Etiket arşivi: Cehennem

Sonsuz Cehennem Adalet mi?

Detaylı incelemeye başlamadan önce kısa ve öz cevabı verelim:

Allah hem peygamberleri hem de kitapları aracılığıyla bazı suçların cezasının ebedî Cehennem olduğunu bildirmiş midir?

Bildirmiştir.

Bu suçları işleyip işlememe tercihini de kuluna bırakmış mıdır?

Bırakmıştır.

O halde ceza adildir. Bu cezayı kul kendi iradesi ile tercih etmiştir.

Uyarı ve tehditlere rağmen bu suçları işlemek fiilen “Yap da görelim!” diye meydan okumaktır ki belki bu da işlenen suç kadar büyük bir suçtur.

Şimdi konuya başka bir açıdan bakalım.

Eğer bu soru aklımıza geliyorsa şöyle bir mantık silsilesi sonunda ortaya çıkıyordur:

  • İnsan sınırlı bir sürede imtihan oluyor.
  • Bu sınırlı sürede sınırlı günahlar işliyor.
  • Bu adam bütün hayatını günahla geçirse, haydi her günahı için de on katı süre ceza çekse altı, yedi yüz sene sonra Cehennem’den çıkması lâzım.
  • Allah bize kendisinin Adil olduğunu söylüyor AMA böyle bir ceza nasıl adaletli olabilir?

Burada büyük harfle yazdığımız “AMA” büyük bir tehlikenin habercisidir. Bu “AMA’yı” kullanan kişi (en hafif ifadeyle) Allah’ı hakkıyla tanımıyor, hatta sonsuz ve gerçek adaleti sağlayıcı olduğundan şüphe ediyor demektir. Eğer hakkıyla tanısaydı mantığı şöyle kurması gerekirdi:

  • Allah bazı suçların cezasının sonsuz Cehennem olduğunu söylüyor.
  • Allah sonsuz ve gerçek adalet sahibidir.
  • Eğer sınırlı bir süre içinde işlenen bu günahlar sonsuz Cehennem ile cezalandırılmayı gerektiriyorsa
  • Bu günahlar ilk bakışta görülenden çok daha büyük olmalılar.

İlk çıkarımdaki gibi hatalı mantık kullanımı, aslında soru olmayan pek çok soruda karşımıza çıkmaktadır: Kalplerin mühürlenmesi, engellilerin yaratılması, içinde doğup büyünen aile ve çevrenin Müslüman veya gayrimüslim olması vb.

Fakat biz konuyu dağıtmayalım ve Kur’an’da sonsuz Cehennem’le cezalandırılacağı bildirilen suçları inceleyelim:

Rab, ilah olduğunu iddia etmek: Bunlar kontrol ettikleri gücün etkisi ile kendilerini insanlardan üstün görmenin zirvesine çıkmış, tanrı olduklarını iddia etmişlerdir. Tarihte Firavun ve Nemrut gibi isimlerle karşımıza çıkmaktadırlar. Elbette böyle bir suçun cezası üç beş bin sene ile sınırlı olmayacaktır.

Allah’a ortak koşmak (Şirk): Bunlar Allah’ı kabul ettikleri(!) halde birliğini kabul etmezler. Allah ile birlikte pek çok tanrılar da edinirler. Allah’ın kendisini tanıyıp kulluk etmek için verdiği hayat, rızık, akıl, cüzî irade gibi sonsuz sayıda nimetleri başka tanrılar kurgulayıp onlara nispet etmeleri, bu fiili işleyen müşrikleri sonsuz Cehenneme namzet yapmaktadır. Allah’ın her an yeniden yarattığı sayısız nimetin karşılığında başka, hayali ilahlara şükretmenin cezası da üç beş bin sene Cehennem olmayacaktır. Bir not olarak şunu da belirtelim ki sevgili peygamberimizin hayatının büyük kısmında savaştığı kavim kâfirler değil bu gruptakilerdir.

Allah’ı inkâr edenler (Ateistler): Bunlar da Allah’ın varlığını kökten reddederler. Aslında daha doğru bir ifadeyle bir yaratıcının olmadığını iddia ederler. “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” hadis-i kutsisinden öğrendiğimiz gibi tüm kâinatın ve insanın birinci var edilme amacı Allah’ı (cc.) bilmektir. İnsan ve cinlerin yaratılmasındaki bir başka maksat da Zariyat suresinde (51. s./56. a.) bildirildiği gibi Allah’a kulluk etmektir. Allah’ı inkâr eden bir kimse bu iki yaratılış maksadına da muhalefet etmiş olmaktadır. Çakmayan çakmak, yazmayan kalem, yanmayan lamba gibi üretilme maksatları olan görevleri yerine getirmeyen araçlar nasıl görevleri yerine getirenlerden ayrılıp çöpe gidiyorsa Allah’ı inkâr edenler için de en uygun yer Cehennem olacaktır.

Münafıklar: Bu grup kâfirlerden daha kötüdür. Çünkü hem inkâr eder hem de inanıyormuş gibi davranırlar. Cezalarının kâfirlere verileceklerden katbekat fazla olması adalet gereğidir.

Az önceki çakmayan çakmak, yazmayan kalem örneği aklımıza şunu getiriyor: Bu eşyalar var olma amaçlarını yerine getirmiyorlarsa imha ediyoruz. Allah neden bu insanları yok etmiyor?

Bu soru uzun zaman kafamı meşgul ettikten sonra şu iki sebebin olabileceği fikri benim kalbimi mutmain etti:

Ya,
Allah insana kendi ruhundan üflediğini bildiriyor. Bu sebeple, yaratılışından gelen mahiyeti itibarıyla insanı değersiz bir çöp gibi yok etmeyi tercih etmiyor

ya da

sonsuza kadar Cehennem’de bile olsa var olmak, yok olmaktan çok daha hafif bir ceza.

Dünyada bazı kişilerin yok olmayı Cehennem’e tercih ettiğini söylemesi, buna delil olarak da intihar edenleri göstermesi kafa karıştırmasın. Dünyada intihar eden kişi sadece birkaç yıllık daha ömründen vaz geçer. Fakat biz sonsuz hayattan bahsetmekteyiz. Kaldı ki intihar edenlerin çoğu bu eylemi şuurlarını kaybettikleri kriz anlarında yapmaktadırlar.

Şimdi şu adalet meselesine geri dönersek:

Yukarıda saydığım gruptaki insanlar ebedi Cehennem’de kalmasın demek, bir süre sonra çıkarılsın demek anlamına gelir.

Peki, bunlar Cehennem’den çıkarılırsa nereye gönderilecekler?

Cennet’e tabii ki!

İyi ama bu insanları Cennet’e koymak adalet olacak mı?

Muhiddin Yenigün

 

Beni Doğuran Annem Bana Kıyamazken Yaratan Allah Beni Ateşte Yakar mı?

İbadetlere uzak yaşayıp Allah’ın yasak ettiklerini pek umursamayan, özellikle de namaz konusunu uyanabilirse bayramdan bayrama hatırlayanların kurduğu savunma cümlesidir bu. Şahsen defalarca kulaklarımla işitmişliğim de vardır.

Bu gruptaki insanlara Allah’a karşı olan görev ve sorumluluklarını hatırlattığınız zaman size Allah’ın rahmetinden, bağışlayıcılığından kapıyı açıp başlarlar anlatmaya. Ana fikir de şudur:

Benim annem beni sadece doğurduğu halde parmağıma diken batmasına razı olmayıp, kıyamazken beni yaratan Allah hiç kıyar da beni ateşe koyar mı?

Bu soruya verilecek türlü türlü cevaplar mevcuttur.

Meselâ şaka kaldıran biriyse şu söylenebilir: Madem kimseye kıyıp da ateşe atmayacak, Cennet’tekiler üşümesin diye mi Cehennem’i yarattı?

Latife kısmı bir yana abesle iştigal edip gereksiz, hikmetsiz iş yapmaktan münezzeh olan Rabbimiz Cehennem’i yarattıysa elbette oraya girmeyi hak eden birileri olacağı için yaratmıştır.

Burada sebep ve sonucun sırasına dikkat etmek gerekiyor. Cehennem’e girmeyi hak edenler olacağı için Cehennem’i yaratıyor. Cehennem’i yarattığı için birilerini içine atmıyor.

Bu savunmayı yapan arkadaşımızın başka bir tutarsızlığı da şudur ki, Allah’ın ona karşı olan sevgisinin büyüklüğünden bahsediyor fakat kendisinin Allah’ı ne kadar sevdiği konusuna hiç girmiyor.
Kendisine sorsak “Acaba sen Allah’ı ne kadar seviyorsun?”

Zira seven sevdiğini tanımak, bilmek ister. Bu kişi de Allah’ı hakkıyla sevmiş olsaydı merak edip araştırır ve Allah’ın Rahman, Rahim, Gafur gibi cemali isimleri olduğu gibi Kahhar, Cebbar, Muntakîm gibi celâlî isimleri de olduğunu bilirdi. Cemâlî isimler gibi bu isimlerin de hak edenler üzerinde tecelli edeceğini tahmin edebilirdi.

Daha bitmedi. Söylendiği anda yaratıcısının bağışlayıcılığına güvenmenin masum bir ifadesi gibi duran bu ifade aslında çok tehlikeli manalar içermektedir.

Bakınız bu ifadeyi kullanan kişi sözün nereye gittiğini düşünmeden söylediyse elbette Allah bunu bilecektir ve isterse affetmek onun elindedir. Fakat kastettiği mana Allah’ın adaletini itham ise af biraz zor olabilir. Zira herkesi Cennet’e koymak adil değildir.

Evet, Allah Adil’dir. Kulları arasında da adaleti sağlayandır. Fakat görüyoruz ki hiç kimse bu dünyadan diğer insanlarla arasındaki hak, hukuk meselelerini çözerek gitmiyor. Demek ki adaleti sağlayıcı olan Rabbimizin huzurunda hesapların görüleceği başka bir âleme bırakılıyor hesaplar. Bu sözü söyleyen kişi ise bu ifadesiyle Allah’ın, emir ve yasaklarına itaat edenlerle isyan edenler arasında adaletli davranmayıp hepsine aynı muameleyi yapacağını iddia etmektedir.

Hâlbuki düşünse: Allah bize Adil olduğunu bildiriyor. Fakat bu dünyada tam adalet tecelli etmiyor. Demek adalet başka âlemde tecelli edecek. Eğer Allah adaleti sağlayacağı başka bir âlem yaratmış olmasaydı, kâfirler, münafıklar, sapıklar, zalimler bu dünyadan gitmeden önce zelil ve perişan edilecektiler. Fakat o zaman imtihan sırrı ortadan kalkacaktı.

Ve yine bu sözü söyleyen kişi Allah’ı yalancılıkla itham etmektedir. Çünkü Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde Cehennem’den bahseder, oraya kimlerin gideceğini bizlere bildirir.

Bu konuyu değerlendirirken göz önünde bulundurmamız gereken çok önemli bir nokta da şudur:

Rabbimiz bizim ümit ve korku arasında bulunmamızı istiyor. Ne rahmetine yaslanıp geleceğimizi garanti altında görmemizden ne de günahlarımız ve hatalarımız yüzünden kurtulma ihtimalimiz kalmadığını düşünmemizden razı.

Bunu Kur’an-ı Kerim’de bize hissettiriyor da. Baktığımız zaman Cennet’i anlatan ifadeler kadar Cehennem’i anlatan ifadeler de mevcut. Müjdeleyenler kadar tehdit edenler de var. Yani Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz ümitlendirdiği kadar korkutuyor da.

Çünkü her iki durum da ataleti sonuç veriyor. Rabbimiz ise her an dinamik daima teyakkuzda olmamızı istiyor bizden.

İnsanlara İslam’ı anlatırken buna da çok dikkat etmemiz gerekiyor. Sadece Cennet veya sadece Cehennem’i anlatmak dengesiz bir inanca sebep olabiliyor.

Son olarak bu şekilde soru soran bir kişiye şunu sorabiliriz: Yukarıda Cehennem’i yaratmasının lüzumsuz olmadığını gördük. Aynen onun gibi, madem Allah herkesi Cennet’e koyacaktı, Dünya’yı neden yarattı? Seni Dünya’ya neden gönderdi? Hz. Âdem’i hiç Cennet’ten çıkarmayabilirdi. O zaman ne Dünya’ya ne de Cehenneme gerek kalmazdı.

Buna şu cevabı verebilir: Cehennem gereksiz değil ki, hiç inanmayanlar için. Ben ise inanıyorum.

Bak sen de kendini inanmayanlardan farklı görüp onların da seninle Cennet’te olmasının adaletsiz olacağını düşünüyorsun ve razı değilsin. Peki, seni kendisinin emir ve yasaklarına itaat edenlerle birlikte Cennet’e koyması adalet olacak mı?

Muhiddin Yenigün

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Ekim (502.) sayısında yayınlanmıştır.

Ölüme hazır mısın?

Bismillahirrahmanirrahim. Ey Kendini Dünyanın Gidişine Kaptıran İnsan!
Dünya geçici bir hayaldir. Bir gün mutlaka öleceksin, tüm sevdiklerin de senden önce ya da sonra mutlaka ölecek. Bundan 100 yıl sonra sen de dahil tanıdığın herkes ölmüş olacak. Düşün, 100 yıl da yaşasan bu hayat bir gün bitecek.
Her insanın olduğu gibi sizin de hayatla ilgili bir çok planınız vardır. İş sahibi olmak, ev-araba almak, evlenip çocuk sahibi olup-onları büyütmek, emeklilik, huzurlu bir hayat gibi… bunlardan başka içinde bulunduğunuz durum ve şartlara göre daha bir çok plan ve tasarılarınız vardır. Oysa bu planların hiç birinin gerçekleşmesi kesin değildir. Ölüm ise yüzde yüz gerçekleşecektir. 
Peki akıllı bir insan hangisine öncelik vermelidir? İnsanların çoğu, hayatın her döneminde, bütün planlarını, gelecekte daha iyi ve daha rahat bir hayata kavuşabilmek için yaparlar. Eğer ölümsüz olsaydık, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur.  Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp kesin olmayanlara yönelmek akılsızlıktır. Ama insanlar bir türlü bu açık gerçeği fark edemezler. Ölümle birlikte başlayacak olan gerçek hayatlarını tanımaz ve oraya yönelik bir hazırlık yapmazlar. Ölümden sonra diriltildiklerinde, kendileri için özel yaratılmış olan Cehennemden başka bir yere gitmezler. “Kendisinden kaçtığınız ölüm size mutlaka erişecektir. Sonra da gizliyi ve görüneni bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O, orada size (hayatta iken) yaptıklarınız tümünü gösterecektir. (Cuma suresi 8), “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya suresi 35). Eviniz, arabanız, aileniz, paranız… kısaca dünyadaki hiçbir şey size en ufak bir fayda sağlamayacak. Size yararı olacak tek şey Yüce Allah’ın razı olduğu gibi yaşamak, bizi sakındırdığı şeylerden uzak durmaktır. “Ne malları ne çocukları onlara Allah’ a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar ateşin halkıdır ve orada süresiz kalacakladır.” (mücadele suresi 17). 
Arzu ve istekleriniz bu kısacık dünya hayatına sığmaz. Bu dünyada bir misafirsiniz ve misafir gibi davranmalı; asıl enerjinizi kalıcı yurdunuz olan öbür dünya için harcamalısınız. 
Düşünemeyeceğiniz kadar acizsiniz. 3 gün uyumasanız veya su içmeseniz yaşayamazsınız. Sıcağa, soğuğa hatta gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikroba karşı bile dayanıksızsınız. 1 ay banyo yapmasanız yanınıza yaklaşılmaz. Her gün yemek yemek, uyumak, tuvalete gitmek, vücut bakımı yapmak zorundasınız. 
Her canlı, ölüme mahkum olarak doğar. Hiçbir insanın malı, makamı, şöhreti, itibarı, kuvveti ve güzelliği kendisini ölümden kurtaramaz. İstisnasız herkes ölüme boyun eğmiştir ve bundan sonra da eğmeye devam edecektir. Pek çok insan, ölümü düşünmek istemez. Bu mutlak sonun kendi başına da geleceğini aklına getirmez. Düşünmediği sürece, ölümle karşılaşmayacağı gibi batıl bir inanç geliştirmiştir. “Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Al-i imran suresi 185).
Bir gün öleceksiniz ve çok sevdiğiniz bedeniniz cansız bir et yığınına dönüşecek. Kefenlenip bir çukura atılacaksınız, cesediniz çürüyüp bir kemik yığını olacak ve dünyadan giden milyarlarca insan gibi u nu tu la cak sı nız. Ancak bu yoklukta bir ümit ışığı var: Sonunda çürüyüp gidecek cesediniz dışında bir de ruhunuz var ve ruhunuz ölümsüz. Eğer dünyada Allah’ın istediği gibi bir hayat yaşadıysanız çok büyük bir ödüle; sonsuz Cennete kavuşacaksınız. Eğer dünyada Allah’ın onaylamadığı bir hayat yaşadıysanız çok kötü bir cezaya çarptırılacaksınız. Sonsuz Cehennem…
Cennet, hayal bile edemeyeceğiniz nimet ve sürprizlerle dolu çok güzel bir ortamdır. İnananlar için süt, bal ve şarap ırmakları, meyvelerin her türlüsü, atlas ve ipekten elbiseler, yüksek ve güzel köşkler ve en önemlisi Allah’ın rızası vardır. “Rableri katında her diledikleri onlarındır.” (şura suresi 22), “Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun ağaçları altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların sonudur. İnkar edenlerin sonu ise ateştir.” (Rad suresi 35)
Cehennem ise dar, dumanlı ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Cehennemde yiyecek olarak diken ve zehir; içecek olarak kaynar su, irin ve kan olacaktır. Hayatınızdaki hiçbir şey Cehennemden korunmak kadar önemli değildir. Dünya bir gün yok olacaktır ama Cehennem sonsuza dek var olacaktır. Eğer Allah’ın bize Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği hükümlere uygun yaşamaz, tek örnek ve önder olarak Peygamberimizi almazsanız kesinlikle cehenneme gideceksiniz. “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve ayetlerimizden habersiz olanlar; işte bunların kendi kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.” (Yunus suresi 7-8).
Orada 50 milyon yıl, ya da 500 trilyon asır değil, sonsuza kadar kalacaksınız. “Gerçekten Cehennem bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka.” (Nebe suresi 21-25). Ateşe dayanabileceğiniz kadar günah işleyin. Ateşe ne kadar dayanıklı olduğunuzu anlamak için elinizi bir ateşte ya da kaynar bir suda kaç saniye tutabileceğinizi deneyin.
Canınızı vermeden, cehenneme atılmadan, elleriniz zincirle boynunuza bağlanmadan ve cehennemin kapıları üzerinize kapanmadan ve çığlık çığlığa azabı tatmadan önce kendinize gelin. “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı yakıtı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden koruyun.” (Tahrim süresi 6). 
O büyük günde hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Çünkü bugünkü hesabın telafisi var. Ama hesap gününün telafisi yok. “Ateşin önünde bekletilecekleri ve: “Ah keşke (hayata) geri döndürülseydik. O zaman Rabbimizin ayetlerini yalanlamaz ve müminlerden olurduk” diyecekleri zaman (onları) görseydin.” (En’am suresi 27).
• Tek yol gösterici ve en yüce dost olarak Allah’ ı kabul ediyor musun? Bazen Allah’ ın bazen başkasının hakimiyetine girilmez. “Allah, iman edenlerin sahibi ve dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır.” (Bakara suresi 257). Ekonomik, toplumsal, hukuki ve siyasi faaliyetlerinize Allah’ı karıştırmayarak Allah’a kafa tuttuğunuz halde, sadece deprem, hastalık gibi hallerde Allah’a dönüyorsanız, bunun Allah yanında hiç değeri yoktur. Siz de dahil tüm insanlık O’ na isyan etse; bu O’na zerre kadar zarar veremez. Tüm insanlık da O’ nun yolundan gitse; O’na zerre kadar yarar sağlamaz. Yapacağınız tüm zarar ve yarar kendinizedir. 
• Kalbinizde iman mı şeytan mı iktidarda? Emeğinizi, paranızı, zamanınızı ve hayatınızı Allah’ ın yolunda kullanıyor musunuz? Sizin için insanların ne düşüneceği yada ne diyeceği, Allah’ ın razı olmasından daha önemliyse, bu insanların sizi Hesap Günü’nde kurtaracaklarını mı düşünüyorsunuz?
• Din sizin için bir hayat tarzı mı? Yoksa Cami, Ramazan, ya da hacı ve hocalarla mı sınırlı? Dinin sadece ibadet kısmına inanıyor, dinin hayatla ilgili kısımlarına inanmıyorsanız “Müslüman’ım” diyerek kendinizi kandırmayın. “Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılan var ya, senin onlarla hiçbir ilgin yoktur. (En’am suresi 159). Din; Allah’ ın Peygamberleri aracılığı ile insanlara bildirdiği ve insanların hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmalarını sağlayacak ilkeler, kurallar bütünü ve bir hayat tarzıdır. 
• Allah’ın size verdiklerinden Allah yolunda harcıyor musunuz? İman iddianızı ne kadar ispatladınız? Ev, araba almaya milyarlar, yeme-içmeye milyonlar harcadığınız halde, Cenneti bedavaya getirmeyi mi planlıyorsunuz? “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Al-i imran suresi 92).
• Kur’an-ı Kerim hayatınızın merkezinde mi? Kur’an-ı Kerim dirilere; okumaları, anlamaları ve yaşamaları için indirilmiştir. “Bu (Kur’an), insanlara kurtuluş yollarını gösteren bir delil, sağlam bir inanca sahip olanlar için de bir rehber ve rahmettir.” (Casiye suresi 20). En az günlük haberlerle ilgilendiğiniz kadar, Kur’an-ı Kerim ile ilgileniyor musunuz? Bir hikaye kitabı değil, kulluk kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’i hayatından dışlayan insan dünyada da ahirette de huzur bulamaz.
• Paranız cebinizde mi, Kalbinizde mi? Parasal ilişkiler, çoğu zaman insanların gerçek yüzlerini ortaya çıkarır. Sizin gerçek yüzünüz nasıl? Mirasçılarınıza bırakacağınız mallar için her şeyi göze alıyor musunuz? Bir gün her şeyinizi dünyada bırakacak ve Allah’a ince ince hesap vereceksiniz.
• Dua ibadetin beyni, kulluğun özü, müminin silahıdır. Nefsinize ve şeytana karşı yeterince silahlandınız mı? “Rabbiniz buyurdu k; “Bana dua edin icabet edeyim (karşılık vereyim). Bana ibadet etmekten büyüklenenler cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” (Mümin suresi 60).
• Sonsuz bir hayatta, sonsuz mutluluk için günün 24 saatinden birini ayırmak çok mu zordur? Her gün yemek, içmek, nefes almak zor gelmiyor da, ruhun gıdası namaz nasıl zor gelir? Namaz kulluğun en açık göstergelerinden biridir. Allah’ ın günde beş kez yaptığı davete kulak asmayanların kendine “Müslüman” demesi acınacak bir haldir. 
• Bedeninize baktığınız gibi kalbinize de bakıyor musunuz? “Allah sizin suretlerinize ve bedenlerinize bakmaz, lakin kalplerinize bakar.” (Hz. Muhammed A.S.). 
• Kimliğinizde değil kalbinizde ve hayatınızda “İslam” ibaresi var mı? Evinizi Peygamberimizin evine ve cennetin bir şubesine benzetmeye çalışmıyorsanız, boşuna cennet ümit etmeyin.
• Müslüman çevresindeki kötü şeylerden etkilenmez, çevresini iyi şekilde etkiler. Çevrenizdekilere iyiliği tavsiye edip, kötülükten vazgeçirmeye çalışıyor musunuz?
• Karanlık kabre ve dehşetli Hesap Günü’ ne hazır mısınız? 
• Bu dünyada Allah’ın izin verdiği şekilde her türlü zevk ve meyveden yararlanıp; ahirette de akla-hayale gelmeyecek lezzet ve nimetlerden mi tatmak istersiniz? Yoksa ahiretin eşsiz güzelliklerini dünyanın geçici zevklerine feda mı edersiniz? Erkekseniz en çok 50 yıl tat alacağınız dünya ve kadınlar için (harama bakmak da dahil) sonsuz azaba razı olmak çok büyük bir aptallıktır. Kadınsanız en çok 50 yıl sürecek bir güzellik ve zevk için, cennette güzelliği reddetmek en büyük akılsızlıktır. “Size verilen her şey dünya; hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Kasas suresi 60)
Yukarıdaki soruları gönül rahatlığıyla ve olumlu bir şekilde cevaplayamıyorsanız, hayatınızda değişmesi gereken bir şeyler var demektir. Ölüm, en az hayat kadar gerçektir. Dolayısıyla, düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir. Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kim bilir o an, belki de şu andır, ya da size çok yaklaşmıştır. Belki de bu satırlar kendinize çeki düzen vermeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır.
Vakit henüz çok geç değil, henüz Allah’ın huzuruna çıkarılmadık. Bir an önce kendimize gelip, Allah’a hesabını verebileceğimiz bir hayat kuralım. Yaşadığımız her günü, Allah’ın bize verdiği bir fırsat olarak değerlendirelim. İslam’ı ve Kur’an-ı öğrenmeye ve Allah’ın hükümlerini hayatımıza aktarmaya çalışalım. Bir gün “Biz bunları duymuştuk, keşke yapsaydık” dememek, o acı pişmanlığı yaşamamak için bugün harekete geçelim. “yarın yaparım” düşüncesi nefsin ve şeytanın bir aldatmacasıdır. Bu hayat, sizin ve bizimki sadece kardeşçe bir uyarı… dün geçmiştir, yarının geleceği ise (bizim için) garanti değildir. Oysa bugün bizim elimizdedir. Yeni ve esaslı bir başlangıç için en uygun gün bugündür. Ölüme her geçen saniye daha çok yaklaşıyorsunuz. “UYANIŞI KABRE VE AHİRETE ERTELEMEYİN NE OLUR. O ZAMAN ÇOK GEÇ OLACAKTIR.”
“Her nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur; yüksek yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan dır” derler; onlara bir kötülük bu dokunsa “Bu Sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat ne oluyor ki bu topluluğa hiçbir sözü anlamaya çalışmıyor. (Nisa suresi 78)
“Ey insanlar! Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki (o gün hiç) bir baba çocuğu için bir karşılık veremez. Ve hiçbir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın vadi haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcılarda sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman suresi 33).
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. (Haşr suresi 18)
Ey İnsan! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba çekileceksin. İsteyerek doğmadığın gibi ölmek isteyip de ölemeyeceğin güne gelmeden önce, bu dünyada ölüm için hazırlan.

Kazanmak istiyorsan yarışmayı bırakmalısın

İstemek, hem her nimetin kapısıdır, hem de her azabın kaynağı. Daha fazlasını istemek, ama her ne olursa olsun istemek, yani çılgınca istemek; bütün bunların kalpteki etkisi cehennem gibi. Cehennem nedir? Bana sorarsan (bencileyin) şöyle derim: Suyun zeytinyağıyla boğuşmasıdır. Üste çıkma/kalma telaşıdır. Üst, üst, daha üst… Dibi olmayan kuyu budur aslında. Düşmesi çıkma sanılan. Çıkıldıkça düşülen. Arkadaşım, âlemin neyi/nasıl sattığına aldanma, kalbine bak. İnenlerin çıktığını sandığı çok kuyular vardır.

Bitmek bilmeyen yarış. Stres. Hased. Yorgunluk. Ve geride kalmanın uyandırdığı tüm çirkinlikler. Kötülüklerin anası: Öne geçme arzusu. Daha fazlası olabilme arzusu. Yavrusu: Daha fazlasına sahib olma arzusu. Sonu gelmeyen yokuş: Esfele’s-safilîn. Bitiş çizgisi yok. Varacağı yer: Aşağıların en aşağısı. Bugünlerde en çok boğuştuğumuz yaradır bizim. Aç olmayan, istemeyen, koşmayan, arzulamayan, özenmeyen geride kalıyor. Her gün yeni birşey çıkıyor. Almayan geride kalıyor. Tüketmeyen geride kalıyor. Uymayan geride kalıyor. Benzemeyen geride kalıyor. Önündeki her kuyuya iştiyakla düşmeyen geride kalıyor.

Kâf sûresinde, cehenneme “Doldun mu?” diye sorulacağı, onunsa bu soruya şöyle cevap vereceği buyruluyor: Hel min mezid?/Daha yok mu? Bence bu söz, sadece cehennemin değil, cehennemliklerin de halet-i ruhiyesinin tarifidir. Demem o ki: Cehennemin şahs-ı manevîsi cehennemliklerin şahs-ı manevîsidir. Onlar gibi konuşur. Onların kalplerinden, niyetlerinden, günahlarından, isyanlarından, tükettiklerinden ve dahi bu dünyadan yanlarında götürdüklerinden yaratılır.

“Daha yok mu?” diyenlerin yurdu değil midir cehennem? Dünyadayken hırs ile mülke saldıranların; helal/haram tanımayanların; sömürenlerin, zulmedenlerin, başkasını yutmakla beslenenlerin, yani kanaat etmeyenlerin yurdu; hayırda yarışanların değil sahip olmak için koşuşanların memleketi değil midir? Mekan mekînini taklit eder. Elbet cehennemleri de onlar gibi davranacak. Onlar gibi “Daha yok mu?” diyecek.

Ebu Hureyre (r.a.), Kütüb-ü Sitte’de geçen bir rivayette Aleyhissalatuvesselamın şöyle buyurduğunu naklediyor: Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir. Ahirzaman insanı için bu söz sırtta yük gibi. Çünkü o yarışmak için gelmiş. Öyle sanıyor. Yarışmaktan ötesini bilmiyor. Daha fazlası için geldiğini düşünüyor dünyaya. Diğerlerini geçmek için. Yazdığı tüm başarı kitapları da ona bunu söylüyor.

O yüzden kanaatle işi yok. Yetinmek ayağında bağ. ‘Mutluluk daha fazlasına bağlı’ diye öğretilmiş ona. Daha fazlası istenmediği takdirde bir insan nasıl mesud olur? Bir ülke nasıl kalkınır? Bir millet nasıl müreffeh olur? Kazanmadığın bir yarış nasıl tatmin eder? Bunları anlaması mümkün değil. Çünkü ona göre yarıştan kaçınabilmek mümkün değil. ‘Yarışın kaçınılmazlığı’ dogması beyninin her hücresini fethetmiş durumda. Her ne olursa olsun ‘daha fazlası olmalı’ ona göre. Durmamalı. Koşmalı. İnsanlık büyük bir gelişim koşusuna başlamış. Ne işimiz olur artık zühdle, sabırla, iktisatla, kanaatle!

Onlar bizi geri bırakan ‘fakirliği içselleştirme’ şeyleri. Eski müslümanların nefesi açlıktan koktuğu için verilen emirler de böyle olmuş. Kur’an da o zamana göre emretmiş. Fakat biz? Biz, madem ki yapabiliyoruz, elimizden gelirse dünyayı yemeliyiz.

Ey nefsim! Deme, ‘Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.’ Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekàya kalb olup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.

Mürşidimin bu sözünü artık yarışmaktan yorulduğum yaşlara gelirken daha iyi anlıyorum. Yorulmak yarıştan daha büyük bir hakikat. Hatta diyebilirim ki: Kazanmak geçici. Yorgunluk kalıcı. Yarışlar hırs. Yorgunluk acz. Yarışlar son bulsa da şu yorgunluk son bulmayacak. Kelebek ellere bir dünya asla sığmayacak.

Öyle ya! Neyin peşinden koşarsam koşayım. Ondan çok ben yoruluyorum. Kimi kıskansam ateşinin ilk dokunduğu benim. Hased ettiğim an içimde bir yerde koşmaya başlıyorum. Yarışmaya başlıyorum. Aleyhissalatuvesselamın hasedin fıtratını tarif ederken vurguladığı; Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir! hakikati, yine mürşidimden mülhem şöyle karşılık buluyor dünyamda: “Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar. Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükâfat var ki, o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcâtın belâsını ve elemini izâle eder.

Şimdi bana öyle geliyor ki: Arkadaşım, eğer insanı iyileştirmek istiyorsak, önce onu aciz ve fakir olduğuna ikna etmeliyiz. Bunu başaramadığımız sürece ona sunabileceğimiz hiçbir deva yok. Yarışın her şekilde ona kaybettirdiğine inanmazsa, yarışmayı kim/neden bıraksın? Bizim, kanaatin faziletini öğretmeden önce, onsuz dünyanın nasıl bir cehennem sakladığını anlatmamız lazım. Hatta her iyi hasleti anlatırken yokluğunun cehenneminden bahsetmemiz gerek. “Demek iman bir mânevî tûbâ-i cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor…” cümlelerinin öğrettiği de sanki biraz bu. Yaşadığımız cehennemin tadı dilimize değmeden cenneti aramaya başlamayacağız.

Bugünün tebliğ dilinin biraz buna ihtiyacı var gibi. Hatta, Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’nde yine ‘daha fazlasını istemek’ meselesine dair verdiği minare basamakları örneği, bu halet-i ruhiyenin tasvirini içeriyor. Daha fazlasını istemek hiç sonu gelmeyecek merdivenlerini çıkmak gibi. Kanaat etmeyenin kazandığı elinde durmuyor. Ayağının altında akıp gidiyor sadece. Üzerine çıkılmıyor.

Hep bir fazlası, daha fazlası olacak. Bu yarışın hiç kazananı olmayacak. Herkesin bir üstü ve onun da diğer bir üstü olacak. Yukarıya bakarsan mutlaka şikayet edecek bir ‘daha fazlası’ bulacaksın. Bu yarış da yorgunluk da hiç bitmeyecek. Ta ki “Yeter artık!” deyinceye kadar. Yukarıya bakmayı kesinceye kadar. Durduğun yerden razı oluncaya kadar. “Tamam!” deyinceye kadar. Kudsî metinler de sanki bize bunu emrediyorlar.

Ve diyorlar: “Zaten bir gün gelecek ‘Yeter artık!’ diyeceksin. Zayıf omuzlarınla bu yüke güç yetiremeyeceksin. Yaşlanacaksın. Hastalanacaksın. Çökeceksin. Bari şimdiden kanaatkâr ol. Daha karnın çatlamadan söyle doyduğunu!” Vahyin en büyük güzelliği de burada değil mi arkadaşım? “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur!” sırrınca yapanın, daha biz yaşamadan, bilen olarak bize olacakları öğretmesi. Bu yazıyı da böyle bitirelim: Bizi içimizdeki uçurumlardan çeviren Rabbimize hamdolsun.

Ahmet AY – risalehaber.com

Neden Kur’an-ı Kerim?

Şu Kur’ân insanların kalp gözlerini açacak bir nur, sağlam bilgi edinmek için bir hidayet ve rahmettir.
Eğer şu Kur’ân’ı bir dağ üzerine indirseydik, o dağı Allah korkusundan alçalmış ve paramparça olmuş görürdün.
Kur’an-ı kerim öyle bir kitaptır ki onu indiren melek Cebrail (as) Allah katında meleklerin en üstünüdür.
İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Cebrail (as) bütün meleklerden ve peygamberler dışındaki insanlardan üstündür.
Kur’an-ı kerim İndirilen peygamber Hazreti Muhammed(sav) peygamberlerin en üstünüdür.
“Öğünmek için söylemiyorum, ben peygamberlerin efendisi, sonuncusu ve şefaat edicilerin de ilkiyim.” Hazreti Muhammed (sav)
 
Kur’an-ı Kerim indirilen ümmet Allah katında ümmetlerin en üstünüdür.
“Siz ümmetlerin en hayırlısı, insanların seçilmişisiniz.”
Kur’an-ı Kerim indirilen ay Ramazan ayı onbir ayın sultanıdır.
Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.
Kur’an-ı Kerim indirilen gece kadir gecesi bin aydan kıymetli bir gecedir.
Faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
Kur’an’a sahip olanlar, Allah’ın has kullarıdır.
Bir kimse de Kuran okur hatmederse, ona Allah yanında makbul olan bir dua verilir ki, ister dünyalık, isterse ahiretlik olur.
Kur’an’dan bir harf okuyana bir hasene verilir. Bir hasenede on misli sevap vardır. Her sevap Uhud dağı gibidir.
Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir.
Kullar Allah’a ondan nâzil olan şu Kur’an’la yaklaştıkları gibi hiçbir şeyle yaklaşamazlar.
Ey Allah’ın Resûlü, Allah’a hangi amel daha sevimlidir?” diye sorulduğunda “Kur’ân’ı başından sonuna okuyup, bitirdikçe yeniden başlamaktır”
Kur’an’da, öyle bir tatlılık var ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’an okuyanlar için söz konusu olmaz. Hatta değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış insanlara tekrar tekrar okumak tatlılığını arttırdığı, eski zamandan beri herkesçe bilinen Kur’an’ın bir harikasıdır.
Kur’an okuyan kimse, bunamaz.
Kur’an okunan yere rahmet ve bereket yağar. 
Kur’an okunan evin hayrı artar, sakinlerini sıkmaz, melekler toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’an okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.
Her gece on âyet okuyan, gafillerden sayılmaz.
Kur’an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.
Kim bir âyet öğrenirse, bu âyet Kıyamette onun için nur olur.
Bir âyet öğrenmek, yüz rekât nafile namaz kılmaktan daha iyidir.
Kur’an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.
Kur’andan bir âyet dinleyen, sayısız çok sevaba kavuşur.
Kur’anı öğrenip gece gündüz okuyana imrenmek gerekir.
Kur’an okuyanla dinleyen, sevabda ortaktır.
İnsanların en çok ibadet edeni, en çok Kur’an okuyandır.
Kur’an-ı kerim okuyup, ezberleyen, helali helal, haramı haram bilen, Cennete girer. Ayrıca Müslüman akrabasından, hepsi de Cehennemlik olan on kişiye şefaat edip, onları Cehennemden kurtarır.
Evlerinizde Kur’an okumayı artırın! Kur’an okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.
Kur’an okunan evin bereketi artar. Kur’an okunmayan ev, bereketsiz olur.
Kur’an okuyun! Çünkü Kıyamette şefaat eder.
En üstün ibadet Kur’an okumaktır.
Kur’an ehli, Cennet ehlinin reisleridir.
Kur’an okuyanlar, Cennet ehlinin ârifleridir.
Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız göründüğü gibi görünür.
Kur’an ehli, Ehlullahtır.
Herşeyden evvel okuyup anlayarak amel edeceğimiz İlahî kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. O ezelîdir, ebedîdir. Daima genç ve tazedir. O Allah’ın kelâmı, Allah’ın fermanıdır. Hakikî mürşid ve rehber Kur’ân’dır.
Kur’ân kalplere kuvvet ve gıdadır. Ruhlara şifâdır. Onu tekrar tekrar okumaya ihtiyacımız vardır. Gıdanın tekrarı kuvveti artırdığı gibi Kur’ân-ı Kerîm’i tekrar okumak da manevî gıdamızın kaynağıdır.
Kur’ân hem zikirdir, hem fikirdir. Hem hikmettir, hem ilimdir. Hem hakikattir, hem şeriattır. Hem sadırlara şifa, mü’minlere hüdâ ve rahmettir.
Bir ana-babanın çocuklarına karşı en mühim vazifesi, onlara Kur’ân öğretmektir, Kur’ân terbiyesi vermektir.
Üstad Bediüzzaman hazretleri Kur’an-ı Kerim için şöyle buyurur:
Kur’an-ı Hakîm’in hadîsin bildirmesiyle her bir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on Cennet meyvesi getirir.
Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan yetmiş,
Âyet-ül Kürsî harfleri gibi bazan yediyüz,
Sure-i İhlas’ın harfleri gibi bazan bin beşyüz,
bazan Berat gecesinde ve makbul vakitlere okunan âyetler gibi on bin sevab kazandırır.
Ramazan-ı Şerifte her bir harfin, on değil bin
ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin her bir harfi binler
ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir.
Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır. Kadir Gecesi’nin bin aya mukabil olduğunun Kur’an’da bildirilmesinin işaretiyle, bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olduğu anlaşılır.
Evet herbir harfi otuzbin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nurlu bir tûbâ ağacı hükmüne geçiyor ki; milyonlarla bâki meyveleri, kazandırır. İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu harflerin kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir zararda olduğunu anla!”
Muhterem Müslümanlar!
Hasta kalplerin şifası Kur’ân okumaktır. Hasta milletlerin kurtuluş reçetesi Kur’ân’a sarılmaktır.
Dinimizin temeli Kur’ân olduğu gibi İslâm âleminin temeli de Kur’ân’dır. Yeryüzünde hâkimiyet Kur’ân’ın hakkıdır.
“İstikbal yalnız ve yalnız islâmiyet’in olacak, hâkim hakaik-i Kur’âniye ve îmaniye olacak!”
Asrımız Kur’ân asrıdır. Dünya milletleri İslâm’a koşuyor.
Dinsiz, imansız, Kur’ân’sız hiçbir milletin yaşayamayacağı anlaşılmıştır.
Bütün dünyada Kur’ân’a bir dönüş ve yöneliş vardır. Kur’ân’ın nuru dünyayı saracaktır.
Şu âhirzamanda maddî elektrik, ışık, nur her yere ulaştığı gibi, manevî elektrik olan Kur’ân ve îman nuru da ulaştırılmalıdır.
Kur’ân’ın hakikatlari her eve, kalbe ve kafaya hâkim olmalıdır.
Mülk Allah’ındır. Kur’ân Allah kelâmıdır.
Geliniz, Kur’ân’ı okuyalım, hayatımıza tatbik edelim, bütün sıkıntılardan kurtulalım İnşaallah.
Selam dua ile kalın.
Çetin KILIÇ
Kaynaklar:
Kur’an-ı Kerim Meali
Hadisi Şerif Külliyatı
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet