Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Eş Seçimi ve Eş Geçimi

İslam ailesinin en temel özelliği huzur, sevgi ve rahmet yuvası olmasıdır. Bu ailede eşler birbirleriyle huzura kavuşur, çocukları da güzel ortamda büyürler. İslam ailesinde karı-koca birbirlerinin cenneti olurken çocukları da o cennet bahçesinin meyveleri olurlar. Bunun başında iyi bir eş seçimi gelmektedir.

Eş seçiminde dikkat çeken bir konu: Kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîreti (güzel ahlakı) dir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddi, samimi, nurânî şefkatidir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, eşin yüksek karekterli oluşu, ciddi ve samimi oluşu aynı zamanda şefkatli oluşu o şirin güzelliğini tamamlayıcı çok önemli unsurlardandır.

Kişi eşini Rahmeti İlahiyenin Latif bir hediyesi olarak düşünmeli, Onu o yönüyle sevmeli, muhabbet etmeli. Sevgisini zamanla geçecek olan dış güzelliğine bağlamamalı, kadını cazibedar yapan asıl güzelliği letafeti, nezaketi, dürüstlüğü, iç güzelliği ve ahlakıdır. Bu güzellikler hiç bitmeyeceği gibi artarak çoğalacaktır. Kadın dış süsü, dişiliği ile değil kişiliği, iç güzelliği, ahlakı, iffet ve sadakatı ile hukukunu, hürmetini ve muhabbetini muhafaza edebilir. Yoksa ihtiyarladıkça kaybolacak olan güzelliğine güvenirse en zayıf ve en muhtaç olduğu bir zamanda ne hürmet kalır ne muhabbet.

Mutlu yuvalarınız olması duasıyla.

Çetin KILIÇ

Kaynak:RNK

Berat Gecesi

Bu gece bir yıl içerisinde olacakların yazıldığı gece, ecellerin, rızıkların, hastalıkların, savaşların yazıldığı gece.
Bu gece Hazreti Muhammed (sav) efendimize şefaat yetkisi verildiği gece.
Bu geceyi uykuda geçirenlere melekler ‘yazık ettiler, yazık ettiler “diye nida ederler.
Bu gecenin feyzi akşam güneş batması ile başlayıp, sabah güneş doğana kadar devam eder.
Bu gece elli yıl ibadet sevabının verildiği gecedir.
Allah bizleri af etmek istiyor, bizde af dileyip tertemiz bir sayfa ile sabaha çıkmayı istemeliyiz. Af edilmenin en kestirme yolu af etmektir.
Muhiddin Arabi, “cennetime gir” diyen Allah (cc) ‘den kendisini haksız yere idam edenlerinde affını istemiştir.
Bu gece öyle bir geceki kendimizden çok ümmetin affı için dua etmemiz gereken gece.
Dostlarla iyi geçinmek her kesin işi, marifet düşmanla iyi geçinmek, maharet onun için dua etmek bu gece af edilmeyi en çok hak edenler işte bu kullar.
Bu gece itiraf gecesi, işlediğimiz günahları Allah’a pişmanım Yarabbim diyerek istiğfar etme gecesi. Suç işleyen evladınız gözü yaşlı bir şekilde gelip suçunu itiraf etse nasıl sevinirsiniz, eskisinden daha fazla sarılır kucaklarsınız, Allah’ın Gafur ismi Settar ismi burada tecelli eder. Kuluz kusurluyuz.
Şeytan bu gece kusurunuzu göstermemek, itiraf ettirmemek için kırk takla atacak, tövbe ettirmemek için cirit atacak.
Peygamber (sav) Efendimiz “Günahına tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir” buyuruyor.
Bu gece asıl berata erenlerden olma dileğiyle berat geceniz mübarek olsun.

Çetin Kılıç

Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar

Said Nursî Hazretleri ortaya ben Bediüzzaman’ım diye çıkmamıştır, medreselerdeki olağan üstü başarısından dolayı o zamanın uleması ve alimleri tarafından bu isim kendisine verilmiştir. Normal şartlarda öğrenilmesi yıllar sürecek bir dersi çok kısa bir sürede öğrenmesi, bir kitabı çok kısa bir sürede ezberlemesi o zamanın alimlerinin dikkatini çekmiştir.

Şimdiki mantıkla düşünelim dört yıllık bir üniversiteyi bir yılda bitiren biri dünyada nasıl ses getirir, Said Nursî’de okuduğu medreselerde böyle başarılı bir talebe olduğu için defalarca imtihan edildikten sonra sıra dışı biri olduğu, çok nadir görülen üst düzey biri olduğu, fevkalade olduğu, üstün vasıflara sahip olduğu gözlenmiş ve o zamanın otoriteleri hocalar, şeyhler, üstadlar tarafından kendisine “Bediüzzaman” ismi verilmiştir.

Bir kaç örnek verecek olursak ; Ezberindeki doksan cilt kitabı iki ayda her gece iki saat tekrar ettiğini söyler, yine kamusun büyük bir bölümünü ezberlediği biliniyor, bu günkü tabirle fotoğraf hafızasına sahip olduğu malum. Bütün bunları 13-14 yaşında yapmış olması harikulade biri olduğunu gösterir.

Tahir paşanın konağına gelip onun kütüphanesindeki kitapları ezberlemiş, oradan İstanbul’a gelip şekerci hanın kapısına “her soruya cevap verilir soru sorulmaz” diye yazı yazmış, oranın uleması tarafından da imtihan edilmiş.

Ali Himmet Berki kitabında şöyle diyor, evde oturdum en derin kitaplardan sorular hazırladım Said Nursî’nin yanına gittim, sorduğum sorulara sanki dün akşam benim okuduğum kitaplar gözünün önünde imiş onları okuyor gibi cevap verdi diyor.

“Bediü” günümüz Arapçasında sık kullanılan bu günkü mana ile orijinal demek yani benzeri yok demektir. İmam Gazali öyledir, İmam Hanefi öyledir, Mimar Sinan öyledir bu şahsiyetlerin eşi benzeri yoktur, Said Nursî’de bunlardan biridir.

Risale-i Nurlar altmışa yakın dile çevrilmiştir, Dünya Risale-i Nur okuyor.
Gelelim Risale-i Nurların diline. Maalesef bazı çevrelerin eleştirdiğine şahit oluyoruz, oysa Bediüzzaman’ ın yazı dili üslubu çok orijinaldir.
“Bir şeyden herşeyi her şeyden bir şeyi yaratmak her şeyin yaratıcısına mahsustur”. Altı bin sayfa kitabın içinden sadece bir cümle, Arap yada Osmanlı edebiyatına hâkim birinin bu cümleye hayran kalmaması mümkün değildir, nice alim zatların bu eserleri gözlerinden yaşlar akarak okuduklarına şahit olunmuştur. Merak edenlerin günde yüz sayfa okuyup öğrenmeye çalıştığını gördük, tanımak isteyen, merak eden, ark niyetli olmayan, eleştirmeden önce kitabı okur.

Anlamak, doğruyu görmek, öğrenmek isteyenin izleyeceği yol budur.
Bizim ülkemizde bir refleks var, hangi ilim hangi alimden bahsetsen, konuşsan sorun olmaz hatta gayri müslim birinin fikirlerinden bahsetsen şiadan, mutezileden konuşsan yine sorun yok, kabul bile görürsün entelektüel kabul edilirsin.

Bunu söylerken İslâma mesafeli kesimi kast etmiyorum, İslam camiasında, Bediüzzaman dediğimizde Said Nursî dediğimizde Risale-i Nur dediğimizde siz başka bir yere konuluyorsunuz, objektiflik tarafsızlık bitiyor. Said Nursî bir oryantalist olsaydı onun kitapları didik didik incelenirdi. Bu gün bir çok kimse ve akademisyen şaşı bakıyor, hatta görmek istemiyor. Yüz yıllık bir dava hala yeterince anlaşılamadı.

Son otuz beş yıldır Risale-i Nurlar Arap dünyasında çok yaygındır, bazı Arap alimleri Bediüzzaman’a ferit makamı vermişlerdir. Bunlardan biri Muhammed Ramazan el Buti’dir bu zat dünyanın en önde gelen İslam alimi idi. Muhammed Umara bunlardan biridir Said Nursî hakkında yazıları vardır. Hiç bir alim Bediüzzaman hakkında olumsuz bir şey söylememiştir.

Fas’lı Profesör Cafer Subhani Paris’te Sorbonne üniversitesinde doktora yapıyorken ön bilgisiz, ön yargısız Sözleri okuyor ardından tüm kitapları okuyor ve o gerçekten bu zamanın bediü dir diyor.

İslam tarihinde kitap yazan alim çok, fakat iki şeyi yanyana yapan sadece Bediüzzaman’dır. On dört cilt kitap yazmış ve bütün dünya bu kitapları okuyor, aynı zamanda bütün dünyada nur hareketi diye bir cemaat oluşturmuştur, bunun ikisini bir arada yapan sadece Bediüzzaman olmuştur.

Muhammed Novara, Said Nursî bu çağda siyaset ilminin müceddidir diyor. Said Nursî in siyaset görüşü Türkiye İslamcıları tarafından anlaşılmamıştır.

Kuzey Irak’lı İslam alimi Abidin Reşit, bazı Türkler beni uzun yıllar Said Nursî’den uzak tuttular ama sonra oturdum Türkçe, Kürtçe ve Arapçasından okudum mekanlarını gezdim ve hakkında üç kitap yazdım, diyor.

Colin Turner Müslüman oluyor ama Lailahe İllâllah’ın manasını soruyorlar bilemiyor, öğrenmek istiyor Risale-i Nurları gösteriyorlar, daha sonra 876 sayfa “Kuranı Said Nursî ile okumak” adlı kitabı yazıyor.

Sudan’da Risale-i Nur araştırma merkezi var. Arap alemi tarafından yazılmış yüzlerce Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında kitaplar var. El Ezher Üniversitesi üç kez “İmam Said Nursî’nin İslam Dünyasına Etkisi” diye sempozyum yapmıştır. Bunun gibi Arap dünyasında kırk’ tan fazla sempozyum düzenlenmiştir.

Rabbim bizleri İhlas ve sıdk içinde imana hizmet edenlerden eylesin. Âmîn.

Çetin KILIÇ
Kaynak : Sadık Tanrıkulu

Semada Hayat

Zihni darlaşan, aklı gözüne inen, sıkışmış zihinlerine Kuranın ayetlerinin ifadelerini yerleştirmeyenlere Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadelerinden aktarmaya çalıştıklarımızdan bir kaç örnek.

Yeryüzünde yaşayan buraya münasip canlılar varsa gökyüzünde de semaya münasip yaşayanlar vardır elbet. Bunlar farklı şekilde adlandırılsa da melek ve ruh şeklinde isimlendirmek mümkündür.

Çünkü kâinatı had hesaba gelmeyecek şekilde süslendiren, zinetlendiren Allah (cc) bunların görülmesini bilinmesini ve taktir edilmesini ister. Halbuki insanlar ve cinler ancak dünyada ve birazda semada bir kaç şeye nazar edebilir, onları bilebilir. Yaratıcı hikmetsiz bir şey yaratmadığına göre bu kadar büyük galaksileri seyredecek bilecek taktir edecek birilerini de halk etmiştir şüphesiz.

Bazı rivayetlerde bu cisimlerin melaikenin binekleri olduğu söylenir.
Onlar bunlara Allah’ın izni ile binip alemi gezer ve seyrederler. Hadiste de “bir cins ervahın tayyareleridir” buyrulmuştur.
Topraktan sudan nice idrak sahibi yaratıklar halk eden Zat, elbette nur denizinden hatta zulmet denizinden de şuurlu mahluklar yaratmıştır.
Zemin ve gök birbiri ile çok alakalıdır, zemine lazım olan ısı, ışık, yağmur semadan gönderiliyor, hatta vahiy indiren Cebrail (as) da semadan geliyordu. Buradan anlaşıyor ki semadan yer yüzüne, yer yüzünden semaya bir yol var, örnek mi istersin, akıl ve hayal her vakit semaya gider, aynen onun gibi ağırlıklarını bırakan ruh, enbiya evliyalar izni İlahî ile oraya gidebilir.

Semanın sakinleri, memleket geniş fıtratları safi makamları sabit olduğu için münakaşa etmez ne emrolunursa yapar. Zemin, zıtlar yeri olduğu için şerler karışmış, ihtilaf doğmuş, bu durum münakaşaya sebep olmuştur. Bu hal zemin ehlinin terakkiyatına aynı zamanda imtihan olmasına sebeb olmuştur.

Bunun hikmetini Üstad şöyle açıklıyor. İnsan yaratılmışların en sonuncusudur, bir manada kâinatın meyvesidir, ağaç misali ; Kök dal yaprak en nihayet meyve olur, zaten ağacın ekiliş nedeni meyvesidir. İnsanda diğer yaratılmışlara nazaran en küçüğüdür ama manen, sanaten kâinatın kalbi,merkezidir. Zemin ise Allah’ın sanatının sergi yeri bütün esmasının müşahede edildiği yerdir, nebatatın, hayvanatın yaratıldığı aynı zamanda ahiret alemininde küçük bir numunesidir.

Arz küçüklüğü ile beraber semaya karşı gelebilir, çünkü daimi akan çeşme gölden daha büyüktür denilebilir. Cenab-ı Hak küre-i arzı, icadına, hikmetine, kudretine rahmetine, cennetine mezra yapmış. Her sene arzın değiştirdiği gömlekleri göz önüne alsan göreceksin ki arz semadan noksan kalmaz.
Kuranı Kerim de, arzı semaya denk tutuyor.

Ey zayıf, mağrur, serkeş cin ve insan! Yıldızları ayları güneşi emrine itaat ettiren zatın emrini nasıl dinlemez onunla mücadele edersiniz. Onun öyle azametli askerleri var ki dağlar gibi gülleler ile sizi cezalandırabilir, küfranınızla öyle isyan çıkarıyorsunuz ki arz büyüklüğünde yıldızları arzın yüzüne çarpmaya üstüne yağdırmaya muktedir bir zatın memleketinde isyan ediyor, zulm ediyor, emir dinlemiyor, günahlar işliyor, küfre giriyorsunuz. Yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimat eden ve kuran güneşine gözünü yuman efendi, gözünü aç, kafa fenerini bırak gündüz gibi görünen Kuran ayetlerini gör, Allah’a yakışır kul, Resûlüllah’a yakışır ümmet ol,istikametten ayrılma Rızai İlahiye dairesinde kal. Cennet seni bekliyor.

Çetin KILIÇ
Kaynak RNK

Şükran Hanımın İlk Namazı

Şükran hanım onbeş yaşında yaşı büyültülerek bir devlet dairesine memur olmuştu. Babası yeni vefat etmiş kendinden büyüt dört ablası birde küçük erkek kardeşi vardı. Ablaları evlenip gitmişti, kardeşi ve annesi ile küçük bir kasabada yaşıyordu. Evin geçim kaynağı babadan kalan emekli maaşı ve kendi aldığı maaştı. Babasının hastalığı sürecinde eşe dosta oldukça borçlanmışlardı, öde öde bir türlü bitmiyordu borçlar, işte o zaman tanıştı borçla.

Öğretmen Fehmi beyle hayatı kesişen Şükran hanımın iki oğlu oldu, iyi birer tahsil yapan oğullarını okutmak hiçte kolay olmamıştı.
Bir evimiz olsun deyip eşinin babasına ait arsaya bir kat ta onlar çıkmıştı. Dişinden tırnağından artırdıkları ile yaptıkları evi arsa sahibi baba sahiplenmek isteyince çok zorlu bir hak arama süreci geçirdiler. Nihayetinde hak ettiklerine kavuşmuşlardı ama bütün o tatlı hayallerde bitmişti.

Her ay sonu yapılan hesaplarda ev ekonomisi her seferinde açık veriyordu. Oysa Fehmi bey öğretmen olmasına rağmen hafta sonları ek iş yapıyor ama yine ay sonu hesapları açık vermeye devam ediyordu.

Büyük oğlunun düğünü bitmiş, misafirler gitmiş, Şükran hanım eşini arabada bekliyordu ama Fehmi bey bir türlü gelmiyordu, arabadan inip tekrar düğün salonuna dönünce eşini fotoğrafçı ile tartışırken buldu, Fotoğrafçı elinde bir çok fotoğraf kaldığını bunları alması gerektiğini söylüyordu, Fehmi bey de, alayım kardeşimde cebimde son kalan para bu, ne yapayım şimdi, dese de fotoğrafçı diretmeye devam ediyordu, Şükran hanım eşinin cebindeki son parayı alıp fotoğrafçıya vererek, al kardeşim bunu fotoğraflarda sana kalsın, deyip Fehmi beyi arabaya bindirmişti.

Arabada hiç konuşmadılar, eve geldiklerinde oldukça geç olmuştu.
Şükran hanım ve Fehmi bey, oğlunu evlendirmiş çok mutlu olmaları gerekirken yakasını hiç bırakmayan borçlar onları yine mutsuz etmeyi başarmıştı, sabah ekmek almaya bile para yoktu.

Karma karışık duygularla boğulan Şükran hanım, Fehmi beye

-Biz bu hayatta hiç mutlu olamayacağız galiba bu hayat beni gerçekten çok yordu, gel birer kutu hap içelim bu hayattan gidelim, dedi. Fehmi bey

– Bu bir çözüm değil, diyerek karşı çıktı ama Şükran hanım kafaya koymuştu, babasının ölümüyle başlayan çekilmez hayatına son verecekti.
Duşunu aldı, ilaç kutusuna yöneldi, gözüne “yasin” kitabı takıldı, kitabı aldı Türkçesinden biraz okudu, o an iki rekat namaz kılıp ilaçları öyle içmeyi düşündü, aynı rafta bulunan namaz kitabından namazı nasıl kılması gerektiğini öğrenmeye çalıştı, öğrendiği kadarıyla namaza durdu, Allah’a yönelmiş, bildiği duaları okuyordu, ama çok başka şeyler oluyordu, öyle hafiflemişti ki, duygularına, kalbine hıçkırıklarına hiç söz geçiremiyordu. Aklı, düşünceleri çok farklı bir yere gitti, böyle bir iç huzuru ömründe ilk kez tadıyordu.

İnsan cesedi ; havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi, insan ruhu da namaza ne kadar muhtaçmış meğer.
Aman Allah’ım! Bu nasıl bir şeydi? Hiç bitmesin istedi bu namazı.

Rüku secde, evet; Allah’ı, onu yoktan Yaradın’ı iliklerine kadar hissediyordu. Beden yerde, secdede ama hayır, o bulutların üzerinde idi, hafif hafif ama çok tatlı esen rüzgar, mis gibi kokular, tarif edilmez çok ama çok güzel duygular. Namazın ne kadar sürdüğünü hiç bilmiyor iki rekat namaz belki saatlerce sürmüştü.

Bu dünya darül hizmettir; ücret almak yeri değildir. Ameli sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirette verilecek olsa da bu dünyada da göstermiş, tattırmıştı numunesini.

Selam verdiğimde iki elini açarak “Allah’ım ne olursun, hiç bitmesin bu güzellikler” diye yalvarıyordu yaşlı gözlerle.
Allah kabul etti dualarını.
Elhamdülillah.

Çetin KILIÇ