırası ve orada sorulan soruya verilen cevap şu şekildedir;
«İstanbul Müftülüğü yapmış, çok değerli âlim, fazıl Abdurrahman Güzelyazıcı Hoca Efendi, Bediüzzaman Hazretleri’nin 1918-1922 hayat dönemine ait bazı hatıralarını şöyle yâd etmektedir:
“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi 50-55 sene evvelinden tanırım.” O zaman İstanbul’da Ayasofya’da kalırdı. Biz o zaman medresede talebe idik, kendilerini yakından tanırdım. Bana daima: “Şeyh Abdurrahman, Şeyh Abdurrahman!” diye iltifat ederdi.
Bir gün Ayasofya’da, hocalar ve talebeler kalabalık bir grup kendisine bir sual sordular: “Hanefîler imama uyuyor ve imam arkasında Fatiha okumuyorlar. Fakat Şafiîler imama uydukları halde Fatiha okuyorlar. Bunun hangisi doğru ve haktır? Hakikatte nefsü’l-emirde bu mes’elenin mahiyeti nedir?”
Sual nâzikti, kendisi Şafiî mezhebindendi, suali soranlar ise, Hanefî idiler. Şafiîlerin lehinde bir şey söylese, suali soranlara karşı iyi bir şey olmayacaktı. Hanefîlerin lehinde konuşsa yine olmayacaktı. Çünkü kendisi Şafiî idi… Çok yüksek ve parlak zekâya sahipti. Bu suale de zekâsının yardımı ile hemen bir cevab verdi. Daha bir çok müşkil mes’elelerden de zekâsının buluşlarıyla sıyırılıp çıkardı. Bakın bu suale nasıl cevab verdi:
“Şafiîler ekseriyetle köylü, bedevî ve köyde yaşayan insanlardır. Hanefîler ise; şehirli, medeni ve şehirde yaşayan insanlardır. Köyde herhangi bir mes’elenin müzakeresinde konuşma ve görüşme sırasında hem muhtar, hem imam, hem köyün ihtiyar hey’eti, hem köylülerin hepsi konuşurlar. Köy kahvesi şeklinde münazara ve münakaşa ile mes’elelerini hallederler. Şehirde ise, herhangi bir mes’elenin müzakere ve görüşülmesinde; şehirli ve medenî insanlar içlerinden bir temsilci seçerler, bu temsilci umum namına konuşur. Böylece mes’elelerini bir neticeye bağlarlar.
İşte imam arkasında Şâfiîlerin Fatiha okumasıyla, Hanefîlerin okumaması böyledir. Şafiîlerde herkes meramını anlatır. Hanefîlerde ise, bir imam ve bir temsilci onlar namına konuşur.”» (28)
Ayasofya’da Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin nutuk verdiğinin bir diğer şahidi ise, Diyanet İşleri Eski Başkanı Ahmed Hamdi Akseki’dir.
Ahmed Hamdi Efendi de şöyle anlatıyor; «Ayasofya Camiinde, binlerce kişiye, aziz kahraman Molla Said’in nutkunu anlatırken, hayretler içinde kaldık…» (29)

Üçüncü olarak; Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin Ayasofya’nın ‘vaziyet-i kudsiyesine’ çevirilip cami olmasını talep etmesidir. Meselâ;
«Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi öyle de Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâm’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilan etmelidirler. Tâ bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi başkalarının zalimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim.» (30)
Bir diğer lâhika mektubunda ise şunları okumaktayız;
«Hem Demokrat’a ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hristiyan devletlerini de memnun etmek için Ayasofya’yı muzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır.» (31)
Dikkat edilirse 3 madde sayıyor burada Üstâd Bediüzzaman.
1 – Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek
2 – Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak
3 – Âlem-i İslâm’ı, hattâ bir kısım Hristiyan devletlerini de memnun etmek için Ayasofya’yı muzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmak
Ezan-ı Muhammedi’yi aslına çevirmek Üstâd Bediüzzaman Hazretleri döneminde gerçekleştirildi. Ama diğer 2 madde sonraki döneme kalmış vazifelerdendir.
‘Ayasofya’yı muzahrefattan temizle’mek mânâsını “Ayasofya’yı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yap”ma (32) mevzusu açmaktadır.
3. Maddede geçen ‘Ayasofya’ için ‘muzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmak’ ifadesi mühimdir. Ama daha dikkat çekici olan ise, Ayasofya’nın camii olarak ibadete açılması meselesinin ‘bir kısım Hristiyan devletlerini de memnun etme’sidir. Bunun nasıl tahakkuk edeceğini zaman gösterecektir. Nitekim “her zamanın bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir.” (33)
Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarıp müzeye dönüştürüldüğü dönem ile ilgili şu değerlendirmeler ise yürek burkmaktadır;
«Ayet yazılı âbidelerini, kitabelerini parçalatan; Ayasofyada Allah, Muhammed ve Hulefa-ı raşidîn’in isimleri yazılı levhaları asırlardan beri durduğu yerden indiren ve cami, dışına çıkarıp görünmez bir yerde parçalatmak isteyen, fakat kapıdan çıkmadığı için Cami’nin bir köşesine atan .. Ve Bulgaristan’da dünyanın her tarafından gelen muhtelif Hristiyan murahhaslardan mürekkep toplantıya, buradan hususî murahhas gönderen; ve orada alınan kararlar mucibince Ayasofya’yı Cami’likten çıkarıp müze haline getiren, Amerikadan mimarlar celb edip; Allah, Peygamber ve Hulefa-i Raşidîn levhalarının arkasındaki Bizans putlarını bin itina ile meydana çıkaran kimdi?» (34)
Bu ifadeler ışığında ‘muzahrefat’ tabiri ile ‘puthane’ tabiri daha iyi anlaşılmaktadır.
Dr. Tahsin Tola’nın Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Ayasofya’nın camiye çevrilmesi’ ile ilgili bir hatırası şöyledir;
«Üstâd çok telaşlı idi. Gelen bir musibeti, bir felâketi önlemek istiyordu. Daha sonra şu haberi gönderdi;
“Ayasofya’yı tekrar camiye çeviriniz!.. Risale-i Nur’un serbestiyetini resmen ilân ediniz!.. Eğer bunları yaparsanız, biz de sizlere ismen dua etmeye karar vereceğiz.”» (35)
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ‘sizlere’ yani Ezan-ı Muhammedi’yi aslına çevirenlere ‘ismen dua etmeye karar ver’meyi, 2 şarta bağlıyor.
1 – Ayasofya’yı tekrar camiye çevirirseniz,
2 – Risale-i Nur’un serbestiyetini resmen ilân ederseniz.
Görüldüğü üzere Bediüzzaman’ın gündeminde hep istek olarak “Ayasofya” vardır.
Yine Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Ayasofya’ talebi ile ilgili bir hatırayı Bayram Yüksel Ağabey şöyle anlatıyor;
«”1950 senesi başlarında Üstad Hazretleri, Emirdağ’a gelmişti. O zaman Emirdağ’daki Çalışkanlar hanedanı, Hamza Emek, Mustafa Acet, Mustafa Bilal, Sadık Kalender, sıhhiye memuru Hayri Bey nöbetle Üstada hizmet ediyorlardı. Ben de bazen Emirdağ’ın pazarı olduğu, Salı günleri Emirdağ’a Üstadımızı ziyarete geldiğimde, sıhhiye memuru Hayri Beyden anahtarı alıp Üstad’ın yanına gidiyordum. Üstad’ın çayını, yemeğini pişirip, evini temizleyip, akşamları köye dönerdim.
“O sıralarda Aydın-Ortaklar’da Ahmed Feyzi Ağabeyin ziyaretine gitmiştim. Orada biraz kaldım. Ahmed Feyzi Ağabeyler de Üstadımıza verilmek üzere, onar kiloluk birer teneke zeytin ve zeytinyağını benimle göndermişlerdi. O sıralarda Sungur ve Ceylan Ağabeyler Ankara’da kalıyorlardı. Beni onların yanına gönderdi. Zeytin ve zeytinyağını da onlara götürmemi söyledi.
“Giderken DP Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı Beye hitaben bir mektup yazıp verdi. Ayrıca da
‘Git, onları tebrik et, Ezan-ı Muhammedi’yi serbest bırakmakla büyük bir kuvvet kazandıkları gibi, Risale-i Nurların neşrine ve Ayasofya’nın açılmasına çalışsınlar.’ demişti.» (36)
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, o dönemde ‘Ezan-ı Muhammedi’yi serbest bırak’anlar için, ‘Yeter bu kadar yaptığınız hizmet! Daha da bir şey yapmaya gerek yok!’ demiyor. Aksine bununla yetinilmeyip 2 tane daha istediğini arz ediyor. Şöyle ki;
1 – Risale-i Nurların neşredilmesi.
2 – Ayasofya’yı açılması.
Yani bize buradan bir pay düşmektedir. Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin 3 isteğinden 2’si Elhamdülillah vuku buldu. Ama bununla yetinmeyip 3. yapılması gereken “Risale-i Nur’un devlet eliyle basılması/Diyanet tarafından neşredilmesi” için çaba ve gayret sarf edilmelidir.
Ayasofya’nın açılması nihai son nokta değil, aksine bir başlangıçtır. Çünkü fetihler bitişi değil yeni fetihleri müjdeler.
Bediüzzaman Hazretleri, hayatta iken bizzat talebelerini Ayasofya konusunu konuşmak üzere devlet erkânlarına göndermiştir. Konuyla ilgili Veli Işık Kalyoncu şöyle anlatıyor;
«Bir defasında Üstadımız, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması için ağabeylerimizden birisini göndermiş; bunun için tek tek dindar milletvekilleri ile görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin bazılarında biz de bulunurduk. Üstadımız daha çok hizmet gayesi ile Sungur Ağabeyi, sonra Ceylan ve Bayram Ağabeyi gönderirdi. Bazen Zübeyir Ağabeyi de gönderdiği olurdu.» (37)
‘Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması’ için ’tek tek dindar milletvekilleri ile görüşmeler yapıl’mıştır. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, bu derece üzerinde durmuştur; Ayasofya’nın.
Ayasofya’nın fethinin, İttihâd-ı İslâm’ın tesisine bir mukaddime olması Rahman-ı Zü’l-Celal’den isteriz.
Tarihçe-i Hayat eserinde geçen bu duygu yüklü satırları hakkalyakin yaşamayı Allahu Teâlâ bizlere nasip ve müyesser eylesin;
«Rüyalarımız dahi neşe ve ferahla dolu… Düşmanlarımızın ise yüzleri daha ziyade karardı. Nifaklarının hiçbir şey yapmadığını ve yapamayacağını artık biliyorlar. Üstadımız, İstanbul’un şahsiyet devrinin yadigârı olan her şeye yeniden can verdiler. Kardeşlerimizin gözünde, şehrin manzarası birdenbire değişti. Ayasofya, Sarayburnu’na kadar uzandı. Minarelerinde yine ezan-ı Muhammedî (asm) okunuyor; içinde, hâfızlar yeniden Kur’an-ı Kerîm tilavetine başladılar. Fatih, her gün türbesinden kalkarak, fethettiği şehrin büyük ve mübarek misafirine “Hoş geldiniz!” diyor ve onu tebrik ediyor. Yeni Cami’nin şerefesinden Beyoğlu’nun en karanlık ve mülevves izbesine kadar nüfuz edecek ışık tufanını şimdiden görür gibi oluyoruz.
Hepsinin Ayasofya’nın, Fatih’in, Sultan Ahmed’in, Eyyüb’ün ve Süleymaniye’nin ve bütün Müslüman İstanbul’un hicab perdelerini yüzlerinden atışı ve bize daha muhteşem ve daha samimi görünmeleri, bu büyük teşriften ve bu ulvi nurdan. Üstadımız, artık bu şehrin güneşi. O giderse ufkundaki güneş de onu takip edecek ve milyonluk şehir kararıverecek. Tesellimiz, Fatih şehrinin Risale-i Nur’la aydınlanacağı ve parlayacağı ümididir.» (38)

Yaptığımız bu çalışma ile amacımız “Ayasofya Dâvâsının Mümessili – yani Temsilcisi – olan Üstâd Bediüzzaman Hazretleri”nin, Ayasofya’ya bakış açısı ve eserlerine nasıl aldığı konusunda naçizane bir katkı sağlamaktan ibarettir.
Biz de Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri gibi diyoruz ki; “Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!” (39)
Bir müjdeyi de yazımızı eklemek istiyorum;
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, «Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile–
سَتُفْتَحُ الْقُسْطَنْطٖينِيَّةُ فَنِعْمَ الْاَمٖيرُ اَمٖيرُهَا وَنِعْمَ الْجَيْشُ جَيْشُهَا
deyip İstanbul’un İslâm eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih’in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.» (40)
Hadîs-i Şerîf’in meâli ise şu şekildedir; “İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.” (41)
Bu hadîs-i şerîfte birinci fetihe açık işaret olduğu gibi, fethin sembolü olan ikinci fethe de remzen işaret vardır.
Son olarak Fatih Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya ile ilgili Arapça Vakfiyesinin Tercümesini beyan etmek istiyorum;
“İşte bu benim Ayasofya vakfiyem dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse, onu iptal veya tecile koşarsa, fasit veya fasık teville veya herhangi bir dalâvereyle Ayasofya Camii’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek mütevelli hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterine kaydeder veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar! Bu sebeple bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen lâneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır Allah İşitendir, Bilendir.” (42)
Burada geçen “Bu sebeple bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen lâneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.” şeklindeki lanetten tüm milletimiz kurtulduğu için Cenâb-ı Vâcibü’l-vücud olan Allah’a yüz binler şükür olsun.
Vesselâm.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1 – Bediüzzaman Said Nursî, Şualar, s. 383
2 – Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat Tüluhat İşârat, s. 26; Âsâr-ı Bedîiyye, s. 140
3 – Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bedîiyye, s. 123
4 – Son Şahitler, c. 2, Selahaddin Çelebi Hatıralarından
5 – Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 225
6 – Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 622
7 – Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 388
8 – Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s. 70
9 – Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nurîye, Tercüme: Abdülkadir Badıllı, s. 164
10 – Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nurîye, Tercüme: Abdülkadir Badıllı, s. 438
11 – Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bedîiyye, s. 595
12 – Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 469
13 – Kur’ân-ı Kerîm, Diyanet İşleri Meâli Yeni, Tevbe Sûresi 32. Âyet Meâli
14 – Hatırayı 1990’da Rüştü Tafralı Ağabey’den bizzat Ali Kemal Pekkendir Ağabey dinlemiştir.
15 – Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 498
16 – Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 835-836
17 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 572
18 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 35
19 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 1, s. 253
20 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 63
21 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s. 250
22 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s. 251’den naklen; Bkz. Aydınlar Konuşuyor, s. 168
23 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s. 251-252’den naklen; Bkz. Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursi, s. 110-111
24 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 1, s. 257
25 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 62-63
26 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 1, s. 255
27 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 253
28 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 1, s. 507-508
29 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 3, s. 1752
30 – Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası 2, s. 163-164
31 – Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası 2, s. 235
32 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 564
33 – Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemat , s. 22
34 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 3, s. 1742
35 – Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat 3, s. 2007; Son Şahitler, c. 4, Dr. Tahsin Tola Hatıralarından
36 – Son Şahitler, c. 3, Bayram Yüksel Hatıralarından
37 – Son Şahitler, c. 4, Veli Işık Kalyoncu Hatıralarından
38 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 656
39 – Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 130
40 – Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 117-118
41 – El-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218
42 – Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453 (Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Bulunan Ayasofya İle İlgili Arapça Vakfiyenin Tercümesi)

Oyun parkı çocukların camiye ilgisini artırdı

Gaziantep’te hayırseverler tarafından yaptırılan Zahidiye Camisi’ndeki Kur’an kursu ve kreşe devam eden çocuklar, hem dinini öğreniyor hem de kendileri için oluşturulan oyun parkında gönüllerince vakit geçiriyor.

Çocuklara uygun abdest alma yerlerinin de bulunduğu cami, miniklerden büyük ilgi görüyor.

Cami imamı Hasan Şengün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sabah saatlerinde Kur’an kursu, öğleden sonra kreş hizmeti verilen camide çocukların çok rahat bir şekilde abdest alması ve dinini güzel vakit geçirerek öğrenmesinin hem velileri hem de kendilerini mutlu ettiğini belirtti.

İlk kez gelen çocukların oyun parkı ile karşılaşınca şaşırdığını anlatan Şengün, miniklerin ortama kısa sürede alışarak camiyi çok sevdiğini dile getirdi.

Şengün, şunları kaydetti:

“Çocuklarımızın abdest almada zorlandığını görüyorduk, o nedenle boylarına uygun abdest alma yeri oluşturduk. Ayrıca boş zamanlarında güzel vakit geçirmeleri için oyun alanı bulunuyor. Camiye ilk kez gelen çocuklarımız, kendileri için hazırlanan bu yerleri görünce heyecanlanıyor ve kısa süre sonra alışıyor. Kendilerine ait özel yerlerin olması nedeniyle camiye aidiyet hissi artıyor. Bu da aileleri ve bizleri çok memnun ediyor. Başta müftülüğümüz olmak üzere, desteklerini esirgemeyen hayırsever vatandaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.”

“Bir gün bile zorla getirmedik”

Öğretmen Mehmet Ünal, 5 ve 2 yaşlarındaki çocuklarının camiye keyifle, isteyerek geldiğini anlattı.

Yaşları küçük olmasına rağmen çocuklarını camiye getirirken hiç zorlanmadığını ifade eden Ünal, “Bir aydır geliyoruz bir gün bile zorla getirmedik. Gelirken ağlamak gibi bir sorunumuz yok. Tam tersine akşamları bizi caminin önünde bekletiyorlar. Akşam eve geldiklerinde de çok mutlu olduklarını görüyoruz. Yaptıklarını heyecanla anlatıyorlar. Akşam yemeğine başlarken besmeleyle başlayıp sonunu şükürle bitiriyorlar. Dinlerini severek öğrendiklerini görmek bizi çok memnun ediyor” diye konuştu.

AA

Beştepe Millet Camii Dualarla İbadete Açıldı…

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi yerleşkesinde yer alan Beştepe Millet Camii, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in katıldığı törenle ibadete açıldı.

Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin bir sentezi olan ve aynı anda 3 bin kişinin ibadet edebileceği Camiinin açılışında dua eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, duasında, “Camilerimizi, mabetlerimizi sevgili Peygamberimizin mübarek omuzlarında kerpiç taşıyarak inşa ettiği ve içinde sahabe-i kiramı yetiştirdiği, ümmeti ilmek ilmek dokuduğu Mescid-i Nebevi’nin ruhundan mahrum bırakma Allah’ım” ifadelerine yer verdi.

Duasına İslam alemini de dahil eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları söyledi;

“Camilerimizi Hz. İbrahim’in tevhit mesajından, Hz. İsmail’in insanlığa getirdiği teslimiyetten mahrum eyleme Allah’ım…”

İlahi ya Rabbi, mübarek ramazan ayında rahmet ve mağfiret ikliminde, Başkentimizde, bir ulu mabedin Cuma günü açılışında bizleri buluşturduğun için sana hamd ediyoruz. Hamdımızı kabul eyle Allah’ım. Biraz sonra içinde içinde ibadet edeceğimiz ulu mabedi ve bütün mabetlerimizi, Kabetullah’ın birer şubesi olan camilerimizi Kabetullah’ın ruhundan Hz. İbrahim’in getirdiği tevhit mesajından, Hz. İsmail’in insanlığa getirdiği teslimiyetten mahrum eyleme Allah’ım.

Camilerimizi, Peygamberimizin ümmeti ilmek ilmek dokuduğu Mescid-i Nebevi’nin ruhundan mahrum bırakma Allah’ım…”

Camilerimizi, mabetlerimizi sevgili Peygamberimizin mübarek omuzlarında kerpiç taşıyarak inşa ettiği ve içinde sahabe-i kiramı yetiştirdiği, ümmeti ilmek ilmek dokuduğu Mescid-i Nebevi’nin ruhundan mahrum bırakma Allah’ım.

“Bizi ve zürriyetimizi, çocuklarımızı, gençlerimizi, nesillerimizi namazsız bırakma Allah’ım…”

Bu mübarek ramazan gününde, mübarek Cuma gününde, bu mübarek mabedin açılışında, Hz. İbrahim’in duasıyla sana yalvarıyoruz, Allah’ım, bizi ve zürriyetimizi, çocuklarımızı, gençlerimizi, nesillerimizi namazsız bırakma Allah’ım. Sana hesap verecek alınlarımızı secdesiz bırakma Allah’ım. Secdede sana yakın olmayı bize nasip et Allah’ım.

Çocuklarımızın, gençlerimizin ruhundan cami, mabed, mescid sevgisi ve muhabbeti, emelleri olmaktan asla çıkmasın Allah’ım…”

Secdelerimizde, her türlü kibri, gururu bırakan tevazuu öğrenen kullarından eyle Allah’ım. İstiklal şairimizin ifade ettiği gibi;

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli;

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Bizim çocuklarımızın, gençlerimizin ruhundan cami, mabed, mescid sevgisi ve muhabbeti emelleri olmaktan asla çıkmasın Allah’ım. Sevgili Peygamberimizin ideal müminleri tarif ederken, ‘Kalbi mescitlere bağlı mümin’ diyor. Bizleri, kalplerimizi camilere, mescitlere bağlı olmaktan mahrum bırakma Allah’ım. Peygamberimiz ideal gençliği tarifi gibi, neşeyi ve huzuru rabbine ibadet etmede bulan gençlik lütfeyle Allah’ım.

“Her türlü masuniyete sahip camilerin içine dahi giren kötülüklerden İslam alemini uzaklaştır Allah’ım…”

Son yıllarda İslam âleminde büyük acılar yaşanıyor. Bu acılar her türlü masuniyete sahip olan camilerin, mabedlerin içine dahi girdi. Müminler camilerin içinde dahi birbirlerini katletmeye başladılar. Bir an önce İslam alemini bu kötülüklerden uzaklaştır Allah’ım.

“Camilerimizi imar etmeyi lütfettiğin gibi gönül dünyalarımızı da imar etmeyi bizlere lütfeyle Allah’ım…”

Camilerimizi, mescitlerimizi imar etmeyi lütfettiğin gibi gönül dünyalarımızı da imar etmeyi bizlere lütfeyle Allah’ım. Camilerin asıl büyük gayesi, müminlerin kalplerini birleştirmek, saflarını düzeltmektir. Saflarımızı camilerde birleştirdiğimiz, düzelttiğimiz gibi ruhlarımızı ve kalplerimizi de kaynaştırmayı bizlere nasip eyle Allah’ım.

“Şahadeti dinin temeli olan ezanları, milletimizin, alemi İslam’ın semasından hiçbir zaman eksik etme Allah’ım…”

Camilerimiz, minarelerimiz tevhidin simgesi olmaktan asla bir gün bile çıkmasın Allah’ım. Bu ezanlar ki şahadeti dinin temeli olan ezanları milletimizin semasından, alemi İslam’ın semasından hiçbir zaman eksik etme Allah’ım. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise açılışta yaptığı konuşmada, “Bizim medeniyetimizin en önemli maddi unsurları camilerimizdir. İnşa edilen her cami bu topraklara vurduğumuz yeni bir mühürdür. Bu mühürlerin her biri de coğrafyamızdaki tapu senetlerimizdir” dedi.

Beştepe Millet Cami’sinin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, caminin ismini de açıklayarak, “Camimiz, Beştepe Millet Camii ve Kongre Merkezi olarak bugün açılışı yapılıyor. Adı Beştepe Millet Camii. Milletimize hayırlı olsun” ifadesini kullandı.

Caminin, Ankara’ya ve bölgeye kazandırılmasında emeği geçenlere teşekkür eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu;

“İnşa edilen her cami bu topraklara vurduğumuz yeni bir mühürdür…”

Bu camide kılınacak namazların, edilecek duaların Allah katında kabul olmasını niyaz ediyorum. Allah’tan, bu mübarek günlerin hürmetine dünyanın her yerindeki Müslüman kardeşlerimizi yaşadıkları sıkıntılardan, maruz kaldıkları zulümlerden kurtarmasını niyaz ediyorum. Bu caminin gerek mimarisi, gerek külliye bütünlüğü içindeki konumuyla hem bölgeye, hem Ankara’ya, hem de ülkemize çok önemli katkılar sağladığına inanıyorum. Bizim medeniyetimizin en önemli maddi unsurları camilerimizdir. İnşa edilen her cami bu topraklara vurduğumuz yeni bir mühürdür. Bu mühürlerin her biri de coğrafyamızdaki tapu senetlerimizdir. Bizim ibadet mekanlarımızın büyüklüğü ve güzelliği, bu binaların yükseldikleri beldelere kattıkları anlam sebebiyledir.

“Camilerimizin büyüklüğü ve güzelliği, bizim için ancak iftihar kaynağıdır…”

Bugün nerede bir kubbe, bir minare varsa biliyoruz ki orası Müslüman yurdudur. Şehadetleri dinin temeli olan ezanlar, işte o minarelerden yükselir. Günde beş vakit namaza işte o kubbelerin altında durulur. Bu bakımdan camilerimizin büyüklüğü ve güzelliği, bizim için ancak iftihar kaynağıdır. Nasıl İstanbul deyince yedi tepesindeki yedi cami aklımıza geliyorsa inşallah Ankara’yı da aynı özelliğe kavuşturuyoruz.

“Dünyanın çeşitli yerlerinde büyük acılar yaşanırken, iftarımızı, sahurumuzu yapmak bize ağır geliyor…”

Bilhassa da Suriye ve Irak’taki kardeşlerimizin yaşadığı sıkıntılar, Mısır’da yaşanan sıkıntılar, maruz kaldıkları zulüm tüm şiddetiyle devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde çeşitli ülkelerde canlı bomba ve silahlı baskın eylemleri gibi yine bu mübarek günlerin mesajına tamamen ters hadiselere şahit olduk. Uzak coğrafyalarda orucun ve namazın dahi yasaklandığı yerlerde hayat mücadelesi veren kardeşlerimizin olduğunu biliyoruz. Müslümanların, ilk kıblemiz Kudüs’e sokulmak istenmediği günler yaşıyoruz. Afrika’da açlığın, sefaletin, yokluğun, hastalığın pençesinde kıvranan kardeşlerimizin olduğunu bilerek, iftarımızı, sahurumuzu yapmak bize ağır geliyor. Yerinden yurdundan edilmiş, tüm hayatı altüst olmuş kardeşlerimizin bir kısmını biz ülkemizde misafir ediyoruz. Bir kısmı başka yerlere sığınmış durumda. İnşallah camilerimizde, evlerimizde yapılan ibadetlerin ve bu noktada bütün kardeşlerimin yaptıkları duaların bereketiyle tüm Müslümanlar, yaşadıkları sıkıntılardan Allah’ın izniyle kurtulacaklardır.

Beştepe Millet Camii…

Cami, 5 bin 177 metrekare oturuma sahip olarak, bodrum, namaz katı ve mahfil katından oluşuyor. Ana kubbe ve dört yarım kubbe ile örtülü bulunuyor. Yarım kubbelerin bitiminde her birinde iki şerefe olan, yüksekliği yaklaşık 60 metreyi bulan dört adet minare bulunuyor. Ana kubbe iç çapı, yaklaşık olarak 21 metredir. Ana kubbenin zeminden yüksekliği içten yaklaşık 30 metredir. Yarım kubbelerin iç yarıçapı, yaklaşık 8 metredir. Cami girişindeki taç kapı, 2 metre 80 santim genişliğindedir. Açılır bölümü 3 metre 75 santim olan ve toplam 6 metre 75 santim doğrama yüksekliğine sahip olan kapı, mermer kaplama ve metal süslemelerle oluşturuldu. Karşılama yazısı olarak Rad Suresi 24. ayet ile taçlandırıldı. Camiye engellilerin girişi için rampa düzeniyle yan girişler oluşturuldu.

Camide yer alan hat levhalarda, devlet, adalet, hak mesajları…

Camideki hat sanatında yer alan ayetler devlet, adalet, hak, doğruluk mesajları üzerine seçilerek tanzim edildi. Cami, Selçuklu ve Osmanlı mimarlık tarihinin bir sentezi olarak, yerleşkedeki kütlesel bütünlüğü tamamlayacak ve kıble aksını vurgulayacak şekilde yerleştirildi. Yan cephelerde ve kubbelerde kullanılan bol miktarda pencereyle, iç mekanda doğal ışığın gücü kullanılarak manevi bir atmosfer sağlanması amaçlandı.

5 milyon cilt eser alabilecek ileri teknolojiye sahip Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi yapılıyor…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, caminin kıble kısmında, çok amaçlı salonların olduğu bir merkezin yer aldığı belirterek, Kongre Merkezinin hemen sağ tarafında, 5 milyon cilt eser alabilecek şekilde en ileri teknolojiye sahip Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’nin şuanda projelerinin bittiğini kaydetti.

Açılışa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra TBMM Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar, Milletvekilleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Beştepe Millet Camiinde ilk hutbeyi Diyanet İşleri Başkanı Görmez verdi…

Dualarla ibadete açılan camide ilk Cuma namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Görmez, halka hutbe irat etti.

Hutbesinde, mescitlerin gayesinin, sadece namaz kılmak değil, müminlerin kalplerini ve ruhlarını kaynaştırmak ve ümmeti inşa etmek olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, “Mescitlerin gayesi sadece namaz kılmak değildir, mescitlerin gayesi, müminlerin kalplerini ve ruhlarını kaynaştırmak, müminlerin saflarını birleştirmek, müminleri ilim, hikmet ve mağfiretle donatmak, müminleri gergef gergef örmek, ümmeti inşa etmek, onların duygularını, düşüncelerini ilmek ilmek dokumaktır” şeklinde konuştu.

Yeryüzü kendisine mescit kılındığı halde Hz. Peygamberin mescit inşa ettiğini bunun bir anlamı olduğunu kaydeden Başkan Görmez, Beştepe Millet Camiinin minberinden verdiği ilk hutbede şu ifadelere yer verdi;

“Yeryüzü kendisine mescit kılındığı halde Efendiler Efendisinin mescit inşa etmesinin bir anlamı vardır…”

Mescitleri ancak Allah’a iman edenler, ahirete iman edenler, namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, namaz ve zekatı birbirinden ayırmayanlar ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayanlar ancak iman edebilirler. Hadisi Şerifinde Yüce Peygamberimiz şöyle buyuruyor: Yeryüzü bana temiz ve mescit kılındı. Bütün yeryüzü bana mescit kılındı. Ümmetimden herhangi bir insan nerede namaz vakti girerse temiz toprağın üzerinde namazını eda edebilir. Efendiler Efendisi böyle dediği anda, yeryüzü bana mescit kılındı buyurduğu halde Mekke’de Mescid-i Haram putlarla dolu olduğu için hep bir mescit arayışında oldu. Rabbimiz emri ve isteğiyle Medine’ye hicret etti. Medine’ye hicret ederken daha Medine’ye varmadan Kuba’da, küçük Kuba köyünde İslam’a ilk girenlerle beraber bir mescit inşa etti. Rabbimiz bize o mescidi, temelleri takva üzerine kurulan bir mescit olarak ilan etti. Sonra Medine’ye vardı. Medine’ye daha vardığı gün Ebu Eyyûb el-Ensari’nin evinde misafir olduğu gün sahabeyle ilk buluştuğu an ilk düşündüğü şey Mescid-i Nebevi’yi inşa etmek oldu. Mescid-i Nebevi inşa edilirken mübarek sırtında kerpiçler taşıdı. Harcına bizzat kendi alın terini koydu.

“Mescitlerin gayesi, sadece namaz kılmak değil, müminlerin kalplerini ve ruhlarını kaynaştırmak ve ümmeti inşa etmektir…”

Yeryüzü Resulü Ekrem’e mescit kılındığı halde biz Müslümanlar temiz olan topraklarda namaz kılabildiğimiz halde Resulü Ekrem neden Mescid-i Nebevi’yi inşa etti. Her kim dünyada müminler için bir mescit inşa ederse, Rabbim de ona cennette evler lütfedecektir diyerek müminleri mescitler inşa etmeye neden teşvik etti. Zira mescitlerin gayesi sadece namaz kılmak değildir, zira caminin yapılış gayesi, sadece hafta bir gün, Cuma günü toplanıp namaz kılıp orayı terk etmek değildir. Mescitlerin gayesi, müminlerin kalplerini ve ruhlarını kaynaştırmak, müminlerin saflarını birleştirmek, müminleri ilim, hikmet ve mağfiretle donatmak, müminleri gergef gerfef örmek, ümmeti inşa etmek, onların duygularını, düşüncelerini ilmek ilmek dokumak; mescitlerin asıl gayesidir.

“Mescitlerin asıl gayesi gönülleri imar etmektir…”

Yüce Kitabımızda Rabbimizin Peygamberin diliyle ifade buyurdukları insanların bir yaratılış gayesi vardır, bir cümleden ibarettir bu; Allah sizi topraktan yarattı, sizi yerden yarattı ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi. Bu küçük ayet öyle bir ayettir ki İslam medeniyetinin ilk mutasavvıfları bu ayetten bir gönül felsefesi inşa ettiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki; mescitlerin asıl gayesi gönülleri imar etmekti. Gönülleri imar etmeyen müminlerin yeryüzünü mimar edemeyeceği, yeryüzünü harabeye çevireceklerini biliyorlardı. Mescitlerin asıl gayesinin tevhit olduğunu, birlik olduğunu onlar biliyorlardı.

“Camilerimiz hakkın, hakikatin, adaletin simgeleridir…”

Her cami insana öğüttür. Camilerimiz minaresiyle, tevhidin simgesi ve sembolleridir, minaresiyle tevhidin, tevhit ile vahdet arasındaki ilişkiyi ilan eden mekanlardır. Ezanlarıyla, ezanlarıyla camilerimiz şahadetin merkezleridir, ezanlarıyla, ezanlar milletlerin toplu şahadetleridir, milletlerin tevhidin sembolü olan minarelerin ucundan semaya doğru toplu şahadetleri ezandır. Camilerimiz minberleriyle ilmin, hikmetin, marifetlerin merkezleridir. Biz orada Rabbimizi öğreniriz, biz orada Peygamberimizi, orada dünyamızı, ahiretimizi öğreniriz. Camilerimiz kürsüleriyle tebliğin, davetin, merkezidir. Camilerimiz mihraplarıyla hakkın, hakikatin, adaletin simgeleridir.

“Mihrap, haksızlıkla, adaletsizlikle, kötülükle mücadelenin simgesi ve mekanıdır…”

Biraz sonra içinde size namaz kıldıracağım mekanın adı mihraptır. Mihrap ‘Harp’ kökünden gelir. Zira mihrap, haksızlıkla, adaletsizlikle, kötülükle mücadelenin simgesi ve mekanıdır.

Ter insanın göğsünde taşıdığı kalp Rahman’ın evidir, camiler de Rahman’ın evidir. Rahman’ın evi olan kalpler ancak Rahman’ın evi olan camilerde ve mabetlerde Allah’ı zikrederek huzura kavuşur. Cami bizlere birlik öğretir. Cami bize aynı zamanda dillerin, ırkın, rengin hiçbir geçerliliği olmadığını ilan eder. Şu camiden girdiğiniz andan itibaren, her birlikte Allah’ın huzurunda saf tutmuş müminler topluluğu olarak Rabbimiz huzuruna kabul eder. Birlik ve kardeşliğin hatlara, taçlara, nakışlara işlenmiş halidir cami. Ve camilerimiz, her cami yeryüzünün ilk mabedi olan Kabe’nin şubeleridir, onun nurunu taşır, Kabe’nin ışığını taşır her mescit. Kıbleye yönelişimizle birlikte mihrabın Kabe’yle ilişkisiyle birlikte her cami mihrabı doğrudan Kabetullah’a bağlanır ve bu ümmetin birliğini ifade eder, sembolize eder. Her camide Mescid-i Nebevi’nin ışığı ve nuru vardır.

Diyanet.gov.tr

Cami İmam-Hatibinden Örnek Faaliyet

Çocuklar ve gençleri namaza alıştırmak için yaptığı faaliyetler ile örnek teşkil eden Göçbeyli Camii İmamı İbrahim Aslan ile sohbet roportajımız.

Hocam kendinizi tanıtırmısınız?
– İsmim İbrahim Aslan memleketim Hatay yayladağı. İlk görev yerim olan İstanbul Pendik ilçesi Göçbeyli Köyyeri Camiinde dört senedir vazife yapmaktayım. Bulunduğum köy güzel ve insanları mütedeyyin.

Çocukları namaza alıştırmada nasıl bir yol takip ediyorsunuz?

– Görev yerime geldiğimde  cemaatimiz yaşlı insanlardan ibaretti. Orta ve genç yaştaki insanları davet etmeye çalıştık fakat bunun uzun vadede gerçekleşeceğini anladık. Çocuklara haydi çocuklar namaza isimli bir yarışma başlattık ve mahallemizdeki otuzdokuz çocuğun otuzu iştirak etti. Namazları puanlandırdık. Akşam 2 puan, sabah 5 puan gibi. Dereceye girenlere tablet,  fotoğraf makinası, mp4, mp3, gibi çeşitli hediyeler dağıttık.
Bunun yanında hafta içi kurs düzenledik elif-ba, namaz sureleri ezberi, Risale-Nurdan vecize ezberi, tesbihat, aşirler vs. Puanlamaya bunları da dahil ettik. Babasını akrabasını arkadaşını camiye getirenlere de puan verdik. Kısacası çocukların yaptığı hayırlı ne varsa puana dahil ettik. Ve yüzde doksan verimli oldu elhamdulillah.

Hediyeleri nasıl temin ediyorsunuz?
– İşadamlarından, cuma cemaatinden, öğrenci velilerinden bazan da köy kahvesinden topladık.

Hediye olmadığı zamanlar gelen oluyor mu?
– Maalesef. Biz de her zaman hediye alamadık ve şu çözümü bulduk; kaliteli bir oyun konsolu aldık ve projeksiyon ile perdeye yansıttık, dev ekranda çocuklara oyun oynattık. Bahsettiğim puanlama sistemini, ‘her artı bir oyun’ şeklinde düzenledik aynı şakilde verim aldık. Böylelikle kesintisiz cami çocuk bağını kurduk.

Şu an vereceğiniz hediye faaliyeti var mı?
– Kış sezonunun ve yaz tatili sonunda birinci olana bisiklet hediye edeceğiz. Bunlara ilaveten yaz Kuran kursunda çocukları havuza götürüyoruz.

Çocukların aileleri nasıl bakıyor bu faaliyetinize?
– Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Memnuniyetlerini her fırsatta dile getiriyorlar dua ediyorlar. Bazan da çocuklarıyla birlikte camiye geliyorlar.

Biraz da gençlere yönelik faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
– Gençlerle de diyaloğumuz çok iyi. Zaman zaman halısaha maçlarına gidiyoruz. Ayda bir camimizin dershanesinde çiğköfte ikramlı sohbetimiz oluyor. Her hafta bir gencimizin evine misafir oluyoruz tabi diğer gençler de iştirak ediyor. Yasin okuyup dua ettikten sonra dersimizi okuyoruz. Bu programı ev ziyaretlerinde de uyguluyoruz.

Efendim bu meyanda sosyal medyayı kullanıyor musunuz?
-Tabiiki. Facebook’ta camimizin sayfası var faaliyetlerimizi ve duyurularımızı ordan paylaşıyoruz. Ayrıca whatsapta grubumuz var oradan da haberleşiyoruz.

Hocam son olarak meslektaşlarınıza tavsiyeniz var mı?
– Meslektaşlarıma acizane tavsiyem; mesuliyetimiz çok ağır. Ezanın duyulduğu her evden mesuluz. Görev mahallimizde girip çıkmadığımız ev ve işyeri kalmamalı.
Önce kendi imanımızı güçlendirmeli sonra da cemaatin imanını nasıl artırmaya yardımcı olurum diye düşünmeli, dert edinmeli.
Çocuklara ve gençlere önem vermeli bunun yanında diğer insanları da unutmamalı onları da camiye davetin yollarını aramalı vesselam.

Kıymetli vaktinizi ayırdınız Allah razı olsun. Allah hizmetinizi daim etsin.
-Amin. Sizden de Allah razı olsun. Rabbim bizleri dünyada ve ahirette muvaffak eylesin. İhlaslı kullarının zümresine dahil etsin. Amin.
Furkan Fudayl

Nepal’de Camiye Said Nursî Medresetüzzehra Adı Verildi

İnşa edilecek caminin adı Said Nursî Medretüzzehra olarak kararlaştırıldı

İHH İnsanî Yardım Vakfı öncülüğünde Nepal’in Sunsari eyaletindeki Ramnagar Bhutaha kasabasında Said Nursî Medretüzzehra Camii inşa ediliyor. Jamiatul Islah Al Islamia Derneği’ne ait bir külliyede temeli atılan caminin inşatı, Ankaralı bir hayırsever tarafından finanse ediliyor.

Ülkede üçüncü büyük din konumundaki İslâmiyet hızla geniş kitlelere yayılırken, bu coğrafyada çalışan dernek ve vakıflar da özveriyle çalışarak üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor ve bu sürece çok olumlu katkılar yapıyor. Jamiatul Islah Al Islamia Derneği’ne ait cami artık yetersiz kaldığı için Müslümanlar burada ihtiyaçlara cevap verecek daha büyük bir cami inşa etmek adına proje hazırladı ve inşa edilecek caminin adı Said Nursî Medretüzzehra olarak kararlaştırıldı.

Yeni inşa edilecek cami, hafızlık eğitiminin geliştirilmesine için de önemli bir adım. Eskiden olduğu gibi külliyede hafızlı eğitimi alan 2 bin 500 civarındaki talebe öğrenimlerine camide devam edebilecek. Talebeler için 65 civarında hoca da burada hizmet veriyor. Cami ile birlikte yapılacak olan abdesthane ve su deposu inşaatlarının toplamda 100 bin dolara mâl olması bekleniyor.

Müslümanların daha iyi şartlarda ibadet edebilmesi ve genç kuşaklara yönelik İslâmî eğitim faaliyetlerinin devam edebilmesinde camiler önemli yer tutarken, Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde camilerin simgesel bir önemi de bulunuyor. Bu yüzden Nepal’de inşa edilen Said Nursî Medretüzzehra Camii, ülkede İslâm’ın gelişmesi ve tanıtılması açısından oldukça önem arz ediyor.

ÜLKEDE İSLÂM HIZLA YAYILIYOR

Güney Asya’da yer alan Nepal, Çin ve Hindistan’ın arasında 147 bin kilometrekarelik bir alana sahip. Ülke, kuzeyinde Himalayalar ve güneyinde ormanlık Terrai bölgesi ile çevrelenmiş. 29 milyon civarında nüfusa sahip olan Nepal’de halkın büyük bölümü tarımla uğraşıyor. Ülke halkının yüzde 80’i Hindu. İslâm, bu bölgede hızla yayılırken, 2006 sayımına göre ülke nüfusunun yüzde 8’ini Müslümanlar oluşturuyor. Ülkede ayrıca, çok sayıda etnik grup bulunmakta ve çok sayıda dil konuşulmakta. Devletin resmi dili Nepali, Sanskritçe ve Moğolca. Cumhuriyetle yönetilen Nepal’in başşehri Katmandu, aynı zamanda ülkenin en gelişmiş ve büyük şehri olma özelliğini taşıyor. Dünyanın en fakir ülkeleri arasında gösterilen Nepal’in ekonomisinde 1990’lı yıllardan itibaren birtakım olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamış olmasına rağmen henüz yoksulluğun giderilmesine yönelik yeterli bir gelişme sağlanamamış.

Yeni Asya