Etiket arşivi: cami

Camiler Çocuklara “Cısss!” mı?

Cami cemaatlerine baktığımız zaman genelde çocuk cemaati görememekteyiz. Görebildiklerimizi de ya teravih namazlarında ya da mübarek gecelerde görmekteyiz. Çocuklar bugün cami cemaate katılmıyorlarsa bu, anne babalar kadar cami cemaatinden de kaynaklanmaktadır.

Ramazan’ın sonuna doğru yaklaşırken teravihlerde camiler, çocuklar adına cıvıl cıvıl olmaya devam etmesi gerekirdi. Fakat bazı camilerde cami cemaati yüzünden çocukları pek göremiyoruz. Caminizde bir saf çocuk cemaatiniz var mı diye sorduğum bir dostumuz; “Ne çocuğu hocam; bir ayağı çukurda 70 yaşında ihtiyar bir amcamız var, onun sayesinde çocuklar teravihe gelmez oldular.” dedi.

Bir gün camide namaz kılmak için ezanın okunmasını bekliyordum. O sırada arkada oturan iki çocuk, kendi aralarında fısıltı şekilde konuşmaya başladı. Ön safta oturan cemaatten biri kalktı ve çocukların kulağında tuttuğu gibi caminin kapısına doğru yöneldi. Hemen koştum ve “Amca sen ne yapıyorsun? Camide çocuk mu dövülür?” dedim. Adam çocukları bıraktı, kendince gerekçelerini açıklama adına da benimle tartışmaya başladı. Cemaat başımıza toplandı ve kimisi beni, kimisi de adamı desteklemeye başladı. Baktım olay farklı boyutlara gidecek, bende Peygamber Efendimizin (s.a.v) çocuklara karşı yaklaşımını iki örnekle açıklamaya çalıştım:

Bir gün cemaatle kılınan bir namaz esnasında Hz. Peygamber secdeye varır. Secde o kadar uzun sürer ki, cemaatteki sahabeler ne olduğunu merak ederler. Muhtemel vahyin geldiğini düşünürler. Namaz bittikten sonra, secdenin uzamasının hikmetini sorarlar. Efendimiz (s.a.v):

-”Secdeye vardığımda torunum Hüseyin sırtıma çıktı. Evde devamlı böyle yaptığından, onu sırtımdan atamadım ve bu yüzden secde uzun sürdü.” (Buhari) buyurur.

Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) mescitte hutbe okurken Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin çıkageldiler. Sırtlarında birer kırmızı gömlek vardı. Yürüyorlar fakat arada sürçüyorlardı. Hz. Peygamber minberden indi, onları taşıyarak önüne koydu ve sonra şöyle buyurdu:

– “Allah’ın, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir sözü, haktır. Şu iki çocuğa baktım yürüyorlar ve sürçüyorlar. Sabredemedim ve nihayet konuşmamı keserek onları kaldırdım.” (Buhari, Sahih, Fiten, 20) buyurmuştur.

Yukarıda anlattığım olay, rahmetli babamın öğrencileri ile cami cemaati arasında yaşananları aklıma getirdi. Yıllar geçse de çok fazla değişen bir şey yok gibi.

Rahmetli babam yaklaşık otuz yıl köyümüzün (Söğüt Kasabası Bozkır/Konya) camisinde hem namaz kıldırır hem de mahalle odasında hiçbir ücret almadan köyün çocuklarını okuturdu. İlkokulu bitiren kız ve erkek çocukları, iki yıl mahalle odasında babamdan Kuranı Kerim ve dini eğitim görürlerdi. Öğlene kadar Kur’an Kerim okurlar, öğleden sonra itikat ve ibadet dersleri alırlardı. Çocuklar sabah odaya gelirler öğlene kadar okurlar, öğle arası yemek için kızlar evlerine giderken erkek çocukları babamla birlikte topluca öğle namazına giderlerdir.

Camiye giden bu çocuklar, müezzinlik yapmak için birbirleriyle yarışırlardı. “Ezanı ben okuyacağım, kameti ben yapacağım” diye. Bu, oda nöbetçisi ayarlanıncaya kadar devam ederdi. Oda nöbetçisi; odanın temizliği, sobanın yakılması, sularını doldurulması, odanın açılıp kapanması ve o gün oda nöbetçisi erkekse cami müezzinliğinden de sorumluydu.

Çocukların camiye gelmeleri, çocuk psikolojisinden haberi olmayan bazı cami cemaatinin tepkisine neden olurdu. Tepkinin nedeni de genelde; caminin kirletilmesi, camide konuşulması, yanlış okuma gibi konulardı.

Babam bunları işitince cemaate; “Bu çocuklar oyunu bırakıp geliyorlar; tabi ki cami kirlenecek. Cami kirlenecek diye bu çocukları camiye almayalım mı? Konuşmalarına gelince bunlar çocuk, o kadar olacak, camide zikir yapmasını da öğrenecekler. Yok, konu yanlış okumaları ise hatalarını da burada düzelteceklerdir.

Çocukları ben camiye getirmeye çalışıyorum sizde göndermeye çalışıyorsunuz. Şimdi camiye alışmayan, cami cemaatine katılmayan bu çocuklar, ileride cami cemaatine katılıp müezzinlik yapabilirler mi? Sizler bugün camiye gelip müezzinlik yapabiliyorsanız çocukluğunuzda odada aldığınız eğitim sayesinde olduğunu biliyorsunuz. Çocukluğunuzu unutmayın lütfen!” derdi. Çocuklarda bu desteği görünce hem kendilerine güven gelirdi hem de hocalarını mahcup etmemek için gereken özeni gösterirlerdi.

Rahmetli babam; çocukların camiye alıştırılması konusu açılınca görev yaptığı köyün birinde yaşanan bir olayı örnek olsun diye şöyle anlatırdı:

Eskiden cami imamı olmayan köyler, kendi imamlarını kendileri tutar, parasını da kendileri öderlermiş. Yine köyün birinde, imamı giden köylü, camilerine yeni bir imam tutmuşlar. Göreve başlayan hoca bakmış çocuklara abdest almadan namaz kılıyorlarmış.

Hoca çocuklara; “Siz neden abdest almadan namaz kılıyorsunuz?” dediğinde çocuklar; “Hocam sizden önceki hoca abdestsiz de namaz kılabileceğimizi söylediği için kılıyoruz” demişler.

Hoca da önceki hocanın adresini almış hemen bir mektup yazarak sebebini sormuş. Gelen cevapta önceki hoca; “Hocam ben çocukları oyun alanında tutup camiye alıştırdım; sizde abdest almasını alıştırın” demiş.

Sonuç olarak;

Çocukları camiden kovmak için değil camiye alıştırmak için çaba sarf etmeli. Babalar camiye giderken çocuklarını da beraberinde götürmeli.

Çocukların camilerdeki çocuksu davranışları görülmemelidir. Eğer çocuklara müdahale edilecekse bu, cami görevlisinin tarafından yapılmalı.

Cami çevresi çocukların oyun alanı olmadır. Çocuklar cami avlusunu ve çeşmelerini rahatça kullanabilmelidirler. Cami ile haşır neşir olan çocuklar da cami ve cemaate alışmaları da kolay olacaktır.Cami çevresinde oynayan çocukları uygun bir dille namaza davet etmeli.

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

İtikâf Cehennemden Kurtuluştur

ramazan.itikafİtikâf, günlük meşgalelere dalıp giden insan için kalbini ve bedenini İlahi Nur’la yıkayabileceği muhteşem bir fırsat. Kulun, Rabb’iyle baş başa kaldığı bir zaman dilimi. On Dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Osman Güner, Allah Resulü’nün (sas) Ramazan’ın son on gününü Mescid-i Nebevi’de geçirdiğini anlatıyor.

Hz. Aişe Validemiz’in, “Resul-i Ekrem (sas) Ramazan ayının son on gününde itikâfa girerdi. O bu sünnetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları itikâfa girmiştir.” buyurduğunu hatırlatan Prof. Güner, Peygamber Efendimiz’in Sahabe-i Kiram ve eşlerine de itikâfı tavsiye ettiğini söylüyor. Güner, itikâfın Efendimiz’in (sas) devamlı yaptığı, pek az terk ettiği ibadetlerden (sünnet-i müekkede) biri olduğunu belirtiyor.

Allah Resulü’nün itikâfı ‘cehennemden kurtuluş’ olarak ifade ettiğini aktaran Güner, itikâfa gireceklere şunları öneriyor: “Kulluğun zirveye çıktığı bu zaman, iyi değerlendirilmeli. Kur’an ile meşguliyet artırılmalı. Evrad-ü ezkar yapılmalı. Dini en güzel öğrenebilecek kitaplarla meşgul olunmalı.”

İstanbul’un camileri itikâfa hazır…

Ramazan’ın sonundaki bu kıymetli zamanı değerlendirmek isteyenler için İstanbul’un 150 camisi itikâfa hazırlandı. İtikâfa girmek isteyenlerin, cami görevlilerine başvuru dilekçesi ve nüfus sureti fotokopisiyle kayıt yaptırması gerekiyor. Başvurular ilçe müftülüğünde, mülki amirin uygun görmesi halinde onaylanıyor. İtikâfa girenlerin birçok camide dernek, vakıf ve belediyelerce yeme-içme gibi ihtiyaçları karşılanıyor. İskenderpaşa Camii, Nişanca Mehmet Paşa Camii, Kızıl Minare Camii ve Kumrulu Mescidi itikâfa girilebilen camilerden birkaçı.

İtikâfa girerken bunlara dikkat!

İtikâfa niyet edilmeli.

İtikâfa girecek kişi akil baliğ (aklı başında) ve temiz olması gerekir.

İtikâfa cami ya da mescitlerde girilmeli.

Mescit ya da camide itikâfa giremeyen kadınlar evlerinde mescit gibi belirledikleri bir odada ibadet edebilirler.

Mümkün olduğunca dünyevî konuşmalardan kaçınılmalı, abdest ve tuvalet ihtiyacı haricinde itikaf mekanından dışarı çıkılmamalı.

Zarurî ihtiyaçlar dışında itikaf mekanından dışarı çıkılması itikâfı bozar. Çünkü itikâfta olan kişinin yemesi, içmesi ve uyuması o mekanda olmalıdır.

Zaman

Bir Kez Daha Ayasofya

 Her şeyden önce Ayasofya konusunda bu yazıyı yazmamızın amacı yeni bilgiler ortaya koymak değildir. Bu vesileyle kendi çapımızda da olsa,konunun bir kez daha gündeme gelmesi,bazı hatırlatmalarda bulunma ve bir duyarlığın oluşmasına katkı sağlamaktır.

 Birkaç gündür internetten ve bazı kitaplardan Ayasofya üzerine yazılanları okuyorum. Bir arama motorunda “Ayasofya” kelimesini arayınca; 4.090.000 sonuç bulunduğu belirtiliyordu. Geçekten Ayasofya üzerine onlarca yazı ve şiirler yazılmış. Tabiki burada bu yazılanları tek tek değerlendirmemiz mümkün değildir.

 Ayasofya, İmparator Jüstinianos (527-565) tarafından yaptırılmıştır. Yapım çalışmaları sırasında iki baş mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştığı kaynaklarda geçmektedir. Yapımına 23 Şubat 532 de başlanmış, 5 yıl 10 ay gibi bir sürede tamamlanarak, büyük bir törenle 27 Aralık 537 ‘de ibadete açılmıştır.

  916 yıl kilise olan yapı, 1453 te Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle, camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. 24.11.1934 tarih ve 1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile müze olması kararlaştırılmıştır.

 Ayasofya üzerine yazılanları şöyle gruplandırabiliriz:

 *Ayasofya’nın müze olarak devam etmesini savunanlar. Bunlara göre, Ayasofya camiye çevrilirse, içindeki sanat değeri taşıyan tasvirler ve benzeri şeylerin yok olacağını, bunun sanat karşıtı bir tutum olarak algılanacağını belirtiyorlar.

 *Açık bir şekilde söylemeselerde, Ayasofya’nın başlangıçta kilise olarak yapıldığını, tekrar kiliseye dönüştürülmesi gerektiğini düşünenler. Bunlara göre Fatih bugün yaşasa imiş, Ayasofya’yı camiye çevirmezmiş.

 *Sayıları az da olsa, Ayasofya’nın, hem kilise hem de cami olarak varlığını sürdürmesi gerektiğini savunanlar. Bunlara göre Ayasofya’da Pazar günleri kilise olarak ayin yapılmalı, diğer günlerde ise tasvirlerin üzeri perde ile kapatılarak cami olarak görevini sürdürmeli.

 *Ayasofya’nın ikiye bölünmesini savunanlar. Bunlara göre; Ayasofya’nın ortasından doğo-batı istikametinde, 70 santim yüksekliğinde ahşap bir pergole ile cami ,güney ve kuzey olarak ikiye ayrılır. Güney tarafında isteyen namazını kılar, isteyen turist kuzey tarafta camiyi gezebilir.

 *Ayasofya’yı tamamen yıkıp yerine Süleymaniye gibi, Sultanahmet gibi bir cami yapalım diyen tarih şuurundan uzak insanlar da var maalesef  bu ülkede.

 *Büyük bir çoğunluk ise Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi gerektiğini savunuyor.

  Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri, D.P yöneticilerine bir mektup yazmış, muhalefetin hücumuna karşı, üç şey yerine getirilirse, iktidarlarının süreceğini, yoksa yıkılacağını söylemiş. “Bu üç şeyden birincisini yaptınız. Ezanı aslıyla okuttunuz. Eğer Ayasofya’yı cami olarak açar ve Risale-i Nurun neşrini yaparsanız (devlet eliyle basılıp dağıtılması ve radyodan okunması), bir badireden kendinizi korumuş olursunuz” demiş özet olarak bu mektupta.

  Necip Fazıl, birçok yazısında Ayasofya’dan bahseder ve Ayasofya’nın Lozan Anlaşmasında yazılı  olmasa da verilen sözler sonucu müzeye çevrildiğini belirtir. Ayrıca “Ayasofya “adıyla bir hitabesi vardır. Sezai Karakoç’ta, Ayasofya’nın cami olarak açılması gerektiğini belirten bir çok yazı yazmıştır.Bu yazılarda belirtilenleri özet olarak şöyle sıralayabiliriz:

 *Ayasofya, topraklarımızda bulunan ve yaklaşık 500 yıl cami olan bir mabet olduğundan, onu tekrar camiye çevirmek en tabii hakkımızdır.

 *Ayasofya’nın cami olarak tekrar açılması, İslam Dünyası’nın da bize bakışını değiştirecektir. Ayasofya kapalı kaldıkça , bize kuşkuyla bakmaya devam edeceklerdir.

 *Ayasofya, tarihi doğu-batı savaşında, zaferin hangi tarafta olduğunu gösterici bir semboldür. Ayasofya cami olduğu sürece üstünlük İslamdadır. O, cami olmaktan çıktığı andan itibaren, üstünlüğün batıda olduğu bil fiil kabul edilmiş olur.

 *Çarmıha gerili olan Hz.İsa değil, bu haliyle Ayasofya’dır.

 *Ayasofya, tarihi yapı olarak müze olmasının dışında müze bile değildir. Çünkü içinde tek bir müze eşyası yoktur.

 *Ayasofya bir tapınak olarak yapıldığı için, onu başka bir yapıya dönüştürmek, başta Ayasofya’yı yaptıran İmparatora ve mimarlarına saygısızlıktır.

 *Daha İstanbul fethedilmeden, Bizans’ın Ayasofya’yı koruyacak gücü kalmamış ve Müslümanlardan yardım istemişlerdir. Öyle ki yardım için giden Müslüman mimarlar, camiye çevrilmesini kolaylaştıracak şekilde tamirini yapmışlardır.

 *Ayasofya’nın günümüze kadar gelmesini, yine Osmanlı mimarlarına, bilhassa Mimar Sinan’a borçluyuz. Etrafına yapılan minareler, medreseler,patişah türbeleri vb. ile o tam bir İslam külliyesi haline gelmiştir.

  *Yakın tarihte, Ayasofya’nın etrafındaki minareler, Ayasofya’ya uymuyor diye neredeyse yıkılacaktı. Allah Ayasofya’yı korudu ve bu emellerine ulaşamadılar.

 *Birinci Dünya savaşı sırasında, İstanbul işgal edildiğinde, Ayasofya, askeri bir birlik tarafından korunuyordu. İşgalciler bu birliğin alınmasını istediler. Maksatları onu kilise yapmaktı. Ama bu birliğin komutanı Binbaşı Tevfik Bey, asla Ayasofya’yı terk etmeyeceklerini, eğer ısrar edilirse Ayasofya’yı kendileriyle birlikte havaya uçuracaklarını söyledi. İşgalciler bu ısrardan vazgeçtiler.

*Ayasofya, çapı meçhul kişilerce ibadete açılamaz. Ancak batı karşısında, İslam Alemi olarak tam bağımsız olduğumuz gün, yada Ortadoğu’nun gerçek kurtarıcısı  aydınlarının devreye girdiği gün,  Ayasofya, cami olarak ibadete  açılacaktır.

 Ayasofya cami olursa, tasvirlerin üzeri badalanacak, bu çağda bu nasıl yapılır itirazına karşı Sezai Karakoç : “Dekorasyon sanatı buna çözüm bulacaktır. Öteden beri yeri geldikçe özel sohbetlerimizde söylediğimiz ve çevreye de yansıyan çözüm şudur: Bir düğmeye basarsınız bütün tasvirler bir perdeyle örtülür. Bir düğmeye basarsınız perdeler açılır, tasvirler ortaya çıkar. Namaz kılmanın olmadığı sabah  saat  9-11  arasında düğmeye basılır, perdeler açılır, isteyen turist gelip, kilise görünümüyle Ayasofya’yı görebilir. Günün diğer saatlerinde ise, bir düğmeye basmakla, bütün tasvirlerin örtülüp buranın cami haline gelmesi sağlanır. Namaz kılınır. Bu halinde de turistler gelip binayı gezebilirler. Süleymaniye ve Sultanahmed’i gezdikleri gibi.”

  Böyle bir düzenleme ile onurumuz korunmuş olur, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar Ayasofya’da namaz kılabilirler, turistler onu gezebilirler, hatta eski haliyle de görebilirler. Olgu, İslam dininin gücünü ve toleransını da somut bir şekilde göstermiş ve bilgelik Mabedi demek olan Ayasofya’nın anlamına da uyan bir özelliği taşımış olur.(Haftalık Diriliş dergisi.12 Ocak 1990.sayı 78.Kaderimizin Ayasofya’sı,Ayasofya’mızın kaderi,başlıklı yazıdan)

 Sezai Karakoç’un yukarıda ismi geçen yazısı şu parağrafla son bulur: “Ayasofya, ruhumuzun trajedisini ifşa eden bir sfenks mi? Zincire vurulmuş Promete mi? Onu ancak Kafkas kartalları mı zincirlerinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturur? Talihimizin dönüşünü haykıracak bir ilan mı olacak minarelerinden yükselecek ezanlar? Bağımsızlığın gerçek sesi ezanlar.”

 Ayasofya’nın cami olarak ibadete  açılması için bugüne dek bir çok imza kampanyası yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşları yeni bir imza kampanyası düzenleyip, milyonlarca imza toplayarak, konuyu bir daha gündeme  getirmeleri, tarihi bir görev olsa gerek… Fatih’in aşağıdaki vasiyetini de bir kere daha okumakta yarar var.

        SULTAN FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ

“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofyayı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;

Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.

 Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.”

Nizamettin Yıldız

www.NurNet.org

Vakıflar Genel Müdürü Ertem: “Ayasofya, camidir cami kalacak”

AYASOFYA’DA KARAR MERCİİ BAKANLAR KURULU

Bir gazetecinin İstanbul’daki Ayasofya Camisi’nin durumunu sorması üzerine Ertem, buranın Fatih Sultan Mehmet Vakfı olduğunu hatırlatarak, ‘’Benim bu konuyla alakalı verdiğim demeç, İstanbul’daki Ayasofya Camisi vakfiyesine göre camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır. Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak amacımız vakfiyesine uygun hayatiyet vermek. Ama burada karar mercii biz değiliz. Karar mercii olduğumuz noktalarda adım atıyoruz. Ama karar merci olmadığımız noktalarda takdir edersiniz ki adım atmamız mümkün değil. Biz sadece oranın durumunu söylüyoruz ki bu da herkes tarafından kabul ediliyor oranın cami olduğu, cami olarak vakfedildiği. Ama karar mercii biz olmadığımız için çok fazla o konuda bir şey söylemek istemiyorum’’ dedi. Ertem, İstanbul’daki Ayasofya’nın Bakanlar Kurulu kararıyla müze yapıldığını ancak İznik ve Trabzon’daki Ayasofyaların Bakanlar Kurulu kararı olmadan farklı amaçlarla kullanıldığını kaydetti.

İSTANBUL VE BURSA CİVARINDA 150’YE YAKIN CAMİ SATILMIŞ


İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte kaybolan camilerle alakalı bir süreç başlattıklarını ifade eden Ertem, bunu vakfiyelerde belirtilen hususlardan hareketle yaptıklarını, tamamen yok olan bazı camilerin restorasyonunun bittiğini söyledi. Türkiye’de satılmış ve konuta dönüştürülmüş camilerin de bulunduğunu dile getiren Ertem, bu tür camileri satın alarak ibadete hazır hâle getirdiklerini bildirdi. Ertem, satılmış ve kayıp camilerle ilgili araştırmaların devam ettiğini ve İstanbul ve Bursa civarında 150’ye yakın caminin satıldığına ilişkin bir bilginin mevcut olduğunu kaydetti. Ertem, 2008 yılında Vakıflar Kanunu’nun değiştirilmesiyle Türkiye dışındaki vakıf eserleri konusunda da restorasyon çalışmalarını ilgili ülkelerin izni ile yapabilmeye başladıklarını ifade etti. 28 Şubat sürecinde kapatılan vakıflarla ilgili de bir çalışmaları olduğunu belirten Ertem, ‘’28 Şubat sürecinde kapatılan vakıfların yeniden hayat bulabilmesi için mutlaka ve mutlaka kanun çıkarılması gerekiyor.

Ayasofya, camidir cami kalacak

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, ‘’İstanbul’daki Ayasofya Camisi vakfiyesine göre camidir ve cami olarak ilelebet yaşayacaktır. Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak amacımız vakfiyesine uygun hayatiyet vermek. Ama burada karar mercii biz değiliz’’ dedi.
Ertem, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde düzenlediği basın toplantısında kurum faaliyetleri hakkında bilgiler vererek gazetecilerin sorularını cevapladı. Eski eserlerin ayağa kaldırılmasına yönelik adımlar atıldığını belirten Ertem, son 10 yılda önceki dönemlere nazaran önemli işler yapıldığını bildirdi. Osmanlı döneminden kalan eserlerin yüzde 70’inin vakıflara ait olduğunu ve 20 bine yakın olduğunu anlatan Ertem, bu çerçevede 3 bin 750 civarında eserin restorasyonunu gerçekleştirdiklerini dile getirdi.

VAKIF SENEDİNDE NEYSE O İŞİ YAPMALI

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün birinci vazifesinin vakıfların aslına uygun yaşatılması olduğunu ifade eden Ertem, şunları söyledi: ‘’Bir yer, bir konu vakfiyesinde nasıl belirtilmişse o şekilde kullanılması veya fonksiyon verilmesi bizim birinci vazifemiz. Bu çerçevede, eğer bir yer medrese olarak tahsis edilmişse orası eğitim faaliyetinde olmalı, darüşşifa olarak tahsis edilmişse bugün sağlık veya sağlığa yakın bir alanda fonksiyon verilmesi bizim birinci önceliğimiz. Daha önce cami olarak vakfedilmiş yerler varsa bunları da cami olarak hizmete sunmak.’’

Trabzon’da bulunan Ayasofya Camisi’nin Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih sonrasında vakfedilerek camiye dönüştürüldüğünü söyleyen Ertem, 1960 yılına kadar cami görevini devam ettiren yapının Bakanlar Kurulu kararı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün rızası olmadan müzeye çevrildiğini dile getirdi. Kültür Bakanlığı’nın hâlen Ayasofya’da ‘işgalci’ pozisyonunda olduğunu anlatan Ertem, konuyla ilgili açtıkları davayı kazandıklarını belirterek, ‘’Orayı da önümüzdeki günlerde süreçlerin tamamlanmasının ardından tekrar cami fonksiyonu verilerek ibadete açmayı düşünüyoruz’’ diye konuştu. Ertem, Türkiye’de 7 Ayasofya bulunduğunu ve bunlardan 5’inin ibadete açık olduğunu söyledi. Ertem, bugüne kadar azınlıklara ait olan 11 esere de vakfiyesine uygun olarak restorasyon yaptıklarını söyledi.

Yeni Asya

Sokak Çocuklarının Bile Sığınabildiği Yer Allah’ın Evleri Olsun

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, ”Gönlüm şunu istiyor, sokak çocuklarının bile sığınabildiği yer Allah’ın evleri olsun. Ankara’ya, İstanbul’a gelip otel parası bulamayan kimsesiz, sokakta kalmış insanların sığınacağı yer yine Allah’ın evleri olsun” dedi.

Görmez, Cemil Meriç Kültür Merkezi’nde Ankara’da bulunan bin 100 cami dernek başkanıyla bir araya geldi. Cami kapılarının namaz vakitlerinde açılıp namaz sonralarında kapatılmasını eleştiren Görmez, ”Allah’ın evinin kapısına kilit vuramayız” ifadelerini kullandı.

Hiçbir İslam ülkesinde namaz vaktinde açılıp sonrasında kapatılan caminin bulunmadığını vurgulayan Görmez, camilerin sürekli açık kalabilmesi ve ibadet etmek isteyen insanların camiye gittiğinde kapıyı kapalı görmemesi gerektiğini söyledi.

Görmez, şunları söyledi:

”Gönlüm şunu istiyor, sokak çocuklarının bile sığınabildiği yer Allah’ın evleri olsun. Ankara’ya, İstanbul’a gelip otel parası bulamayan kimsesiz, sokakta kalmış insanların sığınacağı yer yine Allah’ın evleri olsun. Camilerin yanı başında, müştemilatında oluşturulacak küçük bir yer sayesinde bir gariban, aç kalmış, susuz kalmış, sığınacak bir yer bulamamış insanlar Allah’ın evlerine sığınma imkanı bulsun. Bu bir hayal gibi görülebilir ancak bu hayali hep birlikte gerçekleştireceğiz. Camileri bütün gün açık hale getirmeliyiz. Hiçbir endişe ve korku camilerin kilitli olmasını haklı kılmaz. Unutulmamalı ki hırsızlık endişesi ile camilerimizi kapalı tutarak yaptığımız hırsızlık, hırsızların camilerden götürdüklerinden daha büyük bir hırsızlıktır.”

-”Camilerde seccade tipi halılardan vazgeçmeliyiz”-

Görmez, namazda insanların omuzlarının birbirine değerek ruhların kaynaşmasıyla ibadet etmesi gereğine işaret ederek, ”Seccade tipi halı safları kişiselleştirerek aradaki o birliği baltalıyor. Oysa cemaat olmak bedenlerimizin ve ruhlarımızın birlikte olması, kaynaşması ile olur. Seccade tipi halılardan vazgeçmeliyiz. Bizim böyle bir talebimiz olmazsa halı üreticileri de bu tip halıları üretmekten vazgeçerler” diye konuştu.

-”Kocatepe’nin altında bir mağaza olması bana ağır geliyor”-

Camilerin her türlü dini ve kültürel faaliyetlerin yaşandığı mekanlar olması gerektiğine dikkati çeken Görmez, gelir sağlama amacıyla camilerin alt kısımlarının iş yerlerine kiraya verilmesini de doğru bulmadığını bildirdi.

Görmez, şöyle devam etti:

”Kocatepe’nin altında bir mağaza olması bana ağır geliyor, kabullenemiyorum. Orada alışveriş yapmayı hiç içime sindiremiyorum. Kocatepe’nin altında sürekli devam eden bir kitap kültür fuarı olmalı, çocuklar, gençler ve kadınlar için ayrı mekanlar olmalı. Orada bir taraftan çocuklar oyunlar oynarken, bir taraftan Kur’an-ı Kerim öğrenmeliler, her türlü kültürel ve ilmi faaliyetin yaşandığı bir mekan olmalı. Gençlerimiz ve çocuklarımız camiye geldiğinde caminin kütüphanesine geçip ödevini yapabilmeli. Orada oturup kitap okuyarak vakitlerini geçirebilmeli. Cami ve kitap kadar birbirine çok yakışan başka bir şey yoktur. Camilerimizde kilitli dolaplar ardına hapsedilen birkaç kitap yerine herkesin kullanımına açık, kolay ulaşılabilen, zengin içerikli kütüphaneler oluşturulmalıdır. Gençler orada oturup sohbetler yaparak, kitap okuyarak, bilgi merkezi olan camilerimizden faydalanabilmeli. Camiler kitap ve kültürle buluşmalı.”

-Kadınlar için camiler düzenlenmeli-

Camiler inşa edilirken sadece erkeklere göre tasarlandığını kaydeden Görmez, kadınlar için ibadet yerleri oluşturulması konusunda ise henüz istenilen seviyede olunmadığını dile getirdi. Görmez, ”Önceden inşa edilen camilerimizde gereken düzenlemeleri yapmalı, yeni inşa edilecek camilerimizi de kadınların en güzel şekilde ibadetlerini yapabilecekleri, rahatlıkla abdestlerini alabilecekleri ibadet mekanları olarak düzenlenmeliyiz. Osmanlı’da camilerin en güzel yerleri hünkar mahfilleri ile kadınların ibadet edeceği mekanlardır. Biz de aynı estetik anlayışı ile hareket etmeliyiz” dedi.

Görmez, Türkiye’de yaklaşık 7 milyon engelli vatandaşın yaşadığını belirterek, tüm engelli grupları düşünüldüğünde bu sayının 10 milyona yaklaştığını ifade etti. İnsanların engelli olduklarında ibadet yükümlülüklerinden kurtulmadığını vurgulayan Görmez, ”İslam ibadet yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz, kolaylaştırır sadece. Bir mahallede 3 engelli kardeşimiz olsa sadece onlar için dahi o mahallenin camisini onların kullanımına göre düzenlemek gerekir” diye konuştu.

-Camiler depreme dayanıklı olmalı-

Camiler inşa edilirken deprem gerçeğinin gözardı edilmemesi gerektiğini belirten Görmez, ”Evlerimizin depreme dayanıklılık testlerini nasıl yaptırıyor ve ona göre inşasını yapıyorsak ibadet mekanlarımız olan camilerin de bu husus göz önünde bulundurularak yapılması son derece önemlidir. Eğer bir camimiz deprem riski nedeniyle güvenlik açısından tehdit unsuru haline gelmişse uzman raporuyla tespit ettikten sonra onu yıkıp yeniden inşa etmeliyiz” ifadelerini kullandı.

-Kentsel dönüşümde camilerin iyileştirilmesi gerekiyor-

Yeni şehirler kurulduğunu hatırlatan Görmez, bu şehirler kurulurken camilerin düşünülmediğini bu nedenle de ”Sığıntı gibi camilerin” ortaya çıktığını söyledi. Görmez, ”Bunların olmaması lazım. Bugün kentsel dönüşüm kapsamında bütün şehirlerimiz yeni baştan gözden geçiriliyor. Bu kapsamda camilerin de mutlaka hem fiziki, hem de estetik açısından iyileştirilmesi gerekiyor” görüşüne yer verdi.

Camilerin temizliğine de dikkat edilmesi gerektiğini dile getiren Görmez, yol kenarlarına iyi niyetle yapılan mescitlerin de nezih bir ortam haline getirilmesi gerektiğini vurguladı.

Görmez, camilerin reklam yapılacak mekanlar olmadığına işaret ederek, reklam içeren tabela ve tablolardan mabetlerin arındırılması konusunda çalışma yapılması gerektiğini ifade etti.

-Camilerde toplanan yardımlar-

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, camilerde toplanan yardımlar konusunda da yeni bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç olduğunu belirterek, camilerde toplanan yardımlar İslam dünyasında önemli hizmetlerde kullanılıyor. Mabedi olmayan bölgeler var. Buralara hizmetin götürülmesi, o bölgelere camiler yapılması son derece önemlidir. Bu hizmetler vatandaşların yardımları sayesinde devam ediyor. Toplanan yardımlar, insanların hayır işlemelerine vesile oluyor. Ancak toplanan yardımlar ihtiyaca binaen toplanmalı” dedi.

-”Minarelerimizdeki baz istasyonlarını temizlememiz gerekiyor”-

Minarelerin baz istasyonu olarak kullanılmasını da eleştiren Görmez, ”Minarelerimizdeki baz istasyonlarını temizlememiz gerekiyor. Tevhidin sembolü olan camilerimizi kirli ve çirkin görüntülere bürüyen baz istasyonlarından arındırmak gerekiyor. Minarelerimiz ezanın Allah’a yükseldiği mekanlardır. Minarelerimizi estetikten yoksun baz istasyonları ile çirkin hale getirmek doğru değildir” ifadelerini kullandı.

Görmez, camilerin modern ses sistemleriyle donatılması gerektiğini belirterek, böylece Kur’an’ın ve ezanın tadına varılacağını kaydetti. Görmez, abdest alınacak mekanlarında İslam’ın ruhuna uygun halde olması gerektiğini bildirdi.

Kaynak: AA